KIYAMET SURESİ TEFSİRİ(75.SURE)
Süleyman Karagülle
2205 Okunma
36 VE 39.AYETLER

Kıyamet Sûresi-9

بسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

***

أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36) أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى (37) ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى (38) فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى (39)

***

أَيَحْسَبُ الْإِنْسَانُ أَنْ يُتْرَكَ سُدًى (36)

(Ea YaXSaBu eLEiNSANu EaN YuTRaKA SuDayn)

“İnsan suden terk edileceğini mi hesap ediyor?”

Bu âyetin ana kelimesi “SUDE”dir.

Sedye, uzatılmış karşılıklı ağaç dallarına bağlanmış kumaş parçasından oluşmuş taşıma aracıdır. Kumaş dokunurken uzatılmış iplikler vardır. Bunlar sedydir. Onlar üzerinde oynamanız mümkün değildir. Türkçe buna ‘çözgü’ denir. Bir de ‘atkı’ vardır. O da mekikle sağa sola geçirilerek örülür. Atkı sayısını biz ayarlarız.

Çocuklar ceviz ile oynarken onu yuvarlatarak çukura düşürürler. Oyun esnasında onu elinden bıraktığı zaman artık ona hakim değildir, ceviz istediği istikamete gider, ya çukura düşer ya da başka tarafa gider. İşte bu serbest bırakılan ceviz “sude”dir.

İnsan çocuk olarak doğar, anne babasının nezaretinde ve hizmetinde büyür. 15 yaşına geldiği zaman artık serbest bırakılır. Anne babasının ona hükmetme ve emretme yetkisi yoktur. Ne var ki o artık topluluğa karşı sorumludur. 15 yaşından önce bir suç işlerse veya zarar verirse anne babası sorumlu olur, maddi sorumluluk anne babaya verilir; sen neden görevini yapıp çocuğunun suç işlemesine mâni olmadın denir. Ama 15 yaşına geldiği zaman artık anne babasının ona karışma yetkisi olmadığı gibi sorumlu da değildir. İnsan kendi iradesiyle yaşayacak ve artık kendisi sorumlu olacaktır. 15 yaşına gelen çocuk artık serbesttir ama istediğini yapar durumda değildir. Tam tersine artık kendi kendisinin kölesi olmuştur. Topluluk içinde kurallara uyacaktır, uymadığı zaman sorumlu olacaktır.

Cahiliye döneminde çocuk 15 yaşına geldiği zaman bile hâlâ sorumluluk anne babasına ait idi. Dolayısıyla ancak kendisi baba, hattâ torun sahibi olduğu zaman özgürleşirdi yani o aileyi artık o yönetmeye başlardı.

Roma’da ise bu durum çok daha kurallı idi.  Büyük aile tipi vardı. Kardeşler, gelinler, torunlar ve eşler bir evde yaşar, bir sofrada yemek yerlerdi. Köleler de bunların içinde yaşardı. ‘Pater’ denen aile reisi aşiret diyeceğimiz büyük ailelerin mutlak hâkimi idi. Aile fertleri doğrudan dava açamazlardı. Bugün nasıl çocuk ancak velisi tarafından temsil olunur, öyle davalı ve davacı olursa, Roma’da da bütün aile fertleri için bu geçerli idi.

Tevrat’ta ve Kur’an’da bu husus reddedilmiştir. Herkesin kişiliği vardır. 15 yaşını bitiren herkes anne babanın hâkimiyetinden çıkar, doğrudan kendisi davalı ve davacı olur. Köleler de 15 yaşını doldurmuşlarsa onlar da her zaman mahkemeye başvurarak davacı olabildikleri gibi köleler aleyhine de dava açılır. Bedeni cezalar köleye verilir, maddi cezalar ise sahipleri tarafından ödenir. Diyetin ödenmesi gibi bir durum ortaya çıkar. Köleyi azat ederse sahibi sorumluluktan çıkar, köle sorumlu olur.

Demek ki 15 yaşına gelen kimse anne babasının velayetinden kurtulmuş olur. Ancak kişi serbest bırakılmaz. Kişiye denir ki, kendine bir siyasi veli seç. Seçmek zorundadır. Dolayısıyla siyaseten onun velayetindedir. Kendine ilmî dayanışmayı da seç diyoruz. Seçiyor ve şeriatta onun mezhebine tâbi oluyor.

Allah insanı yarattı ve ona kendi iradesiyle hareket etme özgürlüğünü verdi. İnsan serbest değildir. Önce her istediğini yapacak güce ve imkâna sahip değildir. Ancak kendisine sağlanan serbestlik sınırları içinde hareket eder. Sonra kişi serbest hareket ettiğinin de hesabını verecektir. Sonuçlarına katlanmak şartı ile serbesttir. İnsan başkasını öldürme özgürlüğüne sahiptir ama sonra o da darağacında canını verecektir. Demek ki ‘sude’ bırakılmamış şartlarla hareket etme imkânı verilmiştir. Nasıl Ankara’ya giderken ister otobüsle ister uçakla gitme imkânın varsa, öldürmeme veya öldürüp ölme seçeneği de vardır.

Bu dünyada suçlar işleyip sonra âhirette hesap verme de vardır. Bu dünyada cezalandırılmak için suçun işlenmesi yeterli değildir, o suçun sübutu gerekir. Oysa ispat edilmeyen faili meçhul birçok cinayetler vardır. Onlar da yapana kalacak zannedilmezin. Kıyamet sonrasındaki büyük mahkemede eksiksiz olarak hepsinin hesapları görülecektir.

أَيَحْسَبُ

(Ea YaXSaBu)

“Hesap mı ediyor?”

“Hesap etmek” ve “zannetmek” iki kelimedir. Biri kesinlik ifade eder, biri ise tahmini ifade eder. İnsandaki bilgilerin dört özrü vardır.

1. Bilgilerimiz ihtimalidir. Mutlaka olacak anlamında değildir. Büyük bir ihtimalle olma anlamındadır. Evlenenlerin çocukları olacaktır ama çocukları olamayan evliler de vardır. Kimse ‘ya benim çocuğum olmazsa’ deyip evlilikten vazgeçmez. Bu akşam Güneş batacaktır. Bu da ihtimalidir. Çünkü beklemediğimiz bir olay Güneş’i ters çevirebilir. Ama biz onu kesin kabul ederiz, çünkü olasılığı çok fazladır.

2. Bilgilerimiz takribidir. Bir masanın uzunluğunu ölçtüğümüzde ne ile ölçersek ölçelim sonunda mutlaka hata vardır. Yüzde yüz ölçemeyiz. Ölçtükten sonra cisim ısınmıştır. Bizim gözümüz milimetreleri ancak ayırır.

