MUHAMMET SÛRESİ TEFSİRİ(47.SÛRE)
Süleyman Karagülle
2903 Okunma
15.AYET

MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 5

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15)

 

مَثَلُ الْجَنَّةِ

(MaÇaLu eLCanNaTi)

“Cennetin misali”

Bu sûre mü’minlerle kâfirleri karşılaştırmakta, dünya ve âhiret hayatlarını ortaya koymaktadır. Birinci bölümde küfretmiş olanlar ile iman etmiş olanları ayırmıştır.

Sonra aralarındaki savaş ahkâmını koymuştur.

Sonra velayet müessesesine işaret etmiştir.

Sonra âhiretteki durumlarını anlatmıştır. Şimdi de âhiret hayatını açıklıyor.

Kendi anladıklarımızı anlatacak olursak: Allah insanı yaratmış ve bu dünyaya getirmiştir. Burası eğitim ve imtihan yeridir. Sonunda imtihanı kazananlar cennete, kazanamayanlar ateşe gideceklerdir.

Allah bu dünyadaki imtihanı da insana şeytanı musallat ederek yapmaktadır. Şeytan durmadan insanları Rablerine isyan ettirmektedir. İnsanları şeytanın azdırmasından korumak için de onlara peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiştir.

İmtihan böyle yapılmaktadır.

Şeytana uyanlar cehenneme, peygamberlere uyanlar cennete gidecektir.

Şeytana uyanlar ile peygamberlere uyanlar arasında kıyamete kadar sürecek savaş vardır. İki takım vardır, isteyen istediği takımda yer alır.

Sûrenin ikinci kısmında bu savaş anlatılmıştır.

Savaşta zafer kazanmak için örgütlenme gerekir. Bu örgütlenme “dayanışma ortaklıkları” şeklinde ortaya çıkar. Düzenli ordular oluşur ve bu düzenli ordular başıbozuk kitlelere hakim olurlar.

Peygamberlerin tarafına geçenler birlik içindedirler, tek ordu oluştururlar. Karşı taraflar ise bir baş etrafında birleşemezler. Mü’minlerin Mevlası Allah olduğu halde onların Mevlaları yoktur.

Bu iki grup bu dünyada savaştadır ve onlar yani kâfirler en sonunda daima mağlubiyet içindedirler, âhirette de cehenneme gitmektedirler. Allah’ın grubu ise cennete gitmektedir.

Bu âyette cennet ve cehennem anlatılmakta, âhiretteki durum açıklanmaktadır. Önce cennet daha uzun olarak açıklanmakta, sonra cehenneme kısaca değinilmektedir. Asıl olan cennettir. Nasıl okulda asıl olan sınıfı geçip mezun olmaksa, Allah için asıl istenen cennete gitmedir. Nasıl bugün Millî Eğitim Bakanlığı durmadan kalanlara af çıkarıp yeniden imtihana sokuyorsa, Allah da insanları cehennemde sık sık imtihan ederek cennete sokacaktır. Yahut oradan çıkaracak veya oraya alışacaklardır.

“Muttakilere vaat edilen cennet” demeyip;

Muttakilere vaat edilen cennetin meseli/benzeri” anlatılmaktadır.

Neden benzeri, neden meseli?

Çünkü âhiret hayatı, oranın kanunları buradaki hayattan farklıdır. Burada ölümlü hayat vardır. Burasının entropisi büyümektedir. Kâinat ölüme doğru gitmektedir. En basitinden güneşimiz daha birkaç milyar yıl yaşayacak ve bize hayat verecek, ama sonunda hidrojeni tükenecek ve artık bize ışık gönderemeyecektir. O zaman bizim ve diğer canlıların varlıklarını sürdürmeleri imkansız olacaktır.

Kâinatımızda iki türlü olay cereyan etmektedir. Biri bizim yaşadığımız moleküller âlemi, yani moleküllerin değişmesine dayanan âlemdir. Bu âlemde elektronlar atomdan atoma geçmektedir. Bu da atom çekirdeğinin 1837 de biridir. Önce sekiz yüzlüde 16 tanesi yerleşmişti. Biri de merkezdedir. 17 eder.

Altı 17’nin toplamı 102 etmektedir.

Altı 102’nin toplamı 612 eder.

Üç 612’nin toplamı 1836 edip merkezde elektronun biri bulunur.

Toplam 1837 etmektedir.

Bunun karşıtı elektrondur ve bu da hidrojen atomunun çekirdeği ve elektronudur. Eğer elektron da çekirdekle birleşmişse o zaman nötron olmuş olur. İşte bu “atom”dur. Atomların çekirdekleri birleşerek diğer atomları oluştururlar. Elektronlar hep dışarıda kalırlar. Buna “molekül” denir. İşte bizim hayatımız böyledir.

Oysa cinlerin hayatında elektronların oluşturduğu moleküller değil, çekirdeklerin oluşturduğu atomlar devrededir.

“Güneşte Hayat” adlı uzun makalemizde bu anlatılmıştır.

Bu dünyada böyle olduğu gibi âhirette de iki hayat vardır; cinlerin yaşadığı cehennem ve insanların yaşadığı cennet. İnsanların iyileri cennete, kötüleri cehenneme gideceklerdir. Ne var ki bu cennet ve cehennem ölümlü cennet ve cehennem olmayacak, orada kalıcı olacaklardır. Bu sebepledir ki Kur’an cennetin kendisinden değil de meselinden bahsetmektedir.

Mesel” benzer demektir. Birinde ne varsa diğerinde de o vardır. Aynı fonksiyonları görürler. Ne var ki aynı değillerdir. Mesela bitkilerin de ağzı vardır, kökleri ile besin alırlar. Ama onların ağızları bizim ağızlara benzemez.

Bu âyette âhiret meseli yani benzeri ile anlatılmaktadır.

Mesela Allah bize benzetilerek anlatılır. Biz Allah’ın meseliyiz. Görür, işitir, irade sahibidir gibi. Oysa Allah bize benzemez.

İşte, âhiret hayatı da bunun gibidir. Âhiret bu dünya benzeri ile anlatılır ama bu dünya hayatına benzemez. Allah ne kadar bizden büyük ve üstünse, âhiret hayatı da benzer bir şekilde bizim hayatımızdan üstündür.

الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ

(elLaTIy VuGıDa eLMutTAQUvNa)

“Muttakilere vaat edilmiş cennet.”

Büyük Kur’an’ın ilk sûresinin birinci âyetinde “Bu kitapta reyb/şüphe yoktur, muttakilere hidayettir.” denmiştir. (Bakara, 2)

Burada işte orada vaat edilen cennetin meseli anlatılacaktır.

