MUHAMMED SÛRESİ TEFSİRİ - 1
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الَّذِينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1) وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَآمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2) ذَلِكَ بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْ كَذَلِكَ يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ أَمْثَالَهُمْ (3)
Bu sûre 47’inci sûredir.
1+(8+12+4+3+4+3+4+3+4+1)+(2+7+10)+32+16=114
7’li sûrelerin “HâMîm”lerden sonra gelen ve “Kaf” grubu arasında kalan 3 Medine sûrelerinin birinci sûresidir. Bundan önce “HâMîm”lerden birini yapmıştık. Şimdi bu sûreye başladık. Bu sûrede “Muhammed” kelimesi geçmektedir; nitekim adı da “Muhammed Sûresi”dir.
“Muhammed” adı Kur’an’da 4 (dört) defa geçmekte, üçü onun eski peygamberler gibi peygamber olduğundan bahsetmektedir. Burada ise “Muhammed’e indirilenden” söz etmektedir. Bilhassa savaşın meşruiyeti üzerinde durulmaktadır.
Kur’an’da bir de “Ahmed” adından bahsedilmektedir. Hazreti İsa’nın “Ahmed” adında bir resulün geleceğini bildirdiğini söylemektedir.
Kitapların hepsi kendilerinden önce gelenleri tasdik etmiş, kendilerinden sonra geleceklerini haber vermiş ve teyit etmiştir. Sadece Kur’an Hazreti Muhammed aleyhisselâmın son nebi olduğunu bildirerek, Kur’an’dan sonra vahyedilen herhangi bir kitabın gelmeyeceğini, onun yerine beyan ilminin öğretileceğini haber vermiştir. Kur’an’ın ilk olarak Hazreti Muhammed’e indirildiğini bildiren tek âyettir.
الَّذِينَ كَفَرُوا
(EalLaÜIyNa KaFaRUv)
“Küfretmiş olan kimseler.”
“Ellezîne Keferû” müptedadır, ism-i fail anlamındadır. “El-Kâfirûn” denmeyip “Ellezîne Keferû” denmiş olması, hem küfürlerinin özel olması, hem de kâfirlerin bilinen yani maruf kimseler olması nedeniyle bütün kâfirleri içermediği gibi bütün küfürleri de içermez. Bununla beraber harfi tarif cins için gelirse her çeşit küfrü ve bütün kâfirleri içerir. Küfür bir çeşittir, bütün kâfirler de bir millettir anlamı çıkar.
Küfrün tarifini şöyle yapıyoruz: Hakem kararlarına uymayı taahhüt ettikleri halde cizye vermeyen kimselerdir. Hakem kararlarını kabul ettiklerinden aramızda malları ve canları güvendedir. Ancak onlara biri saldırdığında biz korumayız. Oysa askerlik yapmamakla beraber bedel verenlerin güvenliğini sağlamak mü’minlerin görevidir.
Küfretmenin mânâsı; kamu düzeninden yararlandıkları halde, bedenen veya bedelen iştirak etmemeleridir.
“Küfretmek” hafr edilmiş bir çukuru toprakla kapatmadır. “Hafr, Kabr, Küfr” aynı mânâlarda ve benzer kelimelerdir. Nimetleri kapatmak yani nankörlük de küfürdür. Tohumu toprağa kapatmak da küfürdür. Küfrün tek olduğunu, kâfirlerin bir olduğunu ifade eden mânâsı açıktır. Ama ahd için aldığımızda neyi küfrediyorlar ve küfredenler kimledir?
Kur’an biz Adil Düzen Çalışanlarına nâzil olmuş olarak mânâ vereceğimize göre; “Adil Düzen”i bile bile örtmek, onu kabul etmemek küfürdür.
Kur’an işte bunlardan bahsetmektedir.
Bunlardan bir kısmı vardır ki; biz onlara henüz “Adil Düzen”i ulaştıramadığımız için mazurdurlar. Onlar “kâfir” değildirler ama öğrenmek istemedikleri için “cahil”dirler. Öğrenemeyenler ise mazurdurlar.
Diğerleri de vardır ki; “Adil Düzen” onlara ulaştığı halde, onlar buna kulak vermiyorlar, işte onlar da “kâfir”dirler.
Millî Görüşçüler içinde “Adil Düzen”i kabul edenler vardır, cahil olanlar vardır, kâfir olanlar vardır. Ak Partililer içinde “Adil Düzen”i bilmeyenler vardır, cahil olanlar vardır, kâfir olanlar vardır. Türkiye’de diğer gruplar ve topluluklar arasında “Adil Düzen”i bilmeyenler vardır, cahil olanlar vardır, kâfir olanlar vardır.
Tüm insanlık içinde de durum budur.
Kur’an, “Adil Düzen”i bildiği ve kendisine anlatıldığı halde, öğrenmek istemeyen veya anladıktan sonra muhalefet edenler kâfirdirler demekte ve onlardan bahsetmektedir.
وَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ
(Va ÖadDUv GaN SaBIyLi elLAHı)
“Allah’ın sebilinden saddetmiş olanlar.”
Burada “Ellezîne” kelimesini iade etmedi, “Ve” harfi ile bağladı. Sadece “küfretme”, sadece “saddetme” değil, ikisinin birlikte olması gerekmektedir.
“Allah’ın sebili” nedir?
“Sebil” ağ şeklinde birbirine bağlanmış yoldur.
“Allah” da topluluğu yani insanları temsil etmektedir.
“Allah’ın sebili” demek, insanları birbirine bağlayan caddeler demektir. İnsanlığın kıtalar arası demir, deniz, kara ve hava yollarıdır. Ülke içinde ülke yollarıdır, il yollarıdır, bucak yollarıdır. Bunlar toplulukları ve insanları birbirine bağlar.
“Saddetme” bu yoldan sapma yani topluluğun ve insanlığın birliğini bozma, ayrılma anlamındadır.
Ayrıca sed “sin” ile yüksek engellerdir.
“Sadde An Sebilillahi” demek, Allah yoluna gitmelerine mâni olmak demek olur.
Yani; bunlar “Adil Düzen”i kendileri uygulamadıkları gibi başkalarının “Adil Düzen” uygulamalarına da mâni olurlar.
“Ellezîne Keferû” kurallı çoğul olduğu için bunlar bir grup teşkil ederler.
Bu durumda “Adil Düzen”in gelmesini istemeyen kimler vardır?
Otel odalarında toplanıp “Adil Düzen”in getirilmesini istemeyenler kimlerdir?