3. Bilgilerimiz izafidir. Biz nerden bakıyorsak o tarafını görürüz. Silindire yukarıdan bakan daire olarak, karşıdan bakan dikdörtgen olarak görür.

4. Bilgilerimiz hisabidir. Biz bir şeyin ağırlığını ancak başka bir şeyin ağırlığı ile karşılaştırıp biliriz. Şu kadar saat dediğimiz zaman, dünyanın kendi etrafında dönmesini tamamladığının 24’te birine saat diyoruz. Dünya hızlanırsa bizim saat uzar, yavaşlarsa kısalır. ‘Benim boyum sizinkinden kısadır’ sözü doğrudur ama ‘benim boyum kısadır’ sözü bir şey ifade etmez.

Bizim bilgilerimizin hepsi zannidir ve hesabidir. Zannide hatamız daha fazladır, hesabide daha azdır. Yunanistan’da ilimler kati-zanni diye ayrılmıştı.

Bugün biliyoruz ki kati ilim yoktur ama ameli olarak kati ilim vardır. Eğer bir bilgi üzerinde icma varsa o katidir diyoruz, ihtilaf varsa o zannidir diyoruz. Zanni ile kati arasında ameli olarak fark, bir defa icma olmuşsa onun değişmesi için yine icma gerekir. Dolayısıyla herkes ona uymak zorundadır. Bizi birleştirmelidir.

İcma olmamış hususlar da zannidir. Hepimiz kendi bildiğimize göre hareket ederiz. Bununla mükellefiz. Yani içtihattır, hata ihtimali fazladır deyip amel etmekten kaçamayız. Çalışmak yani amel etmek ve karnımızı doyurmak zorundayız.

Nâs iman ettik demeleri ile terk olunacak ve fitne edilmeyeceklerini mi hesap ediyorlar? (Ankebut 29/2)

Küfretmiş olanlar benim dışımda ibadımı ittihaz etmelerini mi hesap ediyorlar (kendilerine yeterli görüyorlar) Biz kâfirlere cehennemi konak olarak hazırladık.(Kehf 18/102)

Sizi abes olarak yarattığımızı ve bize rücu etmeyeceğinizi mi hesap ettiniz? (Müminun 23/115)

Onlara mal ve benun vermekle onlar için hayırda müsaraat ettiğimizi mi hesap ediyorlar? Değil şuurunda değiller. (Müminun 23/55-56)

Bu âyetlerde “hesap” kelimesi geçmekte ve hepsinde insanların sorumlu oldukları anlatılmaktadır. Buradaki “sude” kelimesine mukabil orada “abes” kelimesi geçmektedir. “Abes” boş işlerle uğraşmaktır. “Sude” ilgilenmektir. İnsanın sorumlu olduğu belirtilmiştir.

Daha önceki âyetlerde hep hesap mı ettiler dendiği halde, birinde hesap ediyorlar diyor. Kıyamet ve Beled’de ise ikişer defa zikretmekte ve muzari sigası ile getirmektedir.

“Kemiklerini cem etmeyeceğimizi mi hesap ediyorlar?” olarak bu sûrede geçmiştir. Burada da “İnsan suden terk edileceğini mi hesap ediyor?” şeklinde geçiyor.

Beled Sûresi’nde de “hesap ediyorlar” denmektedir. İnsandan söz etmekte ama zamirle ifade etmektedir. Bu sûrede “insan” kelimesi ikisinde de izhar edilmiş, “insan böyle mi hesap ediyor” denmiştir.

الْإِنْسَانُ

(eLEiNSANu)

“İnsan”

İnsan bu sûrede 6 yerde zikredilmiştir.

İnsan kemiklerini cem etmeyeceğimizi sanıyor. (3)

İnsan emame fecr etmeyi murat ediyor. (5)

O gün insan mefer nerde der. (10)

İnsana takdim tehir ettikleri tenbi edilecek. (13)

İnsan nefsine basirdir. (14)

İnsan suden terk edileceğini mi hesap ediyor? (36)

Bu sûre insanın yaratılış karakterini anlatan sûredir. Altı defa zikretmekle insandaki bu altı yaratılışı, altı kutbu göstermektedir.

İlk ikisinde insan âhirette yaşamayı istiyor ama inanamıyor.

İkincisinde insanın âhirete kıyam zamanındaki durum anlatılıyor.

Son iki âyette de insana kendi kendisini bilme yeteneği verilmiş, başıboş bırakılmamıştır deniyor.

أَنْ يُتْرَكَ

(EaN YuTRaKa)

“Terk edileceği”

Tereke” civcivi çıkmış yumurta kabuğu demektir. Civciv artık ona ihtiyacı olmadığı için bırakır. “Terk etmek” demek onunla ilgisini kesmek demektir.

Allah insanı yaratmış ama artık gerek kalmadığı için onu terk etmiş durumda olduğunu mu hesap ediyor?

Hayır.

İnsan gayedir.

Diğer her şey insan için yaratılmıştır, onu yüceltmek ve olgunlaştırmak içindir. Dolayısıyla ölümle terk edilmeyecek. Aksine daha yüce makamlara ulaşması için yeni fırsatlar verilmiştir. Cehennem de böyledir.

سُدًى

(SuDayn)

“Sude olarak”

Askerlik yapanlar bilirler. Esas duruşa geçersiniz. ‘Rahat’ derler, istediğiniz gibi durursunuz. ‘Uygun adım marş’ derler, uygun adımla yürünür. Bir de serbest yürüyüş vardır.

İşte, rahat hâli ve serbest yürüyüş hâli suden durumudur.

İnsan zaman zaman rahat hâlinde ve serbest yürüyüş içindedir. Ama esas olan uygun adım yürümek ve esas duruş durumunda olmaktır. Askerlikte gaye budur.

İnsanın yaratılışındaki gaye de budur.

أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِنْ مَنِيٍّ يُمْنَى (37)

(Ea LaM YaKu NuOFaTan MiN MaNıyYın YuMNAv) 

“İmna edilen bir meni değil mi idi?”

Bu âyet insanın yaratılışını anlatmaktadır. İnsanın fıtratını ve ruhi yapısını anlattıktan sonra, sonunda insanın bedeni yapısını anlatmaktadır.

Önce kâinatın yaratılışına işaret edelim. Melek, ruh, insan ve cinler var olmadan önce Allah kâinatı var etti. Başka kimseleri görevlendirmeden, maddeye verdiği özelliklerle yüz milyarlarca galaksiler oluştu. Her galakside de yüz milyarlarca güneş (yıldız) vardı.