“Cennet” burada tavsif midir, takyid midir; yani bütün cennetler bunun benzeri midir, yoksa sadece muttakilere vaat edilen cennet mi böyledir; muttaki olmayanlar da cennete gidebilecek midir? Bu husus tartışılabilir. Gerçek olan cennetler farklıdır. Muttaki olmayanların da girecekleri cennetler vardır ama konforu bu cennet kadar olmayabilir.

Birbirlerini sevenler, birbirlerine yakın olanlar ne yapacaklardır, birbirlerine gidecekler midir? Elbette gideceklerdir. Nasıl bu dünya hayatında farklı durumda olanlar bir araya gelebiliyorlarsa, âhirette de farklı villalara sahip olanlar birbirlerine elbette gidebileceklerdir. Ancak meskenleri daha üst yerlerde olacaktır.

Bütün bu açılamalarımız da birer misaldir.

Yukarıda “cennatin” demiş,  çoğul ve nekre getirmiştir.

Burada hem “el-cennet” denmiş, hem de marife getirilmiştir.

Demek ki “muttakilere vaat edilmiş cennet” farklı cennettir. O cennet hiç olmazsa ahdi zihni ile maruftur; yani farklı olduğunu biliyoruz ama farkı bilemiyoruz demektir. Onu da burada öğreneceğiz.

Kur’an burada müminlere yani askerlik yapanlara hitap etmektedir. Adil Düzen Çalışanlarına hitap edilmektedir, Adil Düzen Çalışanlarına vaat edilmiş cennet anlatılmaktadır.

Âhirette ulaşacağımız cennet bu dünya meseli bir cennettir. Demek ki bu dünyada ileride gerçekleşecek cenneti anlatan bir cennettir. Aşağıda anlatılan cenneti biz bu dünyada kurabiliriz, âhirette ise onun benzerine nâil olacağız, hem de bir daha kaybetmemek üzere ulaşacağız demektir. Muttakilere âhirette vaat edilen cennetin benzerine burada da ulaşılactır demektir.

İşte, “Adil Düzen” insanlara bu cenneti vaat etmektedir.

Muttekûn” burada kurallı erkek çoğul gelmiştir. O halde tek başına ittika eden değil, birlikte ittika edenler bu cennetlere kavuşacaklardır.

Gerçek odur ki; bir çok cemaat ittika içindedir, ne var ki birlik içinde değildirler. Biz ittika edenleri birleşmeye davet ediyoruz. Açık olarak söylüyoruz. Beş vakit namazı kılan herkes ittika içindedir. Namaz kılmayanlar ittika içinde değildir demiyoruz ama namaz kılanlar ittika içindedirler. Kılamayanlar içinde muttaki olanlar olabilir, olmayabilir de. Onları bilemediğimiz için bir şey demiyoruz. Ama namaz kılan cemaatlere sesleniyoruz: Muttakilere vaat edilen cenneti istiyorsanız birleşiniz, bir başkan etrafında birleşiniz. Karşı taraflarla savaşmak için değil, ittika etmek için yani kendi kendimizi hidayete erdirmek için birleşeceğiz. Dünyamızda âhiret cennetinin benzerini yapmak için birleşeceğiz. Sonra diğer insanlarla da cennetimizi paylaşacağız.

Ben şahsen İslâmî toplantılara fazla katılmıyorum. Birkaç senede bir bu toplantılara gider, sonra üzülerek dönerim. Hep aynı kişiler, hep bin sene önce söylenen sözleri tekrar eder dururlar! Bir de İslâmiyet’ten bîhaber olanlar çıkıp Müslümanların birleşip Hıristiyanlara, Siyonistlere, komünistlere karşı nasıl direneceklerini hamaset içinde tekrarlarlar!

Oysa bizim asıl işimiz nedir?

Kur’an bizi muasır medeniyetin fevkine nasıl çıkaracak… Bize saldıran insanları kendimize nasıl dost yaparız, onları “Adil Düzen”e nasıl getiririz…

Biz asıl bu meselelerle meşgul olmalıyız.

Onları korkutarak değil, nefret ettirerek değil; tebliğ ederek, sevdirerek, anlatarak, örnekler göstererek bu işi nasıl yapacağımızı görüşmeliyiz.

فِيهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَيْرِ آسِنٍ

(FıyHAv EaNHAvRun MıN MAEiN ĞaYRı EAvSiNin)

“Orada âsin olmayan sudan oluşan enhar vardır.”

Nehr” akan sulardır. “Bahr” duran sulardır.

Akarsuların özelliği temiz olmalarıdır, kirliliklerini atmalarıdır. Toprak ve kum aktıkça yere çöker. Diğer zararlı maddeleri yaşayan canlılar temizlerler.

“Nehar” gündüz demektir. Çünkü orada da ışığın akışı vardır.

Bu mânâsıyla anladığınız zaman kapalı borularda akan sular da nehirdir. Mesele akmış olmasıdır. Akarsuların temiz olması için güneş ışığını da görmesi gerekir, çünkü bu sayede suları temizleyecek canlılar oluşurlar. Akarsuların temiz olması için ayrıca havalanması gerekmektedir. Demek ki borular şeffaf olmalıdır ve akan sular havalandırılmalıdır. Sürekli akıntı sağlanmalıdır. Bugün ulaştığımız teknoloji ile bunlar çok kolay sağlanabilir.

Buradaki “MiN” tebyin-i cins içindir.

Sulardan ırmaklar, sonra sütten ırmaklardan bahsedilmektedir. Bu da borulardan oluşmuş şebekedir. Yani ilkin su şebekelerinden bahsetmektedir. Çünkü suya olan ihtiyacımız havadan sonra ikincidir. Su hayattır. Susuz hayat olmamaktadır. Havaya gelince, suda hava da vardır. Nitekim denizlerde canlılar sudaki hava ile yaşamaktadırlar. “Yuska min main vahit”ten öğreniyoruz ki su tek çeşittir.

Buradan anlıyoruz ki buradaki suyun nekre olması sadece cins içindir. Bununla beraber su pek çok maddeleri içine alabilmektedir. Bu yönüyle sular çeşit çeşittir ve bundan dolayı nekredir.

Âsin olmayan su” ne demektir?

Âsin” kelimesi çok önemli olmalıdır.

Gayr” dışında demektir. “Gayr” genellikle azdan çoğunu istisna eder. “İllâ” ise çoktan azını istisna eder.

