Uzağı Görmek
1363 Okunma, 8 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

Uzağı Görmek

- Terördeki tırmanış ve Kürt siyasetçilerin buna zımni desteği nasıl bir sonuç yaratır? Bir eylem elde edilecek sonuçlara göre anlam kazanır. Dünyadaki genel eğilimi, bölgede oluşacak güç dengelerini hesap etmeden bu sonuçlar tahmin edilemez

- Tarihte inkılâplar hep sorunların baskısıyla doğmuştur. Türkiye sağlam bir devlet yapısına oturmuştur. Osmanlıcılığın yerini cumhuriyet almıştır. İslamcılığın yerini dinle barışık laiklik almıştır. Türkçülüğün yerini milliyetçilik almıştır. Batıcılığın yerini muasır medeniyetin fevkine çıkma almıştır. Sorun bu ideal anlatışa doğru bir türlü adım atamamasıdır.

Yaşanan terör eylemleri bu işte rol alanların kaybetmesiyle sonuçlanır. Türkiye’nin, eylemcilerin ifadesiyle, güç kullanarak bir çözüme razı edilmesi ihtimali yoktur. Irak’ta devleti yıkarak kendileri için bir bölge oluşturduklarını sanmaları şöyle bir düşünceye kapılmalarına yol açtı. Eğer içinde yaşadıkları devleti yıkmak için dış güçlere hizmet ederlerse bunun karşılığının hedeflerinin gerçekleşmesi olacağını düşündüler. Kazançlarını ihanetin bedeli olarak görmek aynı şeyi tekrarlamalarına yol açtı.

- Dış güçlere dayanarak bağımsızlık kazanmak devletin doğasına aykırıdır. Kendi gücüyle devlet olunabilir. Bölünsek bizim bize yeter toprağımız kalır. Nüfusumuz da yeteri kadardır. Kaldı ki göçmen kabul ederek Türkiye’yi her zaman yüz milyona çıkarabiliriz. Kürtler gider Uygurlar gelir. Oysa Kürtlerin toprakları çok az olduğu gibi nüfusları bir devlet oluşturmanın çok altındadır. Kimse onlara hicret etmez. Kuzey Irak iyi bir misaldir.

Türkiye’nin farklı kültürlere kapalı görünmesi bir tercih değil şartların bir gereğiydi. Osmanlının tasfiyesi bir ulus devlet kumayı zorunlu kılıyordu. Bu nedenle sınırlar içinde kalan herkes tek bir kültürün parçası sayıldı. Aksi düşünülseydi bu topraklarda bir düzine devletin kurulması gerekecekti. Ayrıca bu devletin vatandaşları soylarıyla değil Müslüman oluşlarıyla tanımlandılar ve azınlık bu kritere göre belirlendi. Kaldı ki bu topraklar üzerinde oluşan kültür yaşayanların ortak değerleriydi ve kimsenin diğerini zorlamasının ürünü olmadı. Kürtlerin bu ortak kültürden farklı kalması yaşadıkları feodal yapının bir sonucuydu. Eğer, mesela ABD’deki gibi, toplumla bütünleşselerdi hem ortak kültüre katkıları olur hem de ondan etkilenerek bütünün parçası konumunda olurlardı.

- Dünya ulusal devletlere doğru gitmiştir. Kur’an’ın verdiği habere göre de devletler ulusal devlettir. Ulus da dil birliğine dayanır. Devletimiz kurulurken ulus için dört kriter getirilmiştir: Türkiye vatandaşı olmak, Türkçe konuşmak, Türküm demek ve Müslüman olmak. Bu devlet böyle oluştu. Şimdi değiştirmemiz mümkün değildir. Kürtler Türkiye içinde dağınık olarak yaşamaktadır. Kendi istekleriyle dağılmışlardır. Kimse kendi topraklarına dönmez. Orada da sadece Kürtler oturmaktadır. Arapların yanında birçok Kürt halkı bulunmaktadır. PKK’nın hedefi devletimizi yıkmak, Kürt ve Türk halkını kırmak. Öyle olmasaydı kendilerini öldürürler miydi?

Bugün tartışılmayan, ancak gerçek çatışma nedeni olan, Kürtlerin kimlik ve kültürlerinin tanınması ve korunması değildir. İktidar bu konuda yapılması gereken her şeyi yapmaktadır ve bu yüzden bölücülükle itham edilmeyi bile göze almaktadır. Ancak talep bununla sınırlı görünmemektedir. Hedef ülkenin siyasi yapısını değiştirmek ve federal ya da özerk bir bölge kurulmasını sağlamaktır. Bu bölge halkının maddi ya da manevi yaşam düzeyini yükseltmek değil kendi egemenliklerini sürdürmek amacını taşıyor. Oysa önlerinde büyük bir güç odağı olmaya doğru giden Türkiye’yi yönetmek ya da yönetenler arasında yer almak varken dar ufukları nedeniyle geleceği belirsiz bir oluşumla yetiniyorlar.