Bu dönem birinci dönemdir.

Sonra da ikinci dönem gelmektedir.

Yıldızların çevresindeki gezegenler düzenlendi. Bu düzenlenme doğa kanunları ile kendiliğinden olmamaktadır. Melekler var edildi ve onlara görev verildi. Gezegenler oluştu. Yaz oldu kış oldu, gündüz oldu gece oldu. Bu da göklerin ikinci günü, Yer’in ise birinci günüdür.

Bundan sonra Güneş ve Yer öyle düzenlendi ki orada hayat olsun. Güneş ışığı yeryüzündeki denizleri buharlaştırıyor. Bulutlar dağlara çarpıyor, su kayaları aşındırıyor ve toprak oluşuyordu. Bu “turab” idi. İşte bundan sonra canlı yaratıldı.

Canlı Güneş enerjisini alır, topraktan ve havadan maddeleri birleştirir, yüksek seviyeli madde oluşur. Yüksek seviyeli madde demek kimyasal enerjiyi depo eden ve sonra parçalandığı zaman enerji veren maddedir. Bunlar cansızdır. Ama bunları canlılar üretmiştir. Kur’an’da buna “tiyn” denmektedir. Bunlar besin olan maddelerdir. Karbonla suyun birleşmesinden oluşan şeker temel enerji taşıyan maddedir. Ayrıca azotlu maddeler de canlının bedenini oluşturur.

Canlı diğer canlıları yiyerek yaşar. Sonunda kendisi de başkasına besin olur. Bunun için de besin evreleri dört dönemde var edilmiştir. Bugün jeologlar bu dört besin dönemine birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü zaman diyorlar. Canlıların özelliği kendine benzer varlıkları oluşturmadır.

Canlı doğar, gelişir, yaşlanır ve ölür. Güneş enerjisini alır, kimyasal enerji olarak depolar. Onu kullanarak kırmızı toprağı alır ve havadaki oksijen ve CO2 ile suda birleştirir, yüksek seviyeli madde yapar. Bunu harcayarak turabı tine çevirir.

Ayrıca eşleşir, bölünür, bitişir, farklılaşır, avlanır, hasta olur. Kıtlık ve darlık içinde helâk olur. Canlı gittikçe çoğalarak tüm yeryüzünü kaplamıştır. Canlı evrimleşerek gelişmiştir. Canlılarda türler vardır. Canlıların ömürleri vardır. Türlerin de ömürleri vardır. Ömürleri bittiğinde inkıraz ederler.

İşte, insan bu canlılar içinde en yüksek seviyeyi almıştır. Çiftleşmekte ve çoğalmaktadır. Diğer canlılarda olduğu gibi erkek ve kadın olmak üzere iki cinsi vardır. Bunların cinsel organları farklıdır.

İnsanda 23 çift kromozom vardır. Bir çiftten bir teki erkekte farklıdır. Kadın ve erkek cinsi hücreler 23 çift olarak gelişir. Sonra yumurtalıklarda 23 kromozomluya inerler. Milyonlara varan tekli erkek hücreleri kadının rahmine akıtılır. Orada yarışa giren hücrelerden biri dişi hücrenin içine girmeyi başarır ve döllenmiş 23 çift kromozomlu hücre olur. İşte bundan sonra bu hücre yeni insan olmuştur. Onun benaneleri yani DNA’ları artık değişmez. Hareket ederek anne rahmine bir sülük gibi yapışır. Anneden aldığı kanla büyür. Sonra bebek olur, anne rahminden dışarı çıkar ve büyür.

Kur’an bu âyette insanın bu oluşma safhasını anlatır.

Kur’an; “imna edilen bir menide bir parça olan nutfe değil mi idi” diyor.

Bizim Kur’an’dan anladıklarımız şöyledir.

Turab, organik maddelerin bulunmadığı kırmızı toprak.

Tiyn, organik moleküllerin bulunduğu siyah toprak.

Organik maddeler birleşerek bir makine olurlar ve birlikte çalışarak canlıları oluştururlar. Bize göre Kur’an’daki adı “sülale”dir. Sülalenin yanında bu çalışmayı denetleyen DNA sistemleri vardır. Kur’an bunlara “salsal” demektedir. Genlere “hame” denmektedir. Yürüyen hücrenin adı “dâbbe”dir. Birbirine bitişen hücrelerin her biri “alaka”dır. Alakaların birleşmesinden oluşan hücreler kümesi “alak”dır.

Bu izahlara uymayan burada “nutfe idiniz” denmesidir.

İnsanın kişiliği döllendikten sonra başlar. Oysa o halde “Nutfe” kelimesi döllenmeden önceki tek kromozomlu hücreye tekabül etmez. Başka bir hususta “Turab” kelimesi de organik bir maddeyi ifade eder. “Siz sulb ve teraib arasında yaratıldınız” denmektedir. Turabı sadece kırmızı toprak olarak almak da zordur.

“Nutfe” kazanların çeperinde oluşan kuyruklu su damlasıdır. Erkek hücreler buna çok benzemektedir. Onun da hareket etmesi için kuyruğu vardır ve yapısı su damlası yapısına benzer. Ne var ki nutfe döllenmiş hücre ise kadın için de aynı şeyi kullanmak durumundayız. Oysa onun kuyruğu yoktur.

Dr. Lütfi Hocaoğlu döllenmemiş erkek ve dişi hücreye “turab” demekte, döllenmiş hücreye “nutfe” demektedir. Alaka ise anne rahmine tutunduktan sonraki durumu anlatmaktadır. Hocaoğlu’nun haklı başka bir yanı, henüz anne rahmine yapışmamış olan döllenmiş hücre alaka değildir.

Bizim buna vereceğimiz cevap bi’l-kuvve alaka olmasıdır. Yani alaka değildir ama kedisinde alaka kabiliyeti vardır ve ileride alaka olacaktır. İnsan düşünen varlıktır demek, bebek de düşünür demek değildir.

Konunun üzerinde sizin de düşünmeniz gerekmektedir.

Hâsılı, “nutfe” dendiği zaman döllenmemiş ama döllenecek hâle gelmiş hücre anlamında olabileceği gibi döllenmiş ama henüz alaka olmamış hâli de ifade eder.

“Meni” insanın yumurtalıklarda oluşan ve sıvı haldeki canlı kümesidir. Kadında da benzer olay olmaktadır.

