Kıyamet Sûresi-3
بسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم
***
بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ (5) يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ (6)
فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ (7) وَخَسَفَ الْقَمَرُ (8) وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ (9)
يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ (10)
بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ (5)
(BaL YUvRiDu eLEiNSANu LiYaFCuRa EaMAvMaHu)
“İnsan emamını fecretmek istiyor.”
Sûre “Kasem” ile başlıyor, sonra “Eyahsebu” ile devam ediyor, sonunda “Eyahsebu” bölümü ile bitiyor. Sonra dört bölüm geliyor. Biri “Bel” ile ikisi “Kellâ” ile başlıyor. Böylece sûre biri yemin olmak üzere 7 bölümden oluşmaktadır. “Kasem” de iki bölümdür. Sûre 8 veya 7 bölümdür. “Fatiha” da “Besmele” ile beraber 8, besmelesiz 7 bölümdür. İlk büyük sûre Tevbe ayrı sayılırsa sekiz, sayılmazsa 7 sûredir. 8’li sistemde bir değişiklik yapılarak 7’li yapılıyor. Bu da Kur’an’ın kurallı sayılar içinde bir özelliğidir.
Burada “Kellâ” ile “Bel” harfleri getirilmiştir. Bundan önce de “Belâ” kelimesi getirilmiştir.
Demek ki “E, Belâ, Bel ve Kellâ” kelimeleri bu sûrede özel olarak getirilmiştir.
Bu dört kelime üzerinde durmamız gerekmektedir.
“Kellâ” 33 defa, “Bel” 127 defa, ikisinin toplamı 160 defa geçmektedir.
Altı yerde “Kellâ Bel” şeklinde geçmektedir.
“E” soru hemzesi kendisinden sonra gelenin kötülüğünü veya yanlışlığını ifade eder.
“Belâ” kendisinden önce gelen menfiyi müsbet yapar. “Lâkin” kendisinden önce geleni tashih eder.
“Bel” Arapçada kendisinden önce geleni meskût bırakıp doğrusunu söylemesidir. Buna göre burada “Belâ”dan sonra “Bel” gelmiştir. Müsbet bir cümledir. Onu meskût bırakması söz konusu olmaz. Bu sebepledir ki tefsirciler “Yahsebu”ya atıftır demişlerdir.
Kemikleri cem etmeyeceğini sanıyor. O öyle hesap etmiyor, onun emamını fucur etmeyi murad ediyor yahut fecr etmeyi murat ediyor.
Bu âyetlerde önemli bir hususa işaret edilmektedir. Hayatta sürtünme vardır, direnme vardır. Sürtünme araba çekerken zararlıdır ama sürtünme olmasa hayat olmaz. Biz eğer yürüyebiliyorsak, koşabiliyorsak, sürtünme sayesinde bunları yapabiliyoruz. Kaygan yerde neden düşeriz? Çünkü orada sürtünme yoktur.
Topluluklarda da sürtünme vardır. Siz bir şey yapmak istersiniz, çevreniz karşı çıkar, direnir. Siz onu yenerseniz istediğinizi yaparsınız. Eğer çevre karşı çıkmazsa kaygan zemin üzerinde kayarsınız. “İnsan kemiklerin cem edilmeyeceğini hesap ediyor” haberinden sonra bize, hayır kemiklerin cem edilmeyeceğini hesap eder görünse de, gerçekte derdi geleceği hakkında bilgi edinmedir. Geleceği hakkında meraktadır ama onu ikna eden bir delil bulmadığı için inanmıyor. İşte Kur’an diyor ki; o aslında öyle hesap etmiyor, itiraz ederek inandırıcı delil istemektedir.
Bu deneme melekesi çocukta da görülür. Çocuk muhalefet eder, inat eder. Karşı tarafın direndiğini görünce teslim olur. Böylece onun kural olduğunu öğrenmiş olur. Eğer direnemezse kural mı yoksa istek mi olduğunu bilmez.
Anne çocuğun isteklerini yapmak ister ama yapıldığı takdirde yararlı olup olmadığında tereddüt içindedir. Kocasına muhalefet eder, kocası ısrar eder ve kararından vazgeçmezse onun kural olduğunu, başka türlü yapılamayacağını bilir ve artık direnmez.
Halk nezdinde başkanlar için de durum böyledir. Başkanları bir şey söylediği zaman halk ona karşı çıkar, direnirler. Hattâ çoğu zaman başkan tek başına kalır. İşte halk başkanı kararlı görürse sonra toptan itaat eder.
Fiil “Fucur” kökünden mastar olursa insan gelecekteki suçlara zemin hazırlamak için âhireti inkâr etmektedir.
Sermaye kendi sömürüsünü devam ettirmek istediği için bugün ateizmi bütün imkânları ile yaymaktadır. Bütün insanlar onun bu fucuruna esir olmuş bulunmaktadır. Âhirete inanmayı ilmî olmayan bir konuya inanma şeklinde anlatmaktadır. Oysa âhiretin varlığı ilmin verileri ile sabit olmuştur. Tekrar edelim.
Hiçbir şeyin ve ruhun da yok olmayacağı ilmî kuralı...
Dört ve beş boyutlu uzay (daha önce anlatıldı) kuralı...
Herkesin öldükten sonra yaşama arzusu...
Peygamberlerin verdikleri haberler...
Sermayenin bu küfür iradesi ilmen delil bulamamasından doğan bir inkâr değildir. İnsanları sömürebilmesi için onların dinsiz olmalarını istemektedir. Yahudilerin cennete yalnız kendilerinin gideceği iddiaları işte böyle bir sömürü anlayışına dayanmaktadır. Herkes ben cennete gideceğim, diğerleri kâfirdir inancı içinde birbirlerine düşman olmakta ve böylece sermaye kendi keyfine bakmaktadır.
بَلْ
(BaL)
“Bel”
Arapçada “Bel” kendisinden önceki cümle ikinci cümlenin nefy edeni ise yani biri olumlu diğeri olumsuz ise kelime lâ manâsında olup öyle değil böyledir anlamındadır. Her ikisinin de doğru olma ihtimali varsa o takdirde “Bel” birinci cümleyi meskut geçer, hattâ onaylar, ikincisini daha da güçlendirir.
“Aleyye elfun bel elfeyni” (Bin borçluyum, hayır ikibin) demekten, bir değil ikibin TL borcum var anlamı çıkar. “Aleyye elfun lehu bel aleyhi elfun liye” derseniz, o zaman lâ manâsına gelir. Kur’an her iki şeklini de kullanmaktadır.