Bunlar sömürü tekel sermayesinin mensupları ile onların hizmetkârlarıdır. O halde bu sûrenin tek muhatabı yeryüzünü sömüren tekel sermaye ile onun işbirlikçileridir. Bunlar “Adil Düzen”i biliyorlar ancak sömürülerini bu “zalim düzen”de devam ettirdikleri için “Adil Düzen”in gelmesinin önünde engel teşkil ediyorlar. Yukarıda tüm toplulukların içinde “Adil Düzen”e karşı olanlar var demiştim. İşte bunlar bir tek topluluk oluşturuyorlar. Onlar da dolara yani paraya tapan kötü niyetlilerdir. Tebbet Sûresi’ndeki “Ebû Lehebler”dir bunlar. Uygarlaşmaya, medenileşmeye karşı direnenler, “Adil Düzen”e geçmeyi önleyenlerdir.
“Adil Düzen” nedir?
İnsanlığın barış içinde birleşmesidir. Uygulanmakta olan “gümrükler ve vizeler düzeni” Allah’ın sebilinden insanları alıkoymadır. Demek ki “gümrükler ve vizeler düzeni”ni kurdurup uygulatanlar kimlerdir? Küresel sömürü sermayesi mensuplarıdır. Kendileri bütün insanları sömürsünler diye bunları koymuşlardır. Tüm insanlığın zavallı, aciz ve de zalim yöneticileri bu küfretmiş olanlara hizmet etmektedir. ‘Gümrükleri kaldırdım, vizeleri kaldırdım’ diyen devlet bunların engellerini ve sedlerini yıkmış olur.
أَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ (1)
(EaWalLa EaGMAvLaHum)
“Amellerini idlâl etmiştir.”
“Dalle” şaşırdı, kayboldu anlamındadır. Hayvanlar ve insanlar için kullanılır.
“Edalle” demek, bir kimsenin eşyasını kaybetmesidir. ‘Edalle kalemehu’ dersek, kalemini kaybetti demek olur. Bu yalnız insanlar için kullanılır. Amellerini yitirmişlerdir anlamı çıkar.
Yani birtakım işler yapmaktadırlar. Bu işler belki kötülükleri hedeflememektedir ama madem ki insanları sömürmek için onları yollarından alıkoymaktadırlar, kendileri amellerini yitirmişlerdir. Onların bu çabaları bir işe yaramayacaktır.
Sömürü sermayesi bugün yalnız kara, deniz, hava ve demir yollarında engel çıkarmamakta; aynı zamanda Kur’an okumak, Arapça okumak, Adil Düzen Partisi’ni kurmak gibi içtimai yolları da tıkamaktadır. Bundan dolayıdır ki başarıya ulaşmamakta, hem kendilerini hem de bütün insanlığı ıstıraplar içinde boğmaktadır.
Sömürü sermayesi ne yapmak istiyor?
Tüm insanları işçi hâline getirmek ve böylece bir sermaye devletini kurarak dünyayı idare etmek istiyor. İnsanları işçi hâline getirebilmesi için birtakım tedbirler almaktadır.
a) Önce faizi meşrulaştırmakta, gelir vergisini uygulatmakta, ağır vergi ve sigorta işlemleri içinde küçük ve orta işletmeleri ortadan kaldırarak tekel bir küresel sömürü gücü oluşturmak istemektedir.
b) Gümrükler ve vizelerle serbest gidiş-gelişleri ve alış-satışları engellemekte, böylece herkesi kendisinden alışveriş yapmaya zorlamaktadır. Onlara güya sizin sanayiniz, sizin üretiminiz, sizin ülkeniz korunsun diye bu saçmalıkları yaptırmaktadır.
c) Tüm basın ve yayın organlarını, ülkelerdeki bütün ana medya organlarını elinde tutarak insanların uyanmalarını önlemektedir.
d) Tüm eğitim programlarını merkezileştirerek kendi isteğine göre saçma sapan şeyleri sadece ezberletmekte, insanların gerçek anlamda eğitim almalarını engellemektedir.
Bunların dışında; aile düşmanlığı, din düşmanlığı, devlet düşmanlığı ve mülkiyet düşmanlığı yapmaktadır. Böylece insanları ferdileştirerek ve yalnızlaştırarak kendisine köle yapmak istemektedir.
İşte; Allah bunların amellerinin boşa gittiğini, başarıya ulaşmayacaklarını, sonunda mutlaka hüsrana uğrayacaklarını haber vermektedir.
Bundan elli sene evvel bu işi başaracakları sanılıyordu.
Ancak, belli bir zaman geçtikten sonra yeryüzünde beklenmedik olaylar oldu. Sovyetler yıkıldı. İnsanlık düşmanı canavarın alt çenesi gitti. Papalık ve din Batı dünyasında yeniden etkin olmaya başladı. Sermaye tekeli kapitalizm ve devlet tekeli sosyalizmin yanında “halk ekonomisi ve sanayi üretimi” bütün dünyaya illegal da olsa yayılmaya başladı. Böylece sömürenlerin amelleri yavaş yavaş boşa çıkmaktadır. Yani yaptıkları plan ve projeler çökmektedir.
Sömürü sermayesi, sömürüsünü gerçekleştirmek için Birinci ve İkinci Cihan Savaşlarını çıkardı, nasyonal ve enternasyonal diktalarını kurdu. Ne var ki zamanla hepsi tarih oldular. Yani Allah’ın “edalle e’mâlehüm”ün büyük kısmı gerçekleşti.
Şimdi henüz edalleye uğramayan iki müessesesi kalmıştır; karşılıksız kâğıt para ve sermayenin emrindeki medya. Bunların da sonları yaklaşmaktadır. Yakında karşılıksız para olan dolar tepetaklak gidecek ve tekel sermayenin ana sermayesi iflas etmiş olacaktır. Yakında bütün ülkelerde millî medyalar oluşacak ve artık sermaye yanıltması sona erecektir.
Evet, Kur’an bunun haberini vermektedir.
Sömürü sermayesi nasıl yok olacak?
Devletler kendileri devlet olarak yalnız kendi paralarını kullanacak, bankalarında yabancı para bulundurmayacaklardır. Parayı dövizle değil altınla dengeleyeceklerdir. Bunu bir devlet uyguladı mı diğer devletler birkaç ay bakarlar. Bu başarıya ulaştı mı, her devlet bu yola gidince sermayenin karşılıksız parası iflas edecektir.
Bugünkü sömürü tekeli, basında “basın ve yayın kooperatifleri”nin oluşması ile sona erecektir. Bunun için devlet basını destekleyecektir. Basın kooperatifleri kurulacak, bu kooperatifler vergiden muaf tutulacaktır. Dağıtım ve nakliyesi bedava yapılacaktır. Devlet yazarlara mâli destek verecek, devletin kendisi ilanlarını karşılıksız yaptıracak, devletin vergisi bu olacaktır.
