MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 8
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا (24) إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْهُدَى الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ وَأَمْلَى لَهُمْ (25) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ (26) فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ (27) ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (28)
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ
(Ea FaLAy YaTaDabBaRUNa eLQuREAvNa)
“Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı?”
Bundan önce, savaş emr olunduktan sonra savaşa katılmak istemeyenlerin dünyada soylarının tükeneceğini ve körleşeceklerini ifade etmiştir. Sûrenin başındaki Hazreti Muhammed’e inzâl edilen Kur’an’a dönmüş, onu neden ele almıyorlar demektedirler.
“Fa” harfi ile bundan önce anlatılanların tafsiline geçmiş ve bu çıkmazlardan kurtulmanın tek yolunun Kur’an yolu olduğunu beyan etmektedir.
“E” soru harfi ile başlamaktadır. Niçin tedebbür etmiyorlar? Tedebbür etmeleri gerekir denmektedir.
Burada soruyu 1400 sene evvelki Mekke halkına tevdi edilmiş kabul edersek, o zaman Kur’an tarihi bir hikâye kitabı olur. Burada tevdi edilen sual doğrudan bize aittir.
Evet, Kur’an ilk olarak Cebrail tarafından Mekke halkına hitap ederek indirilmiştir. Ama şimdi atalarımız tarafından lafzı ve dili bize getirildi, manâsını Allah bize vahyetmektedir. O zaman Cebrail Hazreti Peygambere vahyediyor, böyle uygulamalar oluyordu. Şimdi ise bize, ayı ayrı hepimize, Kur’an’ı okuyup anlamak isteyen herkese vahyetmektedir. Ne var ki Cebrail gelmemektedir. Bize ilham gelmektedir. İçtihat yapmaktayız. Hepimizin içtihatlarında hatalar vardır. Hazreti Peygamberin içtihatlarında da hatalar vardı. Ne var ki Cebrail gelip düzeltiyordu. Şimdi Cebrail gelmemekte, bizim hatalarımızı düzeltmemektedir. Bizim hatalarımızı ilim düzeltmektedir. İlim de ancak icma ile sabit olmaktadır. Yani Kur’an’ın bugün anlaşılıp uygulanması için İlâhi vahiy bu şekilde devam ediyor; içtihat ve icma.
Bu yazdıklarımız bizim buluşlarımız değildir.
Usul kitaplarında aynen beyan edilmektedir.
İşte buradaki muhataplar çağımızın münkirleridir, çağımızın inkârcılarıdır.
Bugün insanlığın çıkmazda olduğunu herkes görmektedir. 20. yüzyılda bu çıkmaz çok açık bir şekilde ortaya çıkmış ve çare olarak “sosyalizm” denmiştir. 1917’de iktidara gelen sosyalist yönetim Sovyetler’de 70 sene içinde kırk milyon insanı öldürmüş ama çare bulamamıştır. Sonra faşizm, Nazizm, Kemalizm gibi millî yönetimler denenmiştir. Bunlar Sovyetler kadar hunharca kan akıtmamışlar ama sonuç elde edilememiştir. Faşizm ve Nazizm ortadan kaybolup gitmiştir. Kemalizm ise yumuşak iniş yaparak bugünkü Türkiye’ye gelinmiştir. Ne var ki sorunlar çözülmemiştir.
Batı’da ise sermaye ABD’yi arkasına alarak 1850’den beri yeni rejim uygulamaktadır. Tek sermaye devleti sorunları çözememiştir. Krizler üstüne krizler olmaktadır. Kapitalizm de ömrünü doldurmaktadır. On sene sonra artık herkes kapitalizmin çözüm olmadığını belirleyecektir.
O halde çözüm nedir?
Çözüm Kur’an’dır.
Neden Kur’an’dır.
Kur’an’ın ne olduğunu bilebilmemiz için geçmişe bir bakalım.
a) İlk olarak Hazreti Nuh gelip Mezopotamya uygarlığını kurdu. Bu yerel uygarlıktı. Mısır bu yerel uygarlığın kuvvete dayalı şekli idi.
b) Ondan sonra Hazreti İbrahim geldi, inkılap yaptı, ilmi laikleştirdi. İnsanların akıllarına hitap etti. Bu sisteme dayanarak Yunanlılar felsefeyi oluşturdular.
c) Sonra Hazreti Musa geldi, krallar veya peygamberlerin yönetimi yerine Kitap yönetimini getirdi, insanlara Tevrat’ı öğretti.
d) Sonra Hazreti Davut geldi, Hazreti Musa’nın şeriatına göre devlet kurdu ve insanlara sosyal devlet ilkesini getirdi. Deniz filoları oluşturarak Akdeniz’i göl hâline getirdi. Fenikeliler ve Yunanlılar bunların gemileri ile yayılıp siteler kurdular.
e) Sonra Hazreti İsa geldi, insanlığa laikliği hediye etti. Devletler millî devletler olacak ama din tüm beşeriyete tek Hak din olacak ve ayrı ayrı mezhepler bulunacaktır.
f) Nihayet Hazreti Muhammed’e Kur’an nâzil oldu. Kur’an son kitaptır. Daha önceki kitaplarda ayrı ayrı bildirilen hususlar burada birlikte mücmel olarak bildirildi ve geçmişi özetledi, geleceği de aydınlattı. Artık insanlığı bu Kitap yönetecektir. Peygamber gelmeyecek, âlimler içtihat ve icmaları ile çağlarının gereğini bu Kur’an’a dayanarak çözeceklerdir.
Şimdi ‘Kur’an nedir?’ diye sorulur da cevap verilirse; insanlığın kıyamete kadar değişmeyecek irsî özelliklerine göre olanları tesbit etmiş, bize bildirmiştir. Yer ve zamana göre değişecek olan sorunları o zamanın ve o ülkenin âlimleri içtihat ve icmaları ile çözeceklerdir; Kur’an’ın öğretileri içinde çözeceklerdir.
İşte “Adil Düzen” budur.
Kimi Kur’an’ı toptan reddetmektedir. Kimi de Kur’an’ı tarihî bir kitap kabul ederek onun bin sene önceki yorumları ile yetinmektedir.
Oysa Kur’an Allah’ın sözüdür ve onsuz biz doğru yolu bulamayız.
Biz ise Kur’an’ı bugünkü içtihat ve icmalarla anlıyoruz.
Bizim Cebrilimiz müsbet ilimdir.
Kur’an’ın başka bir özelliği de; bize müsbet ilmin öğrenilmesi ve anlaşılması için gerekli değişmez ilkeleri öğretmektedir. Yani Kur’an sadece din kitabı, sadece şeriat kitabı değildir; aynı zamanda ilim kitabıdır.
Kur’an’ın 250 mucizesi tarafımızdan “kitap” olarak yazılmıştır.
İlgilenenler bu 250 mucizeyi oradan, o kitabımızdan öğrenebilirler.