Bu kökten kelimelerin içinde temenni etmek, ümniyye, emaniy kelimeleri gelmektedir. Temenni ile meni arasındaki ilişkiyi kurmak zordur ama insanlar hayatlarını sürerken kendileri yaşamak isterler, bir de çocukları olsun isterler. İşte, bütün hayatları çocukları olmak ve çocuklarını başarılı kılmaktır. Umniyye kelimesi bunu ifade eder. İnsanın devamlı olmasını istediği şey umniyyedir. Emaniy kelimesi de geçmişteki insanların çocuklarına bıraktıkları temennilerdir.

“Min meniyyin yumna” denmektedir. “Min nutfetin izâ yumna” denmektedir. Birinde “izâ”  getirilmektedir. Menide ise “izâ” yoktur, sadece hal veya sıfattır.  Çünkü insan imna edilen meniden bir cüz olan nutfeden var edilmiştir ama meni imna edildiği zaman değil, nutfe imna edildiği zaman insan insan olmaktadır.

O halde insan meninin anne rahmine girmesiyle değil, nutfenin yumurtaya girmesiyle başlamış olmaktadır. “Siz nutfe değil miydiniz” diyerek döllendikten sonra anne rahmine yapışıncaya kadar henüz alak olmamıştır. Kişilik döllenme zamanında başlar ama nutfe kelimesi yapışıncaya kadar devem etmiş olabilir.

“Sümme” kelimesi buna delalet eder. Hemen alak olmuyor. Bir zaman sonra alak oluyor. “Alak” kelimesi de asıl anne rahmine tutunduğu zamanı ifade eder ama döllenme durumunda da alak devam edebilir.

أَلَمْ يَكُ

(Ea LaM YaKu)

“Değil miydi?”

Ayetin harfleri 21’dir. 3*7=21 etmektedir. Eğer burada “nun” harfi olsaydı âyet harfleri 22 olurdu. Bu standart rakam değildir. Nun harfi 4 tür, Y harfi de 4 tür, N=4, dür. Dörtlük.

O=1  t=1  K=1  E=1  L=1    M=4  Y=4  N=4  n=3+1=4 sondaki a n tenvinle akrabadır.

Kural olarak “Kâne”nin “N” harfi düşmez ama diğer nunlara kıyasen “Yekunu”nun nunu düşer.

Nutfe hâli kişiliğin teşekkül ettiği hâldir. Döllendikten alak oluncaya kadar geçen zamanı ifade ettiğini buradan açıkça anlıyoruz.

“Lem” devam eden maziyi gösterir. Demek ki yekun başka şeye dönüşmüştür.

نُطْفَةً

(NuOFaTan)

“Bir nutfe”

Canlılık âleminde çözülemeyen bir husus vardır. Canlı beslenmeden yaşayamaz. Besin de başka canlının artığıdır. Besin olmadan canlı olmaz, canlı olmadan da besin olmaz. Canlının özelliği vardır. Bölünerek çoğalır, dolayısıyla artma özelliği vardır. Değişme özelliği vardır. Ama hiçbir zaman canlı olmadan yeni canlı oluşmaz.

İlk hücre nasıl var oldu?

Kimyayı çok çok iyi bilen ve küçük molekülleri yakalayıp yerlerine koyabilen şuurlu varlık canlı var edebilir. Projesi de bilinmelidir. İşte bu varlığa biz melek diyoruz. Melek veya benzeri varlık kabul etmeden canlılık olayını izah etmemiz mümkün değildir.

مِنْ مَنِيٍّ

(MiN MaNıyYın)

“Meniden”

Sülasi fiil olarak takdir etmek, planlamak demektir. “Meniy” feil kalıbında müşebbeh isimdir. Takdir edilmiş anlamındadır.

İnsan meni içinde takdir edilmiştir. Milyonlarca hücre yarışa girer, onlardan yarışı kim kazanırsa kader onunla kaza olmuş olur. O kader nutfe kaderidir. Yarışı kazananın oluşması da kazadır.

“Min” harfinin getirilmesi nutfenin meniden bir parça olduğunu ifade eder. Bu da göstermektedir ki döllenmeden önce olan hücreler de nutfedir.

يُمْنَى

(YuMNAv)

                                                “İmna edilen”       

İmna edilen menidir denmektedir.

Tüp bebek imna edilmeyen bebek midir?

Çift kromozomlu cinsi hücreler tüpte çoğaltılarak onunla yumurta döllenebilir yahut anne yumurtası tüpte çoğaltılarak insan olabilir mi?

Buradaki “imna” kelimesinin zahiri manasıyla bunların mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber imna kelimesine başka mana verilebilir.

Klonlama ile çoğaltılan canlıların bu âyetle açıklaması ne olabilir? Bizzat klonlama imna olarak anlaşılabilir mi?

Bütün bunların oluşması Kur’an’ın icazına bir zarar vermez. Bütün bunları yapan insan zekâsı olmaktadır yani önce insan vardır. Onun beyninde bunları yapabilecek devreler vardır. Dolayısıyla insanın bulduğu her şey Allah’ın yaptığı şeydir. Çünkü insanı O var etmiştir.

Eğer insan kendi başına bir şey yapabilseydi önce yaşlanmazdı, sonra da ölmezdi, hasta olmazdı. Demek ki insan ne yapıyorsa onu var eden yapıyor. Tanrı dâhil hiç kimse kendisinden daha gelişmiş varlık var edemez.

ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى

(ÇümMa KAvNa GaLaQaTan Fa PaLaQa Fa SavVAy)

“Sonra alaka oldu, halk etti ve tesviye etti.”

Alaka eğer anne rahmine yapışmadan öncekilere delalet etmiyorsa o zaman anne rahmine yapışmadan döllenmiş yumurta gelişme şansına sahip değildir. Yumurta ikizleri yapışmadan yani alaka olmadan önce ayrı kardeş olmaktadır. Yapıştıktan sonra artık iki çocuk olma imkânı olmamaktadır. Hücre rahme yapıştığı zaman artık gelişmeye başlamaktadır.

Kendisinin alaka olduğunu söylemektedir. Oysa ondan sonra halk etti ve tesviye etti.

Takdir ölçülendirmedir. Halk ise ölçülere göre biçim demektir yahut çamuru kalıba dökme demektir. Hücre ancak dışarıdan besin alarak çoğalabilir. Alak olarak yaratılmış hücre çevresinden besin almadığı için çoğalma kabiliyetine sahip değildir. Bölünmekte ama büyüyüp yeniden bölünmemektedir.

Alak olunca artık çoğalmakta, şekillenmekte ve tesviye edilmektedir.