***
وَالَّذِينَ آمَنُوا
(Va elLaÜIyNa EAaMaNUv)
“İman etmiş olanlar.”
“Âmenû” burada if’al bâbından da olabilir, yani başkalarını güven altına alanlar demek olur; yahut mufaale bâbı olur, birbirlerini güven altına alanlar demek olur. Harfi cersiz getirildiği zamanlarda bugün bizim anladığımız Allah ve âhirete iman etme anlamı taşımaz. Bu tamamen güven sorunudur. İf'âl bâbında uluslararası güvenliktir. Mufaale bâbında olunca iç güvenliktir. Biz bunları “dış savunma” ve “iç güvenlik” diye ayırıyoruz. Devlet dış savunmayı yapar, il ise iç güvenliği tesis eder.
Sermaye devletleri dünyayı sömürmek için kendilerine göre bir düzen oluşturmakta, gümrük ve vizelerden yararlanarak kendi sömürülerini sürdürmektedir.
Oysa iman etmiş olanlar iç ve dış güvenliği sağlayarak, gümrük ve vizeleri kaldırarak yeryüzünü güvenlik içinde üretim ve taşınma alanı hâline çevirmektedirler. Bunlar da teşkilatlanacaklar, siyasi dayanışma ortaklıkları kuracaklar, bedenen savunmaya katılan mü’minler olacaklardır. Bunlara katılmayıp mâlen bedel verenler olacaktır. Böylece yeryüzünün güvenliği sağlanacaktır. Nöbet ve bedel, ocak ve bucak ile il ve ülkede gerçekleşecektir. Türkiye’de 1960’lardan itibaren bu sistem “Millî Görüş ve Adil Düzen” olarak ortaya konmuş ve tüm insanlığa anlatılmış olmaktadır.
Evet, insanlık yeryüzünün güvenini sağlayacaktır. Yeryüzünde kurt ile kuzu bir yerde ve bir arada yaşayacak, kuzular rahatlıkla otlayacaktır. İller iç güvenliği sağlayacak, devletler dış savunmalarını yapacaklardır. Hakemlik sistemi gelecek, silahlı güçler hakemlerin verdiği kararların icra organları olacaklardır. Bu düzeni kabul etmeyen mikroplar her zaman bulunacak ve devletler bu mikropları etkisiz hâle getireceklerdir.
وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
(Va GaMiLuv elÖAvLıXATı)
“Ve salihatı amel ettiler.”
Yine yukarıda olduğu gibi burada da “Ellezîne” tekrar edilmemiştir. Yalnız güven sağlama yeterli değildir. Salih amel de yapılmalıdır.
“Salih amel” nedir?
“Salih amel” birbirine uygun amel demektir.
Bugün ben bahçemde domates yetiştiriyorum. Bu domates ulaşım sayesinde Avrupa’nın bir şehrinde ve köyünde yenebiliyor. Bunun için yolların açık olması gerekir. Bunun için araçların ve ulaşım imkanlarının olması gerekir. Eğer bunlar varsa benim domatesim bir Almanın sofrasında yemek olur. Yoksa benim domatesim tarlada çürür, Alman da açlıktan ölebilir. O halde insanlar arasında işbölümünün doğması ve aralarında iletişimin oluşması için devletlerin yani iman etmiş olanların yapması gerekenler vardır.
“Adil Düzen Anayasası” iki bölümden oluşur; kamu görevleri ve genel hizmetler.
“Kamu görevlileri” iman etmiş olanları ifade eder.
“Amel-i salih” ise genel hizmetleri ifade eder.
Demek ki kamunun iki görevi vardır. Biri genel hizmet, diğeri kamu görevi.
Şimdi dört kavramı rahatlıkla karşılaştırabiliriz.
Küfretmek İman etmek
Allah’ın sebilinden saddetmek Salihatı amel etmek
Bunların her biri dörtlü olarak birbirine karşı gelmektedir. Şimdi bunları karşılaştırmak, ona göre bunları yorumlamak ise usulün işidir; tefsir usulünün işidir.
“Salihatı işlemek” ve “sebilden saddetmek” ne kadar da karşılıklı anlamlar taşımaktadır.
وَآمَنُوا
(Va EaMaNUv)
“Ve iman ettiler.”
“İman” kelimesi burada iade edilmiştir. “Ellezîne” iade edilmemiştir. Çünkü iman eden kimseler aynı kimselerdir. “Âmenû” kelimesi iade edilmiştir. Çünkü buradaki “Âmenû” “Bi” harfi ile gelmiştir. Yukarıda başkalarının güvenini sağladılar anlamındadır. Burada ise kendi güvenlerini Hz. Muhammed’e indirilen ile sağlayanlar demektir. Yani “iman” demek ben inandım demekten ibaret değildir, ona uyarak ondan yararlanma demektir.
Kur’an’dan yararlanmayanların yeryüzü güvenliği ve salahına katılma yetkileri yoktur. Çünkü burada “Ve” harfi ile atfedilmiştir. İslâm devletlerinde diğer din mensuplarının güvenlik görevini alabilmeleri için Hakkı üstün tutan peygamberler sistemini yani “Adil Düzen”i benimsemiş olmaları gerekir. Bütün peygamberlerin peygamberliklerini kabul etmeleri gerekir. Bu arada bunların getirdikleri bütün kitapları kabul edip ona göre düzenlerini kurmaları gerekir. Güveni sağlamaları gerekir. Kendi dinî ibadetlerini kendi kitaplarına ve peygamberlerine göre yaparlar. Ama düzen için Kur’an’ı kabul etmeleri gerekir. İşte buradaki “iman” ondan yararlanma anlamında imandır, onun için tekrar zikredilmiştir.
Bugün yeryüzünde dört büyük din vardır; Hıristiyanlık, İslâmiyet, Brahmanizm ve Budizm. Yahudilik de hak dindir ancak müntesipleri azdır. Kur’an ehlinin dışında yalnız Yahudi dininde olanların şeriat kitabı vardır. Ne var ki Tevrat’ın aslı bulunmamaktadır. Diğer taraftan Tevrat kendi çağında kendi kavmine ait olan hükümleri içerir. Kur’an ise bütün devirlere hitap ettiği gibi diliyle ve mânâsıyla aynen muhafaza edilerek bize kadar gelmiştir. O halde Kur’an’ı İlâhi kitap kabul etmeyenler İslâm devletinde asker olamaz. Ama Kur’an’ı İlâhi kitap kabul ettikten sonra ibadetlerini kendi dinlerinde yapmış olmaları yani Hıristiyan veya Budist kalmaları İslâm ordularına bedenen katılmalarına mâni değildir. Ama Kur’an’ı İlâhi kitap kabul etmeyenler İslâm ordusunda görev alamazlar.