“Tedebbür etmek” demek “tedbir almak” demektir. “Tedbir” kelimesi “tedvir” kelimesine akrabadır. Yani oluşlar periyodiktir. Geçmişte olanlara bakarak gelecek hakkında bilgi elde etmek gerekir. “Tedbir almak” demek de olacak bir olay hakkında hazırlık yapmaktır. Kışın geleceğini yazın biliyoruz, tedbir alıyoruz. Ambarımızdaki buğdayların biteceğini biliyoruz, her sene yeniden ekiyoruz. O halde “tedebbür etme” demek, geçmişe bakarak gelecekte ne olacağını bilmek ve ona göre tedbir almak demektir.
“Kur’an’ı tedebbür etmek” demek, geçmişte Kur’an ne demiş, ne olmuş; gelecekte de o olacaktır. İşte bunların tamamını bilmek, anlamak, kavramak ve gereğini yapmaktır.
Kur’an insanlığa hidayet olmamış mı idi? Önce Arapları uygarlaştırmadı mı, devletsiz aşamadan en yüksek devlet aşamasına getirmedi mi? O devlet İran’daki Kisra’yı, Göktürk’ü, Bizans’ı yıkmadı mı; yıktıktan sonra hakim olmadı mı? O devletin uzantısı Viyana kapılarına dayanmadı mı? Avrupa’yı onların kendi tâbiriyle orta çağın karanlığından çıkarmadı mı?
O halde Kur’an şimdi de insanlığı III. bin yıl uygarlığına götürecektir.
“Tedebbür etmek” demek bu demektir.
Kur’an dünyayı tek ümmet olarak uygarlaştıracaktır. Ayrı ayrı “devletler” olacak, ayrı ayrı “iller” olacak, ayrı ayrı “bucaklar” olacak, ayrı ayrı “ocaklar” olacak, ayrı ayrı “kişiler” olacaktır. Ama bunlar iç içe birlik içinde tüm insanlık olarak tek topluluk olacaklardır. Bunun için bugün ulaştığımız ulaşım araçlarına ulaşmamız gerekir. Bugün ulaştığımız haberleşmemize ulaşmamız gerekir. Bugün ulaştığımız gecelerimizi gündüz yapan elektriğe ve enerjiye ulaşmamız gerekir. Nihayet bugünkü bilgisayarlara ve yazı tekniğine ulaşmamız gerekir.
Bunlar maddî araçlardır.
Bunun dışında ulus dillerinin birbirine aktarılması gerekir. Ortak muhasebe ağının kurulması gerekir. Ortak okullar ve geçerli ortak imtihan ve diploma gerekir. Sağlam karşılıklı alışveriş için paralar gerekir.
İşte bütün bunlar bugün bilinmektedir.
İşte, Kur’an ancak bugün uygulanır hâle gelmiştir.
Bin sene önceki içtihatlar o günün sorunlarını çözmüştür.
Bugünün sorunlarını bugünün içtihatları ve icmaları çözecektir.
“Kur’an’ı tedebbür etmek” işte bu sorunların ve bu imkanların değerlendirilmesi ile sağlanacağını bilmek ve ona göre hareket etmek demektir.
Biz bunu 1960’larda gördük ve ona göre harekete geçtik. Biz zannettik ki inanmış insanlar Kur’an’ı tedebbür ederler. Burada yanıldık.
Kur’an’ı;
-Mü’minler tedebbür etmiyor, müslimler etmiyor!..
-İlâhiyatçılar etmiyor, Diyanetçiler etmiyor, tarikatlar etmiyor!..
-Saadetliler etmiyor, AK Partililer etmiyor, Risale-i Nur şakirtleri etmiyor!..
Bunlar Kur’an’ı değil, bin sene evvelki kitapları ve içtihatları tedebbür ediyor! Kur’an dışındaki kitabları tedebbür ediyor! Risale-i Nur şakirtleri Bediüzzaman’ın açtığı yolu da kapatmış, Cevşen okuyorlar! Siyasiler sadece iktidar ve güç peşindeler. Diğerleri de sadece dua ile cennete koşmaktadırlar!
Kur’an bize duanın yanında ibadeti, ameli ve uygulamayı da emretmiştir. İbadetler sosyal oluşlardır, uygarlaşma çabasıdır.
Söz uzar gider, asıl olanı der isem.
Bunlar Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı?
O halde “Adil Düzen”i neden anlamıyorlar?
“Adil Düzen” Kur’an’ın söylediklerinden başka bir şey söylemiyor ki.
Burada görülüyor ki; bu hitap Kur’an’ı reddedenlere değil, Kur’an’ı kabul edenlere hitap etmektedir. Kapitalistlerin ve sosyalistlerin “Adil Düzen”i anlamamaları normaldir. CHP’lilerin ve MHP’lilerin “Adil Düzen”i anlamamaları normaldir. DP’lilerin ve benzerlerinin “Adil Düzen”i anlamamaları normaldir.
Ama İlahiyatçıların, Nurcuların, tarikatların, AK Partililerin ve Saadetçilerin “Adil Düzen”i anlamamaları normal değildir.
Çünkü onlar Kur’an’ı tedebbür ediyorlar, Kur’an üzerinde duruyorlar...
O halde neden “Adil Düzen”i anlamıyorlar, neden benimsemiyorlar; neden?!.
أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا (24)
(EaM GaLAy QuLUvBin EaQFaLuHAv)
“Yoksa onların kalblerinde ekfâl mı vardır?”
Bunlar Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı? Neden “Adil Düzen”i anlamıyorlar? Yoksa beyinlerinde bir zorluk mu var? Yani Kur’an’ı tedebbür ediyorlar da söylenenleri anlamıyorlar mı?
Kelimeleri açıklamaya geçmeden önce, Kur’an’ı anlamak için neler yapılması gerekir, önce bir nebze bu çok önemli mesele üzerinde duralım.
a) Kur’an ilimle tafsil edilmelidir. Kur’an’ı tedebbür etmek için çağımızın müsbet ilimlerini bilmek gerekir.
Müsbet ilme sırtlarını çevirenler Kur’an’ı tedebbür edemezler.
b) Kur’an’ı anlamak için Klasik Arapça İlimlerini tedris etmek gerekir, bu ilimleri birlikte tedris etmek gerekir.
Kur’an tercümelerle veya başkalarının tefsirleriyle anlaşılamaz.
c) Kur’an’ı anlamak için her söze kulak vermek gerekir, herkesin ne dediğini duymak gerekir.
Biz geçmiş müfessirleri okumayın demiyoruz; bizi de okuyun diyoruz, siz yazın biz de okuyalım diyoruz. Masalları değil, Kur’an üzerinde yazın diyoruz.
d) En önemli husus ittikadır. Kur’an’ı okumaya ve tedebbür etmeye başladığınız zaman sizin peşin hükümleriniz olmamalıdır. Kur’an’ı size uydurmaya çalışmamalısınız, siz Kur’an’a uymalısınız; daha doğrusu Kur’an’ın gösterdiği Hakka uymalısınız. Kur’an da sözlerden biridir ama sözlerin en ahseni olduğu için ona uymalısınız. Onun sözlerin ahseni olduğunu siz aklınızla bilirsiniz, ilminizle bilirsiniz.
“Kalb” merkez demek, santral demektir. Bir şeyi toplar ve salarsa o kalb olur.
Otobüs garajları, gemi limanları, tren istasyonları uçak meydanları birer kalbdir. Su pompaları, elektrik santralleri, telefon santralleri birer kalbdir. Yayın merkezleri birer kalbdir.
