— "Bir sihirbaz olarak inanılır olanı yaratırım. İnanılmaz olanı sağlayan seyircilerdir."
Bir kuklacıya ait bu sözler.
İngmar Bergman'ın son filminden... "Fanny och Alexander"dan...
* * *
Yorumsuz algı olmaz.
Başka bir deyişle her algıya yorumsama eşlik eder. Algılarken yorumlamaya başlarız. Daha gözlerimizi diker dikmez...
Algıyı genişletiriz, inanılır olanda inanılmazı bulabilir, kastedilenden kastedilmeyeni çekip çıkarabiliriz.
Bu nedenledir ki eserin anlamında sanatçı kadar seyircilerin de katkısı vardır; üstelik temâşa öncesi... yani eser sanatçının muhayyilesinde henüz cenin halindeyken.
Müstakbel seyircisi döller sanatçıyı. İlham perileri arasına gizli seyirciler de karışır.
Demem o ki pasif (münfail) olan seyirci değil, sanatçıdır aslında.
Sanatçı, yani dişi olanın ta kendisi.
* * *
Sanatçı sanatıyla konuşandır; sanatı hakkında konuşan değil.
Bir sanatçının kendi eseri hakkındaki açıklamalarına her zaman itibar etmek gerekmez; belki çoğu zaman itibar etmemek daha doğrudur.
Sanatı veya eseri hakkında konuşmayı veya yazmayı deneyen sanatçıların çoğu, iyi dikkat ediniz, çaresiz kekelemek zorunda kalmışlardır. Eserlerini sözcüklerin desteğiyle açıklığa getirmeyi becerememişlerdir. Bu yüzden de yaptıkları iş(in mahiyeti) üzerine aklı başında iki lâfı bir araya getirebilmiş bir sanatçı bulmak, sanıldığından çok daha zordur.
VE tabii olanı da budur.
Sanatçı yapar ama yaptığını açıklayamaz. Sanatçı sanatını icra ederek konuşur. Dolayısıyla kendi susar, onun yerine eseri konuşur.
* * *
Büyük sanatçılar eserleri üzerinde konuşmaktan kaçınmışlardır.
Bir şair şiirinde ne demeye çalıştığını açıklamaz. Denese bile çoğunlukla açıklayamaz.
Bir ressam resmini, bir bestekâr bestesini sırf konuşarak ne kadar anlaşılır hâle getirebilir ki?
Getiremez.
Makbul olanı, sanatçının susması, onun yerine eserinin konuşmasıdır.
Eserin söyleyeceğini sanatçı üstlenemez. Üstlenmemelidir.
Ressamı resim öğretmeninden, müzisyeni müzik öğretmeninden ayıran fark tam da buradadır.
Birinciler eseri meydana getirirler, ikinciler ise eser hakkında konuşurlar.
* * *
Edebiyat hocalığı yapan şair, resim öğretmenliği yapan ressam, müzik dersi veren müzisyen yok mudur?
Vardır elbette.
Ama çokluk hep başkalarının eserleri hakkında.
Kendi eserleri hakkında değil.
Kendi eserleri hakkında konuşmaya başladıklarında kekelerler. Kekelemek zorundadırlar. Kaçınamazlar.
Hermafrodit kişiliğin yazgısıdır bu!
A'raftakilerin.
* * *
Eser zaten konuşur.
Onun ne dediğini duyabilenler, sanatçının açıklamalarındaki kusurları önemsemeyeceklerdir. Eserin kendisini kendisinden dinlemeyi beceremeyenler ise, sanatçının açıklamalarından medet umacaklardır.
Söylediğini, sanatçıdan bir de tercüme etmesini isteyeceklerdir.
* * *
Hasta, ağrının ve acının kendisine sahiptir, çokluk, o ağrının ve acının bilgisine değil. Doktor ise ağrı ve acının bilgisine sahip olandır, kendisine değil.
İlki acıyı veya ağrıyı hissedip nedenini açıklayamazken, ikincisi ne acıyı, ne ağrıyı hisseder, ama nedenini açıklayabilir.
Anlamak sanatçının hissesine düşer; açıklamaksa eleştirmenin...
* * *
Sanatçı, sanat hocalığı yapamaz mı?
Niçin yapamasın? Yapar.