Hücre bölündüğü zaman ayrı ayrı olurlarsa tam birbirine benzeyen hücreler oluşur. Ama bitişik kalırlarsa hücreler elektrik yüklü olduklarından bitişik yerde zıt elektrik yükleri oluşur. Hücrelerin içi farklı yük alanı oluşur. Bu farklılıktan dolayı farklı dokular oluşmaya başlar. Ayrıca çoğalırlar ve komşu hücreler bitişirler. Farklı yükten dolayı farklı yük taşırlar. Bu sayede işbölümü ortaya çıkar, birbirine uyumlu makine parçaları olurlar.

“Seviye, seva” orta yer anlamındadır. Eşit seviyeye geldiklerinde tesbit edilmiş olurlar. Makinelerin parçalarını yerlerine yerleştirir onları sabitlerseniz tesviye etmiş olurlar. “Alaka” olması “sümme”ye bağlamış ama halk edilmesi ile tesviye edilmesi ise “Fa” harfi ile getirilmiştir. Yani anne rahmine yapışmayan nutfe gelişme şansına sahip değildir.

Halk etti ve tesviye etti demiyor. Halk önce, tesviye sonra ama peş peşe olmaktadır. Burada kromozomlardaki DNA’ların nasıl komuta ettiği ve sonra o komutun nasıl olduğu anlatılmaktadır. Anne ve babadan gelen kromozomlar eşleşirler. Her kromozomda karşılıklı genler vardır. Mesela göz rengi mavi veya siyah olacaktır. Anneden mavi babadan siyah gelmiş olur. Burada üç durum olabilir.

a)Siyah gen hâkim gen olabilir. Potansiyel olarak mavi göze de sahip olan çocuk görünürde yalnız siyah göz sahibi olmuş olur. Çocuklarında mavi göz ortaya çıkarbilir.

b) Mavi ile karanın karışımı olabilir. Esmer renk olabilir.

c) Eğer ikisi de mavi ise çocuk mavi gözlü olur.

Genler döllenmekle oluşmuş, insanın yapısı yetenek olarak oluşmuştur. Ancak henüz hücre faaliyette değildir. Bölünüp çoğalma kabiliyeti yoktur. İki türlü hücre vardır. Bağımsız hücreler kendi başlarına yaşarlar. Hücre çeperindeki özel aygıtlarla dışarıdan madde alır ve madde verirler. Onların da ağızları var, onların da atıkları dışarıya atacak organları var. Birleşip de bir canlı oluşturdukları zaman işbölümü yapmazlar. Herkes ortak sıvıya ürettiklerini aktarmakta, besinlerini oradan almaktadır. İnsanlarda ve omurgalılarda bu damarlarda akan kanla sağlanmaktadır. Bitkilerde de damarlar vardır. Kana benzer sıvıları ile birlikte yaşarlar.

Döllenmiş hücre bağımsız yaşama kabiliyetine sahip değildir. Yani dışarıdan besin almamakta, dışarıya atıklarını atmamaktadır. Bu hücre ne zaman anne rahmine yapışırsa işte o zaman yaşama şansına sahiptir. Eğer belli bir zamanda döl yatağına ulaşıp kan emmeye başlamazsa hücre henüz insan olma garantisine sahip değildir.

Bu durumda hayat olayları anne rahmine yapıştığı zaman başlar ve bölünme o zaman olur. Bi’l-kuvve döllenme ile insan insan olmuştur. Bi’l-fiil ise hücre duvarına yapıştığı andan itibaren yaşama şansını elde etmiştir.

Şimdi hukuki bir soru ortaya çıkmaktadır. Döllenmiş ama henüz anne rahminde yerleşmemiştir. Bu esnada hücre öldürülürse öldüren suçlu olur mu? Evet, azl dediğimiz döllenmeye mâni olma günah sayılmamaktadır. Çünkü olmayan bir varlığın hukuku yoktur. Anne karnına yapıştıktan sonra öldürme cinayet sayılmaktadır. Çünkü Kur’an kişiliği oradan başlatmaktadır. Ama geçiş döneminin hukuku müşküllüğünü korumaktadır.

beta-HCG testi ile hamilelik anlaşılmaktadır. Bu test cevabı nerden vermektedir? Döllenme olduğu zaman mı yoksa anne rahmine yapıştığı zaman mı? Ona göre hüküm verebiliriz. Benim kanaatim döllenmiş hücre henüz annesi ile irtibata geçmemiştir. Yapıştıktan sonra hücre annesinden kanı emdiği gibi artıklarını da anne kanına aktarmaktadır. Artık annenin bedenine babadan gelen genler de etki etmektedir. Yani annenin hücrelerinde çocuğunu yüklendiği erkeğin de DNA’ları kontrol etmeye başlamıştır. Öyle ise gebelik testinin cevap vermesi döllenme ile değil, anne rahmine yapışmakla başlar.  Biz zahire göre amel etmekle mükellefiz. Gebelik testinin cevap vermediği zamanlardan sorumlu olamayız.

Bu izahlarımızdan anlıyoruz ki Kur’an insanın kişiliğini döllenme ile değil de alaka ile başlatmıştır. Alakadan önce bağımsız olan hücre henüz kişilik kazanmamıştır.

ثُمَّ

(ÇümMa)

“Sonra”

İnsan nutfe idi.  Nutfeyi iki şekilde anlayabiliriz. Biri insanın 23 kromozomlu cinsel hücreleridir. Burada herhangi bir kişi yoktur. İkincisi ise döllendikten sonra anne rahmine yapışmadan önceki durumdur. Bağımsız hücredir. Genetik olarak yeni insandır. Ne var ki o haliyle çoğalma imkânına sahip değildir. Hukuken kişilik anne rahmine yapıştıktan sonra başlamaktadır. Çünkü artık annenin yapısına da etki etmektedir.

O halde “Sümme” ile döllenmeden önceki hal ifade edildiği gibi yapışmadan önceki hal de ifade edilmektedir. “Sümme” denmiş olmakla, döllenme ile tutunma arasında bir zamanın olduğu ve farklı hükme tâbi olduğunu ifade etmiş olmaktadır. “Kâne” kelimesini kullanması dönüşme anlamındadır. Yani yaşama şansına sahip olmayan, dolayısıyla kişiliği olmayan ve Allah’ın ruhunu henüz ilişkili kılmadığı zamanı ifade etmektedir.

كَانَ عَلَقَةً

(KAvNa GaLaQaTan)

“Sonra alaka oldu.”