Âsin olan sular âsin olmayanlardan azdır. Başka bir tabirle, suların âsin olması asıldır. Arızi sebeplerle âsin olurlar. O halde sadece “gayr” kelimesinden yararlanarak, gayri âsin sulardan maksat bozulmamış suları anlayabiliriz. Kirlenmemiş sular demektir. Bunun fıkhi manâsı şudur. Suları eğer damıtır da özel şekle sokarsak, sonra dıştan müdahale olmadıkça bozulmazlar. Bu kural bize borular içinde suları akıtarak sağlıklı sular elde edilebileceğini anlatmaktadır.

Akevler sözlüğünde “Sin” diş demektir, “Sene” yıl demektir, “Esene” yıllanmış, uzun zaman geçmiş, bozulmuş anlamındadır.

Demek ki sular akarsa, havalanırsa, ışık alırsa gayri âsin olmaktadır. Taze sular anlamındadır. Göllerde arıtılan sular gayri âsin olacaktır.

En iyi arıtma suları buharlaştırıp damıtmadır. Sıvılar aynı zamanda buharlaşmazlar. Suları kaynatmaya çıkarmadan açık havada ısıtmak gerekir. Böylece sudan evvel kaynayanlar uçmuş olurlar. Sonra da yüz dereceye gelince artık kapalı kaynatmak gerekir. Yalnız basınç değişmelidir. Su hep yüz derecede kaynamalıdır. Böylece sudan daha sonra kaynayanlar da suda kalırlar. Suları yarıya kadar kaynattıktan sonra o suyu değiştirmeli, yeni su kaynatılmalıdır.

Bu şekilde elde edilen suların tam sağlıklı olması için bazı metal eriyiklerinin içinde bulunması gerekmektedir. Bu da bu metal filizlerle temas ettirilirse sağlanır. Bunların havalandırılması ve ışıklandırılması gerekir. Bu şekilde gayri âsin olur.

Demek ki cennette akan çeşmeler vardır. Su boruda devamlı akmaktadır. Biz kullanacağımız zaman açarız, daha çok sular akar. Sular devamlı bozulmamış durumdadır.  Pınarlardan içilen sulardan daha sağlıklı ve tatlı sulardır.

Burada suların arıtılması ve dağıtılması teknolojisine işaret etmektedir.

Sular genellikle dört çeşittir.

  1. İçme ve yemeklerde kullanılan sular.
  2. Temizlik ve ev işlerinde kullanılan sular. 
  3. Hayvanların sulanmasında kullanılan sular.
  4. Bahçeleri ve tarım arazilerini sulama suları.

Bu sular geri dönünce tekrar arıtılır ve kullanılır hâle getirilir.

Yeryüzünde sular böyle arıtılmaktadır. Güneş denizlerdeki suları buharlaştırmaktadır. Sabit basınçta buharlaşmaktadır. Sonra yağmur olarak yağmaktadır. Sonra bu yağmur suları toprağa girerek pis gazları oralarda bırakırlar. Ayrıca yeraltı maddelerini de eritirler. Yeryüzüne pınar olarak çıkıp akarlar. Biz ise bunları daha kısa döngüde arıtabiliriz.

İşte cennette de buna benzer bir mekanizma olacaktır. Herkesin firdevsi olacak ve orada kendisine yetecek taze suyu bulunacaktır. Çeşmeden sürekli pınardan akar gibi akacaktır.

وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُ

(Va EaNHAvRun MiN LaBaNın LaM YataĞayYar TaGMuHu)

“Ve ta’mı tagayyür etmemiş lebenden nehirler vardır.”

Demek ki gelecekte evimizde iki çeşme olacaktır. Borularla süt bize gelecek ve akacaktır. Nehir olması akar olması demektir. Suyu boşa akıtma yerine boru var, su devamlı akmakta, geriye dönmekte, kontrollerle tazelenmektedir. Biz çeşmemizi açtığımızda borudaki akar sıvılardan su veya süt alırız.

Süt gölü oluşturulacaktır. Sütü üretenler sütü satacaklar ve toplanan sütler süt gölüne dökülecektir. Ondan sonra borularla evlere kadar gelecek ve eksilmeden geri dönecektir. Bu sürekli olarak akıntı hâlinde olacaktır. Havuzda devamlı tamamı kontrol edilerek sağlıklı tutulacaktır. Taze süt olacaktır. Biz musluğumuzu açtığımızda akar nehirden su alır gibi süt alacağız.

Bunu nasıl sağlayacağız?

Yeryüzünün hemen her yerinde bitkiler yetişmektedir. Açık alanlarda ve seralarda devamlı olarak bitkiler yetişmektedir. Yem fabrikaları kurulacak, halk otları ve ağaç yapraklarını kesip fabrikaya getirip satacak, parasını alıp gidecektir. Bu satış da otun cinsine göre ucuz veya pahalı olacaktır. Bunlar yeşil olarak, taze olarak hayvanlara verilecektir. Ayrıca kuru yemler de imal edilecektir.

İneklerin memelerine bağlanan sağma makineleri sütü sağacak ve sağılan sütler buralara pompalanacaktır. Süt saati borudan geçen sütleri ölçecektir. Sonra bunlar ana havuza ulaşmadan önce elektronik cihazlarla kontrol edilecek, ayrı havuza gönderilecektir. Onlardan zehirli olmayanlar yine ineklere verilecektir. Normal sütler havuzda toplanacak ve geri dönen borularla evlere kadar ulaştırılacaktır. Evdekiler çeşmelerini açıp sütlerini alacaklardır.

Kur’an sulardan sonra sütlerden bahsetmektedir.

Nasıl bütün enerjiler elektrik enerjisine çevriliyorsa, diğer bütün besinler sonunda inek sütüne çevrilebilir. Borulardan akıtılabilir. Bu bakımdan süt seçilmelidir.

Sütün başka bir özelliği de insanın muhtaç olduğu bütün besinleri içermesidir. Nasıl küçük çocuğa süt verdiğimiz zaman yeteri kadar besin temin ediyorsa, inek veya koyun sütü de böyledir. Tam besindir. Sadece sütle beslensek bile bize yeterli olmaktadır. Çünkü sütün içinde bütün besinler mevcuttur.

Besinler dört çeşittir.

  1. Şekerler bize enerji sağlar.
  2. Proteinler bizim vücut yapımızı oluşturur.
  3. Vitaminler, vücudumuzdaki canlılık olaylarının yürüyebilmesi için gerekli araçlardır. Bunlar evdeki buzdolabı gibi araçlardır, tabak, çatal, bıçak gibi araçlardır.
  4. Bazı metaller yani organik olmayanlar, tuzlardır.

