Kıyamet Sûresi-10
بسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتَى (40)
(Ea LaYSa ÜAvLiKa Bi QVAvDiRin GaLAy EaN YuXYıYa elMaVTAy)
“Bu, mevtayı ihya etmeye kadir değil midir?”
10. hafta çalışmamızla bu sûre üzerindeki çalışmamızı hitama erdiriyoruz.
Sûre kıyamete kasemle başladı. Benaneleri diriltmeye kadir olduğunu belirterek devam etti. Sonunda insanın anne rahminde oluşmasını anlatarak, “Bu ölüyü diriltmeye kadir değil midir?” sorusuyla sûreyi sona erdirdi.
İnsan bir hücreden oluşmaktadır. Başlangıçta annenin yumurtalıkları ile babanın yumurtalıklarında oluşmuş 23 çift salsal vardır. Salsal üzerinde hameler mesnundur. Hameler de benanelerden oluşmuştur. Her benane üç zerrenin birleşmesinden oluşur. Her benane bir 20 çeşit canlı cisimciği içerir.
Kâinatta canlı yaratılmadan önce 118 tür madde vardı. Bunlar sınırlı sayıda birleşip cisimleri oluşturuyordu. Bunların içinde kömür dediğimiz madde vardır. Onun sayesinde zincirleme bir yapı oluşabilmektedir. Bunlar ancak canlılarda bulunur. Canlı olmadan önce maddeler yoktu. Bugün de canlıların dışında mesela biz bu maddeleri oluşturamıyoruz.
Canlılık olmadan canlıların ürettikleri zincirleme cisimcikler olamıyor, canlı da onlarsız olamıyor. İşte, bu sûre buna işaret etmiş olmaktadır. Canlı olmadan canlıyı var etmiş, sonra o canlı çoğalmış, değişmiş, gelişmiş ve bugünkü canlılar âlemi olmuş. İnsan da bunlardan biridir, bunların en ileri gitmiş olanıdır.
İnsan kendi varlığını hatırlamalıdır.
Ben bugün varım, bu satırları okuyorum. Bu seviyeye gelmeden önce hangi aşamalardan geçtim? Çocukluğumu hatırlıyorum ama bebekliğimi hatırlamıyorum. Ondan sonra Kur’an’ın anlattıkları, biyoloji ilminin de onayladığı bilgilerle ben bir tek hücre iken çoğaldım, değiştim ve bu hâle geldim.
İki büyük olay vardır.
Biri uygun malzemeyi kullanarak ben olabilmem büyük olaydır. Fabrika yapısı bir varlık değilim. Hepimiz ayrı ayrı özellikleri olan kimseleriz. Yani bir taraftan insan olarak hep birbirimize benziyoruz ama diğer taraftan hiç birimizin diğerine benzemeyen kişiliğimiz vardır. El halıları makine halılarından kıymetlidir. Çünkü hiçbir el halısı diğerine benzemez. Oysa makine halıları benzeseler bile bir kurala göre benzemiyorlar. İnsan da böyle bir varlıktır. İnsan her gün kendi benzeri ile görüşmektedir ama insanların her biri ayrı birer varlıktır.
İkinci büyük olay da şudur. Siz bir makineyi tamir ederken yedek parçanız yoksa makinenizi tamir edemezsiniz. Tuğlanız, pencereniz, kapınız yoksa ev yapamazsınız. Bir şey yapmak için malzemeniz olmalıdır. Hem malzemeniz olmalı hem de bu malzeme öyle olmalıdır ki siz onları kullanarak inşaat yapabilesiniz.
Kâinatın yapısından biliyoruz ki kâinat birkaç basit sayıdan oluşmuştur. Bu özellikleri taşıyan madde bizim ihtiyacımızı olan tüm işlerde kullanılan maddeler olmaktadır. Bu maddeler de benim yaratılmama uygun olarak var edilmiş, basit temel miktarlardan ben olmuşum. İnsanlık 60 bin senedir çalışıp motoru buldu. Şimdi biz belki 60 günde onu öğrenip yapabilmekteyiz. Bir makineyi icat etmiş ve onun projelerini yapmış birisine ‘sen bunu yapamazsın’ diyebilir misiniz? Kâinatın projesi çok büyük projedir. O projeye göre hazırlanmış maddeler de büyük bir başarı ile kâinat ile birlikte var edilmiştir.
Benzerini üretirsin diyebilirsiniz. O halde Allah âhirette bizi diriltmeye de elbette muktedirdir. Muktedir olmak onu yapmış olmak olduğunu ifade etmez. Bu gücünü Allah gerçekten kullanacak mıdır? Bu soru sorulabilir ama bunları yapmaya iktidarı yoktur diyebilme ilkel bir sözdür.
Canlılar hücrelerden oluşurlar. En bağımsız hücre bitki hücresidir. Bitki topraktan azotlu tuzlar alır, havadan CO2 alır, Güneş enerjisi ile sentezler. Topraktan azotlu tuzları almadıkça bitki hücresi hiçbir şey yapamaz. Azotlu tuzları da azotlu bakteriler oluştururlar. Azotlu bakteriler de Güneş ışığını sentezleyemez. O halde azot bakterileri olmadan bitkiler, bitkiler olmadan da azot bakterileri olamazlar. O halde ‘bu hayat nasıl başladı’ sorusu, canlının her kademesinde ortaya çıkmaktadır.
Basit deyimiyle yumurta tavuktan çıkar, tavuk yumurtadan çıkar. Biri olmadan diğeri olamaz. Demek ki zor olan ilk yumurtayı yapmadır. Ondan sonra işler kolaydır. Yumurtaları belli sıcaklıklarda tuttuğunuz zaman civciv olur. Civcivi beslersek tavuk olur. Yine de tavuk yemi ancak diğer canlıların ürettikleri besinlerdir. Çevremizde her gün sayılamayacak kadar çok canlı doğmakta, yaşamakta ve ölmektedir.
O halde ölme ve dirilme her an zaten vuku bulmaktadır. Bizim bedenimizdeki hücreler de zamanla ölmekte ve yerine yenileri gelmektedir. Sinir hücreleri de zamanla ölmekte ve yeni sinir hücreleri oluşmaktadır. Ne var ki yaşlandıkça eski ölen sinir hücreleri yerine yeni glial hücreler denen hücreler oluşmaktadır.