Buradaki “Bel” iki manâyı da taşır. Onlar kemikleri cem etmeyeceğimizi mi sanıyorlar. Hayır, onlar öyle sanmıyorlar, onu bahane ederek kendilerinin önlerini açmak istiyorlar, halkı kandırarak kendilerine tabi kılmak istiyorlar.
İkinci manâsı; onlar öyle hesap ediyorlar, daha kötüsünü yapıyorlar. Önlerinde fisk-u fücur peşindedirler.
“Hesap mı ediyorlar” ifadesine iki tashih gelmiştir. Biri “Belâ” biri “Bel”. “Belâ” hesap ettiklerinin yanlış olduğunu, tam aksine benaneleri de düzletmeye kadir olduklarını düzeltmektedir. Orada düzeltilen onları hesap etmeleri değil de hesap ettiklerini düzeltiyor. Burada ise hesap etmelerini düzeltiyor. Yani kendilerinin hesap etmelerindeki eksikliği düzeltiyor.
يُرِيدُ
(YUvRiDu)
“Murad ediyor.”
“İrade etmek” demek olmasını istemek demektir. Bir işi yapmaya kalkışmak iradedir. “Meşiet” bir şeyin olmasına karar vermektir; zamanını tayin etmezsin, plan yaparsın, gününü beklersin. “İrade” ise düşüncede oluşturma değil fiilen oluşturmadır. İnsan yapmak istiyor, yapmaya çalışıyor. Ne yapıyor? İnsanlığı dinsizleştiriyor.
Sermaye dünyayı sömürebilmek için dört müessesenin düşmanlığını yapmaktadır.
1) Aile müessesesini yıkarak insanları işçi hâlinde çalıştırmak için var gücüyle aile birliğini ve varlığını yıkmak için çalışıyor. Asıl muradı insanları kendisine köle yapmaktır.
2) İnsanları âhiret inancından uzaklaştırarak sadece çıkar peşinde koşmayı sağlayarak kendisine uşaklık yaptırmak istiyor.
3) İnsanların elinden mülkiyet ve miras imkânlarını yok ederek, karın doyurmaktan başka herhangi bir gaye ve meşgale bırakmıyor.
4) Zalim faizli devlet düzeni uygulaması ile insanları devletlerine düşman ediyor ve kendi sömürüsünü hazırlayıp sürdürüyor.
Sömürü sermaye bunu yaparken insanlık da maalesef onun peşinden gitmekte ve o ne söylerse onu yapmaktadır. “İdam kalkacak!” diyor; kalkıyor! “Lâiklik” adı altında dinsizlik yapıyor; dinsizlik moda oluyor. “Zina kanunileşecek” diyor; kanunla meşrulaştırılıyor!..
الْإِنسَانُ
(eLEiNSANu)
“İnsan”
“İnsan” kelimesi cins isimdir. Yani insanın yapısını temsil eder. Müfredi ve cemi yoktur. Erkeği veya dişisi yoktur. “İnsan öyle mi hesap ediyor” ifadesinden sonra “el-İnsan” tekrar edilmiştir. Bunun izharı yukarıda tanımlanan insanın başka yönünü gösteriyor demektir. Bu kelimenin iadesi onlar öyle hesap etmiyorlar manâsını pekiştirir.
İnsanın mütereddit olması, âhirete bir türlü inanmaması da onun hilkatinden ileri gelmektedir. Bütün müsbet ilimlerle insan âhiret hayatını bildiği halde, hisleri sayesinde bazen ‘yoksa öldükten sonra dirilmeyecek miyim’ diye aklından kuşkular geçer. İnsanın yapısı böyledir. Bile bile tereddütler içinde olur. Bilmek başkadır, inanmak başkadır.
Sigaranın zararlılığını bilmeyen doktor yoktur ama pek çok doktor sigara içmektedir.
Şeytan Allah’ı bilmiyor değildir ama ona inanmıyor.
İşte, iman bilme ile ilgili değildir.
İnsan doğru şeylere inandığı gibi bâtıl şeylere de inanabilmektedir. İman etmek için önce müslim olacaksın. Ben hakka iman etmek istiyorum, ben âhirete iman etmek istiyorum diyeceksin, teslim olacaksın. Âhirete iman demek sorumluluğa imandır. Ben yaptıklarımın hesabını vereceğim diyebilecek ve insan ona göre amel etmeye çalışacaktır.
İkincisi ise iman etmiş topluluğa katılacaksın. Öyle yaparsan onların imanları sana da intikal eder, onların imanları seni etki altına alır ve sen de iman etmeye başlarsın.
Üçüncüsü ise ibadettir. Allah’ın emrettiği ibadetleri yapmaya başlayınca kalbin mutmain olur ve imanını ziyadeleştirirsin.
Dördüncüsü ise müsbet ilimle teyit edilmesi. Bu hem imanını ziyade eder hem de yanlış ve bâtıl inançlardan korur. Hak din ile bâtıl din arasındaki fark müsbet ilimle kontrol edilmelidir. Müsbet ilim yeterli değildir ama Kur’an’da müsbet ilme aykırı bir şey bulunamaz. Müsbet ilim Kur’an’ın Allah sözü olduğunu kanıtlar.
لِيَفْجُرَ
(LiYaFCuRa)
“Fecr etsin diye.”
İrade kelimesi bir mef’ul alır. “En Yafcura” olması gerekirken “Li Yafcura” olmuş.
İnsan neyi irade ediyor?
Dinsizleştirmeyi murad ediyor.
Niçin?
Önünü fucur etsin diye.
Neyi murad ediyor?
Yukarıda saydığımız şeyleri murad ediyor.
Yani insanları dinsizleştirmeyi murad ediyor.
Niçin?
Önü fecr olsun veya fucur olsun diye.
“Facr” suyun topraktan kaymasıdır.
“Fecre” sabahları ışığın ufuktan çıkıp yayılmasıdır.
“Fucur” ise takvanın karşılığıdır. Şeriat düzeninin dışına çıkıp taşması fucurdur.
“Fısk” düzeni bozarak şeriatın dışına çıkmadır. “Fucur” ise düzeni bozmadan bir yol bulup ayrılmadır.
أَمَامَهُ
(EaMAvMaHu)
“Emamını.”