İnsanın içinde de böyle kalbler vardır, bilhassa iki kalb vardır.
Biri insanın göğsünde bulunur, bu kan merkezi olan kalbdir; buna “yürek” diyoruz.
Diğeri de insanın başında olan ve elektrikî haberleşmeyi gerçekleştiren kalbdir. Dışarıdan duyuları alır, onları oluşturur, sonra ele, ayağa, ağıza ve diğer organlara haber göndererek onları harekete geçirir.
Kur’an birine “cevfdeki kalb” diyor, diğerine ise “baştaki kalb” diyor.
Kur’an baştaki kalbin körleşeceğini söyleyerek, düşünen kalbin baştaki kalb olduğunu anlatmaktadır.
Beyin dışarıdan aldığı bilgileri beyinde tedebbür eder, yani beyinde dışarıdaki kâinatın bir haritasını yapar. Canlı harita yapar. Mesela, haritada ırmaklar vardır ama duran haritadır. Oysa ırmakların aktığı bir harita da yapılabilir. Mesela sel olur.
İşte beynimiz böyle bir merkezdir.
Nelerin olduğunu bildiği gibi nelerin olacağını da bilir.
Kur’an’ı tedebbür eden bu Ehl-i Kur’an’a soruyor:
-Neden Kur’an’ı anlamıyorlar, yoksa onların kalblerinde ekfal mı vardır?
“Koful” kelimesi boşluk demektir. Türkçedeki “kapalı” kelimesi de buna yakındır.
Yoksa onların beyinlerinde kofullar var da onun için mi “Adil Düzen”e kapalıdır?
Şimdi Lisanü’l-Araba bakalım; bizim benzetme yoluyla verdiğimiz manâya yakın manâ var mıdır?
Kafile: Yolculukta veya savaşta bir grup. Parça parça gelenler yahut gidenler.
Kafl: Kuruluk yani canlılığı kaybetme.
Kafil: Zamir yani kafalı demektir.
Kuful: Anahtarın kulfu.
Beyinleri parça parça mıdır? Bir türlü manâları birleştirip Kur’an’ın ne dediğini anlamıyorlar da “Adil Düzen”i idrak edemiyorlar mı? Yoksa beyinleri kurudu, artık canlılığını kaybetti de kuru ot gibi mi de anlamıyorlar. Yoksa beyinleri kilitli midir de bir türlü açıp içeri giremiyorlar. Bilgisayar çalışırken kilitlenir, siz bir şey yazamazsınız.
Buradaki zamir yine kalbe gidiyor.
“Kalbler” çoğuldur. “Kofullar” çoğuldur. “Hâ” zamiri de çoğuldur.
Herkesin kendi kalbi kapalı mı, kilitli mi?
Bunların “Adil Düzen”i kabul etmemesi için ya Kur’an’ı tedebbür etmemeleri veya tedebbür ettikleri halde kalblerinin kilitli olması gerekir. Yoksa çok açıktır, Kur’an’dan “Adil Düzen”i istihraç etmek son derece açıktır.
Burada bir şey hatırlatmak istiyorum: Yarın “Adil Düzen” onundur, bunundur diye tartışmalar olacaktır. Bu tartışmalar şimdiden başlamıştır. Erbakan “Adil Düzen yalnız Saadet’te vardır diyor. Saadettekiler ise “Adil Düzen”i kerhen kabul ediyorlar. “Adil Düzen” ne Saadet’indir, ne Akevler’indir, ne Erbakan’ındır, ne Karagülle’nindir; “Adil Düzen” Kur’an’ındır. Yalnız bizimki haktır, başkalarınınki bâtıldır anlayışı yanlıştır. Evet, Millî Görüş’ün “Adil Düzen”i vardır. Akevler’in “Adil Düzen”i vardır. Bunların ikisi de “Adil Düzen”dir, haktır. Aralarında fark vardır, olabilir. Bu fark dinler arası fark gibidir, bu fark mezhepler arası fark gibidir. İşte Erbakan da tıpkı Hazreti Peygamber gibi hata etmiştir ama Cebrail gelip hatasını düzeltmemiştir. İlim onun hatasını bildirmiştir.
İşte, biz Kur’an’ı ancak böylece anlayabiliriz. Birbirimizin hatasını düzelteceğiz. Birbirimize hakkı tavsiye edeceğiz. Birbirimize sabrı tavsiye edeceğiz. Bunu yapmaz da hataları söylemezsek hem kendimize hem de karşımızda olana zulmetmiş oluruz.
Biz insanların Kur’an’ı bizim gibi anlamalarını istemiyoruz, beklemiyoruz; biz insanları Kur’an’ı anlamaya davet ediyoruz. Herkes kendi içtihatları ve cemaatlerinin icmaları ile amel edecektir. Böyle yapmaz da, başkalarını kendi Kur’an anlayışımıza davet edersek, insanları şirke davet etmiş oluruz.
Bu mesele dinler arasında da böyledir. Yalnız Müslümanlar cennete gidecek, herkes bize inansın, bizim yaptığımızı yapsın demek çok hatalıdır. Herkes Hakka inansın, Rabbine inansın, kitaplarına göre amel etsin. Biz nasıl bütün peygamberlere ve kitaplara inanıyorsak, herkesten istediğimiz de bu anlayıştır.
***
إِنَّ الَّذِينَ ارْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِهِمْ
(EinNa EalLaÜIyNa iRTadDUv GaLAv EaDBaRıHıM)
“Dübürlerine irtidat eden kimseler.”
Bakara Sûresi’nde mü’minlerden bahsettikten sonra kâfirlerden bahsetmektedir. Orada “İnnellezîne” ile başlamakta ve “vav” harfi getirmemektedir. Kemali infisal olduğu için öyle zikretmiştir. Burada bundan önce “Adil Düzen”i anlamayan mü’minlerden bahsetmiştir. Neden anlamıyorlar, anlasınlar demiştir.
Evet, Saadetçilere, AK Partililere, Risale-i Nur Şakirtlerine, tarikatçılara, İlahiyatçılara, Diyanet mensuplarına hitap etmektedir.
Şimdi ise “Adil Düzen”e karşı olanlardan bahsetmektedir. Kur’an’ı benimsememiş olanlardan, “Adil Düzen”e karşı olanlardan bahsetmektedir. Bilhassa kendilerine “Adil Düzen” ulaştıktan sonra ona karşı sırt çevirenlerden bahsetmektedir. ‘Biz “Adil Düzen”e karşıyız!’ diyenlere hitap etmektedir. “Adil Düzen” kendilerine ulaşmamış olanlardan değil, ulaşıp irtidat edenlerden bahsetmektedir.
En başta Saadetçilere hitap etmekte; sakın hâ “Adil Düzen”den vazgeçmeyin demektedir.
Sonra AK Partililere hitap etmekte; sakın hâ gömlek çıkarmayın demektedir.
Sonra Nurculara, İlâhiyatçılara, Diyanetçilere, tarikatçılara vs hitap etmektedir.
Kur’an’la meşgul olamayanların veballeri bizim üzerimizdedir. Biz onlara yaşayarak ve göstererek Kur’an nizamını öğretmek durumundayız.