Kur’an’da bu kök 7 defa geçmektedir. Biri mecazi manada kullanılmıştır. Elbiseyi giyersiniz, onunla gezersiniz, sonra başka elbise giyer onu askıya asarsınız. Artık o elbise ile ilgilenmezsiniz. Çok eşli olsa da eşlerden biri ile ilgilenip diğerini ihmal etmesini Kur’an buna benzetmekte, muallakta gibi olmasın denmektedir. Buradan anlıyoruz ki “alak” askı, çengel demektir.

Bir yerde “alak” kelimesi müzekker geçmektedir. Dört yerde de “alakatin” olarak geçmektedir. Bir yerde harfi tarifle geçmektedir.

Arapçada çok taneli olmakla beraber birlikte olanlara tekil isim verilmekte ve eril olarak gösterilmektedir. Onun bir tanesini ifade etmek için de kelimeye “t” eklenerek müennes yapılmaktadır. Yani bazı kelimeler tekildir, “t” getirilerek çoğul yapılmaktadır; bazı kelimeler de sadece mana itibarı ile çoğuldurlar, sonuna “t” getirilerek tekil yapılmaktadır.

Mesela ”Bakar” derseniz erkek ve dişi inek sürüsünü kastedersiniz. “Bakara” derseniz erkek veya dişi bir tek sığır kastedersiniz. “Alak” kelimesi de böyledir. “Alak” birbirine yapışmış küme demektir. “Alaka” ile ise bu yapışanlardan biri kastedilir. Kur’an’da, insanı yapışık alakalardan yarattık anlamında alakdan yarattık denmektedir O halde “alak” demek hücrelerden oluşan doku demektir, “alaka” ise bu dokunun hücrelerinden her biri demektir.

Cinsel hücrelerin böyle yapışık olma kabiliyetleri olmadığı için ayrı ayrı olunca nutfe olurlar. Döllenmeden önceki hal de nutfedir. Döllendikten sonra alaka olmadan önceki hal de nutfedir.

Kur’an’da beş yerde geçen “alak” kelimesini ele alalım.

Hac 22/5’de; Biz sizi turabdan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra mudgadan demektedir. Mudgayı muhallaka ve gayrı muhallaka olarak anlatmaktadır. Burada nutfeden önce turabdan bahsetmektedir. Turab kelimesi nerde biter? Bize göre cinsel hücrelerin 23 kromozoma indiğinde biter. Dr. Lütfi Hocaoğlu’na göre ise döllenmede biter.

 

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ طِينٍ (12) ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً فِي قَرَارٍ مَكِينٍ (13) ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًا ثُمَّ أَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا آخَرَ فَتَبَارَكَ اللَّهُ أَحْسَنُ الْخَالِقِينَ (14)

Müminun 23/12-14; İnsanı tinden olan sulaleden halk ettik. Sonra onu mekin kararda nutfe yaptık. Sonra nutfeyi alaka olarak halk ettik. Peşinden alakayı mudga olarak halk ettik. Peşinden mudgayı izam olarak halk edip ona lami kisve ettik. Onu aher bir şekilde inşa ettik.

Dr. Mete Firidin’e göre:

Alaka: Zigot

Muhallakatun: Embriyo

Gayri muhallakatun: Amnios, plasenta ve şekillenmeyen yardımcı dokular.

Tinden yani organik molekülleri içeren çamurdan halk etmeye başlamıştır. Onu sulale organik sıvı yapmıştır. Sonra nutfe yaptık diyor. Mekin bir kararda diyor. Sonra nutfeyi alaka olarak halk ettik dedikten sonra mudgadan ve kemiklerden etin kaplanmasından bahsederken artık sonra kelimesini getirmemektedir. Bunlar biyolojik evrelerdir. Yani bu âyete göre alaka olduktan sonra artık farklı varlık olmaktadır. Yani anne rahminde yenilik olmamaktadır.

Mümin 40/67: Âyette, O sizi turabdan, sonra nutfeden, sonra alaktan halk etti. Sonra tıfl olarak ihrac etti denmektedir. Nutfe alaktan önceki tüm canlılık evrelerini içermiş olmaktadır.

Bu âyetlerden öğreniyoruz ki insanın kişiliği alak ile başlar. Canlılığın tüm evrelerini insan yaşamaktadır. Hazreti Âdem’in de aynı evreleri yaşadığı çok açık bir şekilde burada ifade edilmektedir.

فَخَلَقَ

(Fa PaLaQa)

“Halk etti.”

“Alaka olarak halk etti” denmektedir. Burada “sizi halk etti” denmektedir.

Buradan “Fa” harfinin tertip “Fa”sı değil de beyan “Fa”sı olduğu anlaşılmaktadır.

Yani alaka olmak demek, yeni hilkate girmek demektir. Bunun döllenme ile başlaması ile talık ile başlaması arasında büyük bir fark yoktur. Turab cansız hâli, nutfe canlı hâli, alaka da insan hâlidir. Bunun iki dönemi vardır. Döllenme ve talik. İkisini bir sayabiliriz. Dolayısıyla iki görüş arasında büyük fark kalmaz.

فَسَوَّى

(Fa SavVAy)

“Tesviye etti.”

Halk etmeyi de tesviye beyan etmektedir. Burada tesviye kelimesi geçmektedir. Tesviye kelimesine baktığımızda yaratılışımızla ilgili bilgiler verir.

18/37’de; O seni turabdan sonra nutfeden halk etti, sonra seni racül olarak tesviye etti denmektedir. Demek ki nutfe hâlinde erkeklik dişilik yoktur. Bu da nutfenin döllenmeden önceki durumu ifade ettiğini gösterir.

32/7’de; insanın yaratılmasına tinden başladı. Sonra neslini mehin main sülalesinden yaptı. Sonra onu tesviye etti ve ruhundan nefh etti. Demek ki tesviye ile nefh birlikte olmaktadır. Muallâka olduğunda ruh da nefh edilmiş olmaktadır. “F” ile bile atfetmemektedir.

Şems 91/7’de nefs ve onun tesviye edilmesinden bahsedilmektedir. Demek ki kişilik tesviye ile başlar. Bedenle beraber nefis de tesviye edilmektedir.

Hicr 15/29’da; onu tesviye edip ruhumdan nefh edince melekler Âdem’e secde ettiler. Burada da tesviye ile nefh birlikte zikredilmektedir. Demek ki insanın bedeni ile ruhu aynı zamanda oluşmaktadır.

İnfitar 82/7’de; “Ey insan, seni halk etti, tesviye etti, seni adletti. Seni istediği surete terkib etti.” denmektedir.