Sütte bütün bunlar uygun bir şekilde yer almıştır.

O halde sulardan sonra sütten nehirlerin olması buradan gelmektedir.

Biz otobur hayvanların sütlerini almaktayız. Dolayısıyla hem hayvansal hem de bitkisel besinlerin oluşumu olan süt insanın ana gıdası olmaktadır.

Değişik hayvanların sütleri vardır. Kur’an’da da belirtildiği gibi geviş getiren çift tırnaklı hayvanlar sekiz çifttir. Hörgüçlü ve hörgüçsüz develer, keçi ve koyun, inek ve manda, zürafa. Bunların ülkemizde olmayan çiftleri vardır. Bunların sütleri ayrı ayrıdır.

İnekler daha çok büyük çayırlıklarda yüksek otları otlarlar. Keçiler ormanlarda çalılardan kopardıkları yapraklarla beslenirler. Develer çöl dikenlerini yerler. Zürafalar ağaçlardan kopardıkları yapraklarla yaşarlar.

Bu bitkilerden her biri ayrı maddeleri içerirler. Dolayısıyla sütler hep aynı vasıfta değildir. En iyisinin elde edilmesi için bunların harman edilmesi ile ortak süt elde edilmesi gerekir. Bunun için enterkonnekte şebeke sistemi ile yapılmış su boruları olmalıdır. Nasıl elektriği dünyaya satabiliyoruz, alabiliyoruz; süt boruları ile sütler de takas edilip harmanlaştırılacak ve her çeşit hayvanın sütleri birleştirilecektir.

Hacda kurban etlerini Hazreti Peygamber böyle birleştirmişti.

Zemzem suları da böyle birleştirilmiş su olmalıdır. Tenekelerle buralardan götürülüp orada karıştırıldıktan sonra getirilmelidir.

Akarsuları aynı zamanda birbirine karışan sular şeklinde düşünebiliriz.

Önce bir bucaktaki sular bucak şebekesine bağlanmıştır. Bu şebekeler suları veya sütleri birbirine karıştırmalıdır.

Sonra aşiretler birer boru ile ocaklarına getirip göndermelidirler. Aileler de bu borulardan sütlerini doldurmalıdırlar. Her eve götürülmesi gerekmez.

Sonra bu ortak şebekeler illere, ülkelere, insanlığa kadar ulaştırılmalıdır.

وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِينَ

(Va EaNHAvRun MiN PaMRın LaüÜaTin LieLŞaRıBıYNa)

“İçenler için lezzetli olan hamrdan nehirler.”

Arapça kurallarını bilmeyenler veya Arapça kuralları ile mânâlandırmayanlar bazı tereddütlere ve yanılgılara düşerler.

Hamr” Kur’an’da yasaklandığı halde, burada cennetteki hamr ırmaklarından bahsedilmektedir. Biz dünyada da benzeri gerçekleşecektir diyoruz. Öyleyse bu çelişkidir. Hem ileri uygarlığı şarap ırmakları ile tarif ediyor, hem de onu haram kılıyor.

Hamr” Kur’an’da marife ve nekre olarak geçmektedir. “Hamr” kelimesi Kur’an’da altı defa geçmektedir. Üçü marife olarak geçmektedir ve buralarda hamrın haramlığından bahsedilmektedir. Üçü de nekre olarak geçmektedir. İkisi Yusuf Sûresi’nde rüya ve rüyanın tâbirlerinde geçmekte, cins isim olarak zikredilmektedir. “Şeribtü mâen” dediğiniz zaman kastettiğiniz “mâ” benzeridir. Burada ise nekre olarak geçmektedir ve bu nekre haramlarda bahsedilen hamrdan ayrıdır. Demek ki haram olan hamr vardır, helal olan hamr vardır. Haram olan hamr sarhoş eden hamrdır. Hamrın illeti icma ile sükriyettir.

Şimdi bir soru sorulabilir: Sarhoş etmeyen hamr nasıl bir hamrdır? Hangileridir?

Bira, kımız, boza, koka kola bu hamrlardan olabilir. Yahut henüz bilmediğimiz bir hamr olabilir. Hamr doğada ayrı bir madde olarak yoktur. Bizim mayalarımızla ortaya çıkar. Bundan sonra da bir mayalama usulü ile sarhoş etmeyen hamr bulabiliriz.

Bugün üzümden yapılan şarapta yüzde 12 civarında alkol vardır. Kalan yüzde 88’i başka maddelerdir. Çoğu sudur. Ama şeker gibi besleyici maddeler de vardır. Vitaminler vardır. Hattâ öyle vitaminler vardır ki yalnız alkolde erirler. O vitaminleri doğrudan alabilmemiz için şarabın içinde eritmemiz gerekir.

Önce bugün elde ettiğimiz teknik imkanlarla bir şarabın içinde hangi maddeler vardır ve bunların yaklaşık nisbetleri nedir, onları tesbit etmemiz gerekir. Bunu kimya ilmi tesbit eder. Sonra bu maddelerin canlıda ve insanda yaptığı etkiler incelenmelidir. Bu maddeler ikiye ayrılmalıdır; yararlı olanlar, zararlı olanlar. Sonra elde edilen şarabın zararlarını ayıklayan yararlı olanları bırakan fermenteler aramamız gerekir. Çeşitli bakteriler ile denemeler yapılarak farklı içecekler elde edilebilir. Nitekim sirke böyle alkolün fermente edilmesinden elde edilmektedir.

Demek ki bu âyet zararlı olmayan, dolayısıyla haram olmayan şarabın elde edilebileceğini haber vermektedir. Böyle bir içeceğin de insanlara gerekli olduğunu bildirmektedir. Bunu şöyle söyleyebiliriz. Birçok meyveler vardır. İnsan meyvecil bir canlı olarak yaratılmıştır. Bebeği büyüten süt büyüğe yetmemektedir. Meyvelerden alınması ve yenmesi gerekmektedir. Nitekim meyve suları bugün satılmaktadır. Bugün süt ve meyve sularının bozulmaması için katkı maddeleri bulunmuş, katılmaktadır. Bunlardan biri de sodadır. Gazlar içeceklerin bozulmasını önlemekte, insana zarar vermemektedir.

Nasıl sütleri karıştırarak tüm özellikleri içeren bir süt yapıyor ve bunları borularla apartmanlara ulaştırıyorsak, değişik meyve sularının birleştirilmesi ile ortak bir içecek elde edilebilir. Bunlar bir döner boru şebekesi ile evlere kadar götürülür. İnsanlar bardaklarını doldurarak içerler.