Akevler de bu ihtardan nasibini alsın; yeniden “Adil Düzen” çalışmalarına başlasın, Akevler mensupları heva ve hevesten uzak dursunlar.
Yukarıda “tedebbür”den bahsetmiştir.
Burada “dübüre dönüş”ten bahsetmiştir.
“Tedebbür” ne demektir?
Önce gelecekte ne yapacağına karar verirsin, onu yaparsın. Sonra geriye dönersin, hatalarını görürsün, sonra yeniden yola koyulursun. Bir adım daha atarsın.
Bu “tedebbür”dür.
Böyle yapmayıp da bir zorluk içinde kalınca, başarısızlığa uğrayınca hemen onu terk etmek; işte bu yapılan irtidattır, geriye dönmektir. Burada onlardan bahsetmektedir.
Evet, başta;
- İstanbul Akevler’dekilere…
- Sonra İzmir Akevler’dekilere…
- Sonra Ümraniye ve Üsküdar’dakilere…
- Sonra Ankara’daki çalışanlara hitap etmektedir.
İrtidat etmeyin, tedebbür edin diyor.
Yani geriye bakıp ileri hamle yapın diyor.
Şimdi önce Akevler’dekilere diyor:
-Birleşin ve yeni hamle yapın.
-“Adil Düzen” derslerine yeniden başlayın.
-Basitten başlayarak örnek uygulamaları yapın diyor.
* “Birinci Hamle” tamamlanmıştır.
* “İkinci Hamle”ye sıra gelmiştir.
Edbara irtidat etmeyin, tedebbür edin. Eski hatalarınızı görün, düzeltin, yeni hamle yapın diyor.
Biz İstanbul’da azimle eski hataları düzeltip “Adil Düzen” çalışmalarına uygulamalarla devam ediyoruz.
Size de artık tedebbür zamanı gelmiştir.
Kur’an’a ve onun uygulamasına dönün deniyor.
İkinci ihtar ise; Millî Görüşçülere, Sadet Partisi ile AK Parti’ye hitap etmektedir. Birinci Millî Görüş Hareketi tamamlanmıştır. Tedebbür zamanıdır. Yeniden eski hatalar gözden geçirilecek ve yeni hamle yapılacaktır.
Bu nasıl olacaktır?
Önce bizim hazırladığımız “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı ele alacaklardır. AK Parti ve Saadet Partisi birleşip bir anayasa heyetini kuracaklar. Akevler de o heyette yer alacak. “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”na son şeklini verecekler. Bu çalışmaya sıra ile önce Kur’an’a inanan partiler davet edilecek. Büyük Birlik Partisi, Bağımsız Türkiye Partisi, Millet Partisi ve adlarını hatırlayamadığım başka Kur’an partileri davet edilecek. Sonra Kur’an düzenine karşı olmayan Milliyetçi Hareket Partisi, Demokrat Parti, Barış ve Demokrasi Partisi davet edilecek. Sonra da CHP Kur’an’a davet edilmelidir.
İşte, Kur’an Saadet Partisi ile AK Parti’ye bunu emrediyor.
Birleşin, “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI” komisyonunu kurun, Akevler’e kulak verin. Herkese kulak verdiğiniz gibi Akevler’e de kulak verin.
مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ الْهُدَى
(MiN BaGDi MAv TaBayYaNa LaHuM el-HuDAy)
“Kendilerine huda tebeyyün ettikten sonra.”
Evet, “Adil Düzen” kendilerine tebeyyün ettikten sonra dübürlerine irtidat edenlerin durumları anlatılacaktır.
“Tebeyyün etme kendilerine tedrici olarak beyan edildikten sonra” deniyor.
Burada en büyük sorumluluk biz Akevler Çalışanlarına aittir. Gerçek olan şudur ki, biz “Adil Düzen”i ortaklarımıza anlatamadık, yöneticilerimize anlatamadık. Bu yetmiyormuş gibi Erbakan’ın dışında Millî Görüşçülere de anlatamadık.
Neden anlatamadık?
Anlatamadık, çünkü biz bilmiyorduk, biz öğreniyorduk.
Uygulayıp gösteremedik.
O halde bugün kendilerine hüda tebeyyün eden kimseler yoktur. Dolayısıyla onları suçlayamayız.
Allah madem ki “Adil Düzen”i ortaya koyma görevini bize verdi, o halde şu yolları takip etmeliyiz.
- Önce “Adil Düzen”i biz Akevler’dekiler öğrenmeliyiz. “Adil Düzen” dışında siyasetten, para kazanmaktan, ilim yapmaktan, cemaatler oluşturmaktan vazgeçmeliyiz. İşimiz “Adil Düzen”i öğrenmektir. Şu anda İstanbul Yenibosna’da ve Esenler Medhal’de buna dair çalışmalar yapılmaktadır. Bir de Akevler Adil Düzen Dergisi çalışmalarına katılanlar, Akevler Dergisi’nde yazı yazanlar bu çalışmalara fiilen katılıyorlar demektir. Başlayıp bırakanlar irtidat ediyorlar demektir.
- Sonra uygulama yapılarak “Adil Düzen” halka gösterilecektir. İlk uygulama İzmir Akevler’de yapıldı, kısmen gösterildi. Ellerinde büyük imkanları vardır. Şimdi yeni hamle yapmaları zamanıdır. Süleyman Akdemir, Hira Karagülle, Harun Özdemir, Hilmi Altın ve Kazım Erten büyük imtihandadırlar. İrtidat yerine inşaallah tedebbür ederler. İstanbul’da uygulama denemesi yapılmaktadır. Muhasebe üzerinde çalışılmaktadır. Mobilya üretim ve pazarlama denemeleri devam etmektedir. Hazırlık içindeyiz. Örnek işletme Allah’ın izniyle yakında ortaya çıkacaktır. Bu çalışmaları fiilen Hasan Hacıbektaşoğlu Kadıköy grubu ile desteklemektedir... Hakan Kandal, Cengiz Demirci ve Mehmet Tanış aktif halde katılmaktadırlar... Tayibet Erzen, Muhammed Zübeyr Erol, Hakan Kandal ve Süleyman Karagülle her akşam muhasebe çalışmasına devam etmektedir... Serdar Turan, Muhammed Zübeyr Erol imalat denemelerini yapıyorlar... Mehmet Hikmetumut da imal edilenlerin pazarlamasına katılıyor... Yani Akevler İstanbul Kooperatifi Yönetim Kurulu uygulamaya teori çalışmaları kadar önem vermektedir... Market duruyor; yakında ümit ederim ki Özket’lerin de yeniden tedebbür etmesiyle faaliyete geçmiş olacağız... Yaşar Gönül de bu çalışmalara destek verecektir ümidindeyim...
- Bundan sonra elde ettiğimiz sonuçları göstererek anlatmamız gerekir. Bu anlatmada Medhal Grubu’nun önemli görevi olabilir. Onlar AK Partili ve Saadet Partili olarak çalışmaktadırlar; onlara “Adil Düzen”i ulaştırırlar. En büyük duyurucumuz dergi olacaktır. M. Lütfi Hocaoğlu, Tayibet Erzen, Leyla Koçyiğit ve Emine Hocaoğlu şimdi derginin yeniden sayfalarını hazırlıyorlar. Burası bir ekol hâline gelecektir. Bu dergiyi okumak ve okutmak bütün “Adil Düzen Çalışanları”na farzdır. Arkadaşlarına duyuracaklardır; arkadaşları da komşularına duyuracaklardır.