“Vera” arkadır, “Emam” öndür. Bunlar yön olarak böyledir. “Kubul” ile “dübür” ise insanın bedenini gösterir. “Emam” mekânda olduğu gibi zamanda da olabilir. Burada zamandır. Geleceği anlamındadır. Kendi önünü fecr etmek murat ediliyor.
Şimdi tekrar “insan” kelimesine dönelim.
“İnsan” ya tüm insan genetiğine sahip olan varlığın yani insanlığın cins adıdır ya da fert olarak insanın adıdır. İnsanın iki kişiliği vardır. Biri topluluğun ferdi olmak, diğeri ise topluluktan bağımsız insan olmak. İnsan çalışırken topluluk içinde ferttir. Eve döndüğü zaman topluluktan ayrı bir kişidir. Bu özellik yalnız insana has bir özelliktir.
Diğer canlılar ya birlikte yaşarlar, artık özel varlıkları topluluk içindedir, ya da topluluktan ayrı varlıklardır, topluluk içinde üyelikleri yoktur. Ortaklık üyelik değildir.
Hesap eden insan bağımsız kişi olan insandır. Önünü fecr eden insan ise topluluğun içinde ferttir. “Allah” kelimesinin nasıl iki manâsı varsa “insan” kelimesinin de böyle iki manâsı vardır. Biri doğrudan sorumlu özel kimliği olan insan, biri de topluluğun üyesi olan insan.
يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ (6)
(YaSEaLu EyYAvANa YaVMu eLQıYAvMaTi)
“Kıyamet yevmi eyyan diye sual ediyor.”
İnsanlarda acelecilik vardır. Herkes bir an evvel büyüyeyim ve evleneyim der. Büyür, iş bulur, normal çalışırken emekli olmakla uğraşır. Oysa emekli olmak demek ölüme yaklaşmak demektir. İnsan; gündüz olur, ‘ne zaman akşam olacak’ der, akşam olur, ‘ne zaman sabah olacak’ der. Gündüz gece koşup durur. Kıyamet olacağını duyunca, bu sefer de ‘kıyamet ne zaman’ der. Bunu iki amaçla sorar; ‘hani kıyamet olacaktı, ne oldu, kıyamet ne zaman’ der. İnkâr amacıyla bunu söyler; ‘neden gecikti, neden gelmiyor’ der.
Biz bile düşünürken kıyameti milyonlarca yıl beklemek istemeyiz. O kadar uzun zaman yok olacağız der, bir an evvel gelmesini isteriz. İnsan kendisini daima kurtulmuş görür. Onun için cehennem korkusu yoktur ama cennet ümidi vardır, bu sebeple bir an önce gelmesini talep eder. Beklediğin bir insan gelmezse nasıl olacak da gelecektir.
Bundan önceki derste sizinle mekân kavramını paylaşmış ve üç, dört, beş boyutlu uzaylardan bahsetmiştik. İnsan aklı zor kavrar ama matematik onu kolayca ortaya koyar, fizik de onu açıklar.
Zamanda da acayip bir durum vardır. Güneş’te oluşan ömürleri kısa parçalanan cisimler vardır. Bazılarının ömrü saniyelerden de azdır. Güneş’te var olan bir atomun yola çıktıktan sonra saniye geçmeden parçalanması gerekir. Oysa dünyaya gelinceye kadar yolculuğuna sekiz dakika devam etmiştir, çoktan parçalanıp yok olması gerekirdi. Hâlbuki yeryüzüne gelmekte, Güneş ışığının vurduğu yerde o maddeler elde edilmekte, onlar dünyada parçalanmaktadır. Bunun nasıl ölçüldüğünü de merak etmeniz gerekmektedir. Bu parçalanmada özel ışık yayınlanıyor. Biz o ışığı görünür hâle getiririz. Güneş ışığının çarptığı yerde diyelim radyumun parçalanmasından çıkan ışık çıkıyorsa, orada radyum parçalanmış demektir. Sekiz dakika beklemiştir. Yani o esnada zaman durmuştur.
Zamanın durduğunu gösteren başka denemeler de vardır. Cisim hızlanınca Newton kanunu çalışmaz, sanki kitle büyümüş olur. Bize yaklaşan ışıktan çıkan ışığın hızı ile bizden uzaklaşan ışığın hızı aynıdır. “c” ışık hızı ise “v” de cismin hızı ise;
Uzaklaşan cismin aldığı yol (c+v)*zaman = alınan yol olmalıdır.
Yaklaşan cismin aldığı yol (c- v)*zaman = alınan yol olmalıdır.
Bunları çarparsak (c^2-v^2) * z^2 = yolu^2 = z^2*c^2 olacaktır.
Çünkü azami hız “c”dir. Işıktan daha fazla hız alınamaz.
Z = Zi / (1-v^2)^0.5 bulunur.
“Zi” bizim yaşadığımız zamandır, “z” ise ışık hızına yakın giden cismin yaşadığı zamandır. Bizim bir senemiz onların milyon senesi olabilir.
Yani ölen kimsenin ruhu hızlı giden uzay aracına bindirilirse, bu dünyada milyar seneler geçtiği halde o birkaç saat yaşamış olabilir. Yani bizim kıyameti acele istememizden ziyade bizim zamanımızın kısalmasını istemememiz gerekir.
Kur’an’da bu zamanın izafiliğine değişik yerlerde işaret edilmektedir. Yirminci yüzyılın fiziği bunu ispat etmiştir.
İki cisim birbirine çarptığı zaman iki olay meydana gelir. Biri enerji sakımı kanunu olduğu için enerji toplamı sabit kalır.
1/2* m*v^2+1/2 mo*c^2= 1/2* (m+mo)*(v+vo)^2
Burada “m” cismin kütlesi, “mo” ışık parçacığının kütlesi, “v” ışık cisme çarpmadan önceki hızdır, “vo” ise ışık çarptıktan sonraki hızdır.
m *((v+vo)^2-v^2) = mo*(c^2 -( v+vo)^2)
2*m*v*dv =2*dm (1- (v/c)^2* c^2
v/c* d(v/c)/(1-(v/c)^2)= dm/m
Bunun entegrali
m= mo/ (1-(v/c)^2)^0.5 bulunur.
Yani cisim hızlanınca parçacık sayısı artmaz ama kütlesi büyür gibi etki eder.
Yukarıda anlattıklarımı çoğunuz takip edemezsiniz ama bilene sorar onayını alabilirsiniz.
Demek ki zaman da mekân da izafidir. Fizik kanunları Allah’ın onlara verdiği özelliklerin sonucudur. Kıyamet zamanı herkes için ayrıdır.