Bu yönde büyük adımlar atılmıştır. Bugün artık her tarafta meyve suları satılmaktadır. Sağlık bakımından tam inceleme yapılmamıştır. Sonra karıştırılacak ve üretilecek meyve suları karışmadan dolayı zararlı hâle gelebilir. İyi incelenmelidir. Özel bir meyve suyu bulunmalıdır. Alkolün özelliği, alkol bozulmayı önlemektedir. Dolayısıyla içeceklere öyle bir madde katılır ki o madde bozulmayı önler. Bu alkol müdür, başka bir şey midir, incelenmesi gerekir. Bu maddenin zararı var mıdır yok mudur, incelenmelidir.

Bugün bu incelemeler tekel sermaye tarafından yapılmaktadır. O insanlığın sağlığı için değil, kendi sermayesini artırmak için araştırmalar yapmaktadır. Bunun için sigara ve alkol durmadan rağbet gören maddeler olmaktadır. Bizim onların incelemelerine güvenmemiz söz konusu değildir. Bizim yetiştireceğimiz âlimler, bizim kuracağımız laboratuar ve hastahanelerde inceleme yapmalıdırlar, bizim âlimlerimiz içtihat yapmalıdırlar, icma yapmalıdırlar. Bizim ona göre amel etmemiz gerekir.

O halde bu âyet bize ne emrediyor?

Kimya fakültelerini kurun diyor.

Başka ne emrediyor?

Biyoloji fakültelerini kurun diyor. Ziraat fakültelerini kurun diyor. Tıbbi araştırma merkezlerini kurun diyor.

Çelişki varmış gibi görünen bu âyette ne kadar büyük hikmetler olduğunu görüyoruz. 

Evet, diyor ki; şaribler yani içenler için lezzetli olan bir hamr vardır diyor, âhirette o hamrdan ırmaklar olacaktır diyor.

Şarapta hem yararlı hem de zararlı maddeler vardır. Yararlı maddeler tatlı maddelerdir, zararlı maddeler acı maddelerdir. Şarap bir taraftan tatlı, diğer taraftan acı bir maddedir. Eğer acı tarafı olmayan bir hamr üretebilirsek o helaldir ve faydalıdır.

Burada lezzetin lilşaribîn takyidi sıfattır, tavsifi sıfat değildir. Çünkü her şarap lezzetli değildir. Şimdiye kadar sesler tahlil edilmiştir. Dalga boyları ile bilebiliyoruz. Işık renkleri ile belirlenmiştir. Sıcaklık artık ölçülmektedir. Sertliğin ve yumuşaklığın birimleri vardır. Koku ve tat henüz ölçülür bir duruma gelmemiştir. Gelmesi de beklenemez. Çünkü koku gazların, tat sıvıların özelliğidir. Her cismin kendisine özgü tadı ve kokusu vardır. Ses ve ışıkta olduğu gibi dalga boyuna benzemez.

Şarabın tatlı ve acı tarafları deney canlıları üzerinde denenmelidir.

وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى  

(Va EaNHARun MiN GaSaLin MuÖafFayn)

“Ve musaffa aselin balından bir enhar.”

SU, SÜT, HAMR ve BAL; dört çeşit ana besin sayılmıştır.

SU insan vücudunda canlılık, olayların yürümesi için vasat oluşturan araçtır.

SÜT amino asitleri içeren bir araçtır.

HAMR ise enerji üreten bir maddedir.

BAL ise vitamin ve enzimlerin kaynağıdır.

Evinizde bir çivi çakmak için nelere ihtiyacınız vardır. Birincisi çividir. Sonra çakılacak yerdir. Bunlar sizin yapı malzemelerinizdir. Bunları “süt” sağlamaktadır. Çakabilmeniz için sizin çekice ihtiyaç vardır. Bu “enzim”dir. Ayrıca elinizin gücüne ihtiyacınız vardır. Bu da “hamr”dır, yani bunu hamrdan elde edersiniz. Çivi çakmak için bazen bunlar yeterlidir. Bazen ise bunu yapamazsınız. Önce bir burgu bulup sert maddeyi delmeniz ve çiviyi yağlamanız gerekir. Bunlar da vitamindir. İşte bunları sağlayan yani vitaminleri bize getiren de “bal”dır.

Allah çiçekleri yaratmış. Bunların meyve verebilmesi için döllenmeleri gerekir. Döllenebilmesi için başka çiçeklerden çiçek tozu gelmesi gerekir. Kendi çiçek tozları ile döllenmezler. Kardeşi ile evlenme olur ki bu da sağlıklı eşleşme olmaz. Uzaktan çiçek tozunu kim getirsin? Bunun için çiçek bal özü dediğimiz arıların ham maddesini hazırlar. Bir de rengarenk taç yapraklarını açar, arılara gelin size ziyafet hazırladım der. Ayrıca özel koku salarak arılara bulundukları yerleri bildirir. Kendilerini tanıtır. İşte böylece arılar çiçekleri dölleme karşılığı bal özünü alınca kovanlarına dolarlar. Değişik çiçeklerden getirdikleri bal özünü peteklerin gözlerine koyarlar. Onlara çeşitli maddeler katarak istenilen balı üretirler. Demek ki bir kaşık bal onca değişik çiçeklerin minik fabrikalarında üretilen küçücük özlerden sonra yüzlerce, belki binlerce arının zahmetli çalışmaları ile üretilmektedir Bu sayede canlılar her çeşit vitamin ve enzimlerini bulabilmektedirler.

Bugün ilaç aldığımızda yan tesirlerden koruyan başka ilaç da almaktayız. İşte balda o ilaçların hepsi birden vardır.

Değişik kovanlarda üretilen ballar harman yapılmalı ve ortak karakterli bal meydana getirilmelidir. Aynı bölgenin balları birleştirildiği gibi dünya balları da birleştirilir. Balların beşte biri bucaklarda, beşte biri illerde, beşte biri ülkelerde, beşte biri de insanlıkta birleştiriliyor. Beşte biri de üreticide kalıyor.

İşte, bucakta bir şebeke olacak, balları ocaklara ulaştıracaktır. Buraya ilden gelen ballar katılacaktır. İllere ülkeden gelen ballar katılacak ve ülkelere de insanlıktan gelen ballar katılacak. Karıştırılıp tahlil edilecek ve boru şebekesine verilecektir.

Bal fazla akışkan değildir. Yirmi beş derecelik borularda yavaş akış içinde akıtılır. Böylece birleştirilir.