بِمَا نُزِّلَ عَلَى مُحَمَّدٍ
(Bı MAv NuzZiLa GaLAy MuXamMaDın)
“Muhammed’e nâzil olanla kendilerini güvene alanlar.”
“Muhammed” burada ismiyle zikredilmiştir.
Gerçi elimizdeki Kur’an bugün bize nâzil olmakta ama biz onu Cebrail’den değil atalarımızdan öğreniyoruz. Onlar da atalarından öğrendiler. Sonuç olarak Hazreti Muhammed’den öğrenilmiştir. Kur’an bir bütün hâlinde ona gelmiştir. Dolayısıyla tek bir İslâm dinini tanımlamak için Hazreti Muhammed’e nâzil olan olarak ifade edilmektedir. Hazreti Muhammed 570’de Mekke’de doğmuş Kureyş’in Haşimi kabilesine mensup birisidir. Kırk yaşına geldiğinde kendisine Kur’an nâzil olmaya başlamış ve 632’de vefat etmiştir. Kameri takvimle 23 senede Kur’an’ın vahyi tamamlanmıştır.
Hazreti Muhammed aleyhisselâm Hira Mağarası’nda inzivada iken gökten bir araç gelmiş ve araçtan bir kabin indirilmiş, kabinde biri vardır. Gelenle burun buruna gelmişler, gelen ona “Oku!” demiştir. Sonra Mekke’nin civarındaki ormanlık alanda tekrar onu görmüş, ona âyetleri vahyetmiştir. Ondan sonra tüm hayatı boyunca o Ruh ona âyetler ve bilgiler getirmiştir. Kur’an böyle anlatıyor. Diğer peygamberler de aynı kaynaktan haberler almışlardır.
“Nüzzile” kelimesi getirilmiştir.
Birden değil de peyderpey zamanla nâzil olmuştur. Kur’an’ın nüzulü 23 senede tamamlanmıştır. Kitap hâlinde toplanması ise halifeler zamanında olmuş, yazı daha sonra harekelendirilmiştir. Ayrıca kıraat ilmi doğmuştur. Yorumlar ise hâlâ devam etmektedir. Bu sebeple tef’il bâbı getirilmiştir.
“Ellezî” ile değil de “Mâ” ile getirilmiştir. Çünkü asıl olan yalnız Kur’an’ın lafzı değildir. Hazreti Muhammed’e dört şey nâzil olmuştur.
- Hazreti Muhammed’e Kur’an’da geçmişteki bütün peygamberlere gelen hükümler nâzil olmuş, onlardan bir kısmının kıssaları anlatılmıştır.
- Kur’an’ın uygulaması ona öğretilmiş, Kur’an’ı yaşayarak ve uygulayarak beyan etmiştir.
- Kur’an’ın dili ve yorum usulü de kitap Hazreti Muhammed’e nâzil olunca bildirilmiştir. Sonra yorum ilmi doğmuştur.
- Kur’an’da ayrıca müsbet ilimler bildirilmiş ve insanlık zamanla onun bildirdiklerini teyit etmiştir.
Görülüyor ki, Hak din sadece Kur’an’ın lafızlarından ibaret değildir.
Kitap, sünnet, icma ve kıyas da Hazreti Muhammed’e nâzil olanlardandır.
Şimdi insanlık İslâm dinini böyle kabul edecektir. Böyle kabul edince Tevrat da Avestalar (Doğu’daki kitaplar) da kabul edilmiş olacaktır. Tüm insanlık bir hak dinde birleşecektir. Vizeler kalkacak, gümrükler kalkacak, tüm gidiş gelişler serbest olacak ve yeryüzü cemian insanların refahı ve saadeti için kullanılacaktır.
وَهُوَ الْحَقُّ
(Va HuVa eLXaqQu)
“Ve O haktır.”
Buradaki “Ve” hâl vavıdır. O hak olduğundan dolayı iman edeceklerdir. Ondan yararlanacaklardır. O halde insanlar Kur’an’a kendi delilleri ile inanacaklardır.
250 Kur’an mucizesini anlatan 250 sahifelik bir kitap yazılmıştır. Yani Hazreti Muhammed’e indirilenin hak olduğunu kanıtlayan deliller ortaya konmuştur. İnternet sitemizde (www.akevler.biz) “Kitap Bölümü” açıldığında orada yayınlanacaktır.
İşte, Kur’an insanlardan körü körüne indirilene inanmalarını istememekte; o Hak olduğu ve kendisinin İlâhi kitap olduğunu ispatladığı için inanmalarını istemektedir.
Dikkat edilirse, Hazreti Muhammed’e iman etmeleri değil, Hazreti Muhammed’e indirilene iman etmeleri istenmekte; hem de Hak olduğu için iman edilmesi istenmektedir.
Tekrar tekrar hatırlattığımız gibi; Kur’an’dan önce peygamberler mucize gösterdiler, halk onlara inandı, onlar söyledikleri için kitaplara inandılar. Biz ise önce Hak olduğu için, ispatlandığı için Kur’an’ın Allah sözü olduğuna inanıyoruz; sonra orada Hazreti Muhammed’in adı geçtiği için onun peygamberliğine inanıyoruz. Eski peygamberlere ve kitaplara da Kur’an sayesinde inanıyoruz.
İşte böyle yapanlar müsbet ilim kuralları içinde dindar olmuş olurlar.
Kur’an ne yapıyor?
Hakkı üstün tutan medeniyeti bize öğretiyor.
O nedir?
Kamu kurumlarını ve genel hizmet kurumlarını kurmaktır.
مِنْ رَبِّهِمْ
(MiN RabBiHiM)
“Rableri tarafından.”
“Min” burada ya zarf için olur, izafet “Min”i olabilir, Rablerinin hakkına iman ederler; yahut “Min” “Nüzzile”ye müteallik olur, Rableri tarafından inzâl edilmiş anlamına gelir. Her iki mânâda doğruluk vardır.
Kur’an’ın Allah sözü olduğu, hak olduğu Allah tarafından teyit edilmiştir. Tarihî gelişmeler öyle olmuştur ki onun hak olduğu sabit olmuştur. Yani Allah Kur’an’ı gönderdi ve onun Allah sözü olduğuna dair ona mucizeler verdi. Her asırda onun bir mucizesi ortaya çıkar. Asrımız ise mucizeler asrıdır. Çünkü Kur’an’da bildirilen birçok şey asrımızda yani yirminci yüzyılda ispatlanmıştır.