Bir kestane ağacı binlerce kestane tohumunu üretmektedir. Bunlar rukud durumdadır yani faal değildirler. Uygun şartlar içinde binlerce sene yaşayabilmektedirler. Bir gün şartlar müsait olduğu zaman çimlenmektedir.
Çimlenme ne demek, biliyor musunuz?
Milyonlara yaklaşan hücrelerin ölmesi, sadece bir hücrenin sağ kalıp çoğalmaya başlaması demektir. Yani eski hücreler besin olarak kullanılıp yenileri ortaya çıkmaktadır.
Dünyamız ölme ve dirilme dünyasıdır. Tüm canlılar dirilmektedir de acaba insan neden dirilmesin? Bu şundan dolayı iddia edilmektedir. Her insan farklıdır. Dolayısıyla dirilen insanlar eski insanlar değil yeni insanlardır. O halde diğer canlılar ölür ve dirilebilirler. İnsanlar ise birbirine benzememektedir. Ölünce ölür, bir daha dirilmez denebilir.
Diğer varlıkları fabrika imalatı olarak kabul edersek birinin ölmesi diğerinin dirilmesi ile dirilik devam eder. Ancak insanı Allah teker teker muhatap almakta, insan ile görüşmekte, onunla hesaplaşmaktadır.
Burada dirilmeyi iyice kavrayabilmemiz için insanı tanımlamamız gerekmektedir.
İnsanın bedeni var, ruhu var. İnsan beden içindeki ruhtur. Tek başına beden insan değildir. Tek başına ruh da insan değildir. Bunu kavrayabilmemiz için şöyle diyebiliriz. Beş boyutlu uzay olmazsa, insan olmazsa, cin olmazsa, melek olmazsa, ruh olmazsa Tanrı yine var olurdu. Ama O’nun varlığı zatından ibaret olur, hâlik olmazdı, rab olmazdı. Yani bugün saydığımız sıfatları olmazdı. Bugün saydığımız sıfatlar ancak kâinat varsa, insan ile birlikte cin, melek ve ruh varsa, o sıfatlar tezahür etmiş olur.
Yunanistan’dan beri tartışılan konu vardır: Kâinat sonradan mı yaratılmıştır, yoksa ezelden beri var mıdır, ebede kadar gidecek midir?
Kâinatın kıdemini kabul etmiş olan kadim Yunanistan’ın meşhur üç filozofu Sokrat, Eflatun ve Aristo’ya uygun üç İslâm filozofu olan Farabi, İbni Sina ve İbni Rüşt de kıdemliği savunmuşlardır. Tanrı sonradan tanrı olmadı. Madem Tanrı vardır, o halde kâinat da hep vardır diyorlardı.
Gazali ve Razi gibi İslâm kelamcıları Kur’an’a dayanarak kıdem nazariyesini reddetmişlerdi. Bugünkü ilimler sayesinde bizim yaşadığımız kâinatın sonradan yaratıldığı ve bugünkü ömrünün 13,7 milyar yıl olduğu tesbit edilmiştir. Kelamcılar felsefeyi mezara gömmüşlerdir. Kelamcılar bu çelişkiye yani iş yapmayan tanrı varsayımına, zaman ve mekân dışında oluşu ile cevap vermeye çalışmışlardır.
Biz şimdi diyoruz ki; arş beş boyutlu uzay kadimdir, ezelden beri vardır, ebede kadar gidecektir. Bizim yaşadığımız üç boyutlu kâinat ölümlüdür. İnsan da buna benzemektedir. İnsan bedeniyle beraber olduğu zaman insandır. Bedenden ayrı olduğu zaman insan değildir. İşte insanın Tanrı’dan farklı olarak faniliği budur.
Ruh ile beden beraber olduğu zaman araba çalışmakta ve yük taşımaktadır. Şoför arabasından ayrılınca artık araba çalışmamaktadır. Ruh ile beden birbirinden ayrılınca insan da yaşayamamaktadır. İnsan fanidir.
Şimdi insan için ölüm nedir, onu tanımlayabiliriz.
Şoför arabasını akşamüstü bırakır ve evine gider. Bu insan için uyku hâlidir. Araba sağlamdır. Yerinde durmaktadır. Şoför isteyerek dinlenmeye çekilmiştir. Yahut araba bakım istemektedir. Servise çıkamaz. Şoför de eve gider ve istirahat eder.
Demek ki uyku hâlimiz bir tür ölüm benzeri olaydır. Rüya da görmüyorsak, bedenimizle ruhun ilişkisi yoktur demektir. Beden o esnada bakıma alınmıştır. Temizlik yapılmaktadır. Yeniden ayarlamalar yapılmaktadır.
Bedende bu işler olurken bu nasıl yapılıyor?
Bunu melekler yapıyor. Allah’ın ‘secde edin’ emrini vermesi, ‘insana hizmet edin’ anlamındadır. İşte, melekler bedenin bakımını yaparlar. Bugün bilgisayarlarla insanın uyku hallerini takip edebiliyoruz. Uykunun beşte birine yakını rüya hâlinde geçer. Rüyada ruh beyinle ilişki kurmaktadır. Ne var ki beyne hâkim değildir. O sadece seyretmektedir. Bedenle ilişkili olmayan, sadece beyinle ilişkili olan hayatı takip edebilmektedir.
Hayvanlar da uyurlar ve rüya görürler.
Demek ki uyku kadar rüya da canlılar için vazgeçilmez bir olaydır.
Ölüm nedir?
Ölüm şoförün arabasını terk etmesidir. Kaza yapan araba tamir edilmezse artık o araba hurdalığa gider. İnsan bedeni de tamir edilemediği zaman ruh tamamen ilişkiyi keser ve o ruh bedenden ayrılır.
Beden ile ruh arasındaki ilişki hemen kurulamıyor. Yumurta anne rahminde annesinin kanını emmeye başlayınca ruhla ilişkiyi kurmaya başlar. Ne var ki şoför olmak kolay değildir. Uzun bir eğitime tâbi tutulacak olan çocuk geliştikçe ruh da şoförlüğü öğrenecektir. Ben diyelim ki beş yaşından beri kendimi hatırlıyorum. Başımdan birçok olaylar geçmiş. Çeşitli safhalardan geçtim. Eğitim aldım. Ama ben benim. O günkü ben ile bugünkü ben arasında kişiliğimde bir değişiklik olmamıştır. Demek ki ruhumda değişiklik yoktur.