Bugün insanlığı petrol boruları bağlamaktadır. Gelecekte de belki petrol boruları olacaktır. Enerji elektrik merkezine çevrilecek ve onunla sevk edilecek. Gaz ve sıvı enerji elektrikle yerinde üretilecektir. Bunun yerine su, süt, hamr ve bal boruları tüm dünyayı saracak ve birleştirecektir. Böylece insanlık bir vücut gibi olacaktır. Kimyasal silah, biyolojik silah gibi tahrip edici silahlar yasaklanacak, imalatları da durdurulacaktır. İnsanlar savaşları belki kılıçlarla yapmak durumuna geleceklerdir.

İşte böyle bir dünyaya doğru giderken, âhiretteki cennetin bir benzerine varacağız. Âhirette ise bunlar daha ileri bir teknikle oluşturulacaktır.

Acaba âhirette bu işleri kimler yapacaktır?

Dünyada canlılar yapmaktadır.

Âhirette de başka canlılar yapabilirler.

Bu dünya hayatında insanlar hiçbir şeyin iyisini yapamamaktadır. Oysa arılar ve diğer bütün canlılar en idealini yapmaktadırlar. Âhirette de bu tesisleri kuranlar en ideal şekliyle kurmuş olacaklardır.

Bugün güneş enerjisini hidrojenin helyuma dönüşmesiyle elde ediyoruz. Eğer pil gibi mesela sudaki enerjiyi helyuma çevirebilsek, artık güneş enerjisine ihtiyacımız kalmaz. Aynı şeyi bitkiler yapabilirler.

Sokrat diyor ki; bir şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir.

Bugün insanlık bir şeyi biliyor; o da hiçbir şeyi bilmediğidir.

Âhirette ise bilme imanına ulaşacağız, belki.

وَلَهُمْ فِيهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ

(Va LaHuM FIyHAv MıN KulLi elÇeMeRavTı)

“Onlara orada her çeşit semerelerden vardır.”

Semerât” burada marifedir. Dişi kurallı çoğuldur. Bunun anlamı şudur. İnsanlardaki vitaminleri ve enzimleri üreten farklı meyveler vardır. İnsanın bütün vitamin ve enzimlerini karşılayan meyveler topluluğu semerât ile ifade edilmiştir. Marife üzerine getirilen “külli” kelimesi varlığın küllünü içerir.

“Külli Semerâtin” olsaydı bütün semerelerin hepsinden manâsını taşırdı.

Min Külli’s-Semerât” olunca bir semerât grubunun tamamı anlamına gelmektedir.

Yukarıda bahsettiği besin ırmaklarının dışında “Ve” ile atfederek meyvelerinin olduğunu da bildirmektedir. İsim cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir.

“Meselü’l-Cenneti” mübtedadır. “FîHâ Enharun” ise cümle olarak haberdir. “Ve”lerle haberler atfedilmiştir.

Buradaki “VeLehüm” muttakilerin hâli de olabilir. Ne var ki hâl ile mahal arasına başka cümleler girmiştir. Buradaki zamir “cennet”e gittiği gibi “enhâr”a da gidebilir. O takdirde o ırmaklar bütün semereleri içermiş olur. O takdirde haberin hâli olur. Yani balın içinde bütün meyvelerin özü vardır anlamı çıkar. Yahut dört nehirde insan için bütün semereler vardır. Dört çeşit ırmak sayesinde insan tam gıdayı almış olur. Eğer böyle değil de “” zamirini cennete gönderirsek, o zaman bu dört ırmağın dışında her türlü meyve var demektir.

Asıl besin nebati kaynaklıdır. Gövde besini taşımaya, yapraklar besini üretmeye yarar. Meyveler ise canlının hayatını sürdürmesi yani neslini yaşatmasına yarar. Bunun için tohumların uzağa gitmesi gerekir. Bitkiler tohumların etrafında hayvanların yiyecekleri maddeleri depolarlar. Hayvanlar da onu yerler. Mideleri öyledir ki tohumlar erimez. Sonra hayvan gider onu uzak yerlerde pisler. Böylece o bitkinin tohumu yayılır. İnsan da bu hayvanlardan biridir. Burada biz hayvanlara yardım edelim diye yemiyoruz. Armut da bundan habersizdir. Hepsini Allah böyle düzenlemiştir.

Âhirette de meyveler olacağına göre, onların tohumları olacak mıdır?

Bugün çekirdeksiz portakal yetiştirilmiştir, çekirdeksiz üzüm yetiştirilmiştir. Her meyveden çekirdeksiz meyveler yetiştirilememiştir.

Âhirette acaba meyveler sadece insanlar yesin diye mi olacak ve çekirdekli meyveler olamayacak mıdır? Meyveler orada da tohumları ile mi çoğalacaklardır? Hep onlar da insanların hizmetinde midirler?

وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ

(Va MaĞFiRaTun MiN RabBiHiM)

“Ve Rablerinden mağfiret vardır.”

Mağfiret” kelimesi; “mağfiretün” haberdir, onlar için mağfiret vardır.

“Orada” kaydı buna da şamil midir, orada yani cennette mağfiret var mıdır?

Genel olarak mağfiret vardır. Yani yukarıda zarflı cümledir, burada “FîHâ” kelimesinin tekrar edilmesi daha beliğ olur. Bununla beraber her iki manâyı birden verebiliriz.

Demek ki cennette de insanlar hata yapacaklardır, yanlış işler yapacaklardır ama Rableri onları mağfiret edecektir.

“Rablerinden” kelimesi getirilmiştir. Yani cennette de Allah Rab sıfatı ile tecelli edecektir. Evrim orada da devam edecektir. Orada evrimin durması dünyadan daha kötü durumun olması demektir.

O halde âhirette de dünyadaki çabalar olacak, hatalar olacak ama cezalar olmayacak, belki mükafatlar düşük olacaktır.

Bu dünyada da böyle bir düzen kursak acaba başarılı olur muyuz?

Farz edelim ki herkese çalışmasa da bin liralık mal veriyoruz. Ama suç işleyenlerden bu bin lirayı kesiyoruz, ayrıca iş de vermiyoruz.

Durum ne olur?

Âhirette yaşamak ve rahat etmek için gerekli maaş veriliyor. Ama daha fazlası çalışma karşılığı veriliyor. Âhiret üzerinde çalışmalar yaparsak inancımız gittikçe gelişir. Âhiret hayatını anlatan filimler olmalıdır. Halk bunları seyrede ede onlara kanaat getirmeye başlar.

كَمَنْ

(KaMaN)

“Gibidir.”

Mübteda burada mahzuftur.