“Rablerinden” demekle, onların evrimleşmeleri için indirilen anlamındadır.
Allah kâinatı evrim içinde var etmiştir. Gittikçe gelişecektir.
Yaşlanan sistem atılıp gider, yerine yeni sistem gelir.
“Adil Düzen” tarım uygarlığından sanayi uygarlığına geçmedir. Batı sanayide inkılap yaptı, gelişmiş ekonomiyi sanayide oluşturdu ama tarımda henüz gelişmiş ekonomileri oluşturamadı. Tekel merkezî sistemde tarım gelişemez. Tarımın ayağına gitmek gerekmektedir. Tarımda “hükmedici” değil, “hizmet edici” olunacaktır. Tarımda verim emekle orantılı değildir. Tarımda şartlar birbirine benzemez.
O halde yeni düzende sanayinin yanında tarımı da geliştirmemiz gerekir. Bu da ancak “selem sistemi” ile mümkündür.
Kur’an bize işte bunları öğretiyor. İman edenler, Allah’ın inzâl ettiklerine uyanlar evrimleşiyorlar. Tekel sermaye sömürüsünü devam ettirmek için küfründe direniyor, kâinatın sosyal evrimine karşı çıkıyor. Oysa sosyal evrimi durdurmak mümkün değildir.
Tekel sermayenin yapacağı bir iş vardır: Faizli sistemi terk edecek ve faizsiz sisteme geçecek, karşılıksız para ihracatına son verecek, insanları sömürme hakkı olduğu şeklindeki inanışına son verecek.
Peygamberler sisteminde olanlar sömürmezler, hizmet ederler.
كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ
(KafFaRa GaNHuM SayYıEATıHıM)
“Onların seyyielerini tekfir etti.”
İnsanlık III. Bin Yılın başında ikiye ayrılmıştır.
Bir grup eski “sömürü düzeni”ni devam ettirmek isteyen gruptur.
Diğeri ise “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı, “Adil Düzen”i getirmek isteyen gruptur.
Ne var ki ilericiler de hata yapmakta ve günah işlemektedirler. Birden “Adil Düzen”e geçilemediği için cari sistemde ısrar ediyorlar. İşte, eğer onlar “Adil Düzen”e geçerlerse Allah onların yaptıklarını kapatacak ve keffaret sayacaktır.
Bu çok büyük bir müjdedir.
Bunlar kimlerdir?
- Başta Millî Görüşçüler “Adil Düzen”i bıraktılar. Tekrar dönerlerse tevbeleri kabul edilecektir. Erbakan bir ara bırakmıştı ama tekrar “Adil Düzen”e sarılmıştır, dolayısıyla bu hareketi eski seyyielerine keffaret olmuştur.
- AK Partililer Millî Görüş gömleğini çıkardıklarını ve Adil Düzenci olmadıklarını açıkça söylüyorlar. Onlar da “Adil Düzen”e gelirlerse Allah onların seyyielerini tekfir edecektir.
- Milliyetçi Hareket Partililer de aslında hakkı hedefliyorlar. Ne var ki sırf Millî Görüşe muhalefet etmek için karşı grupta oluyorlar. “Adil Düzen”i kabul ederlerse Allah onların seyyielerini de tekfir edecektir. DYP’liler (DP), ANAP’lılar, BDP’liler, CHP’liler, yeter ki “Adil Düzen”i kabul etsinler, onların seyyieleri de tekfir edilecektir.
- Dünyada solda yer alanlar, sosyalist veya kapitalist olanlar, tekel sermayede olanlar için her zaman “Adil Düzen” alanı açıktır. Hakka yönelirlerse Kur’an onlara seyyielerinin tekfir edileceğini bildiriyor.
وَأَصْلَحَ بَالَهُمْ (2)
(Va EaÖLaXa BAvLaHuM)
“Bâllerini ıslah etti.”
Mu’cemde “BYL”den almıştır, “BVL”den almamıştır. “Bevl” kelimesi Kur’an’da yoktur. Bir kimsenin bevl edemediği zaman çektiği sıkıntılı hâli ifade etmektedir.
“Islah etme” sıkıntısını giderme anlamındadır. Tefsirlerde halleri olarak yorumluyorlar. “Hâl” çevre ile olan ilişkidir. “Bâl” ise kendi iç düşüncesi ile ilgilidir. Yani yanlış düşüncelerdir.
Baştan “Adil Düzen” için kötü kötü düşüncede iken Allah ıslah etmiştir. İnsanlık da 20. yüzyılda dinlere karşı kötü düşünmüş, şimdi ise artık normal düşünmeye başlamıştır. Gelecekte insanlar “Adil Düzen”i benimseyecekler, “Adil Düzen” karşısındaki yanlış düşüncelerini düzelteceklerdir.
“Adil Düzen”i istemeyenler neyi isteyecekler; “zalim düzeni” mi isteyecekler?
Günü gelince sapkınlıklarını elbette anlayacaklardır.
Bugün Kur’an’ı okurken hep “Adil Düzen”i düşünerek okumalıyız. Çünkü insanlık şaşkınlık içindedir, yaptıkları hep boşa gitmektedir. Ancak ve ancak Kur’an’a uymakla her şey düzelecektir.
***
ذَلِكَ
(ÜAvLıKa)
“Bu.”
Burada işaret edilen biraz önce anlatılanların mânâsıdır. Eğer lafza işaret etseydi “haza” veya “za” derdi. Mânâ görünmediği için “Zâlike” ile işaretlenmiştir.
Burada işaret edilen nedir?
Küfredip seddedenlerin amelleri çürüyecek.
İman edip ameli salih işleyenlerin bâlleri ıslah edilecek.
Bu neden böyledir?
Küfredenlerin iyi işleri boşa gidiyor, iman edenlerin kötü işleri tekfir ediliyor.
Modası geçmiş iyi işler şimdi işe yaramaz olduğu için atılacaktır.
Yeni iyi fiiller eski kötü fiillerin kötülüklerini yok edecektir.
Yukarıda ifade edilen budur.
Şimdi anlamaya çalışalım bakalım, bu neden böyledir?