- İşte bundan sonra “Adil Düzen Partisi” kurulacaktır. Bu parti iktidarı hedeflemeyecek; bir parti olarak diğer partilerin birleştirip “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nı çıkarmayı hedefleyecek. Uzlaşacağız, herkesle uzlaşacağız, birlikte anayasayı hazırlayacağız.
İşte, demek bu âyetin bildirdiği Sel” sorup kısadan öğrenmek demektir. Dilenmektir. Zahmetsiz geçinmedir.
“Sevl” ise kolayca büyük işlerin hemen yapılacağını zaman henüz gelmemiştir. Biz henüz hüdayı yani “Adil Düzen”i tebyin edemedik. Onlar da tebeyyün edemediler.
Burada istiğfar edecek ne Saadetçilerdir, ne de AK Partililerdir; biz Akevler camiasıyız. Görevimizi tam yapamadık demektir. Yahut daha vakti gelmedi. Ama biz kendi kusurlarımızdan dolayı istiğfar etmeliyiz.
الشَّيْطَانُ سَوَّلَ لَهُمْ
(elŞaYOAvNu SavVaLa LaHuM)
“Şeytan onlara tesvil etmiştir.”
“Tesvil etmenin” ziynetlendirmek anlamında olduğu yazılıdır. Sel, Sehl Seyl hep aynı kelimelerdir. “Sehl” ova demektir. “
sanmaktır.
Çile çekmeden, uygulamadan, anlatmadan biz iktidar oluruz, para kazanırız, sorunlarımızı hemen çözeriz anlamındadır.
“Şeytan” ise insana musallat kılınan cindir.
Allah insanı yarattı, ona doğru ve yanlış yollardan istediğine gitme iradesini verdi. İnsanın bu iradesini kullanması için Allah melek ve cini görevli kıldı. Cinden olan şeytan ona kötü yolları göstermektedir. Görevli melekler ise ona daima doğru yolu ilham etmektedir. İnsan her zaman doğru ve yanlış yol arasında kalmakta, sonra bunlardan istediğini tercih etmektedir. Cin ve melekten olan yol göstericilerinin yanında, insanlar onların etrafında, şeytanın etrafında veya meleklerin etrafında kümelenirler. Artık şeytan ve melek görünür hâl aldıktan sonra insan isterse şeytanın grubuna, isterse Rabbin grubuna katılır. Şeytanın görevi insanlara hedefe kolay varma kuruntusunu beyinlerine sokmak, uzun yolları bırakmalarını sağlamaktır.
AK Parti’ye girerseniz; biraz sonra milletvekili, biraz sonra bakan, daha sonra da belki başbakan olursunuz. “Adil Düzen”i bırakıp siyasetle uğraşırsınız. Şeytan o yolu tesvil eder. Yahut parti kurarsınız veya bir partiyi ele geçirirsiniz, “Adil Düzen”e öyle ulaşacağınızı sanırsınız. Anayasa ekseriyetiyle iktidar olursunuz. Bir şey yapamaz hâle geldiğinizde de; dünya gerçeği budur deyip Millî Görüş gömleğini çıkarırsınız, “Adil Düzen”e karşı olursunuz.
Şunu biliyorum ki; ne AK Partililer ne de Saadetçiler ne Millî Görüş gömleğini çıkardılar, ne de “Adil Düzen”e karşıdırlar. “Adil Düzen” henüz onlara tebeyyün etmedi. Sadece adını duydular. “Adil Düzen”e karşı olmayı şeytan onlara tesvil etti. “Millî Görüş”ü ağızlarına almadılar. N. Erbakan’la N. Kurtulmuş’un arası esas bundan dolayı açıldı. Numan Kurtulmuş “Adil Düzen”e karşı olacak, “Millî Görüş” gömleğini de çıkaracaktı, böylece bu sefer de başbakanlık ona verilecekti. Onu böyle kandırdılar.
Hâlâ bu akılda hareket eden zavallılar vardır.
Akevler Adil Düzen Çalışanları bilmelidir ki; Kur’an’ı devamlı okuyup hükümleri çıkarmadıkça “Adil Düzen”de olamazsınız. “Adil Düzen” ancak Kur’an üzerinde tedebbür etmekle mümkündür.
Kur’an üzerinde tedebbür nedir?
Kur’an’ı okuyacaksınız. Anladığınızı uygulayacaksınız; başarısızlığa uğradınız mı tekrar dönüp Kur’an’ı yeniden okuyacak, hatalarınızı görecek ve düzelteceksiniz. Yeniden deneyeceksiniz.
İşte bu tedebbürdür.
Böyle yapmayıp başaramadık deyip “Adil Düzen”i bırakırsanız, Kur’an üzerine tedebbürü bırakırsanız, o zaman dübürlerinize irtidat edersiniz. Şeytan size hayalleri tesvil eder.
وَأَمْلَى لَهُمْ (25)
(Ve EaMLAv LaHuM)
“Onları imla eder.”
“Emel” kelimesi Kur’an’da vardır. Biz de kullanmaktayız. Yalnız burada o kökten değildir, “Meleye” veya “Melee”den gelen kelimedir.
“İmla etmek” demek doldurmak demektir.
Türkçede de bu tabir vardır. Doldurdu derler.
“Adil Düzen”e karşı doldururlar. Akevler’e karşı doldururlar.
Millî Görüşçülerin devamlı Akevler’le temas hâlinde olmaları gerekir. Akevler’le temas demek Cebrail’le temas demektir. Cebrail’in görevini ilim adamları almışlardır. Bugün “Adil Düzen” üzerinde çalışan Akevler dışında bir yer yoktur. Ne kadar isterdik ki çalışan olsun da bizim yükümüz hafiflesin. Ama yoktur.
Evet, İslâmiyet’i araştıran medreseler vardır, fakülteler vardır, yurtlar vardır. Bunlar bin sene önceki müçtehitlerin içtihatlarını araştırıyorlar. Onların tefsirlerine göre Kur’an’ı görüyorlar. Bu Kur’an’ı öldürüp iskeletini tetkike benzer. O zaman çekilmiş resimleri ve filmleri seyrediyorlar.
Oysa Kur’an şimdi Allah’ın kelamı olarak vardır. Allah hayyun lâyemuttur, yani ölmemiştir. Akevler’e yapılan bu ihtar sonra diğer Millî Görüşçülere yapılmaktadır. Her söze kulak verilecek. Başta Akevler’e kulak verilecek.
Kısa yoldan iktidar dolduruşuna gelmek hatalıdır. Bu tutumdan Akevler’deki bazı kardeşlerimizi ve Millî Görüşçüleri gömleksiz olsalar da vazgeçmeye dâvet ediyoruz. Gelin, idbar etmeyin, tedebbür edin diyoruz.
Bazı kimseler bu âyetten bu manâ çıkmaz diyorlar.
Tedebbür, idbar, irtidat kelimelerini siz mânâlandırın.
AK Partililer, Saadet Partililer, Akevler bunları yapmıyor diyebilirsiniz.