يَسْأَلُ
(YaSEaLu)
“Sual ediyor.”
“Seele” “sehele” kelimesinden gelmektedir. Yani kolayca işi halletmedir. Bilmediğinizi bilene sorarsanız zahmetsizce bilmediklerinizi öğrenebilirsiniz. Dilenirsiniz. Yine zahmetsizce yaşarsınız. Arapçada dilenmek ile sormak aynı kökten gelmektedir. Burada da kolayca öğrenme arzusudur.
Kıyamet ne zaman olacak?
Kur’an nâzil olduğu zamanlarda insanlar kıyamete o kadar kilitlendiler ki âhiret hazırlığını yaparken gelmesini de gün içinde beklediler. Kur’an kıyametin ne zaman olacağını gayb haberlerinden saymıştır. Biri Hazreti Peygambere sorular sormuş, o da cevap vermiş; sonra kıyameti sorunca ona cevaben ‘sorulan sorandan fazla bir şey bilmiyor’ demiştir.
İnsanlar hâlâ bu hususta sorular sormaktadırlar. Bir insanın nominal ömrü 100 yıldır, bunu bilebilmekteyiz. İnsanların çoğu ömrünü doldurmaz, bazıları geçer. İşte onu bilmek zordur. Kâinatın nominal yaşı hesaplanabilmektedir.
a) Kâinat ışık hızıyla büyümektedir. Çapını ölçebiliyoruz. Yaşını buradan hesaplayabiliriz.
b) Kâinatta entropi büyümektedir yani soğumaktadır. Bugünkü ortalama sıcaklığı kâinatın yaşını verir.
c) Güneş ışığını yaymakta ve tüketmektedir. Şimdiye kadar yaktığı hidrojen miktarı ile Güneş’in ömrünü hesaplayabiliriz.
d) Yeryüzündeki taş parçalarının ömürlerini radyoaktifliği ile bilmekteyiz. O halde yeryüzünün ömrünü bilebiliriz. Bu yollarla ölçülmüş ve 13,7 milyar yıl bulunmuştur.
Kalan ömrün hesabını da bunlara göre bu verilere dayanarak yapabiliriz.
a) Galaksiler birbirinden uzaklaşmaktadır. Birbirinin ışığını almadıkları zaman iç basınç artacak ve yıldızlar kara deliğe düşeceklerdir.
b) Galaksideki sürtünme kuvvetleri yıldızları birbirine yaklaştırmaktadır. Belli miktarda yaklaşınca hız artacak, sürtünme artacak, yıldızlar döküleceklerdir.
c) Entropinin büyümesi etkisiz hâle geldiği zaman kıyamet zamanı hazır olmuştur.
d) Kâinatın çapı dört boyutlu küre yüzeyinde büyümektedir. Bir gün küçülmeye başlayacaktır. O zaman da başka bir âleme geçmiş olacağız.
Bu verilere dayanarak kıyametin olma zamanı hesaplanır ama bu nominal ömürdür. Çok önce kıyamet olabilir, hesapladığımız günlerden de ileri gidebilir.
أَيَّانَ
(EyYAvNa)
“Hangi an”
“An” kelimesi Arapçadır. “Bir anda” dediğimizde Türkçede saniye olarak kullanılmaktadır. Kelime birleşmiştir. “Metâ” da ne zaman anlamındadır. “Metâ”da gelmesini istediğiniz zaman söylersiniz. “Metâ teci” dediğiniz zaman gelmesini bekliyorsunuz, onu soruyorsunuz. “Eyyâne teci” demek sadece bilgi almak için sorarsınız.
Bugün zaman dünyanın Güneş etrafında dönmesiyle ölçülmektedir. Ölçme birim zamana göre yapılmalıdır. Kâinatın çapını hidrojen atomundaki elektronun atom merkezine olan uzaklığını ele aldığımız zaman birini sabit kabul edersek diğerinin değişmesi bize zamanı verecektir. Bu da ışık hızı ile ölçülecektir.
Zaman ile hızın çarpımı bize alınan yolu vermiş olur. Yol yörünge uzaklığı olduğuna göre ışığın dalga boyu bize zamanın ölçüsünü verecektir. Görülüyor ki günümüzü sayarak zamanı kolayca bildiğimizi sanırız. Oysa dünyanın dönmesi yavaşlarsa zaman allak bullak olur.
Müsbet ilimleri ve sosyal ilimleri ne kadar çok bilirsek Kur’an’ı o kadar daha kolay anlar hâle geliriz. Yapacağımız tek şey vardır, beşikten mezara kadar öğrenmek ve öğretmek, böylece uygarlaşmaya katkıda bulunmaktır. Âhirete gittiğimiz zaman yaptıklarımız kadar öğrendiklerimiz ve öğrettiklerimizle sorumlu olacağız.
يَوْمُ
(YaVMu)
“Yevm”
“Yevm” Nil gibi durgun akan büyük nehir demektir. Zaman zaman kabarır ve iner, bu sebeple zamanın dönemlerine de “yevm” denir. Yıl bir yevmdir. Bir asır da bir yevmdir, gün de bir yevmdir. Karine yoksa 24 saatlik gün anlaşılır.
“Kıyamet yevmi” demek kıyamet dönemi demektir. Kâinatın ömrü bitip saat gelince gök ve yer başka yere değişecektir, yeniden düzenleme olacaktır. Biz yeniden kıyam edeceğiz, yani ayağa kalkıp yürümeğe başlayacağız. Kişiye göre uzun veya kısa zamanda hesaba çekileceğiz. Sonra hesabımız görülecek, cennet veya cehenneme gidecek veya orada biraz daha kalacağız.
Şöyle ifade edelim. Şehitler hesap vermeden cennete gideceklerdir. Müşrikler de hesap vermeden cehenneme gideceklerdir, çünkü onların cezası en ağır cezadır. Diğer halk ise adım adım, saniye saniye olarak dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Hesabı tamamlananlar cennete veya cehenneme gideceklerdir. Cehennemden kurtulabilmiş ama cennete gitmeyi de hak edememiş kimseler ise orada çalışıp cennete gideceklerdir.
İşte bu geçiş dönemi kıyamet yevmidir. Marife gelmiştir.
الْقِيَامَةِ (6)
(eLQıYAvMaTı)
“Kıyamet”
“Kıyam” kalkmadır, masdardır. İsimleşince sonunda “t” alır. Burada masdar değil isimdir. Onun gelmesi değil onun olması ifade edilmektedir. Yoksa yevmu’l-kıyam denirdi.