Osmanlılara karşı gelmek, Meşrutiyetçilerin yanında olmak o zaman için kötü idi. Ama şimdi Cumhuriyet gelmiştir. Hâlâ Osmanlıları izlemek yanlıştır. İnkılaplara direnmek normaldir. Bir kişi “Adil Düzen”i yanlış öğrendiği veya öğrenemediği için karşı olabilir. Birtakım yanlışlıklar yapmış olur. Ama hakkı öğrendikten sonra, kendisine tebliğ ulaştıktan sonra, “Adil Düzen” gelince onların seyyieleri ıslah olacaktır. Ama tam tersine hakkı öğrendikten sonra bile bile karşı çıkar da “Adil Düzen”e değil “zalim düzen”e tâbi olarak devam ederse; işte onun ve onun gibilerin amelleri boşa çıkar, etkisiz olur.
بِأَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا
(BiEanNa elLaÜIyNa KaFaRUv)
“Çünkü küfretmiş olanlar.”
Küfretmiş olanların doğru yaptıkları bâtıl oluyor, iman etmiş olanların yanlış yaptıkları ıslah ediliyor. Burada bi getirilmiştir. Çünkü iman etmiş olanlarla küfretmiş olanlardan bahsediliyor. Zamir ile gelmiş olsa hangisinin hangisi olduğu anlaşılmaz. Bir de bâtıla tâbi olma küfretmiş olmalarından dolayı olduğu için izhar edilmiştir.
Sorun nedir?
Sorun önce “Adil Düzen”in anlaşılmamasıdır.
“Adil Düzen” anlaşılmadıkça karşı çıkanların elbette mazeretleri vardır.
Biz “Adil Düzen”i anlatabildik mi?
Anlatamadık.
Çünkü önce biz bilmiyorduk ki anlatalım.
Sonra, biz uygulamamıştık ki örnekleriyle anlatalım.
Ama ne zaman biz yeteri kadar öğrenir ve uygularsak, işte o zaman onlar “Adil Düzen”i öğrenmiş olacaklardır. İşte o zaman insanlar iki grup olacak; birileri anlayarak “Adil Düzen”e katılacak, birileri de anlayacaklar ama katılmak istemeyeceklerdir. İşte o katılmayanlar kâfir, öncekiler ise mü’minlerdir.
اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ
(EitTaBaGUv eLBATıLa)
“Bâtıla tâbi oldular.”
Hak var, bâtıl vardır.
Hak nedir, bâtıl nedir?
-“Doğru, iyi, yararlı ve adil” olan “hak”tır.
-“Yanlış, kötü, zararlı ve zalim” olan “bâtıl”dır.
İnsanda dört meleke vardır: Fikir, his,irade, ünsiyet.
-Fikirler doğruyu yanlıştan ayırır.
-Hisler iyiyi kötüden ayırır.
-İrade yararlıyı zararlıdan ayırır.
-Ünsiyet adil olanı zulümden ayırır.
İnsanın melekeleri bunları ayırmayı bilmektedir.
Tekrar edelim:
-“Doğru, iyi, yararlı ve adil” olan “hak”tır.
-“Yanlış, kötü, zararlı ve zalim” olan “bâtıl”dır.
Müminler kimlerdir?
Hakka tâbi olanlar mü’minlerdir.
Bâtıla tâbi olanlar kâfirlerdir, örtenlerdir.
Küfredenler bâtıla kendileri tâbi oldular, bile bile tâbi oldular.
Burada bir sual sorulabilir: Acaba kâfirler neden bâtıla tâbi olurlar?
Kâfirler bâtıla tâbi olurlar, çünkü onlar mevcut zalim ve bâtıl düzenin içinde varlık sahibi olmuşlar, makam/mevki sahibi olmuşlar. Kendi varlıkları ve makamları devam etsin diye insanlığın ilerlemesini önlemeye çalışırlar. Oysa inkılaplar olmazsa varlık da sürdürülemez. İnkılaplar varlığın sürdürülmesidir. Onlar bunun için bâtıla tâbi oluyorlar. Oysa onların tâbi olduğa bâtıl zâil olacak. Hak ona saldıracak ve olaylar bitecek.
Bugünün bâtılları nelerdir?
Ailede zina serbestliği ve tek evlilik, dinleri dışlayan lâiklik, ekseriyet demokrasisi, mecburi askerlik, hakimlik sistemi, faiz…
İşte bunlar bâtıldır.
Onlar işte bu bâtıllara tâbi olmuşlardır.
“Adil Düzen” ise bu akışı durdurmuştur.
Erkeğin geneleve gitmesini veya gelişigüzel cinsi ilişkide bulunmasını yasaklamıştır. Zengin olup ikinci, üçüncü hanımı almayı meşru saymıştır. Tek evlilik yapmak isteyen kadına da imkan tanımıştır. Kadın ağır mihirle evlenir, koca o mihri bulamayınca başkasıyla evlenemez.
Ticaret serbest ama faiz yasak.
“Adil Düzen” demek denge düzeni demektir.
“Adil Düzen” herkesin hakkını ve hukukunu koruyan düzendir.
Burada hep önce kâfirlerden ve bâtıllardan bahsetmekte, sonra hak olanlardan bahsetmektedir. İmanı neden küfürden sonra bahsetmektedir? Çünkü burada anlatılan “Adil Düzen”e karşı gelenlerdir. Burada bahsedilen mü’minler evvelûn ve sabikûn olan mü’minler değildir. Burada bahsedilen sonradan katılan mü’minlerdir. Dolayısıyla evvela karşı gelenler, sonra da katılanlar anlatılmaktadır. Medine’ye hicret eden Ensar ve muhacirlerden bahsetmemektedir. Sonradan İslâmiyet’i kabul eden mü’minlerden bahsetmektedir. Çünkü onlar Mekke’de şiddetle karşı gelmiş, sonra Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te savaşmışlardır. Ama sonra iman edip teslim olmuşlardır. Buna rağmen küfredenler sonuna kadar direnmişler ama Mekke’nin fethi ile onların direnmeleri de sona ermiştir.
Türkler de uzun zaman direndiler, İslâmiyet’i kabul etmek istemediler ama sonra Kur’an’ın hak olduğunu görünce İslâm’ın müdafileri oldular.
Cermenler Roma’yı işgal etmişler ama sonra Hıristiyan olmuşlardır.
İşte burada bahsedilen mü’minler bunlardır.
“Adil Düzen Çalışmaları” 1960’lardan sonra İzmir’de başlamıştır.
Erbakan’ın bu çalışmaları değerlendirmesi ile siyasi söyleme dönüştü.
Ondan sonra bugün anayasa ekseriyeti ile iktidar olundu; ancak “Adil Düzen” bırakılarak iktidar olundu. Birinci dönem Adil Düzencileri evvelundur, sabikundur, mukarrabundur. Burada onlardan bahsedilmemektedir.