Şoför yetiştirirken önce bilgiler verilir. Sonunda artık direksiyona geçebilir ve direksiyonu kullanmaya başlar. İşte bu durum insanın kendisini hatırladığı zamandır yani bilincin başlaması zamanıdır. O güne kadar insan aktif değildir. Hep rüyada olduğu gibi biyolojik hareketler yapmaktadır. Ne var ki hepsini takip etmektedir. Konuşmaya başladıktan sonra bilinçlilik hâli ortaya çıkar.
İnsan onbeş yaşına geldiği zaman ise artık kendisine ehliyet verilmektedir, kendi başına arabayı sürebilmektedir.
O halde ölüm ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ne var ki artık şofördür. Arabası yoktur ama şoförlüğü devam etmektedir. Her insan ayrı model olduğu için insanlar başkalarının arabalarını kullanamıyor. Dolayısıyla bir başka bedene girme söz konusu olamıyor. Çünkü o arabayı kullanmayı bilmemektedir. Yeni bir araba verelim, orada yeniden eğitime başlasın denilebilir ama işe yine ilk baştan başlanması gerekmektedir.
Yeniden dirilme demek eski araba ile işe başlama demektir. Eski arabanın her şeyi değişebilir ama beyindeki bilgisayar değişmeyecektir. Bilinçte birlikte sürüp gitmesi gerekir. Oysa beynimiz parçalanıp çürümektedir. Bilgisayarınız bozulduğu zaman tamiratçılar bilgileri kopya edip kurtarabilirler. Siz de aldığınız yeni bilgisayarınıza onları yükler ve devam edebilirsiniz. Dirilme budur. Gerek beynimizdeki programlar, gerekse hücrelerimizdeki DNA’lar birer programdır. Programların kopya edilmesi gerekmektedir.
Kelamda kabul edilen kural vardır. İnsan öldüğü hâl üzere dirilecektir. Şehitler kanları aka aka gelecekler denmektedir. Kur’an’daki birçok âyet bu hususa işaret etmektedir.
M. Lütfi Hocaoğlu bir gün bu âyetleri sizlere açıklar. Ben söyledim diye kabul etmeyeceksiniz. Kendiniz o konularda Kur’an’la düşüneceksiniz. Böylece daha öncekilerin yaptıkları yanlışlar düzelmiş olur. Ayrıca yeni katkılarla insanlık gelişir.
Dört ve beş boyutlu uzayı kavramış iseniz bu anlattıklarımız sizin için çok basit gelir. Dört ve beş boyutlu uzayı kelamcılar açıklamışlardır. Batı’da bir geometri doğmuştur ama hâlâ liselerde okutamıyorlar, çünkü kendileri anlamış değildirler.
BİRİ ÇIKIP BENİMLE MATEMATİK ÇALIŞMALI, LİSELİLER İÇİN KİTAP YAZMALI, ORADA BU GEOMETRİ YER ALMALIDIR.
Film teknolojisi şudur. Saniyenin yirmidörtte birinde resimler çekilir. Ondan sonra bunlar sıra ile ekrana aksettirilir. Resimler süratle geçtiği için ekranda adam hareket ediyormuş gibi görünür.
İşte, kâinat da böyledir. Bizim üç boyutlu kâinatın geçmişi ve geleceği dört boyutlu uzayda hâlen mevcuttur. Biz seyahat ediyoruz. Birlikte seyahat ediyoruz. Güneş batıyor, doğuyor, görünüyor. Oysa şu dört boyutlu uzayda Yer’imiz Güneş etrafında elips şeklinde dolanmakta, Güneş de merkezinde bir çubuk şeklinde olmaktadır. Bizim bulunduğumuz üç boyutlu uzay kaydıkça biz Yer’imizin Güneş etrafında döndüğünü sanıyoruz, bize öyle görünmektedir.
Bizim bedenimiz de öyledir. Çeşitli heykeller birbiri ardısıra dizilmiştir. Biz bir heykelden diğerine atlamaktayız. Böylece büyüyoruz, hareket ediyoruz sanıyoruz. Oysa hareket eden bir şey yok, sadece bizim ruhumuz o sahneden o sahneye atlamaktadır.
Şimdi bilgisayarda Yusuf Hocaoğlu (çocuk) film seyrederken canı sıkıldığında geri gitmekte ve eski sahneleri seyredebilmektedir. İşin ne kadar basit olduğunu anlatmak için bunu misal olarak getiriyorum. Dirilme demek filmi geri almadan başka bir şey demek değildir. Filmi geri almayız da ruhumuz filme doğru seyahat eder.
Zilzal Sûresi’nde; “o gün insanlar sudan hayvanların meralara yayıldığı gibi grup grup geri dönerler ve yaptıklarını görürler” diyor. Bu anlattıklarımızın hiçbirisi hayal değildir. Geometri, astronomi, biyoloji ve psikoloji ilimleri hep bu anlattıklarımızı onaylamaktadır.
Uykudan uyandığınız zaman saate bakarsınız, acaba kaç saat uyudum dersiniz. Rüya görmeseydiniz sizin için bir saat ile bir gün aynı şekilde görünürdü. Bu sebepledir ki baygınlar uyandıkları zaman ne kadar baygın kaldıklarına dair hiçbir tahminde bulunamazlar.
Demek ki dört ve beş boyutlu uzaydaki oluşmayı takip ettiğimiz zaman dirilme olayı basit bir geri seyahatten ibaret olmuş olacaktır.
Kıyamet dediğimiz olay sadece üç boyutlu uzayımızın pilinin sona ermesidir. Telefonun şarjı bitince yeniden şarj edersiniz. Çalışma yeniden başlar, eski kayıtlara bir şey olmaz. Kâinatın enerjisi hidrojen atomunda depo edilmiştir. Hidrojen helyuma dönüşerek ışık enerjisi vermektedir. Canlılar ışık enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürüp depo etmektedir. Bu enerji kullanılarak maddenin düzeni sağlanmaktadır. İnsan bedeni oluşmaktadır. İnsan bedeni ile eğitim alan insan ruhu bedenin ölümü ile geri çekilmektedir. Bütün insanlar bir gün birlikte dirilecekler ve karşılıklı haklardan dolayı hesaplaşacaklardır.
Bu arada kâinatın hidrojende depolanan enerjisi bitecektir. Kâinatın yeniden şarj edilmesi gerekir. İlk defa plan yapan kimse bir daha şarj edemez diye bir şey söylenemez.