“Fe” harfi ile getirilmektedir. Yani insanın hilkati ile tesviyesi aynı zamanda başlar.

İnsanın kişiliği alaka ile başlar, tesviyesi de alaka ile başlar ve ruh da alaka ile nefh edilmiş olur. Alaka ile doğuma kadar geçen safhada yeni hilkat yoktur. Talik ile oluşmuş hilkat zaman içinde gerçekleşmektedir.

فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنْثَى

Fa CaGaLa MiNHu elZaVCaYNı ElÜaKaRa Va eLEuNÇAy)

“Ondan iki zevc, kadın ve erkek cal etti.”

Canlılar kendilerine benzerini oluşturma kabiliyetindedirler. Başka bir yenilik yapamazlar. Diyelim ki araba canlıdır. Kaporta kaportayı, direksiyon direksiyonu, lastik lastiği yapmaktadır. Her parça kendisine benzerini üretmektedir. Eğer bir parça çatlamışsa üretilen parçalar da çatlak olur, bozulmuşsa üretilen parçalar da bozuk olur. Bir parçası bozuk olan arabanın tamamı bozuk hâle gelir.

Canlılar işte buna çözüm bulmuşlardır. Çoğalttıkları parçaları birbirlerine veriyorlar. Böylece komşulardan aldıkları sağlam parçalarla kendi parçalarını değiştiriyor ve sağlam hâle geliyorlar. Bunu ayrı ayrı parçalarla yapmıyorlar. Zaten her canlıda bütün parçalar ikişer tanedir. Tek parçalı hâle gelip birleşiyorlar. Böylece sağlam parçalı canlılar yaşamaya devam ediyor, bozuk olanlar ise eleniyorlar.

Her seviyede canlılar eşleşmektedir. Kromozomlar eşleşmektedir. DNA’lar eşleşmektedir. İnsan da çift yaratılmıştır. Erkek ve kadın insanlar birlikte çalışır, ayrı ayrı ailece tüketirler. Kadın özgürlüğün temsilcisidir. Erkek ise topluluğun temsilcisidir. Koca çalışıp besin elde eder ve eve getirir, kadın onu pişirir ve birlikte yerler.

Erkek mal üretir, kadın ise insan üretir. Erkek kadının destekleyicisidir. Çünkü gaye eşya değil insandır.

Buradaki “Fa” sebep “Fa”sıdır.

Yani kadın ve erkeğin oluşması ilk yaratılıştan başlar. Hücrede eğer çift 23’üncü kromozom varsa sonunda ondan kadın oluşacaktır. Eğer 23’üncü kromozomdan biri kısa ise ondan erkek oluşacaktır. Yüz milyonlara varan erkek yarışçıdan kim kazanırsa, sağlam kromozomlu olduğu için o kazanır. Dişilerin yumurtalarında yarış yoktur. Ancak yumurta döllenmeden önce bölünerek sağlamlar sakatlardan ayrılarak seçme olmaktadır.

فَجَعَلَ

(Fa CaGaLa)

“Ca’letti.”

“Halk etmek, tesviye etmek” üzerinde değişiklik yapmak demektir.

“Ca’letmek” ise kendisinde değil de görevinde değişiklik yapmak demektir. Erkeklik ve dişiliğin zamanla değişen bir şey olmadığını ifade etmiş oluyor.

İnsanın erkek ve dişi olması döllenme ile başlar ve ondan sonra sadece görevle ilgili değişiklik meydana gelir. Bu sebeple “haleka” demiyor da “ceale” diyor.

Kadının görevi çocuk doğurup büyütmektir. Erkek çocuk doğuramaz, süt veremez. Bu sebeple bu görev kadına verilmiştir. Bir görevliyi atamak ca’letmektir. İnsanlar erkek ve kadın olarak görevlendirilmiş bulunmaktadır.

Roma’da erkek mutlak hâkimdi. Kadının kişiliği yarımdı, çocuk gibiydi. Kadın mahkemeye başvurup hakkını isteyemezdi. Kendisi aleyhinde dava açılsa kendisini savunamazdı. Çocuk gibiydi, ancak ‘pater’ onun adına onun hakkını savunabilirdi. Bu sistem Batı dünyasında son zamanlara kadar devam etmiştir.

1- İslâmiyet’te zina cezasında kadın ile erkek arasında fark olmadığı halde, Batı hukukunda erkeğin ikinci evlilik yapması, kadının ise cinsi ilişkide bulunması suç sayılmıştır.

2- İslâmiyet’te koca karısının iş hayatına karışmadığı halde, Batı’da kadın ancak kocasından izin alırsa iş yapabilirdi.

3- İslâmiyet’te ev işlerinde kadın, dışarıda erkek yetkili olduğu hâlde, Batılılara göre evin reisi erkektir.

4- İslâmiyet’te 7 yaşına kadar çocuk annesinin yanından uzaklaştırılmadığı hâlde, Batı’da mahkeme kararı ile çocuk babaya verilebiliyor.

İslâmiyet’te kadın ile erkek arasında herhangi bir eşitsizlik söz konusu değildir. Kadının şahitlikte yarım sayılması iddiası yanlıştır. Görevlenmede iki kadın şahit tutulması vardır ama şehadette Kur’an kadının şehadeti ile erkeğin şehadetini ayırmamaktadır. Kadının mirasta yarım pay aldığı iddiası da yanlıştır. Anne baba eşit miras aldıkları gibi anadan kardeşleri de eşit miras alırlar. Karı koca arasında da kadın aldığı veya alacağı mihir karşılığı yarım pay almaktadır.

Arapçada kadın ve erkeğin ortak sigası vardır. Kadın için kendilerine özgü olmak üzere siga vardır. Bu onların önemli olmasından dolayıdır. Kadınlar erkeklerin yaptıkları işleri yapma yetkisine sahip oldukları halde, erkekler kadınlara özgü işleri yapamamaktadırlar. Kadınlar erkeklerin toplantısına serbestçe katılırlar. Erkekler ise kadınların özel toplantılarına katılamazlar. Her kadına koca bulunması düzeni vardır ama her erkeğin karı bulma düzeni yoktur.

مِنْهُ

(MiNHu)

“Ondan”

Buradaki zamir insana gitmektedir. Yani insanı iki gurup olarak vazifelendirdi. Kadın erkek eşittir. Sadece görevleri farklıdır. Tüm uygarlık kadın erkek işbölümüne dayanmaktadır.