Burada, bundan sonra Adil Düzenin Medine Devri gelecektir. İşte o zaman, dün şiddetle “Adil Düzen”e muhalif olanlar “Adil Düzen”in yanında yer alacaklardır. Kur’an bunların hakka geleceklerini haber veriyor. Onların seyyieleri affedilecektir.
وَأَنَّ الَّذِينَ آمَنُوا
(Va EanNa elLaÜIyNa EAvMaNUv)
“Ve iman etmiş olan kimseler.”
“İman etmiş olanlar” önce ülkemizin güvenliğini sağlayanlar, sonra da dünyanın güvenliğini sağlayanlar demektir.
Bugün Türkiye’de barış yoktur. Dağlarda silahlı çatışmalar vardır. Sokaklar korku içindedir. Kimse ne terörden ne hukuktan emin değildir. Mahkemeler baskı içinde neye karar vereceklerini bilmez durumdadır.
Yarın “Adil Düzen” geldiği zaman artık PKK sorunu kalmayacaktır, “Adil Düzen” geldiğinde bu sorun olmayacaktır. Herkesin güvenliği sağlanacaktır.
Bu nasıl yapılacaktır?
Önce hakemlik sistemi getirilecek, böylece mahkemelerin yansızlığı, bağımsızlığı, etkinliği ve saygınlığı tesis edilecektir. Sonra da yerinden yönetim sistemi ile silahlı güçler hakemlerin emrine verilecek, onlar yapılması gerekenleri yerine getireceklerdir.
اتَّبَعُوا الْحَقَّ
(EitTaBaGUv eLXaqQa)
“Hakka tâbi oldular.”
“Bâtıl”a karşı “Hakk”ı getirmiştir.
Şimdi biraz “Hakk”ı açıklayalım.
Doğru olanı söylemekle bilmek. Ekonomide finans ekonomisi vardır. Buna karşı reel ekonomi vardır. Reel ekonomi sevaptır. Çünkü dışarıda olan olaylara tekabül eder.
Bunun yalanı nedir?
“50 ton buğday” dediğimizde, eğer bu 40 ton olmuşsa doğru değildir. Yalan ve yanlışın değil de doğrunun peşine gidilecektir.
İyi nedir?
İyiliğin tesbiti çok zordur.
İneği kurban etmek iyidir ama insanı kurban etmek kötüdür.
Bunu nasıl izah edeceğiz?
Varlık yokluktan iyidir. Evet, biz inekleri kesiyoruz ama ineklerin nüfusu nerede ise insanların nüfusu kadardır. Eğer inekleri beslemezsek o zaman da nüfusları yaban inekler kadar olur ki sayılarının yüzde biridir. Oysa insan öldürmede bir çoğalma yoktur, azalma vardır. İşte iyiliğin böyle kriterleri vardır.
Varlık yokluktan iyidir, birlik ayrılıktan iyidir, ilerilik durağanlıktan iyidir ve tropi entropiden (düzelme bozulmadan) iyidir.
Yarar zarardan iyidir. Başkasının zararına olmayan, yararlı olan iyidir.
Asıl olan herkese aynı hakkı tanımadır. Birlikte yaşamak için herkese hakkını vermedir. Hak da iki sebeple oluşur. Çalışırsınız, üretirsiniz, o sizin hakkınız olur. İhtiyacınız da hakkınız olabilir.
“Adil Düzen” bunların toplulukta gerçekleşmesini hedefleyen bir düzendir. Bizim hatalarımız olabilir, eksiklerimiz olabilir. O hatalar ve eksikler “Adil Düzen”in hataları ve eksikleri değil, bizim hatalarımız ve eksiklerimizdir. Bize muhalefet edenlerin yapacakları şey; bizim hatalarımızı düzelterek, eksiklerimizi tamamlayarak “Adil Düzen”e katkıda bulunmaktır. Böyle yapmayıp sadece muhalefet etmek ne İslâmî ne de ilmîdir. “Adil Düzen”i reddetmek ise geleceğin ibreti olacaktır.
مِنْ رَبِّهِمْ
(MiN RabBiHiM)
“Rablerinden”
Buradaki “Min” “Hakk”ın zarfıdır.
Rablerinden olan hakka iman ettiler. Rablerinin hakkına iman ettiler.
Biz neden “Adil Düzen”in gelmesini istiyoruz?
“Adil Düzen”in gelmesini istiyoruz, çünkü bizim sorunlarımızı sadece “Adil Düzen” çözmektedir. Bizim uygarlaşmamız için bunlar bize bildirilmektedir.
Burada “Rablerinden olan hak” tekrar edilmiştir. Burada bu kayıt gelmese de aynı anlamı taşımış olacaktır. Tekrar gelmesi tekit içindir.
Niçin?
Hakka tâbi olacağız çünkü ona tâbi olmak bizim lehimizedir.
Bugün dünyanın ve Türkiye’nin pek çok sorunu vardır, çözülemeyen sorunlar vardır. Bizim “Türkiye’nin 100 Sorunu ve 100 Sorunun Çözümü” başlıklı bir çalışmamız vardır. İşte o çözümleri bize öğreten Kur’an’dır.
Kur’an’da bazen bizim aklımıza uymayan ifadelere rastlarız. Düşünmeye başladığımız zaman gerçeğe daha çok varmış oluruz.
كَذَلِكَ
(Ka ÜAvLıKa)
“Bunun gibi”
“KeZâlike” böylece, bunun gibi anlamındadır.
Yukarıda “Zâlike” gelmişti. “Zâlike” doğrudan olaya işaret etmekte, burada ise benzerine işaret etmektedir. “Zâlike” nass ise “KeZâlike” kıyastır.
يَضْرِبُ اللَّهُ لِلنَّاسِ
(YaWRıBu elLAHu Li elNAvSı)
“Allah böylece nâs için darbediyor.”
Kur’an peygamberlerin kıssalarını/hikâyelerini anlatmaktadır. Burada da son peygamber Hazreti Muhammed’i anlatmaktadır. Bunlar bizim onlara perestlik etmemiz için anlatılmıyor; sadece bizlere örnek olsun diye anlatılmaktadır. Anlatılanlardan ibret almalıyız. Kur’an Hazreti Muhammed’e indirilmiş ama bütün insanların yararlanması için indirilmiştir.