O zaman siz ne yapıldığını Kur’an’a göre açıklayın.
Kur’an’da onların halleri anlatılmıyor derseniz, işte bunu kabul etmem.
Kur’an’a siz inanmayabilirsiniz ama biz Allah’ın sözü olduğuna inanıyoruz.
***
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ
(ÜAvLiKa BiEanNaHuM)
“Bu böyledir çünkü onlar.”
Şimdi burada tedebbür etmeyip idbar edenlere işaret etmektedir.
Geçmişte olan olayları ele almıyorum, çünkü geçmişte biz onlara “Adil Düzen”i tebyin edemedik. Eksikliğimiz oldu. Şimdi ise yeni hamleye girişmiş oluyoruz. Öğrenmeye başladık. Uygulama denemelerine giriştik. Yarın duyurma işlemini de Allah’ın emriyle başaracağız; mü’minler başaracaklar.
İşte o zaman, bugün “Adil Düzen”e uzak bakanlar veya ihmal edenler büyük imtihanın karşısında kalacaklar; ya “Adil Düzen”i kabul edip onun yanında yer alacaklar, yahut sırtlarını çevireceklerdir. Burada işaret edilen onlardır.
Bugünkü Akevler’dekiler, bugünkü Millî Görüşçüler, bugünkü Gülenciler değildir. Bugünkü Demokrat Partililer, bugünkü Hareket Partililer değildir.
Kendilerine huda tebeyyün edince kabul etmeyenlerdir.
Bugün bizi konuşturmayan, yazı yazdırmayan, bize söz hakkı vermeyenler de sorumludur. Çünkü “Adil Düzen”in anlaşılmasına onlar mâni oluyorlar.
Neyse; biz bize dönelim, işlerimize dönelim, çalışmalarımıza dönelim de yarın burada anlatılanların içinde olmamaya çalışalım.
قَالُوا لِلَّذِينَ كَرِهُوا مَا نَزَّلَ اللَّهُ
(QAvLUv LilLAÜIyNa KaRiHUv MAv NazZaLa ElLAHu)
“Onlar Allah’ın inzâl ettiğini kerih görenlere dediler.”
Yukarıda savaş âyetleri gelince bir cemaatin hoşlanmadığı belirtildi.
Sömürü sermayesinin savaşa yani insanlığa karşı giriştiği bir kampanya vardır.
- Yalnız sömürü sermayesinin atom silahı, füze silahları, biyolojik silahları, kimyasal silahları olacaktır; başkasının olmayacaktır. Böylece tekel sermaye dünyayı sömürmeye devam edecektir. İran’ın bu silahı olmayacak ama İsrail’in olacak! Evet, bize göre herkesin silahı olacak ama bu silahını ancak hakem kararlarından sonra kullanacak, hakem kararlarına uymayanlara karşı tüm mü’min silah sahipleri harekete geçecek.
- Eski savaşanları kırk-elli yıl, hattâ altmış yıl sonra muhakeme edip öldürüyorlar. Böylece savaşanları etkisiz hâle getiriyorlar. Savaşsız sömürü sermayesinin esiri etmeye çalışıyorlar.
- İdam cezasını kaldırarak tetikçiliği meslek ve sanat hâline getirmektedirler. Parası olan istediğini öldürtecek, sonra lüks hapishanelere gidip keyif çatacak! Yaptıkları işte budur.
- Asker ve polis, elinde silahı olsa da kullanamayacak! Değişik şekillerde eli kolu bağlı olduğu halde eşkıyaların merhametine terk edilecek!
İşte savaştan hoşlanmayanlar bunlardır, yani sömürü sermayesidir; 300 kadar olduğunu söylenen Yahudi ailedir. Bunların gizli teşkilatı vardır. Kapalı toplantılar yapıyorlar. Bunlarla gizli görüşmeler yapılıyor.
İşte, kendilerini bir şey zannedenler bizi zavallı görüyorlar.
Onlar güya dünyanın gerçeklerine uyuyorlar.
Bizimle konuşurken gülüyorlar.
Kırk sene evvel birisi bana demişti ki; ‘Sizin yolunuz doğrudur ama ordu size müsade etmez! Ordu müsade etse dünya etmez!’
Bugün ne oldu? Dünya bize müsade etti mi?
Şimdi dünya bizim yanımızda; ABD halkı bizim yanımızda, Rusya bizim yanımızda, AB bizim yanımızda, Papa bizim yanımızda... Şimdi biz onlara müsade etmeyen durumundayız... Ordu bizim yanımızda, üniversite bizim yanımızda, yargı bizim yanımızda...
Demek ki, eksiklik önce Adil Düzen”de yani Adil Düzen Çalışanlarındadır... Sonra Saadet Partisi ve AK Parti’dedir...
O gizli anlaşmaların, o gizli söz vermelerin hiçbir kıymeti yoktur.
Yarın inşaallah “Adil Düzen” kendilerine ulaştığı zaman aynı gaflete düşmezler.
سَنُطِيعُكُمْ فِي بَعْضِ الْأَمْرِ
(Sa NuOIyGuKuM FIy BaGWı eLEaMRı)
“Emrin bazısında size itaat edeceğiz.”
Bu âyetin bize bildirdiği önemli hususlar vardır. Kimileri “Adil Düzen”i doğru ve iyi kabul ederler, bazı hususlarda ise onlara uymak gerektiği hususunda ısrar ederler. Onlarla gizli anlaşmalar yaparlar. Böylece karma işler yapmağa çalışırlar.
Önce şunu belirtelim: Kur’an dinde uzlaşmayı asla kabul etmez. Bu hususta insanları serbest bırakır, herkes kendi dininde istediği ibadeti yapar. İslâm devleti bunlara asla müdahale etmez. Bununla beraber dinler arası tebliğ ve davet serbesttir. İslâmiyet elbette herkese tebliğ edilecektir. Vahidü’l-Kahhar olan Allah herkese duyurulacaktır ama bunu devlet değil din adamları yapacaklardır; yani resuller değil nebiler yapacaklardır.
Birlikte yaşadığımız insanlarla elbette uzlaşacağız, onlarla koalisyon yapacağız. Uzlaşmada Adil Düzen”in rijit kurallarını terk etmeyeceğiz. Onlarla sadece uygulamada uzlaşacağız.
Refah Partisi’nin Tansu Çiller’le yaptığı uzlaşma tamamen meşrudur. Ama onu memnun edelim diye “Adil Düzen”i bırakmak 28 Şubat’ı getirmiştir, bu yanlıştır. Hükümet “Adil Düzen”i uzlaşma nisbetinde uygulayacaktı ama parti “Adil Düzen”e daha çok sarılacaktı. İşte 28 Şubat bu terkin bir sonucudur.
Evet, Kur’an bazı hususlarda bize izin vermektedir. Onlarla uzlaşır, “Adil Düzen” olmayan uygulamaları yaparız. Bunu Refah Partisi yapmıştır. Bunu AK Parti yapmıştır. Bu hususta şeriata aykırı herhangi bir şey yoktur.
Bu uzlaşmada şu hususlara riayet edilecektir.