“Haülai” yani bunlar, muttakiler, cennette dört ırmağa sahip olanlar, meyve bahçeleri bulunanlar ve mağfirete erenler şimdi size anlatacağımız kimseler gibi midir?

Ke” benzetme edatıdır.

‘Ahmedu Ke Mehmedi’ derseniz, Ahmet Mehmet gibi midir, Ahmet Mehmet’e denk midir? Soruda değiştir manâsı vardır. Ahmet Mehmet gibi değildir şeklinde mi, yoksa Mehmet Ahmet gibi değildir şeklinde mi anlama hususunda tereddüt vardır. Bu husus tarafımdan çözülememiştir. Mübteda haber olduğu için Türk dil mantığına uyar. Eğer “Leyse” olarak takdir ederseniz, o zaman da Türk dil mantığının aksi olur. “Leyse’l-Muttakuna Ka Men” şeklinde mânâlandırmamız daha uygundur.

Demek ki mukayeselerde mübteda haber olarak takdir ettiğimiz zaman ikincisi önemlidir. Faili mef’ul olarak takdir ettiğimizde birincisi önemlidir.

Burada mahzuf olan muttakiler daha önemlidir. Onlar bunlar gibi değildir manâsı çıkacaktır. “Leyse’l-Muttakuna” olarak takdir edeceğiz. Cennet halkı cennette dünya hayatında olduğu gibi molekül yapısı ile yaşarken, cehennem halkı ateşte çekirdek yapısıyla yaşamaktadırlar. Bunlar onlar gibi değildirler.

Kâinatta evrim vardır. Yani daha ileriye gitme, daha üstün hayat sürme. Ve bu üstünlük sürüp gidecektir. Evrim de ayıklama ile olacaktır. Yarışı kazananlar yaşarlar, kazanamayanlar ayıklanırlar. Kazanamayanları yok etme yerine yarışa devam etme sünnetullahtır. Cehennem bu yarışı sürdürmedir.

Cehennem bir intikam yeri, bir üzme ve sıkıntı verme yeri değil, eğitme yeridir.

Bunu nerden biliriz?

Bizzat “cehennem” ve “cehim” kelimelerinden biliriz. Bunlar fırın demektir. Madenlerin arıtıldığı fırın ve ham olan yani pişmemiş olan yemeklerin pişirildiği fırın. “Tennur” ise enerjinin üretildiği fırındır.

هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ

(HuVa PAvLıDun Fiy elNAvRı)

“O ateşte haliddir.”

Muttakiler ateşte hâlid olan gibi midir?

Burada “Men” getirilmiştir. “Men” müfret ve cem için getirilir. Ona raci olan zamir müfret olmasa da manâsı çoğul olabilir. Burada böyledir. Nitekim aşağıda çoğul zamiri gönderilmiştir.

Cennette olanlar için “Halid” kelimesini getirmediği halde burada bilhassa “Halid” kelimesini getirmiştir. Cennette ve cehennemde ebedi kalma konusu en çok tartışılan konudur. Cennette halid kalma evrimi durduran bir olaydır. Kur’an “Sonra Allah’a rücu edeceksiniz” demektedir. Bu Tanrı’ya yaklaşma demektir.

Bunu şöyle bir misalle anlatalım. Buradan Ankara’ya yolculuk yapsanız, size bir şart koysalar. Birinci gün yarısına, ondan sonra onun yarısına, ondan sonra onun yarısına varacaksınız. Acaba Anakara’ya ne zaman varırsınız? Matematikte ispatlanır ki, hiçbir zaman varamazsınız. Sürekli olarak ilerleme vardır ama hiçbir zaman hedefe ulaşma yoktur. İnsanlar sürekli olarak Tanrı’ya yaklaşırlar ama hiçbir zaman varamazlar.

Kur’an cennet halkı için de cehennem halkı için de orada haliddirler, orada ebediyen haliddirler kelimelerini kullanmaktadır.

Huld” kelimesi kalıcı olma, sürekli olma, oradan ara sıra da olsa çıkmama anlamındadır. “Ebed” kelimesi sonuna kadar orada kalma demektir. Biri süreklilik, diğeri sonuna kadar kalma anlamına gelmektedir.

Eğer âhiretin ömrü sonsuzsa, onlar da orada sonsuz kalacaklardır; âhiretin ömrü sona eriyorsa, o zaman âhiretin ömrünün sonuna kadar orada kalacaklardır demektir.

Kur’an’da cehenneme girenlerin çıkacaklarına dair açık ifade yoktur. Yalnız orada krizalit devresini geçirecekleri vardır. Orada ne yaşar ne ölürler deniyor.

Hâsılı, bu konuda tam kanaate varmış olmamakla beraber, cehennemdekilerden hiç olmazsa bazıları âhiretin sonuna kadar orada kalacaklardır. Sonra âhiretin âhireti olacak ve cehennemdeki amel-i salihlerle cennetten de üstün olan yerlere gidebilirler. “Sen yetmiş defa istiğfar etsen de biz onu mağfiret edecek değiliz” ifadesinden anlıyoruz ki, âhirette en yakın olanlar bile birbirlerinden ayrılacaklardır.

Burada bir soru sorulur: Allah zerre kadar zulmetmez, kimseye fazla ceza vermez. Bu dünyada işledikleri kötülüğün cezası sonsuz olamaz. Sonra nasıl olacak da hepsi eşit şartlarda cehennemde kalacaklardır. Zaman zarfı olduğu için herkes için ayrı uzunlukta olacaktır. Ayrıca cehennemde de rahat hayat sürebilirler. Balıklar için deniz cennettir, karalar cehennemdir.Diğer canlılar için de deniz cehennemdir, karalar ise cennettir.  

وَسُقُوا مَاءً حَمِيمًا

(Va SuQUv MAvEan XaMIyMan)

“Ve hamim mâ ile saky olunurlar.”

Muttakiler için sudan, sütten, hamrden ve baldan ırmaklar bulunduğu halde, cehennemde olanlar için sıcak su vardır. İnsanın ihtiyacı sudur, sıcak ve soğuk olsa da su olma özelliğini korur. İster sıcak olsun, ister soğuk olsun, durum değişmez.

Suyun ayrıca soğutma özelliği vardır. Motorlarda su biterse motor çatlar. Suyun birçok özelliği vardır. Bunlardan biri de ısınma ısısı en fazla olan bir maddedir, yani en çok soğutma kabiliyeti olan maddedir.