Dirilme ile ilgili en açıklamalı delil şüphesiz dört ve beş boyutlu uzay, zaman ve mekân izafiliği ile açıklanmaktadır. İkinci dirilme ile ilgili delil, madde ve enerji sakımı kanunudur.
Kâinat yaratıldığı zaman sayılı madde parçacığı yaratılmıştır. Patladığı zaman maddenin sahip olduğu hızların karesi toplamı sabit kalmıştır. En büyük hız m*c^2 dir. Eğer bütün parçacıklar ışık hızına sahip olsaydı, o zaman kâinatta yalnız ışık ve ısı olurdu, madde olmazdı. Hız karelerinin toplamı bütün parçacıklar ışık hızına ulaşacak kadar değildir. Depolanmış enerji ışık olarak ortaya çıkar.
Enerji iki şekildedir. Biri yüksek enerjidir. Bu parçacıkların aynı istikamette hareket etmeleri zamanki enerjisidir. Güneş, akan su, rüzgâr bu tür yüksek enerjili hızlardır. Isı, çalkalanan su ise düşük enerjili hızdır. Düşük enerji ile yüksek enerjiden kastımız çok veya az miktarda olmaları değildir. Miktarları aynı olmakla beraber, eğer parçacıkları aynı yönde hıza sahip iseler yüksek enerjidir. Eğer karışık gelişigüzel istikametinde ise bu düşük enerjidir. Enerji sakımı kanunu vardır. Bu değişmemektedir ama yüksek enerji düşük enerjiye dönüşmekte ve kâinatın ölümü böylece olmaktadır.
Madde korunmaktadır. Enerji korunmaktadır. Enerji yükseklikten aşağıya düşmektedir. Ama diğer taraftan madde de düşük durumdan yüksek duruma çıkmaktadır. En yüksek madde insan bedenidir. Gaye en çok insanın oluştuğu bir kâinatın bu devreyi kapatmasıdır. O halde insan kâinatın meyvesidir. Nasıl bahçedeki ağaçlar meyveleri için yetiştirilirlerse, kâinat da insan için var edilmiştir. Ne kadar bol meyve verirse o kadar başarılı bir sezon geçmiş olur.
Yalnız insanlar değil; melek, cin ve ruhların birlikte faaliyetleri ile bu dönem kapanmaktadır.
Hâsılı, madde ve enerji bile yok olmamaktadır.
Gaye olan insan mı yok olacaktır? İnsanın ruhu mu yok olacaktır?
Nitekim ölümle beden dağılmaktadır ama bir zerre kaybolmadığı gibi sahip olduğu enerji seviyesini kaybetmektedir ama asla yok olmamaktadır. Beden parçalanarak devam etmektedir. Enerji seviyesini düşürerek devam etmektedir. Işık enerjisi ısı enerjisine dönüşmektedir.
Elbette ruh da kaybolmayacaktır. Ruh parçalanmayacağından varlığını koruyacaktır. Ruh bedenden ayrılsa da varlığını koruyacaktır. Ölüm hiçbir zaman yok olmamaktır. Ölüm ruhun bedenden ayrılması şeklindedir. Yeni kâinatta madde yok olacak yeni kâinat mı yaratılacaktır? Dört boyutlu uzayda başka kâinatın içine taşınabiliriz ama hiçbir zaman arşın dışına çıkmamız mümkün olmayacaktır. Dört ve beş boyutlu uzayın da kuralları vardır, kanunları vardır.
Dört boyutlu uzay olmasaydı hareket olmazdı. Beş boyutlu uzay olmasaydı iradeli hareket mümkün olmazdı. O halde yalnız kâinatımız değil tüm arş ve kürsi insanlar, melekler, ruhlar ve cinler için yaratılmıştır.
Beş boyutlu uzayda ise yeniden yaratılma yoktur. İçinde üç boyutlu uzay hareket eder. Yani zaman gemisine binenler seyr ede ede dört boyutluyu çizerler. İnsanın doğduktan öldüğü güne kadarki geçmişi bu boyutta yer almaktadır. Ömür bittiği zaman da son heykeli kalacak, oradan hayata başlayacaktır. Soruşturma ve yargılama bitince de cennete veya cehenneme girecektir.
Üçüncü kanıt evrimleşme kanıtıdır. Yeniden dirilmenin şekli ve kanıtı üzerinde durmuştuk. Kâinatta hiçbir şey yok olmadığına göre ruhlar da yok olmayacaktır. Bu da hayata öldükten sonra da devam edileceğini ifade eder.
Dördüncü delil ise evrimdir. Canlılar ölmektedir ama bunu kendilerinden daha çok ve daha ileri canlıları oluşturmak için yapmaktadırlar. Ağaçların yaprakları sonbaharda dökülür. İlkbaharda yeni ve daha gür yaprakların çıkmasına imkân sağlamak için ölmektedirler. Yaşlılar ölür ki gençler daha ileri uygarlıkları kursunlar. Bu evrim kanunu ilk kâinat yaratıldığından beri sürüp gelmektedir.
Başlangıçta cansız ve ruhsuz âlem yaratıldı. Madde ve enerjiden ibaret olan bu kâinat patladı ve büyümeye başladı. Dört boyutlu uzayda küre şeklinde büyümeye başlayan kâinatta çevre soğudu, cisimler farklılaştı, atomlar ve cisimler oluştu. Henüz melek, cin, insan ve ruh yoktu. Gaz yığınları doğa kanunları ile gruplar oluşturdular. Galaksiler meydana geldi. Onlar da yoğunlaştı, yıldızlar oluştu. Küçük cisimler de gezegen olarak bunların etrafında dolaşmaya başladılar.
İşte, birinci dönem burada bitti.
Yeni dönem meleklerin ve ruhların yaratılması ile başlar.
Atomlar sayılıdır. Hız parçacıkları sayılıdır. Acaba ilk meleklerin var edildiği, ruhların var edildiği zaman yaratılan ruh sayılı mı idi?
Ruh o zamandan beri vardır. Nasıl madde ve enerji yaratılmıyorsa, ruhlar ve melekler de yaratılmıyor. Proje tam projedir ve plan da eksiksizdir. İlk yaratılışta madde ve enerji sınırlı miktarda oluşturulduğu gibi ruhlar da sayılı miktardadır. Gerekli görüldüğü yerlere gidip yerleşmektedirler.