- Bir defa uzlaşma açık olacak. Haktan ve halktan gizli anlaşma olamaz. Müslümanlar kendileriyle görüşmek isteyen herkesle görüşürler. Ancak bu görüşmede gizli bir şey olmamalıdır. Fehmi Koru onların bir toplantısına katıldı. Bu normaldir. Sonra da onları yazdı. Dolayısıyla gizlilik kalmadı. Bu meşrudur. Ama oraya katılıp da sır küpü olmak; bu necvadır ve haramdır. Saadet Partisi ve AK Parti de her türlü görüşmeleri yaparlar ama sonra bu görüşmeleri halka açıklarlar. Uzlaşmaları da açıklarlar. Allah’ın men ettiği gizli anlaşmalardır, kapalı anlaşmalardır.
- İkinci önemli husus; uzlaşma Kur’an’ın müsade ettiği hususlarda olmalıdır; Hakta, hayırda, çıkar paralelliğinde olmalıdır. Çıkar çatışmasında taraf olunmamalıdır. Saldırı değil savunma amaçlı olmalıdır. Mustafa Kemal’in yaptığı gizli anlaşmalar bunun için meşru değildir. O günkü zaruret dolayısıyla meşru olabilir. Hâlâ o anlaşmaların gizli tutulması yanlıştır. Anlaşmalar açıklanmalıdır, tartışılmalıdır. Ondan sonra herkes kendi içtihadı ile hareket eder.
وَاللَّهُ يَعْلَمُ إِسْرَارَهُمْ (26)
(Va elLAHu YaGLaMu EiSRARaHuM)
“Allah ısrarlarını bilmektedir.”
Âlemlerin Rabbi bilmektedir. Topluluk da bilmektedir.
İşte onların “Adil Düzen”den uzak kalmaları onların verdikleri sözlerden dolayıdır.
“Adil Düzen”e karşı olan kimdir?
Tekel sömürü sermayesidir. Ebu Leheb’dir.
Onlarla yapılan gizli görüşmeler ve anlaşmalar onları “Adil Düzen”i kabul etmekte mütereddit bırakmıştır; gelecekte de mütereddit bırakacaktır.
Allah buna neden izin vermiştir?
Çünkü biz henüz hazır değiliz. Biz “Adil Düzen”i henüz tam olarak bilmiyor ve uygulayamıyoruz. Mekke’de de mü’minler bunun için ezilmişlerdi, İslâm düzenini bilsinler diye böyle yapıldı. Medine’ye gidip orada uygulamaya başlayınca da zaferler peş peşe gelmiştir.
Akevler şunu bilsin ki; “Adil Düzen”i öğrenip uygulamaya başlarlarsa beklenmedik zaferler gelecektir.
Şimdi bir hususu iyice öğrenmek gerekir. Topluluklar arası ilişkilerde gizli anlaşmalar olamaz. Yöneticiler yetkilidirler, başka toplulukların yöneticileri ile her zaman her türlü anlaşmaları yaparlar. Halk ise bunları takip eder, yanlış anlaşmalar yapılmışsa hakemlere giderler. Bugün Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bu denetim işini yapmaktadır. Yanlışlık “hakem” yerine “hakim”in olmasıdır. Böyle halkın ve hakemlerin denetiminde olmayan anlaşmalar topluluğu bağlamaz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi gazetesinde yayınlanmamış anlaşmaları “Adil Düzen” hiç kâle almaz. Kendileri hayatta ve iktidarda iken uygulayabilirler. Lozan’daki gizli anlaşmalar bizi asla bağlamaz. Eğer Erbakan veya Erdoğan böyle anlaşmalar yapmışlarsa, o anlaşmalar bizi asla bağlamaz.
***
فَكَيْفَ إِذَا تَوَفَّتْهُمْ الْمَلَائِكَةُ
(Fa KaYFa EiÜAv TaVafFaTHuMu eLMaLaEiKaTu)
“Melaikeler onları vefat ettirdiklerinde nasıl…”
Bu sûre İslâm’ın cihadından bahsetmektedir.
Bir uygarlık yaşlanınca o uygarlığı kuvvet uygarlığı ortadan kaldırır; kuvvet uygarlığının görevi budur: Yaşlanmış Hak uygarlığını ortadan kaldırarak yeni Hak uygarlığının doğmasına imkan hazırlamak. Batı, Birinci Kur’an uygarlığına son vermiştir, İkinci Kur’an uygarlığının doğmasına yani “Adil Düzen”e yer açmıştır.
Yeni uygarlığı getirecek olanlar kimlerdir?
Hak uygarlığını benimseyen kimselerdir.
Bunlarda tereddütler var:
-Şaşalı Batı uygarlığı acaba yenilip geri çekilecek mi?
-İkinci Kur’an Uygarlığı gerçekten gelecek mi?
Hak uygarlığı içinde yetişen ve çökmüş olan uygarlığın dirilmeyeceğini görenler üzülerek dünya gerçeklerine uymak ile eski Hak anlayışını korumak arasında mütereddittirler.
Bu sûre bunlarla ilgili ilişkileri anlatmaktadır. Kıtal sûresi nâzil olunca iş değişmiş, bu ilişki devam etmiştir.
Kur’an aslında Kur’an’a iman etmiş ama Kur’an’ın bugünkü sorunları çözme hususunda kanaatleri gelmemiş kimselerden bu sûrede bahsetmektedir.
Evet; Akevler’den, Saadet’ten ve AK Partililerden bahsetmektedir...
Ve en ağır cezalarını bu âyette beyan etmektedir. Bunların âhirette cehennem azabını çekeceklerinden bahsetmemektedir, sadece bu dünyadaki durumlarını anlatmaktadır. Allah’a inandıkları ve Kur’an’a bağlı oldukları için dünyada hataları olsa da bunlar cennetliktirler. Ne var ki bu dünyada başarı şansları yoktur.
Uygarlık durdurulamaz, geri döndürülemez.
Dünyadaki başarısızlıkları ile âhiret hayatının kapısına kadar geleceklerdir. Bunlar dünyadaki hatalarının azabını dünyadaki başarısızlıkları ile çekeceklerdir. Bir de ölüm zamanında çekecekleri acılarla tadacaklardır. Melekler onları vefat ettireceklerdir. Ölüm zamanında ve dünyada çekilen azab günahlara kefaret olduğu için sevinmeliyiz.
Demek ki ölüm esnasında azap dört şekilde olur.
- Dünyada amel-i salih işlemişlerdir. Yahut şehitlik nasip olmuştur. Kısa zamanda ölürler. Bunlar dünyada ve âhirette haseneye uğramışlardır.
- Dünyada kusurları vardır, Allah onları âhirette tazib etmemek için onlara bu dünyada ve ölürken eziyet etmektedir. Bugün “Adil Düzen”e karşı olanların hâli budur.
- Dünyada kusurları yoktur ama âhirette daha yüksek derecelere ulaşmaları için bu dünyada sıkıntılı hayat yaşarlar, âhirette dereceleri yüksek olur.
- Bir de günahları o kadar çoktur ki, artık onlara bu dünyada azab edilmez, başarıdan başarıya ulaşırlar ve rahat ölürler.
يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَأَدْبَارَهُمْ (27)
(YaWRiBUvNa VuCUHaHuM Va EaWBaRaHuM)
“Yüzlerine ve dübürlerine darbederler.”