Sıcak su içene zevk vermez. Lezzetin lişşaribîn olmaz. Tamamen aynı hayatı yaşadığımız halde birimize acı olan diğerine tatlı olan olabilir. Acılık veya tatlılık maddenin kendisinde değil, beynimizin onu o amaçla kodlamasından doğar. Yani acı veya tatlı olmak hılkî değil vaz’îdir. Bize acı gelen bir madde başka hayvana tatlı gelebilir. Onun için o yararlı olduğu için onun hoşuna o gider. Bir inek için “ot” çok iyi iken “et” hiç iyi değildir. Cehennemde yaşayanlar hayatlarını acı olarak yaşayacaklar, cennette olanlar zevk alacaklardır. Mesela bir yara tedavi edilirken çok büyük zevk alabiliriz. Nitekim yaramızı kaşırken hoşumuza gider.

Burada “içerler denmiyor, “Allah içirir” de denmiyor; “Saky olunurlar” deniyor, yani “içirilirler” deniyor.

Kim içirir?

Cennette de cehennemde de görevliler vardır. İnsanların hayatını onlar düzenlerler. Cennetteki görevliler cennettekilere cenneti cennet yapar, cehennemdeki görevliler cehennemi cehennemdekilere cehennem yaparlar.

Hamim” sıcak su demektir, kaynar su demektir.

Hamama gittiğiniz zaman oradaki sıcaklık normal sıcaklığın üstünde sıcaklıktır. İçtiğimiz çay sıcaklığı hamam sıcaklığıdır. Buradaki sıcaklıktan murad tatsız demektir. Yukarıdaki lezzetin lişşaribîn karşılığı kullanılmıştır.

Demek ki cehennem hayatı böyle bir hayattır.

İştahla yemek yiyen de yemek yer, iştahsız yemek yiyen de yemek yer.

Böylece cehennem hayatı ile cennet hayatı paraleldir.

Dünyada yaptığı günahlar için çekeceği azap ayrıdır, azabı çektikten sonra oranın hayatında isteksiz yaşama ayrıdır.

Burada başka bir soru ile karşılaşırız:

Âhirette çalışarak mı yaşama vardır, yoksa çalışmadan mı yaşama vardır?

Cennette yaşamak için çalışma şartı yoktur diye kabul ediyoruz. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Eski Yunanistan’da aristokrat sınıfı çalışmazdı. Köleleri çalışır, aristokratlar geçinirlerdi. Bunun felsefesini yapmışlardı. Filozoflar diyorlardı ki; biz çalışmıyoruz ama felsefe yapıyoruz, çalışsak kim felsefe yapacak? Bu felsefe yapma işi âhirette de geçerli kabul edilebilir. Yani âhirette de çalışma vardır. Ama mü’minler ilim yapacaklardır, vakitlerini üretimde değil ilimde geçireceklerdir. İşleri ise cennetin diğer görevlileri yapacaklardır. Huriler ve gılmanlar yapacaktır.

Cennetteki sorun böylece açıklanmış oluyor.

Cehennemdeki durum nedir? Cehennemde ise cehennem halkı çalışarak geçinecek midir, yoksa onlar da çalışmadan mı geçineceklerdir?

Bu âyet çalışmadan geçinme anlamında işaret taşımaktadır.

Bu konuda hakikate daha çok yaklaşmak için cennet ve cehennemle ilgili âyetlerin daha çok okunması ve üzerinde durulması gerekmektedir.

فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ(15)

(Fa AQaoOaGa EaMGAEaHuM)

“Em’aları kat’ etmiştir.”

Sıcak su mideleri kesmiştir. Buradaki “kat’” bağırsakları parçalamak manâsında olmamalıdır. Acı şekilde öldürme sıcak su içirilmesi olsaydı bağırsakların parçalanmasını öyle anlardık. Cennette olsun cehennemde olsun ebedilik, hâlidlik olduğuna göre insan yaşayacaktır. Yaşaması için bağırsakların yerinde durması gerekir. O halde buradaki kesme veya kırma ishal olma anlamındadır.

Mideye yaramayan şeyler girince mide onları ya kusarak atar, ya da bağırsaklarda ishal hâlinde atar. Oradaki besinler bu şekildeki besinlerdir.

İshal olacak olanlar acaba ilaç alıp da ishalden kurtulacak mıdırlar, yoksa öyle devam mı edecekler? Orada da hastalık var mıdır? Tedavi için hastahaneler var mıdır?

Şu gerçektir ki, cennet hayatı bu dünya hayatından daha yücedir. Bu dünyada olan bütün nimetler orada vardır; ayrıca daha fazlası vardır. Cehennem de bu dünyadan daha kötüdür. Bu dünyada mevcut tüm kötülükler orada fazlasıyla vardır.

Bizim bu dünya hayatında yapacaklarımız neler olabilir?

Bir site veya kent kurarız, orada seçkinler yerleşir. Evleri orada olur. Bunlara zekâtın müellefe faslından pay verilir. Bunlar orada ilim yaparlar, sanat yaparlar ama çalışmazlar. Ortak bütçeden masrafları giderilir.

Bunun dışında normal siteler hukuk düzeni içinde yaşarlar. Kimse kimsenin uşağı değildir. Herkes kendi imkanları ile yaşar.

Bir de cehennem siteleri veya kentleri kurarız. Burada hukuk düzeni yoktur, askeri düzen vardır. Zorla çalıştırılırlar. İshal yapacak kalitesiz yiyecekler buraya gönderilir.

Mü’minler de askeri düzende yaşarlar ama onların yönetme hakları vardır. Kendi iradeleri ile kendi komutanlarını kendileri seçerler. İstedikleri zaman komutanlarını değiştirirler. İstedikleri zaman askeri alanlardan çıkabilirler.

Oysa sürgün sitelerinde yaşayanlar oradaki yöneticileri kendileri seçmedikleri gibi oradan ayrılamazlar. Ayrıca orada alçaklardandırlar.

Bu hükümler cehennem hükümleridir. Meselini burada tesis ederiz.

 

 


MUHAMMET SÛRESİ TEFSİRİ(47.SÛRE)
1-1 VE 3.AYETLER
1365 Okunma
2-4 VE 6.AYETLER
1635 Okunma
3-7 VE 11.AYETLER
1508 Okunma
4-12 VE 14.AYETLER
1420 Okunma
5-15.AYET
2903 Okunma
6-16 VE 19.AYETLER
1393 Okunma
7-20 VE 23.AYETLER
1597 Okunma
8-24 VE 28.AYETLER
1273 Okunma
9-29 VE 32.AYETLER
1462 Okunma
10-33 VE 35.AYETLER
1398 Okunma
11-36 VE 37.AYETLER
1380 Okunma
12-38.AYET
1643 Okunma