Çekim kanununu Newton bulmuştur ama bütün insanlar yararlanıyorlar. Eğer Newton buldu diye ondan yararlanmasaydılar bugünkü makine uygarlığı oluşmazdı. Kur’an Muhammed’e nâzil oldu diye eğer ondan yararlanmayacaksak o zaman geri kalmaya mahkum oluruz. Amerikalı âlim yazdığı kitapta en etkin birinci insan olarak Hazreti Muhammed’i, ikinci olarak da Newton’u göstermiştir. Newton bugünkü sanayi uygarlığının kurucusu olarak görülüyor. Yönetim ve hukukun mimarı da Hazreti Muhammed olmaktadır. İnsanlık Newton’dan yararlandığı gibi Hazreti Muhammed’den de yararlanmıştır; yararlanmalıdır.
Hazreti Muhammed neler yapmıştır?
1- Önce insanlara Kur’an’ı öğretmeye başlamış, Kur’an okumanın dışında hiçbir iş yapmamıştır.
2- Sonra Medine’ye gitmiş ve Kur’an’a göre ilk İslâm devletini kurmuştur. Kendisinden sonra gelen dört halife o devleti imparatorluk seviyesine yüceltmişler, böylece cumhuriyet ve demokrasinin temellerini atmışlardır.
3- Kur’an’ın ve Hazreti Muhammed’in öğretilerine dayanan fakihler müsbet ilmin metotlarını ortaya koymuşlardır. Müslümanlar dilde ve fıkıhta müsbet ilmin kurallarını insanlığa uygulamışlar, Avrupalılar da tabii ilimlerle sanayide bu metotları uygulayarak bugünkü Batı uygarlığına ulaşmışlardır.
4- Müslümanlar demokratik, lâik, sosyal ve liberal hukuk düzenini kurmuşlar ve tüm dünyaya yaymışlardır.
İşte, Hazreti Muhammed bunu yaptığına göre; biz de şimdi ne yapmalıyız?
Biz de şimdi “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurmalıyız.
Bu tefsirlerimiz işte bunun yollarını göstermektedir.
أَمْثَالَهُمْ (3)
(EaMÇAvLaHuM)
“Mesellerini darbetmektedir.”
Burada darbedilen nedir?
İnsanların kendi meselleri darbedilmektedir. Yani 1400 sene önce olan bir olay anlatılıyor, bu bizim için mesel oluyor. Yani onların başına gelenler bizim de başımıza gelecektir demektir. Orada yaşananın benzeri şimdi yaşanacaktır demektir.
III. bin yılın başına geldik, yeni uygarlık kuracağız.
II. bin yıl uygarlığı sona ermiştir. Yeni uygarlık doğacaktır.
Uygarlıkların ömürleri biner yıldır. Miladi takvime bağlanmıştır. Yeni uygarlık aslında bundan üç-dört asır önce doğmaya başlamıştır. İnsanlık “demokrasiyi, lâikliği, liberalliği ve sosyalliği” benimsemiştir; bugün hiç kimse “demokrasiye, lâikliğe, liberalliğe ve sosyalliğe” karşı çıkmıyor; sadece art niyetli ve kötü amaçlı birileri insanlığın bu değerlerini çarpıtarak istismar ediyorlar.
- “Demokrasi” deyip insanlar ekseriyet sistemini ve merkezi yönetim sistemini getirmişlerdir. Dört senede bir halk ekonomik ve sosyal baskılar içinde seçime girecek, hükümeti oluşturacak, merkezi hükümet ülkeyi yönetecek ve bu “demokrasi” olacak! Oysa Kur’an’ın öğrettiği demokrasi içtihat sistemidir, yerel icmalar sistemidir. Kur’an düzeninde merkez hakim değil hadimdir.
- “Lâiklik” deyip dinleri dışlamışlar, dinlerin yani Allah’ın yönetime ve dünya işlerine karışma yetkileri yoktur şeklinde bir varsayımları vardır. Oysa Kur’an dinde/düzende zorlamayı kaldırmakla, bütün dinlere devlet işlerine katılma yetkisini tanımakla lâikliği getirmiştir. Müsbet ilmi hakem yapmıştır. Hakemlik sistemini getirmiştir. Demek ki Batı sahte lâiklik içindedir. Kur’an ise gerçek lâikliği getirmiştir.
- “Liberallik” özel mülkiyettir; insanların serbestçe iş yapmalarıdır; kimsenin başkasının işçisi olmak zorunda kalmasına izin vermemektir. Batı ise bunu sadece tekel sermaye sahiplerine tanımıştır. Yani krallar ve kilise sömürmesin, biz sömürelim, havra sömürsün diye liberalliği tanımlamışlardır. Kur’an ise liberalliği özel mülkiyete dokunulmazlık ilkesi şeklinde getirmiştir. Hakemlerden oluşan yargı kararları dışında insanların çalışmalarına ve yaşamalarına müdahale edilmez. Faiz yasaktır. Vergi beşte birdir. Daha fazla vergi almak devletlerin hakkı değildir.
- “Sosyallik” deyip istismar ediyorlar. Batı sosyalliği paralı sigorta şeklinde görmüştür. Adına sosyallik takılarak sigorta yoluyla sömürüyü geliştirmiştir. Sosyal sigorta demek, küçük işletmelerin iş yapmaması demektir. Sigortasız kimselerin aç ve hasta ölmesi demektir. Bugün ölmek üzere olan kimseyi yanınızdan geçen bir arabaya para verip hastaneye götüremezsiniz. Çünkü sigortasızdır. Onu çalıştıramazsınız. Çünkü sömürü sermayesi adeta çalışma yasağını koymuştur. Kur’an ise ‘yeryüzü bütün insanlarındır’ demektedir. Çalışmayanların, çalışamayanların da yaşama hakları vardır. Aidatsız ve primsiz bütün insanlar sigortalıdır. Hasta olanlar tedavi edilirler ve genel hizmetlerden yararlanırlar. Bunun dışında yollar ve diğer kamu alanları bütün vatandaşlara açıktır. İnsanlar buralardan parasız yararlanırlar. Hattâ su ve elektrik gibi maddelerin asgarisi de bedelsiz olarak halka verilmektedir. İnsanlardan belli kilometrede yolculuk ücreti alınmamaktadır.
O halde Kur’an bizden ne istiyor?
Madem ki Hazreti Muhammed geldi ve Kur’an’la büyük uygarlığı kurdu. Bugünkü Batı uygarlığı o uygarlığın kuvvete dönüşmüş şeklidir. Yani Batı uygarlığı da Kur’an uygarlığıdır. O halde şimdi siz “III. Bin Yıl Uygarlığı”nı kurun.
Bunu nasıl kuracaksınız?
“Adil Düzen”le kuracaksınız.
Bu sûreye böyle bir giriş yapmış olduk.
Çalışmaya devam edelim ve görelim bakalım bundan sonra bize neler öğretecek?