İnsan öldükten sonra artık tüm hayat sona erer ve artık herhangi bir acı duyulmaz. Bugün uyuşturulan uzuv bile kesildikten sonra acı duyulmamaktadır. Bu darb vefat esnasındadır. Can alırken acılar içinde alırlar. Her tarafları dövülmüş gibi acı duyarlar. Bu öldükten sonra duyulan acı değildir. Âhirete vardığımızda hepimiz hesap vereceğiz. Esasta iyiliği düşündüğümüz için, iman sahibi olduğumuz için, elimizden geldiğinde salih amel sahibi olduğumuzdan dolayı cennete gideceğiz. Bizim kuralımız vardı: Dünyadaki hatalar affedilmez. Hata sahibi karşılığını görür. Ama âhirette ise içtihatlardaki hatalar mafuvdur.
Bu sûre bize âhiretteki cezalarımızdan bahsetmemektedir. Nâr kâfirler için mesvadır. Doğrudan Kur’an’a, Tevrat’a karşı olanlara aittir. Münafıkların durumu da farklıdır. Onlar da nârdadırlar. Bir de münafık değiller ama mü’min de değiller, bir türlü Kur’an’a ve Tevrat’a teslim olamıyorlar.
İşte bunların hallerini anlatırken, bunların bu dünyada başarısız olacaklarını ama âhirette ise amellerine göre karşılık bulacaklarını ifade etmektedir. Bu sebepledir ki ben müslimim diyene biz sen münafıksın bile diyemeyiz.
Bu hususu iyi bilmemiz gerekir. İslâmiyet’e karşı görünen CHP’liler bile gerçekten karşı değildirler. Allah’ı hakkıyla takdir edemedikleri için mütereddittirler. AK Parti ve Saadet’tekiler ise samimi bir şekilde Allah’a inanmış ve o şekilde çalışmaktadırlar. Ne var ki içtihatlarında hata etmekte ve “Adil Düzen” dışında kurtuluş aramaktadırlar.
***
ذَلِكَ
(ÜAvLiKa)
“Böyledir.”
Yani melekler onlar vefat ettirdiklerinde yüzlerini ve arkalarını darbeder. Bu dünyanın sonunda azaplarını çektirip âhirete mağfiret ederek gönderme durumundadırlar.
بِأَنَّهُمْ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ
(BiEanNaHuM itTaBaĞu MAv EaSPaOa elLAHa)
“Çünkü onlar Allah’ı ishat edenlere tâbi oldular.”
“Sahtiyan” deri demektir, ölü deri demektir.
“Gadb” ise diri deri demektir.
İkisi de kızarıklıktaki kırmızlık için kullanılır.
“Gadab” canlı derinin kızarmasıdır.
“Saht” ise kızmıştır ama içe atmıştır, o anda harekete geçmemiştir.
Allah bu şekilde hareket edenlere kızmaktadır ama aynı zamanda onlara mühlet vermektedir, tevbelerini beklemektedir.
Evet; tekrar tekrar söylemek isterim: Gelin, güçle “Adil Düzen”in geleceğine inanmaktan vazgeçin. Para kazanalım, iktidar olalım, sonra “Adil Düzen”i getirelim anlayışı hatalıdır. “Adil Düzen”i öğrenelim, uygulamaya başlayalım; gerektiğinde Allah bize parayı da verir, iktidarı da verir.
وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ
(Va KaRiHUv RıWVANaHUv)
“Ve O’nun rızasından hoşlanmadılar.”
Allah ne istiyor?
Kur’an’ın “Adil Düzen”e göre yorumlanmasını istiyor; Kur’an’a ve bugünkü müsbet ilimlere dayanarak “ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI”nın ortaya konmasını istiyor; “ADİL DÜZEN”in insanlığa tebliğini istiyor.
Geçmişte ne oldu?
- İzmir’de İslâm düzenini uygulamak isteyen bir cemaat vardı. Bunlar sonunda bir kooperatif kurmaya karar verdiler. Kooperatifin gayesi; çalışmada ve yaşamada birbirleriyle anlaşabilecek kimseleri bir araya getirerek aralarında iktisadî ve içtimai dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlamaktı. Hem kanunlara hem şeriata uyan bir çalışma yapmaktı. Çünkü yaşadığın devletin kanunlarına uymak şarttır.
- Sonra Akevler’in desteği ile siyasi parti kuruldu. Erbakan “Adil Düzen”i dünyaya duyurdu. Bunlar Allah’ın rızasına uygun olanlardır. İktidar olununca da “Adil Düzen” uygulanmadı. Allah bundan hoşlanmadı. 28 Şubat budur. Şimdi AK Parti iktidarda, ondan “Adil Düzen”e doğru adım atmasını istiyoruz. Bu hususta Akevler’le irtibatta olması gerekir. Allah’ın rızası budur. Mü’minler bünyanun mersus olmak durumundadırlar.
فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ (28)
(FA EaXBaOa EaGMAvLaHuM)
“Amellerini ıhbat etmiştir.”
Daha önce, onlar Allah’ın inzâl ettiklerinden, yani “Adil Düzen”den hoşlanmadılar, Allah onların amellerini ihbat etti denmişti.
Şimdi burada Allah’ın rıdvanından kerh ettiler, amellerini ihbat etti denmektedir.
“Adil Düzen” ile Allah’ın rızası karşılaştırılmaktadır.
Başarı yerine Allah’ın rızasını isteyeceğiz. Günü gelmediğinden Allah’ın rızası için, “Adil Düzen” için çalışanlar baştan başarısız görüneceklerdir. Ama sonra başarılı olacak, “Adil Düzen” olacaktır. III. bin yıl uygarlığı, ikinci Kur’an uygarlığı gelecektir.
Buna katkıda bulunmak kadar başarılı ne olabilir ki…
Bunun dışındaki ameller çürüyüp gidecektir.
Sonbaharda buğday ekerler. Ekilenler önce çimlenir. Sonra kış gelince yapraklar çürür. İlkbahar gelince o yaprakların çürüğü üzerinde yeniden çimlenir ve başak verir. Biz “Adil Düzen”i sonbaharda ektik. Çimlendi. Kış geldi. Kurudu, yok oldu sanıldı. Şimdi yeniden çimleniyor. Erbakan’ın başkanlığı baharın müjdecisidir.
Önümüzdeki seçim “Adil Düzen”in ne zaman geleceğine dair bir işaret olacaktır. Saadet Partisi “Adil Düzen”in adını kullanıyor ama kendisi yok! Akevler’siz seçime giriyor. Yüzde onu geçerse, artık senelerce “Adil Düzen” rafa kalkar. Yüzde birlerde kalırsa, o zaman Erbakan pes demez, Akevler’i aramak zorunda kalır. Bu arada AK Parti de ona göre oy almış olur. “Adil Düzen”in uygulanmasına beş sene sonra başlanabilir, yahut daha ileri tarihlere atılır.
Bu sûreyi biz böyle yorumluyoruz.
Hatalarımızı düzeltmek isteyenler kendileri de bizim gibi yorumlasınlar.
Yani âyetler bugün için bize ne diyor, ona göre okusunlar, anlasınlar, yorumlasınlar ve uygulasınlar…