Bu geçiş döneminde araf vardır. “Arafa” yüksek yerdir. “Araf” en yüksek yer demektir. Cennet ile cehennem arasında sur vardır. Surun üst tarafında rical vardır.
Bu sur nedir?
Bir ocak düşünün, ocağın içinde ateş yanmaktadır. Surlar iki kat olur. En iç cennet, orta araf ve en dış cehennem.
فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ (7) وَخَسَفَ الْقَمَرُ (8) وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ (9)
(FaEiÜAv BaRıQa eLBaÖaRu Va PaSAFa eLKaMARu Va CuMiGa wlŞaMSu Va eLQaMaRu)
“Basar bark ettiği, Kamer husf ettiği ve Şems ile Kamer cem olduğunda.”
Bundan önceki âyette insanın kıyamet ne zamandır diye sorduğunu beyan etmiştir. “Kul İzâ” deyip “Fe yekunu’l-kıyamet” şeklinde cevap verilirdi. Biz böyle söylerdik. Bunun yerine Allah “Kul” yerine “Fa” getirerek kıyametin oluş zamanını açıklamaktadır. Buradaki “Fa” harfi önce cevabın yalnız onlara cevap olmadığını, genel açıklama yapıldığını ifade etmektedir. Buna açıklama “Fa”sı diyebiliriz. Daha önce söylenen cümle teyit edilir, daha fazlası açıklanır. Bu takdirde “Fa” getirilir.
Peki, sorunun cevabı ne olacaktır?
Sorunun cevabı hazf edilmiş, onun yerine cevap ayrı konu olarak anlatılmıştır. Bize onlara böyle söyleyin emri gelmemiştir. Aksine siz böyle anlatın denmiş olmaktadır. Bu da çok önemli bir kuraldır. Biri bir söz söylediği zaman bizim onu cevaplamamız gerekmez ama o sözü değerlendirmemiz gerekir. Kendi kendimize iddialarımızı araştırmamız gerekir. Söylenen sözün elbette bir manâsı vardır. Allah onların söylediklerini bize anlatmakta, bilgi sahibi olmamızı istemektedir.
Ben kıyamete, cennet ve cehenneme inanıyorum, hem de dünyadan çok inanıyorum. Dünya var olup yok olacaktır. Bir şey yok olduktan sonra o hiç yokmuş gibi olur. Asıl hayat elbette öte hayattır. Oranın nasıl bir hayat olduğu üzerinde çok düşünmem. Ben azaptan kurtulayım, saadete ereyim de azap ve saadetin şekli fazlaca beni ilgilendirmiyor. Bu sebeple ona dair çalışmaları az yaptım. Allah ise bizden o çalışmalara da önem vermemizi istemektedir. Bu sebeple arada Mekke sûrelerini de yorumluyorum. Çünkü insanlar emamını fecr etmek istiyorlar, ilerisini görmek istiyorlar. Bu da onların akıllıca davrandıklarını gösterir.
İnsan geleceğini öğrenmek istiyor. Kıyamet ne zamandır diye soruyor. Allah da kıyametin oluşma şeklini anlatıyor.
Anlatırken üç şey olduğu zaman dördüncü olan kıyamette olacaktır demektedir.
Burada zor anlaşılan birinci âyettir. Basarın bark etmesi, en kolay anlaşılan da Ay ve Güneş’in cem olmasıdır.
Bugünkü düzeni kısaca anlamaya çalışalım.
Kâinat galaksilere ayrılır. Galaksiler birbirine ışık gönderirler ama çekim etkileri yoktur. Kâinat büyümekte, onlar uzaklaşmaktadırlar. Galaksi içinde yüz milyarlarca güneş yani yıldız vardır. Bunlar birbirini çekerler. Galaksinin merkezinde dönerek dengelerini korurlar. Birbirlerine ışıktan başka bir şey göndermezler. Güneş ise bu galaksinin içinde bir yıldızdır, kendisine özgü yapısı vardır.
Hidrojen gazından oluşmakta, birleşerek helyum gazını üretmektedir. Bu arada çevreye ışık yayıyorlar. Yaydıkları ışık sabit kalmaktadır. Dolayısıyla Güneş durumunu dengede tutmaktadır.
Güneş’in etrafında 10 gezegen vardır. Bunlardan yalnız Dünya’da hayat ve insan vardır. Diğer gezegenlerin görevi Dünya gezegeninin dönüş hızını sabit tutmaktır. Güneş etrafında döndüğünde sürtünme kuvvetleri etki etmemektedir. Kendi etrafında dönerken de durum böyledir.
Ay Güneş etrafında dünya ile beraber dönmektedir. Bazen Güneş Dünya’dan yakın bazen de Dünya’dan daha uzakta olmaktadır. Böylece dünyanın Güneş etrafında yavaşlamadan dönmesini sağlamaktadır. Bu yavaşlamayı durduran sürtünme kuvvetleri diğer gezegenlerin yavaşlaması ile sağlanmaktadır. Yerin iç tarafında mağma tabakası vardır. Oradan aşağıya uzanmış sıradağlar vardır. Ay’ın etkisi ile onlar da 24 saatlik günümüzü sabit tutmaktadır. Dünya kurulmuş saate benzer, şimdi zembereğin tesiri ile çalışmaktadır. Zemberek gezegenlerdeki enerjidir. Bir gün bu enerji bitince kıyamet olacaktır.
Ay’ın da hızı kesilmektedir. Onun da sürtünmesi hızını kestiği zaman ya Yeryüzü’ne düşecek veya Güneş’e düşecektir. Yer’in sürtünme yüzeyi hacminden daha fazladır, Ay’a nazaran daha çoktur. Öyleyse Yer daha çok sürtünmektedir. Dolayısıyla Ay’ın hızı artacak ve Yer’den uzaklaşacaktır. Güneş’in Ay’a olan çekmesi yerin çekmesinden fazla olunca Ay Güneş’le birleşecektir.
Şimdi Güneş’e doğru yol alan Ay ise bizim tarafımızdan görünmeyecek, dolayısıyla küsuf dönemine girmiş olacaktır.
Ay’ın nasıl küsufa girdiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Önce küsufa girecek, sonra Ay’la birleşecektir. Âyetin sırası böyledir. Şimdi birinci sıraya gelmiş oluruz. Bu da basarın beklenmesi demektir. O halde kıyamet olmadan evvel büyük bir patlama olacaktır.