“Siz ölü idiniz dirilttik. Bizi iki defa öldürdün iki defa dirilttin” (40/11) âyetleri bizim o durumlarımıza işaret etmektedir. Valiler nasıl merkez valiliğe alınırlar ama valilikleri bitmezse, ruhlar da merkeze alınırlar, günü gelinceye kadar orada beklerler ve tayinleri çıkınca yeniden vilayetlerine intikal ederler.
Bir inşaatın iki safhası vardır. İnşaatı yaparken orada kimse oturamaz. İnşaat bitip de elektrik ve su bağlandıktan sonra içine girilip oturulur. Oturulduktan sonra artık inşaat biter.
İşte, Allah ikinci gününde inşaatı bitirdi ve kâinatı iskâna başladı. Başlangıçta melekler görevlendirildi. Canlı henüz yoktu. Çünkü kâinat henüz canlıların yaşayacağı bir şekilde düzenlenmemişti. Melekler kendilerine verilen projeler çerçevesinde kâinatı canlıların yaşayacağı şekilde inşa ettiler.
Bir galaksi kendi sistemi içinde bir makinedir. O makineyi daha yakından tanımıyoruz. Oysa Güneş sistemimiz artık kapı komşumuzdur, onu çok daha iyi biliyoruz.
Merkezde Güneş vardır. Güneş’in büyüklüğü öyle seçilmiştir ki çevreye uygun ışık versin ve Dünya gezegeninde canlı yaşayabilsin. En önemli husus Güneş ışığının hep aynı miktarda olmasıdır. Bu sayede hayat mümkün olmaktadır. Sonra yeryüzüne indiğimizde yerin durumu da böyledir. Yer önce melekler tarafından düzenlenmiş, madde miktarları da tamamen canlıların yaşayacağı şekilde düzenlenmiştir.
Bu Yer’in birinci dönemidir.
Yer’in ikinci dönemi ise canlıların oluşturulduğu zamandır.
Bu zaman, bu dönem de dört safha geçirmiştir.
Önce tek hücreli canlılar vardı. Suları onlar doldurdu. Suyun her tarafı yaşanacak şekilde düzenlenmiştir.
Sonra canlılar sularda çoklu canlılar olarak hâkim hâle geldiler. Su bitkileri ve su hayvanları oluştu. Tek hücreli canlılar azaldı, inkıraz edenler oldu, çok hücreliler işe koyuldular.
Sonra canlılar karaya çıktılar ve kara hayatını kurdular.
Son olarak canlılık meyve verdi ve insan yaratıldı. Ağaçlar meyvelerini en sonunda verirler, en olgun zamanında verirler. Kâinat da meyvesini bundan 60 000 yıl önce verdi.
İnsanlar biyolojik olarak değişmemektedirler ama sosyal olarak baş döndürücü ilerleme ve değişim mevcuttur.
Bu durumda nereye gidiyoruz?
Hep daha iyisinin oluşması için yoldayız.
Ölüp yok olma bu gidişe aykırı bir olaydır.
Evet, kâinatın entropisi büyümekte, enerjisi tükenmektedir. Ölümü mukadderdir. Güneş hidrojeni tükettiği zaman yeryüzünde hayat olmamaktadır. Ölüm olduğuna göre yeni hayat vardır. Çünkü ölüm yeni hayata yer açmak içindir.
Kâinatın meyvesi insan olduğuna göre bu meyve yeni hayatın tohumu olacaktır. Hayatı birkaç milyar yıla hapsedip ondan önce yok idi, bundan sonra da olmayacaktır iddiası manasızdır.
Dirilmenin dördüncü delili ise insanlardaki duygudur. Doğada yalancılık yoktur, kandırmaca yoktur. Her istek, her arzu bir şeyin yapılması içindir. Acıktığınız zaman yemeye ihtiyacınız vardır. Eğer ortalık sıcaksa serinlemek istersiniz, çünkü sizin için o gereklidir.
İnsanlık 60 000 senedir yaşamaktadır. İnsanın tesbit edilen kalıntıları vardır. İnsanı diğer canlılardan ayıran kendisine özgü DNA’lardır. DNA’lar kemikler gibi sağlam yapılardır, zamanla çürümemektedirler. Bu yolla insanın tarihi geçmişi takip edilmektedir.
İnsanların diğer canlılardan farklılığı çeşitlilikte görülür. Diğer canlılar fabrika mamulü gibidir, tüm hayatları birbirlerine benzer. Aynı şekilde yaşar ve aynı şekilde davranırlar. İnsanların üretmedikleri birçok malzemelerin üretimini bilmektedirler. Biz Güneş ışığını sentezleyip şeker yapamıyoruz ama bitkiler bunu yapabiliyor. Biz bal özünü üretemeyiz ama çiçekler üretmektedirler. Biz çiçeklerden bal özü toplayamıyoruz ama arılar toplayabiliyorlar; bal yapıyorlar, mum yapıyorlar. Teknolojide canlılar hep bizden ileridirler, daima ileri olacaklardır.
Bizim diğer canlılardan farklılığımız daima yenilik yapabilmemizdir. Değişik yerlerde değişik insanlar değişik şekilde araçlar üretmekte, kendilerine özgü dil geliştirmektedirler. Yere göre değiştiği gibi zamana göre de değişmektedir. En ilkel mağaralarda yaşayan insanları diğer maymunlardan kolayca ayırabiliriz. İki ayının yaşadığı ayrı ayrı mağaralara girdiğimiz zaman hep benzer şeyleri buluruz. Oysa insanların her aile evi farklıdır. Hiçbir ailenin ev düzeni diğer ailenin ev düzenine benzememektedir.
İnsan böylece farklı çeşitli yapıya sahip olduğu için varlığını kolayca bilebilmekteyiz. İnsan ilk yaratıldığı günden bugüne kadar hep öldükten sonra yaşamayı arzulamıştır. Buna inandığı için gününü gün etmemiş, daima geleceği için hazırlık yapmış, öldükten sonra da hayatın olduğuna hep inanmıştır.
Ancak son birkaç asırdır dinsizlik ve inançsızlık moda olmuştur. Bununla beraber onlar da sadece sosyal baskı sebebiyle öldükten sonra hayat yoktur demişlerdir. Lenin bir komünist ve ateistti. Öldükten sonra bedeninin çöplüğe atılması gerekirdi. Onlara göre madem ki insan ölünce yok oluyor, öldükten sonra kendisine saygıyı ifade eden çaba nedir?! Heykeller, hattâ heykellere tapmalar, ona hitap etmeler, hep tüm insanların öldükten sonraki hayata inanmalarıdır. Doğada bu kadar süreli aldatmaca duygusu bulmak mümkün değildir.