Lâkin bir koşulla. Sanatına ara verdiğinde, yani artık ilham perileri gelmez olduğunda.
Meselâ mekanik bilimi zihnini meşgul etmeye başladığı andan itibaren Leonardo da Vinci'nin başına gelen budur. Bilim merakı sanatkârlığının sonunu getirmişti, hem de çok kısa bir sürede.
Wolfgang Goethe, taşları incelemeye başladığında, şiirle arası çoktan açılmıştı. Renk teorisi üzerine Newton'a reddiye yazmaya daldığında, ilham perileri bir daha onu ziyaret etmedi.
* * *
Konuş ey talib, senin yerine ben susarım.
***
Yorum;
SANATÇI KİMDİR?
Bir fiilin icrâcısını sorgulayacaksak öncelikle o fiili sorgulamamız ve o fiili anlamamız gerekir. Bu sebeble başlıkta sorduğumuz soru bir eksiklik arz etmektedir. Lakin şim di o noksanlığı giderebiliriz. Sanat nedir? Kelime ve icrâ olarak ne anlama gelir ne anlamı taşır.
Sanat kelimesi arabca kökenli olup صنع kökünden gelir. Kur’an da bu kök 20 kere kullanılmıştır. صنعة kelimesi ise bir defa olarak Enbiya Suresi 80. Ayette geçmektedir.
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْ فَهَلْ أَنْتُمْ شَاكِرُونَ
“Ona, sizi savaşta korumak için zırh yapma sanatını öğrettik, artık şükreder misiniz?”(Enbiya80). Burada geçen ayet ve bir öncesine bakıldığında görülecek ve benim ictihadımca tanımlanacak olan kelime şöyle olur. Ayetin öncesinde de ifade buyurulan Süleyman A.S ve Davud A.S’a Allahu teala nın emirlik verdiğini ve hepsine bir güç verdiğini söyler ve bununla iktidar verdiğini söyler. 80. Ayette de Davud peygamberin zırh yapma sanatına sahip olduğu görülmektedir fakat bu sanat bir amaç içindir amaç korunmaya yöneliktir. Ve bu ayeti okuduğumuzda Fransız ressam Nicolas Poussin’in söylediği o meşhur söz olan.
— " La fin de l'art est la délectation!" (sanatın en mühim amacı lezzet-hazdır.) bu sözün tamamen yanlış olduğunu görürüz.
Çünkü san’at kelimesi; bir toplulukta bir görevi icra ederken ortaya estetik bir görüntü güzel bir temâşa uyandıran(bu anlamı Allah için kullanılan ayetlerden çıkardım.) ve bununla beraber bir fayda da ortaya koyan ve failinin hazzına yönelik olmayan fakat faydaya medar olacak şeyi üretirken ortada estetiğe de yer veren bir eylem olarak zihnimde inkışaf etti. Bu durumda aslında esnaflar birer sanatçıdır. Bir terzi, demirci, marangoz vs. Peki resim ya da müzik gibi eserleri üretenler nedir? Görünen bir fayda yok ortada ve bunlar estetiğe yönelik bir şey üretiyorlar ve bu yüzden bu zât-ı muhteremlerin sınıfı nedir? Bana göre bunlar da niyyet itibarıyla insanlar için en azından psikolojik bir fayda olsun diye bunu üretmişlerse bu kimselerde sanatçı sınıfında yer alırlar. Lakin bu insanlar önceliği kendi nefis ve arzularına veririler çünkü yazarında belirttiği gibi kendi hayatlarından yaşa(yama)dıklarından bir ürün ortaya koyarlar. Ve her eser sahibi kendisini duygulandırırken aslında kendisi gibi olanları da duygulandırır ki insanlar ortak duygulara da sahiptir. Bu yüzden elbet kendisi gibi olanlar çıkacaktır. Onun gibi sevinenler ağlayanlar ve ağlayamayanlar elbet varolacaktır.
“Sanatçı yapar ama yaptığını açıklayamaz. Sanatçı sanatını icra ederek konuşur. Dolayısıyla kendi susar, onun yerine eseri konuşur.” Yazarın bu sözünü Mehmet Akif o meşhur mısraıyla açıklar.
“…Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım
Ne tasannu’ bilirim çünkü ne san’atkârım
Ağlarım, ağlatamam hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin işte bundan bîzârım…”