Bu patlama nasıl olacaktır?
Uzayda dolaşan meteorlar vardır. Bunlar bir gezegenin etrafında değil de değişik gezegenler arasında dolaşmaktadırlar. Bunlar hızları sebebiyle çok az çatışırlar, birbirlerine etki ederek geçip giderler. Bunların çarpışması için ise karşı karşıya gelmeleri ve Ay’ın üzerinde onun hızını çoğaltması gerekmektedir. Böylece Ay’la çarpışan gezegen elektrik şarjlı ise şimşek meydana gelir ve Ay hızlanmış olur.
Ay’da yapılan incelemeler göstermiştir ki Ay’da da dünyada olduğu gibi zelzeleler vardır. Bu zelzele içinde bulunan sıcak sıvının kabuğa etki etmesidir. Bazen bu lavlar kabuğu deler ve alevler fışkırır, yanardağlar olur. Ay’da da geçmişte böyle lavlı dağların olduğunu bilmekteyiz. Hâlen Ay’a gidildiğinde Ay’ın merkezinde böyle sarsan cisimlerin varlığını bilmekteyiz.
Hâsılı, havada bulut olmadığı zamanda büyük bir bulut çıkacak ve buluttan sonra Ay artık dönmeyecektir. Yeni Ay durumuna düşecek ve Güneş’e doğru yol alacak, sonunda Güneş’le birleşecektir.
Bu arada dünyanın ters dönmesi de söz konusudur. Ay eğer dönüş yönünü değiştirirse Yer de dönüş yönünü değiştirir. Kur’an’ın başka yerinde bunlar da ifade edilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra bazı sorular akla gelmektedir.
Burada tasvir edilen kıyamet yeryüzünün kıyametidir ve bu kıyamet insanların şahit olacağı kıyamettir. Hesaplanan kıyamet ise tüm galaksiyi kaplar, hattâ tüm kâinatı kaplar. Öyleyse kıyamet kendi müsemma ömrüyle sona ermeyecektir. Takdir-i İlâhi ile sona erecektir. Bugün galaksimizdeki yıldızlar yaşlarına göre tasnif edilmektedir. Genç yıldızlar olduğu gibi yaşlı yıldızlar da vardır. Yani daha bizim aşamamıza gelmemiş, insanları barındırmayan yıldızlar olduğu gibi ömürlerini doldurmuş yıldızlar da vardır. O halde her birimizin cenneti ve cehennemi ayrı zamanda ve ayrı yerde mi olacaktır, yoksa Ay’la Güneş’in toplandığı dönemde tüm diğer yıldızlarda da kıyamet gelmiş mi olacaktır?
Klasik fizik içinde olsaydık bu olayları çelişki içinde görürdük. Çünkü bir taraftan yıldızlar saçıldığı dediği halde, burada sadece Ay’la Güneş’in birleşmesinden bahsedilmektedir. Yukarıda anlattığım zaman kavramını kavradıktan sonra sorun kalmamaktadır. Evet, herkes ayrı ayrı zamanda ölüyor ama âhirette birden dirilecektir. Hem de ölenlerin bazıları uzun bazıları kısa yaşamayacaklardır. Ölülerin zamanları hep aynı uzunlukta olacaktır. Bunun gibi, yeryüzünün kıyameti diğer yıldızların kıyametinden farklı olacaktır. İnsanlar kendi kıyametlerini göreceklerdir ama yeniden var olma aynı zamanda olacaktır. Belki de onlar için de zaman aynı olacaktır. Bunu tam olarak kavrayabilmemiz için Kur’an’ın bununla ilgili âyetlerinin baştan sonuna kadar yeniden değerlendirilmesi gerekir.
فَإِذَا بَرِقَ
(FaEiÜAv BaRıQa)
“Bark olduğu zaman”
“Feizâ” ile başlayıp de cevabı da zikredilen yerlerde “Fe” harfi gelecekte olması bilinen bir olayı anlatmakta, orada o zaman ne olacağını bildirmektedir. “Fe” harfi bundan sonraki olayların kıyamet gününde olacağına delalet etmektedir.
“Berk” şimşek demektir. Bulutlar uzayda Güneş ışığının tesiri ile elektrik şarj olur.
Elektriklenme olayı şudur. Bir atom çevresinde elektronları bulundurur. Güneş ışığı bu elektronları koparıp çevreye atar Elektronlar birbirini ittikleri için bulutun çevresinde toplanırlar ama koptukları atomlardan da uzaklaşmazlar. Atomlardan kopan elektronlar dışarıya kenara itilirler ama buluttan da kopmazlar.
Diğer bulutların çekirdeklerini kendilerine çekerler. O bir bulutta kutuplanmış olur. Bulutların dışı negatif içi pozitif olur veya bir kutbu pozitif bir kutbu negatif olur. Eğer bunlar yeterli derecede yaklaşırlarsa aniden elektrik devreleri boşalır. İşte o zaman büyük ses çıkar ve ışık parlar. Çıkan sese gök gürültüsü, çıkan ışığa şimşek denmektedir. Eğer şarj bulutlar arası olmaz da yerde olursa ona da yıldırım denmektedir.
الْبَصَرُ
(eLBaÖaRu)
“Basar”
Gözün önünde mercek vardır. Oradan gelen ışıklar göz tabakasına etki eder ve görme hücrelerini uyarır. Bunlar da beyne işaretleri götürür, beyin bunu kendine göre görüntüye çevirir. Bu mekanizmanın tümü aynıdır. Bunun işleyişi ise basardır. “Onları e’yunu var ama onlar basar etmezler” deniyor Kur’an’da.
Basarın berk etmesi demek çakılan şimşeğin göze gelmesidir.
Işık çok şiddetli olduğu takdirde göz kamaşır ve aydınlığın fazlalığı sebebiyle göz görmez olur. Göz kamaşması tabirini kullanırız. Aşırılıklar ortaya çıkınca araçlar iş görmez olur, kendilerini korumak için tedbir alırlar ve devreden çıkarlar. Işığın şiddetinden ışık çoğalınca göz kararır. Göz kararır anlamında göz bark eder şeklinde ifade edilmiştir.
وَخَسَفَ
(Va PaSaFa)
“Ve husuf ettiğinde...”
“Hasefe” lazım fiildir. “Bi” ile teaddi etmek gömmek, kapatmak anlamına gelir. “Küsuf” ise küme demektir. Küsbe ile akrabadır. Araplar “Ay husuf etti” derler, “Güneş küsuf etti” derler. Ay tutulması ve Güneş tutulması için kullanırlar. Kur’an’da sadece Kamer husuf ettiğinde denmektedir. Güneş’in küsufundan bahsetmemektedir.