Öldükten sonra hayat olduğuna dair en büyük kanıt mukaddes kitaplardır.
Tarihte Allah’ın elçisi olduklarını iddia eden kişiler gelmişlerdir. Bunlar Allah’tan kitaplar getirmişlerdir. Bunlarda şu özellikler vardır.
1- Bütün resuller halkın istemediği ve kabul etmediği görüş ve fikirler ile gelmişler, halk kendilerine şiddetle muhalefet etmiş ama sonunda hep resuller galip gelmişlerdir. Söyledikleri doğru çıkmış ve yeni uygarlıklar kurmuşlardır. Bugün yeryüzünde 7 milyar insan vardır. Bunların yüzde 90’ının üstündekiler dört büyük dinin mensubudur. Bu uygarlıklar birkaç bin yıl önce peygamberler tarafından kurulmuştur ve hâlen varlıklarını sürdürmektedirler.
2- Resullerin ikinci özelliği getirdikleri düzenin yeni uygarlık oluşturmasıdır. Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed yeni uygarlıklar oluşturmuşlardır ve uygarlıkların izleri çağımıza kadar gelmiştir.
3- Bunlar önce muhalefet görmüşler ama sonunda insanlar kendi istekleri ile onların etrafında toplanmışlardır. Hazreti İsa bir kızdan babasız doğmadır. Hazreti Meryem ve Hazreti İsa öyle olağanüstü haller göstermişlerdir ki bugün iki milyardan fazla insan Hazreti İsa’nın arkasından gitmektedir.
4- Bunların en büyük özelliği birbirlerini onaylamaları ve uygarlaşmada birer hamle teşkil etmeleridir.
a) Hazreti Nuh ilk olarak bir yazılı şeriat düzenini kurmuştur. Mezopotamya medeniyeti site medeniyetidir.
b) Hazreti İbrahim müsbet ilmî düşünme tekniğini ve mantığını öğretmiş ve ilmi dinden ayırmıştır.
c) Hazreti Musa şeriat düzenini getirmiş, siyaseti dinden ayırmıştır.
d) Hazreti Davut ekonomi düzenini kurmuş, insanlara ekonomiyi öğretmiştir.
e) Hazreti İsa dinin düzen içinde, yeni düzen içinde, laik düzen içinde yerini belirlemiştir.
Yani her azim sahibi peygamber insanlığa ilmî, dinî, meslekî ve siyasî müesseseleri öğretmiştir. Ne var ki bunlar bu inkılâpları ayrı ayrı zamanlarda yaptılar ve uyguladılar. Bunlar eğitme ve alıştırma uygulamalarıdır. Sonunda Kur’an geldi ve dört kurum birlikte dengeli şekilde uygulandı. Kur’an yeni peygamberin gelmeyeceğini ve yeni kitabın inmeyeceğini bildirdi. Vahyin yerini âlimlerin icma ve içtihatları aldı. Aradan 1400 yıldan fazla geçtiği halde yalancı peygamber bile ortaya çıkamadı. Ancak mezhepler oluştu.
Kur’an’ın ilâhi kitap olduğu müsbet ilim kuralları ile sabittir. Bunlara her yorum yaptığımızda işaret etmekteyiz.
İşte bu kitapların hepsi iki şeyi esas aldılar; biri Allah’a inanma, diğer ise âhirete inanma. Büyük dinlerin temeli buna dayanmaktadır. Bu âhiretin en bariz ve kesin delilidir. Yaratan haber veriyor. Ben sizi yarattım, ben yeniden dirilteceğim diyor. İşte bu sûre bu haberlerdendir.
Kur’an’da Fatiha Sûresi’nde “yevmi’d-din” ile bu dirilmeye işaret edilmektedir. Bakara Sûresi’nin ilk âyetleri de doğru yolu arayanlara yol gösteren kitaptır diyor. Bunun için iki yol çiziyor; biri müsbet ilim yoludur, diğeri de peygamberlere gelen vahiydir. Sonra da esas inanılacak şeyin âhirete iman olduğunu ifade etmektedir. Kur’an her sûrede, her anlatışta âhirete işaret etmektedir. O halde kâinatı yaratan bize diyor ki; ben sizi dirilteceğim. Ondan sonra bu hususta tereddüt etmek bu kitaplara inanmamaktır.
Allah insanı yaratmış, onu dalalet içinde kalacak şekilde yaratmış, sonra da başıboş bırakmış şeklinde düşünülmez. İnsanlar evlenmekte, çocuk doğurmakta, ondan sonra da onu büyük çilelerle büyütmektedir. Evladını ortada bırakan birkaç ahlaksız dışında insan yokken, Tanrı kullarını yaratacak ama onlarla ilgilenmeyecek! Böyle bir şey nasıl düşünülebilir.
Kâinatı var eden, insanı var eden insanlara kitaplar göndermiş, onlara gidecekleri yolu göstermiştir. O kitaplarda da öldükten sonra nereye gideceklerini anlatmıştır. Böyle yapması gerekmez miydi? Demek ki tarih gerekenlerle doludur.
Özetlersek, tekrar dirilme ile elimizde dört kaynak vardır.
a) Yaşadığımız kâinat üç boyutludur. Dördüncü boyut zaman çizgisidir. Beş boyutlu uzayda uzanan bir çizgi olan kâinatımızda hiçbir şey yok olmamaktadır. Sadece biz zaman içinde seyahat ediyor, varlıkların doğduklarını, öldüklerini ve değiştiklerini görüyoruz.
b) Madde ve enerji sakımı kanunu olduğuna göre ruhların sakımı kanunu da olmalıdır.
c) Ölüm daha ileri hayata yol açmak içindir. Kâinat çökmekte olduğuna göre daha ileri hayata yol açılmaktadır.
d) Tüm insanlık öldükten sonra yaşama arzusunda olduğuna ve buna inandığına göre, bu gerçektir, çünkü kâinatta yalan yoktur.
e) Allah’tan gelen kitaplar yeniden dirileceğimizi haber vermektedir.
أَلَيْسَ ذَلِكَ
(Ea LaYSa ÜAvLiKa)
“Bu değil mi?”
“Değil mi?” sorusu ile kadirdir manası verilmektedir.
Siz böyle düşünüyorsunuz ama bu ölüyü diriltemeye kadir değil midir diye soruyor.