Batılılar sermayenin fitnesi ile kadınları da erkekleştirmek istemektedirler ama çocuk doğuran veya yavrusuna süt veren bir erkeği icat edemediler. Hiçbir devlet kadınları askere almamaktadır. Sosyalistler aile müessesesini ortadan kaldırmak istemişler ama başaramamışlar, aile müessesesi Sovyet ülkelerinde de aynı şekilde devam etmiştir.

Kırgızistan’da bulunduğum yıllarda gördüm ki eski hanedanlar Sovyet yönetimi döneminde Komünist partili olmuşlar ve yine aynı soy anlayışı devam etmektedir. Türkiye’de kadın başbakan oldu ama ne Sovyetlerde ne de Çin’de kadın başbakan olmadı. Tüm yaptıkları kandırma, fitne ve sömürü aracıdır.

الزَّوْجَيْنِ

(elZavCaYNı)

“Zevceyn”

Zevc” eş anlamındadır. Kelime eril kelimedir. Ama Türkçede olduğu gibi hem erkeğe hem kadına eşit olarak delalet eder. “Zevcet” kelimesi Arapçada yoktur. Çift zevc eşlerdir.

Kâinatta her şey çifttir. Madde parçacıklardan ibarettir. Negatif madde bizim kâinatta yoktur. Bâtın âlemde vardır ama bunlar çifttir. Negatif yükü taşıyan elektron ve pozitif yük taşıyan pozitron vardır. Dalga da iki türdür. Işık hızından fazla dalga hızları vardır. Işık hızından düşük dalga hızları vardır. İkisinin çarpımı ışık hızına eşittir. Işık iki hızın birbirine eşit olduğu varlıktır.

Elektronlar pozitronla birleşir, 1637’si hidrojenin çekirdeğini oluşturur, elektronun eşi olur.

Sonra maddeler ikişer ikişer birleşirler, asitler ve bazlar birleşip tuz olurlar.

Canlılarda DNA iki çifttir. Kromozomlar hep eşlerdir. İşte ondan sonra canlılar hep erkek ve dişi olarak oluşmaktadır. Bitkiler de hayvanlar da çifttir. İnsanlar da birer canlıdır. En yüksek hayvanlardan memelilerin de en gelişmişidir. İnsan ruh ile bedenin birleşmesinden oluştuğuna göre demek ki insan da erkek ve kadından oluşmuştur.

الذَّكَرَ

(ElÜaKaRa)

“Zeker”

“Zeker” elastikî yani eğip serbest bıraktığımızda eski durumunu alan cisimlerdir.

Canlı dalı eğdiğimizde serbest bırakınca yerini alır.

Çelik, erkek demirdir.

Hatırlamak, eski bildiklerini yeniden bilgi alanına getirmek anlamındadır.

Erkekler kadınlara göre daha güçlüdürler, daha dayanıklı demirlerdir.    

وَالْأُنْثَى

(Va eLEuNÇAy)

“Ve ünsa”

Kuru bir ağacı eğerseniz kırılır. Oysa mumu yumuşatırsanız verdiğiniz şekli alır. İşte, kırılmadan değişikliğe uyum gösteren cisimlere de “ünsa” denmektedir.

Kadın psikolojisi ile erkek psikolojisi arasında bazı farklar vardır.

1- Kadınlar günün sorunlarını çözmeye çalışırlar, geçmiş ve geleceği daha az düşünürler. Erkekler ise geçmişi hatırlar, geleceği de hesaba katarak iş yaparlar. Kadın günün problemlerini mahirane çözer. Erkek de geleceğin problemlerini çözmeye çalışır. Böylece birbirlerini tamamlamış olurlar.

2- Kadın merhametlidir, sorunlarını sevgi ile çözer. Sertlikten hoşlanmaz. Bu bakımdan uysaldır. Çocukları sevgiyle yola getirir. Çocuklar her zaman anne tarafı olurlar. Erkek ise sert tabiatlıdır. Çocuklarına veya çevresine sevgisi ile değil gücü ile saygınlık kazandırır. Çocukları ve kadınları koruduğu için çocuklar babalarına itaat ederler.

3- Erkekler kazanmayı severler, harcamada cimridirler. Kadınlar ise harcamayı severler, kazanma ve biriktirme gibi bir dertleri yoktur. Erkekler satmayı, kadınlar satın almayı severler. Allah çalışmak için onlara kazanma zevkini vermiş, kadınlara da onu harcayıp çocukları büyütme melekesini vermiştir.

4- Erkekler birden fazla eşe sevgi ile yaklaşırlar. Kadınlar ise daima tek eş isterler, kendisini seven ve koruyan eş isterler. Erkek kendisini göstermekle gururlanır. Kadın ise kocasının başarısı ile gurur duyar. Yani kadın kocasının başarısı için çalışır. Erkek ise kendi başarısı için çalışır. Eşini sever, memnun etmek ister ama onun toplulukta etkin olması onu fazla memnun etmez, bazen hiç etmez.

Kadın ve erkekteki bu özellikler hep görevleri gereği böyledir.

Burada şu soru sorulabilir:

Neden önce sizi kadın ve erkek yaptı demiyor da sizi erkek ve kadın yaptı diyor?

Tevrat daha çok topluluğa hitap eder. İncil ise kişiye hitap eder. Tevrat erkeklerin, İncil kadınların kitabıdır. Bu sebepledir ki Hazreti Meryem orada yer alır. Kur’an ise her ikisinin kitabıdır. Kişi ile topluluğu eşit olarak ele alır. Erkeklerle kadınların hukuku birlikte ele alınır. Tevrat ve İncil orada mündemiçtir.

Bununla beraber Kur’an’ın tebliğ ve tedvini görevi erkeğe verilmiştir. Yani cihad görevi erkeklere verilmiştir. Hanımlar da cihad yapabilirler, tebliğ yapabilirler ama yapmakla yükümlü değildirler. Yani cihad etmek erkeklere farz-ı ayndır, kadınlara ise sünnettir. Bu sebeple zikredilirken erkekler önce zikredilirler.

 

 

 


KIYAMET SURESİ TEFSİRİ(75.SURE)
1-1 VE 2.AYET
2182 Okunma
2-3 VE 4.AYET
2561 Okunma
3-5 VE 10.AYETLER
1691 Okunma
4-11 VE 15.AYETLER
1609 Okunma
5-16 VE 19.AYETLER
1799 Okunma
6-20 VE 25.AYETLER
1761 Okunma
7-26 VE 30.AYETLER
1629 Okunma
8-31 VE 35.AYETLER
2222 Okunma
9-36 VE 39.AYETLER
2205 Okunma
10-40.AYET
1683 Okunma

© 2024 - Akevler