“Hasif” kelimesinin lügat manâsına anladığımız zaman, Ay Güneş’in içine gömüldüğü zaman anlamında olur. Ay katı olarak hareket ederken gaz olan Güneş atmosferine girdiğinde hemen ısınıp buharlaşmaz, katı olarak devam eder. Sonra erir, sonra dağılır. Moleküllük vasfını kaybeder ama atomlar bozulmaz. Sıcaklığı atomu parçalamaya yeterli değildir. Gaz hâline gelen ağır elementler merkezde toplanıp çekirdek oluşturacaklardır.
الْقَمَرُ
(eLKaMaRu)
“Kamer”
“Kamer” Kur’an’da 27 defa, “Şems” ise 33 defa geçmektedir. Toplam 60 eder. Aralarındaki fark 60’ın onda biri kadar olan 6’dır. Güneş ve Ay’ın oluşmasında 30 ve 60 önemli rol oynar. Bir ay 30 güne yakındır. Sene de 12 aydır. Güneş tek başına 16 defa, Ay tek başına 10 defa geçmektedir. Ay ve Güneş beraber 17 defa geçmektedir. Biri Hazreti Yusuf’un rüyasıdır. Diğeri kâinatın anlatılmasıdır. Kâinatın anlatılmasında 16 defa geçmektedir.
“Kamer” aslında Ay renginin adıdır. Türkçede kumral olarak kullanmaktayız. Araplar kamer kelimesini kumral rengi anlamında geliştirmişlerdir.
“Güneş’i ziya kameri nur yaptı” ifadesini bu anlamları ile düşündüğümüz zaman, ışık üreten cisimler şems, Güneş’i yansıtan cisimler kamer olmuş olur. Ay ışığının yansımadığı anlamına gelir. Bu takdirde şems ve kamerin cemi kara delikte toplanmasıdır. Yansıyan ve yayan cisimler bir araya gelir ve artık ışık yansıtmazlar, kara delik olurlar.
وَجُمِعَ
(Va CuMiGa)
“Ve cem olunduğunda”
“Cem olma” demek yığın olma demek değildir, cem olma demek parçaları yerli yerine yerleştirip monte etmektir.
O halde Ay ile Güneş cem olacaktır, âhirette öyle kalacaktır anlamı çıkar.
Bu dünyada Yer’in Güneş etrafında dönmesi ve yaz kış olması ile denge sağlanmaktadır. Bugün hidrojeni yakabiliyor, atom enerjisini elde edebiliyoruz ama onu bir gazyağı şişesine koyup yakamıyoruz. Böyle bir makinemiz olduğu takdirde artık ne Güneş’e ne de Ay’a gerek kalmayacak, hidrojen enerjisini kullanarak yaşayacağız. Uygarlık ileri safhaya gittiği zaman bu işi de yapar hâle bu dünyada gelebiliriz. Âhirette ise bu daha kolay olacaktır. Hidrojen gazını yakacak helyum elde edeceğiz. Helyumla kirlenen atmosferimizi temizleyen bir düzene gerek olacaktır.
Meyveler bizim esas besinimiz olduğuna göre âhirette de şekeri yakarak yaşayacağız. Moleküler yapımız değişmeyecektir.
Bugünkü bilgilerimiz âhiret hayatının mekanizmasını tam bildirmemektedir.
Burada Ay ile Güneş’in cem olduğunu beyan etmesi, bizim gece ve gündüzün, yaz ve kışın bu şekilde olmayacağını ifade eder. Güneş çevresinde bizim bulunduğumuz adanın dönmesi yeterlidir. Bunun için tepkili bir hidrojen yakıtı yeterli olacaktır.
الشَّمْسُ
(elŞaMSu)
“Şems”
“Şems” Güneş’in adıdır. Araplar şems kökünden başka kelimeler üretmemişlerdir. Gök cisimler dört olarak bahsedilmektedir; Şems, Kamer, Necm, Kevkeb. Aslında Şems bir kevkebdir. Beşincisi ise Kur’an’da “Hubuk” olarak geçen galaksilerdir.
Dr. Mete Firidin arkadaşımız “Kevkeb”in galaksi olduğunu söylüyorsa da, Kur’an’da Nur Sûresi’nde kevkebden bahsederken şarkta ve garpta olmayan yağ yakmaktadır ve ziya vermektedir diyor. Oradaki tasvir galaksiye değil Güneş’e uymaktadır. Ziya verdiğini bildirmekte, Güneş’in de ziya olduğunu söylemektedir. Böylece Güneş’in bir kevkeb olduğu açıkça ifade edilmektedir.
“Necm” herhangi bir parlak cisimdir. Uçak da bir necmdir, helikopter de bir necmdir. Her kevkeb necmdir ama her necm kevkeb değildir. Kur’an’da necmin ziya verdiğine dair bir âyet yoktur. “Tumiset” kelimesi sönmek değil solmaktır. Ateşin itfasıdır. Türkçede de kullanılmaktadır.
وَالْقَمَرُ
(Va eLQaMaRu)
“Ve Kamer”
“Kamer” burada izhar edilmiştir. Zamir gönderilmemiştir. Âyette “Şems” tekrar edilmediği halde “Kamer” tekrar edilmiştir.
Birinci Kamer ile ikinci Kamer arasında şu fark vardır.
Biri görülen Kamer’dir. “Şehr” zaman anlamında aydır. Hilal Ayın görüntüsü ile ilgilidir. Kamer’in iki manâsı vardır. Biri değişik görüntüsü ile bize görünen büyüyen ve küçülen Ay’dır. Bize ışık gönderen cisimdir. Oysa diğeri ise büyümeyen, küçülmeyen ve kütlesi olan Ay’dır. Husf eden görünen Ay’dır. Güneş’le birleşen kütlesi olan Ay’dır. Burada bu ayırım açıkça ifade edilmiştir.
Bu âyet olmasa, biz de astronomiyi bilmesek, Ay’ın küçüldüğünü ve büyüdüğünü sanırız. Nitekim “menazil” kelimesine buna benzer manâ vermişlerdir.
يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ (10)
(YaQUvLu eLEiNSANu YaVMaEiZin EaYNa EL MaFarRu)
“O gün insan mefer nerde kavledecektir.”
