13.06.2010
Ben sanıyordum ki...
Kemal Bey bütün bilinen ezberleri tersyüz edecek.
Ben sanıyordum ki...
Kemal Bey partiye bütün ağırlığını koyarak bir destan yazacak.
Ben sanıyordum ki...
Kemal Bey öyle bir samimiyet duvarı örecek ki kurşun geçmeyecek.
Ben sanıyordum ki...
Kemal Bey en küçük bir şaşkınlık yaşamadan olaya hakim olacak.
Ben sanıyordum ki...
Kemal Bey halka dokunan, halka geçen taraflarına çok şey ekleyecek.
* * *
Ankara'ya gittim...
Kendisiyle üç saat geçirdim.
Sorulara verdiği cevaplara dikkat kesildim.
Yaklaşımlarına baktım, cesaretini ölçtüm, risk alıp almadığını kontrol ettim, gözlem yaptım.
Sonuç?
Heyhat ki heyhat!
Hadi “kocaman bir hayal kırıklığı” demeyeyim de “hayal kırıklığına ramak kala” diyeyim.
Ne de olsa umuda minicik de olsa bir kapı aralamak lazım.
* * *
Nasıl bir “Kemal Kılıçdaroğlu portresi” ile mi karşılaştım?
Hemen anlatayım:
Karşımda aradan geçen bunca süreye karşın lider olduğunun sımsıkı bilincine varamamış bir Kemal Kılıçdaroğlu duruyordu.
Şaşkın ve ürkekti.
Bir planı yokmuş gibiydi.
En haklı olduğu konularda bile masaya yumruğunu vurup son sözü söyleyemeyecekmiş edasındaydı.
Etrafı kolluyor, dengeleri gözetiyordu.
En fenası risk almaktan fena halde çekiniyordu.
Cesur şeyler söyleyip hata yapmaktansa bilinenleri tekrarlayarak cesaretsiz kalmaya razı olmuş gibi bir hali vardı.
Tipik bir Ankaralı gibiydi...
Laf çeviriyor, konunun özüne gelmiyor, en aşılmış mevzularda bile bir çift laf edemiyordu.
Açık konuşamıyordu.
Bu durum, en önemli silahını, yani samimiyet silahını elinden alıyordu.
“Kürt sorunu” konusunda en klişe çözümlere yaslanıyordu.
“Üniversiteler bin çiçeğin açtığı yerlerdir. Kıyafet yasağı da neymiş? Üniversite çağına gelmiş delikanlıların kıyafetine devlet ne karışırmış?” cümlelerini kurmaktan bile kaçınıyordu.
* * *
Son sözüm şudur:
Eğer bu böyle giderse...
Üç vakte kadar “Kemal Kılıçdaroğlu efsanesi” yer ile yeksan olur.
Ne demişler?
Acı konuş ama doğru bildiğinden şaşma...
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Dunning-Kruger Etkisi
Türkçede bir atasözü vardır. Cahil cesaretli olur derler. Atasözleri genellikle uzun tecrübeler sonucunda ortaya çıkmıştır.
Genellikle politikacılarda görülen bir durum vardır: Dunning-Kruger etkisi. Aslında bu durum 1999’da adlandırılmıştır ama yeni değildir. Sadece mekanizması ortaya konulmuştur.
Bakarsınız ki milletvekili olmuş, bakan olmuş, genel müdür olmuş, parti başkanı, parti yöneticisi olmuş vs. vs. Ama içi boş bir balon. Şaşırırsınız. Nasıl oluyor da bu adam bu mevkie yükselmiş dersiniz.
Cornell Universitesinde görevli iki psikolog Justin Kruger ve David Dunning, Journal of Personality and Social Psychology dergisinin Aralık-99 sayısında bir teori yayınlarlar. Bu teorinin özeti şudur:
Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.
Bu iki psikolog denekler üzerinde yaptıkları çalışmalarda şu sonuçlara ulaşmışlardır:
1.Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
2.Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
3.Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
4.Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.
Dunning ve Kruger teorilerini test etmek için Cornell Üniversitesindeki öğrencilere bir test yaptılar. Öğrencilere yaptıkları testteki soruların ne kadarına doğru cevap verdiklerini tahmin etmelerini istediler.
Testten 100 üzerinden 10 ve altında alan en başarısız olan grubun en az 100 üzerinden 60 aldığını düşündükleri, iyi günlerinde olsalar 100 üzerinden 70 alacaklarına inandıkları ortaya çıktı. Yani 10’un altında alanlar 60’ın üzerinde aldıklarını düşünüyorlardı.
Testten 100 üzerinden 90 ve üstünde alan en başarılı olan grubun ise 100 üzerinden 70 aldığını düşündükleri ve alçakgönüllü denekler oldukları görüldü. Yani 90 ve üzeri alıyorlar ama 70 aldıklarını düşünüyorlardı.