Toplulukta sosyal fikirler oluşur. Kişilerden hiçbiri ayrı ayrı ona inanmadığı halde topluluk içinde o fikir hâkim olur. Kimse aksini söyleyemez, sosyal baskı vardır. Aksini söyleyen kimseyi topluluk hemen dışlar. Dışlanma korkusu ile kimse söyleyemediği için kimsenin kabul etmediği fikirler toplulukta kimsenin karşı çıkmadığı fikirler şeklinde oluşur. İnsanlar bunun üzerine düşünmezler, o konuları düşünme alanı dışına iterler, tartışılmaz kutsal şeyler hâline getirirler.
Kur’an bu türden düşünmeden sadece topluluğun baskısı ile kabul edilen fikirlere şiddetle karşıdır. Dirilme fikri de böyledir. Topluluklardan kimi tartışmasız âhireti kabul eder, kimi de tartışmasız reddeder. Kur’an bu iki yolu da doğru bulmaz, her şey müzakere edilmelidir ama gerçek ne ise ona uyulmalıdır.
Burada işaret edilen kimse, halk eden, tesviye eden, onu zeker ve ünsa ve zevc olarak eşler yapan kimse, ölüyü diriltmeye kadir değil midir? İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor? O bir nutfe idi, sonra alak oldu da onu halk etti, tesviye etti ve bu sırada onu erkek ve kadın ca’letti dedikten sonra, bu ölüleri diriltmeye kadir değil midir diyor.
Allah bize bu yolla müsbet düşünceyi de öğretmektedir. Zoru yapan kolayını daha çok yapabilir ilkesidir bu. Mademki başlangıçta yeniden canlıyı var etti, buna gücü yetti, o zaman onu yeniden var etme daha kolay olmalıdır. Bu bir ilkedir. İdame ibdadan kolaydır. Biz bunu iş hayatında ehliyette kullanıyoruz. Bir işi devam ettirmek işe başlamaktan kolaydır. İlk ehliyetliler işe başlayabilirler ama işçiler ancak başkalarının başlattıkları işi yapabilirler.
Biz bir varlığı bize göründüğü şekliyle biliriz, görmediğimiz tarafını bilmeyiz. Allah’ın bize görünen tarafı sünnetullahtır. Biz Allah’ın kendisini değil yaptıklarını bilebiliriz, bize olan emirleri, bize ait olan hükümleri ve nimetleri biliriz.
İnsan Allah’ın halifesi olarak kendisinin kıymetini bilmelidir. Bir devletin görevlisi bekçiye karşı çıktığında bekçi ona ‘sen devlete karşı çıktın’ der. Yani devletin en uzak bir yerdeki görevlisi bile kendisini devlet olarak görür. Onun kararları devlet kararları olur. İnsan da Allah’ın görevlisi olduğuna göre, insana karşı çıkma devlete karşı çıkmadır. İnsanın kendisine karşı çıkması Allah’a karşı çıkmasıdır.
Allah insanı iki elimle yarattım diyor. Yani insanın iki tarafı vardır. Biri Allah’ın halifesi olarak içtihadını yapar, Allah adına karar verir. Allah’ın halifesi olarak O’na vekâleten karar verir. Sonra da aldığı emri kul olarak uygular.
İşte bu yüce varlık başıboş terk edilmeyecektir. Görevini yaparsa mükâfatlandırılacak, görevini yapamazsa cezalandırılacaktır. Halk eden insanı böyle halk etmiş, O’nu kendisine görevli yapmıştır. İnsanı görevini yaptığı zaman mükâfatlandıracak, yapmadığı zaman cezalandıracaktır. Bizim elbette O’na sen niye böyle yapıyorsun diye sorma yetkimiz yoktur. Çünkü O “Yef’alu Mâ Yeşa”dır.
بِقَادِرٍ
(Bi QVAvDiRin)
“Kadir”
Bir motora benzin koyarsınız. Bu yüksek enerjidir. Emr dir. Bu yüksek enerji etki etme özelliğine sahiptir. Buna “kuvvet” diyoruz. Kuvvetin kâinattaki miktarı sınırlı değildir. Kuvvet ile yolun çarpımı bize iş yapar. Buna “kudret” denmektedir. Enerji artıp eksilmez ama kudret gittikçe azalır. Yakıtta yüksek enerji vardır. Kimyasal enerji olarak depolanmıştır. Bu enerjinin kaynağı Güneş ışığıdır. Yakıt yandığı zaman yüksek enerji düşük enerjiye dönüşür. Buna “kudret” demekteyiz. Kâinatta kudret gittikçe azalmaktadır. Hidrojene depo edilen yüksek enerji ışık hâlinde ortaya çıkar, o da ısıya dönüşerek düşük enerjiye dönüşür. İşte bu kudrettir.
Kudret miktarla aynı köktendir. Kudretin miktar olduğu anlaşılmaktadır. Takdir etmek ölçülendirmek demek olduğu halde “kadir” gücü yetme anlamındadır.
“Kıdr” kazandır. İçine ölçülü miktarda malzeme konur, kaynatılır ve yemek olur.
“Takdir etmek” demek, konacak malzemelerin neler olduğunu hesaplamak demektir, plan yapmak demektir.
“Kadr” ise kazanın içine malzemeleri doldurmak demektir.
Allah halik olduğu gibi kadirdir de, her şeyi ölçülü yapmıştır.
Ölçüsüzlük hastalıktır. En korkunç hastalık kanserdir. Kanserde hücreler ölçüsüz çoğalmaktadırlar. Hâlbuki diğer hücreler uygun sayıda üretildikten sonra artık çoğalmazlar, eksilirse veya ölürse yerine yenilerini üretirler.
Allah takdir etmeye yaratılışla başlamıştır.
Başlangıçta zaman ve mekânı var etti, madde ve enerjiyi var etti. Dört şeyi varsayım olarak öğreneceğiz, bunları anlatmamız mümkün değildir. Bunları ölçen birimleri de biz seçeceğiz.
Önce uzunluk birimini seçiyoruz, “santimetre” diyoruz.
Zaman birimini seçiyoruz ve buna “saniye” diyoruz.
Bir de kitle birimini seçiyoruz, buna “gram” diyoruz.
Enerjiyi biz tarif ediyoruz. Bir gram maddenin taşıdığı hızın karesinin yarısına “enerji” diyoruz.
En = 1/2b m* v2 birimi (gram * Uzunluk^2 / Zaman^2 dir.)