“İzâ”nın cevabıdır. “İzâ”nın cevabında fiil gelirse “F” gelmez. Diğerinde “F” gelir. Dolayısıyla burada “F” gelmeyişine bir mana aramamıza gerek yoktur. İnsan hesap ediyor, sual ediyor ve kavl ediyor.
Sûrede 6 defa geçmektedir. Birinde naib-i fail olmak üzere 6’sında faildir. Oysa Kur’an’da “el-İnsan” 64 defa geçmekte, nekre olarak da bir defa geçmektedir. Külliye izafe edilmiştir. Orada nev (çeşit) isim olarak getirilmiştir. Nitekim “ins” kelimesi 19 defa geçmektedir, onunla 20 olmaktadır.
Hesab eden insan, sual eden insan, söyleyen insan farklıdır. Son insan o günü gören insandır, o günü yaşayan insandır. O duruma düştüğü zaman insan olarak mefer arar ama insanın hepsi o güne rastlamaz. Dolayısıyla bilkuvve insan “eyne’l-mefer” demektedir, bilfiil ise insanın onu deme durumunda olmadığı ifade edilmektedir.
İlk iki insanda insan cinsi ikiye ayrılmaktadır. İyi olan insan kıyamet ne zaman diye sormakta ve iyilik aramaktadır. Birinci insan ise kıyameti inkâr eden insandır. İyi insan ve kötü insan... İki kamer gibi iki insan vardır. Ona işaret edilmiş olmaktadır.
Kime der?
Kendi kendisine der, rastladığı herkese sorar.
Aslında her insan için kıyamet kendi ölümüdür. Ölüm zamanında herkes “eyne’l-mefer” diyecektir. Ölüm insan için en zor bir durumdur. İnsan doğduğu anda ağlamaya başlar ve ağlayarak ölür. Bu dünya öyle yaratılmıştır. Bu dünyanın düzeni böyle kurulmuştur. Bunları anlatırken, eğer âhiret yoksa o zaman bu kâinat bir zulüm ve sıkıntı olarak yaratılmış olur. Oysa kıyamet varsa, yeniden yaratılacaksak, o zaman burada çektiğimiz acıların hepsi bize nimet olacaktır. Dinlerin felsefesi budur.
İnsanlar hüsrandadır; ancak iman edip ameli salih yapanlar kurtulmuştur. İnsan ahseni takvimdedir. Bu dünya onları esfeli safiline götürür. Salih amel edenler kurtulur. Kur’an baştan başlar ve hep bunlar üzerinde durur, müstakim sıratta olanları ve olamayanları anlatır.
يَقُولُ
(YaQUvLu)
“Kavl eder.”
“Kavl etme” aslında mef’ullü bir fiildir. Kendi kendine bir şey söylemedir. “Li” harfi ile ikinci mef’ulü alır. Burada kime söylendiği belirtilmediğinde kendi kendine söylemedir. Beyinde birtakım işlemler olur. Bunlar sadece provadır. Kavil fiil hâline geldiği zaman karar şeklini almış olur. Bu sebepledir ki insan ancak kelimelerle düşünür. Düşünen insan için düşünme bir sorumluluk taşımaz. Kavl hâline gelince hüküm ifade eder. “Kulû Âmennâ” emrinde kavl vardır. Fiil burada mâzi de gelebilirdi. Çünkü “İzâ”dan sonra gelmiştir. Muzari gelmesi istimrarı ifade eder.
Ay ile Güneş birleştikten sonra da hayat devam edebilir mi?
Bugün uzaya çıkılmıştır. Uzayda dolaşan füzeler vardır. İnsan orada yaşamaktadır. Gelecekte insanlar uzaya çıkmış olacaklardır. Dolayısıyla yerin dengesi bozulmuş olsa bile insanlar yaşamaya devam edeceklerdir. Hattâ hidrojeni kullandıkları zaman Güneş’e bile ihtiyaçları kalmayacaktır. O halde insan Yer’den, Güneş’ten ve gezegenlerden daha güçlü olarak yaşamaya devam edecektir. Benzer ifadeler Zelzele Sûresi’nde de vardır.
Bununla beraber insan daima tehlike içinde olacaktır. Bir parçalar akıntısı su akıntısı gibi onu yok edebilecektir. Demek ki uygarlık çok ileri seviyeye ulaşacaktır. Belki de dört boyutlu uzaya da geçilecektir ama insan daima ölümlü olacaktır. Kıyamet ölümlü dünyadan ölümsüz dünyaya geçiştir.
الْإِنسَانُ
(eLEiNSANu)
“İnsan”
O günü görecek insan veya ölüm günü insan.
İnsanın yapısı bu tür hallerde kaçacak yer aramasıdır. Hareket eden hayvanların tek savunma araçları kaçmadır, yenemeyeceğini anladığı an firar eder. İnsan da her zaman mağlup olduğu zaman firar eder.
İşte o gün insanın mağlup olduğu gündür.
Sûre kıyamet hallerini zikrettikten sonra insanın o gün alacağı durumu ile tekrar dirilmeye yol alınacaktır. Sûre kemiklerin toplanmasıyla başlar ve ölünün dirilmesi ile biter.
يَوْمَئِذٍ
(YaVMaEiZin)
“O gün”
Gözlerin kamaştığı, Ay’ın tutulduğu, Güneş ile Ay’ın birleştiği günde insan kaçacak yer arar.
Bir bina yaşlandığı zaman yavaş yavaş çökmez, çökmeğe başladığı zaman birden çöker. Bina adım adım inşa edilir, katlar tek tek çıkılır ama yıkılırken de alttan başlar, altı yıkılınca bina birden çöker.
Kıyamet de böyledir. Taş taş üzerine konarak inşa edilen kâinat birden çökecektir. İnsan buna şahit olacaktır.
أَيْنَ الْمَفَرُّ
(EaYNa eL MaFarRu)
“Mefer nerde”
Kaçılacak yer nerde yahut nasıl firar ederim der.
“Firar etmek” demek mevcut kötü durumdan kurtulmak demektir. Bunun da iki yolu vardır. Biri iyi duruma gitmedir. Ne var ki öyle iyi yer varsa gidebilirsin, yoksa gidemezsin. Bir de gitme imkânını ararsın, kaçmaya yer ararsın, gitme her zaman kolay olmaz.
İsm-i mekân olarak kaçılacak yer aranmaktadır. Masdar olarak ise kaçış yolu aranmaktadır.
“Eyne” “keyfe” manâsında olmuş olur.