İki uzman psikologa göre yüksek beklentili olan bu durum oto-evaluasyon denen kişinin kendi kendini değerlendirme yetersizliği nedeniyledir. Kendi kapasitesini değerlendirmekten ve eksikliğini teşhis etmekten bile acizdir. Ama asıl vahim olan, bu yetersizlik ve haddini bilmeme karışımının mesleki açıdan bir itici güç oluşturmasıdır. Kariyer açısından bir eksiyken, artıya dönüşmesidir.
İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan “yetersiz”, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve haddi olmayan görevlere talip olmaktan en küçük bir rahatsızlık duymayacaktır. Aksine bunu bir “hak” olarak görecektir.
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar ise “fazla alçakgönüllü” davranarak kendilerine haksızlık edecekler, öne çıkmayacaklar, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmayacaklar, kıymetlerinin bilinmesini bekleyeceklerdir. Kıymetleri bilinmeyince kırılacaklar ve kendilerini daha da geriye çekeceklerdir. Muhtemelen üstleri tarafından pasif olmakla suçlanacaklardır.
Bir işletmede işe alım yapan insan kaynakları departmanı da iki benzer özgeçmiş arasından, “kendine güvenen ve iyi sonuç alma olasılığı yüksek” adayı tercih eder. Sonuçta Peter prensibi olarak adlandırılan şu durum meydana gelir:
Her çalışan, iş ortamında yetersiz olduğu noktaya kadar yükselir. Bunun doğal sonucu olarak, yüksek makamlar daima yetersiz insanlar tarafından işgal edilir.
Sonuçta bu gruba “kifayetsiz muhterisler” denmektedir. Her zaman ve her yerde daha hızlı yükselecekler ve daha yukarılara çıkacaklardır.
Kifayetsiz muhterisleri nasıl tanıyacaksınız?
Çok ses çıkarır. Çok şey biliyormuş ve çok şey yapıyormuş havası estirir. Başarıların kaynağının kendisi olduğunu söyler. Her zaman ve her yerde en üst mevkileri kendisinin hak ettiğini söyler. Bulunduğu bütün topluluklarda başkan olmak ister ve bunu sürekli olarak beyan eder. Katıldığı her toplantıda mutlaka söz alır ve en doğru fikrin kendisinin olduğunu üzerine basa basa söyler. Yaptığı her çalışmanın en mükemmel çalışma olduğunu ileri sürer, iddia eder.
Bertrand Russell’ın bir sözü bu kifayetsiz muhterisleri çok güzel anlatmaktadır:
“In the modern world the stupid are cocksure while the intelligent are full of doubt.”
“Modern dünyada: Akıllılar hep kuşku içindeyken, aptallar kendilerinden son derece emindir.”
Oysa çocukluktan beri bize öğütlenir. Mütevazi olun denir. Zaten mütevazi olmak bilgi ile kendiliğinden gelecektir. Burada yanlış olan bildiği halde insanın kendini arka plana atmasıdır. Oysa Kuran bu durum için bize örnek vermektedir:
Hz. Yusuf Mısır’da zindandadır. Melikin rüyasını tabir ettikten sonra Melik’in yanına gelince:
قَالَ اجْعَلْنِي عَلَى خَزَائِنِ الْأَرْضِ إِنِّي حَفِيظٌ عَلِيمٌ
Beni yerin hazineleri üzerine getir. Kesinlikle ben koruyanım, bilenim. (Yusuf 55)
Mısır’da bir köle pozisyonunda olan Hz. Yusuf Mısır’ın hazinelerinin sorumlusu olmayı istiyor ve gerekçesini arkasından açıklıyor. Hafız ve alim olduğunu söylüyor.
Kuran’ın bu örneği bizim için örnektir. Eğer bilgili ve yetenekli insanlar kendilerini geri çekmeye devam ederse, yani gereğinden fazla alçakgönüllülük yaparlarsa başlarına kendilerinden çok geri olan kifayetsiz muhterislerin gelmesine engel olamayacaklardır.
Tabi ki bütün yöneticiler kifayetsiz muhteristir denemez. Ya da bütün kifayetsizler yüksek mevkidedir anlamına gelmez. Bu özelliklerine göre insanları sınıflandıran şu Çin atasözü durumu çok güzel özetlemektedir:
Bilmeyip de bilmediğini bilene öğretin.
Bilmeyip de bilmediğini bilmeyenden uzak durun.
Bilip de bildiğini bilmeyeni uyandırın.
Bilip de bildiğini bilenin peşinden gidin.
İlk grup cehl-i basit denen gruptur. Cahilliğinin farkındadır. İkinci grup yazımızın konusu olan gruptur ve cehl-i mürekkeb de denir. Üçüncü grup alim olup kendisinden daha alim ve göreve daha layık pek çok kimse olduğunu düşünüp görev almaktan çekinen gruptur. Dördüncü gruptakiler ise gerçek liderdir. Kendi ilmi ve beceri seviyesini bilir, başkalarınınkini de bilir ve kıyaslar. Göreve talip olur ve görevi alırsa başarı ile gerçekleştirir.