Enerjinin mekâna türevine “kuvvet” diyoruz.
dEn/dx = Kuvvet. Kuvvetin birimi gram*Cm /Sn^2
Kudret ise bunun zamanla çarpımıdır. Birimi gr* Cm/sn dir.
Aynı doğrultuda giden iki madde büyük kudrete sahiptir. (m1+m2)* v^2 kadar enerjiye sahiptir. Oysa aksi istikametlerde giden iki kitle sıfır kudrete sahiptir. Çünkü kudrette işaretleri ile toplanmaktadır.
Biz Allah’ın kudretini de bizim kudret anlayışımız içinde tanımlıyoruz. Aynı şekilde hesaplıyoruz. Çünkü insanın anne karnındaki gelişmesi olayına benzeterek dirilmeyi tasvir ediyor.
Yani Allah belli enerjinin seviyesini düşürecek, böylece ölmüş ve donmuş olan beden ayağa kalkacaktır. Başka bir ifade ile üç boyutun dışına çıkarılıp zaman yolculuğundan geri alınan beden bir yerde tekrar zaman yolculuğu içine alınacaktır. Artık tüm insanlar birlikte kendi zamanlarını oluşturacaklardır.
Dağ başında kar yağmış ve yığılmıştır. Yazın Güneş ışığında erimekte ve denize doğru gitmektedir. Her aşağıya indikçe enerji ısı enerjisine dönmektedir. Aşağıya doğru indikçe enerjisini kaybederek ısınmaktadır. Diğer taraftan da uzaya ısı yayarak soğumaktadır. Sonunda denize ulaşmakta ve orada ısı deniz suyuna eşit hâle gelmektedir. Karın tepede yığılmış olması bir kudretin sonucudur. Suyun denize ulaşması ise kudretle değil kendiliğinden olmakta ve ısıyı vermektedir.
Biz eğer bu suyun önüne baraj yapar ve elektrik santralini kurarsak, o zaman su sahip olduğu düşme enerjisi ile iş yapmaktadır. Mesela tekrar ışık olabilmektedir. İşte, kadir olma demek, yüksek enerji düşük enerjiye inerken ondan yararlanarak yüksek madde oluşturmadır.
Allah nasıl kâinatı yeniden yaratırken başlangıçta enerjisini kullanmadan var ettiyse, şimdi de mevcut enerjiyi kullanmadan bizi yeni enerjisi ile de diriltebilecektir. Böyle değil de mevcut enerji ile dirilteceğini ifade etmektedir.
Buradan şunu öğreniyoruz ki âhirete gittiğimizde dünyanın sıfırlanmış kudreti yeniden şarj edilmiş olacaktır. Güneş’in enerjisi bitmiş olacak ve yeniden enerji ile şarj edilecektir.
Bu nasıl olacaktır?
Yıldızlar helyuma dönüştükleri gibi aynı zamanda kara deliğe gitmektedirler. Kara deliğin kütlesi artmakta, dolayısıyla basınç yükselmektedir. İşte bu basınçta helyum parçalanıp yeniden hidrojene dönüşmektedir. Bu da yeni patlamanın sebebi olabilmektedir. Yani kâinat 30-40 milyar yılda bir defa patlamakta, büyümekte, sonra tekrar büzülmekte, böylece birçok kıyametler olmaktadır. “Bikadirin” kelimesi ile bunu istidlal edebiliriz. Kadirlik yeniden ibdadan farklıdır. Mevcut sistem içinde enerjinin kullanılmasıdır.
عَلَى أَنْ يُحْيِيَ
(GaLAy EaN YuXYıYa)
“İhya etmeye”
“Hay” diri demektir. “Hyy” kendi benzerini üreten makinedir. Canlı öyle makinedir ki o makine faaliyete geçtiği zaman kendisine benzerini üretmektedir.
Allah da haydır. Çünkü kendi benzerini değil ama kendi halifesini üretmektedir.
Hayatı böyle tarif ettiğimiz zaman bir kimsenin hay olması için onun ölmesi şart değildir. Ruh bedenden ayrıldığı zaman hay mıdır? Hayır, değildir, çünkü o esnada bir şey yapmamaktadır. Âhirette insan kendisine benzerini üretemeyeceğine göre nasıl hay olmaktadır?
Âhirette de insan çalışacak, neslini çoğaltmasa da canlılar üretecektir. Mesela kendisine yedek araba beden yapabilecek, istediği zaman istediği bedeni kullanacaktır. Bedenler arası bağlantılar olabilir. Ehli tasavvuf hep böyle bir durumu hasretle beklemiştir. Mevlana bir yerde namaz kılmış, terliğinin birisini unutmuş, ertesi gün kendisine kırk yerden terlik gelmiş. Bu gerçek değildir ama insanın böyle bir durumu arzuladığı anlaşılmaktadır. Bu arzu âhirette buna benzer bir durumun habercisidir.
Ölüm faniler için mukadderdir. Hayat geçicidir. Diğer canlılar ve bitkiler için de mukadderdir. Hayvanlar için âhirette ölümsüzlük var mıdır? Hayvanlardaki ruh tenasüh ilkeleri içinde oluşmuş olabilir.
الْمَوْتَى (40)
(elMaVTAy)
“Ölüler”
“Ölü” yok olan anlamında değildir. Ebedi olan arşın var olduğu günden bugüne kadar aslında mevcut olan varlıklardır. “Siz ölüler idiniz” âyetinden anlıyoruz ki bizim heykellerimiz zaten vardı. Biz o heykeller içinde geziniyorduk. “Diriltti” demek, ruhla ilişki kuruldu demektir.
Diriltme ne demektir?
Arabanın kontağını çevirip çalıştırma demektir. Araba yapma ve içine benzin koyma nerde, kontağı kapalı bir arabanın kontağını çevirme nerde.
“İmate etmek” insanın beden arabasının kontağını kapatmak, “diriltme” demek kontağını açma demektir. Ölümde aynı arabanın değil başka arabanın kontağı açılmaktadır. Uykuda ise aynı arabanın kontağı açılacaktır.
“El-Mevtâ” marife getirilmiştir. İstiğrak için olabilir yahut kastedilen kişi olabilir.
Sûrenin sonuna gelirken yeni bir şey öğrenmiş olduk. “Siz mevta idiniz” dendiği zaman, sizin dördüncü boyuttaki heykelleriniz zaten vardı demektir. Kur’an’ın müteşabihleri müsbet ilmin verilerinde muhkemat hâline dönüşmektedir.