Çevresinde herkesle çatışan, Irak’ta işgalcilerin destekçisi sayıldığı ve milyonu bulan Iraklı ölünün yanında rahat bir yaşam sürdürdükleri için kin duyulan, İran’la çatışan, Suriye’de tehdit olarak algılanan insanlar, şimdi de Türkiye’de halkı tahrik etmekten başka bir sonuç yaratmayacak eylemlerin taşeronluğunu yapıyorlar.

- Sermaye Kürt halkını kullanarak ülkeleri yıkmak İsrail devletine eyalet yapma çabasında idiler. Şimdi ise dünyadaki Müslümanları süper güçlere karşı ayaklandırıp süper güçleri yola getirmek istemektedirler. Türkiye bunda baş çeksin istiyor. Barış için her türlü fedakârlığa hazırız. Ülkemizi kimseyle savaş için desteklemeyiz. Ülkemiz için de sadece savunma savaşı yaparız. AK Parti bugün bunu başarılı şekilde yürütmektedir. Yanında olmalıyız.

Bu arada barış sürecince Türkiye’ye gelen insanların tutuklanması ve yargılanmasının doğru olmadığını söylemek gerekiyor. Dönüşü bir zafer havasına sokmak isteyenler olabilir ama buna verilecek cevap kişilere baskı yapmak değildir. Bu devletin güvenilirliğini zedeler ve sözlerine güven duyulamaz hale getirir. Yaptığımız açılımlar bir ödün değil devlet olarak görevimizdir ve istenmese bile yapardık, verdiğimiz sözden hiçbir şart altında dönmeyiz demeliyiz.

Türkiye’ye herkes gelebilir ve Türk vatandaşı olur. Ülkemizi 500 milyon insan çok rahatlıkla besler. Bir milyon da sığabilir. Kaldı ki Müslüman devletlerin pek çok toprakları var. Sular vakfını kurarız. Tüm Arabistan cennet olur.

 

Terörün yeni stratejisi 13 haziran 2010 Pazar

Yazı özeti: Açılıma rağmen terör tırmanıyor. Bölünme bölge halkına yararlı değil.  PKK gizliliğini koruyor.  Kürt yöneticileri Kürtlerin lehine hareket etmiyor. Terör ülkeye yayılıyor ve askeri güce karşı oluşuyor. Kürt yöneticilerinin dili yörenin lehine değildir. Ülkemizin bölgedeki yeni gücüne karşı kullanılmaktadır.

Özet yorum: Başlangıçta Kürtçülük Ortadoğu ülkelerini bölmek 10 milyondan küçük devletçikler oluşturup İsrail’in hâkimiyetine vermek idi.  Etkin güçlerin sermayeyi dinlememesinden dolayı etkin güce karşı Müslümanları organize edip çatıştırarak dengeyi oluşturmak amacıyla PKK tasfiye ediliyor.

Uzağı görmek 19 haziran 2010 cumartesi

Yazı özeti: Irak’ı, Suriye’yi ve İran’ı yıkma emelinden sonra PKK’nın şimdiki hedefi. Türkiye’nin tarihi oluşumu ulus devlet oluşumuna dayanıyordu ırka değil. Kürt yöneticileri Türk yöneticileri iktidarı paylaşabilirlerdi. Yöneticiler ihanet içindedirler. Açılım devlet görevidir.

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
22.06.2010
19:34

-AKEVLER’İN ERBAKAN İLE ÇALIŞMAYA BAŞLAMASI VE MİLLÎ GÖRÜŞ’Ü DESTEKLEMESİ RESMEN 1969 YILINDA BAŞLAMIŞTI...

-İŞTE O GÜNLERDE AKEVLER BÜNYESİNDE NEŞREDİLEN "TEK YOL DERGİSİ" İÇİN FEHMİ KORU’NUN YAPTIĞI RÖPORTAJDAN HATIRLATMALAR VE SONRASI...

-ÜSTAD SÜLEYMAN KARAGÜLLE’NİN O YILLARDAKİ ÖNGÖRÜSÜNÜN ÖNEMİ VE NECMETTİN ERBAKAN İLE ÇALIŞMAYA BAŞLAMASI...

- 1969 BAĞIMSIZLAR HARKETİ VE ÜSTAD’IN AYDIN İLİ BAĞIMSIZ ADAYLIĞI..

- 1972-73 MSP İZMİR İL BAŞKANLIĞI VE MSP-CHP KOALİSYONU KURULMA ETKİSİ..

- 1980’LERDE NECMETTİN ERBAKAN İLE BAŞLAYAN İLK "ADİL DÜZEN" ÇALIŞMALARI..

- 1990’LARDA REFAH PARTİSİ VE "ADİL DÜZEN"..

- 2000’LERDE "ADİL DÜZEN KONFERANSLARI"..

- VE SON OLARAK ERBAKAN’IN ESAM TARAFINDAN YAYIMLANAN "YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN" KİTAABI...

Taha Kıvanç’ın (FEHMİ KORU) bugünkü yazısını yukarıdaki bilgilerin/ hatırlatmaların/ gelişmelerin ışığında daha dikkatli okuyun...

REŞAD

GENÇ ERBAKAN’IN ÇABALARI

28 Şubat (1997) dönemi başbakanı Prof. Necmettin Erbakan, siyasete ilk adımı attığı günlerde (1969), İzmir’de çıkan Tekyol dergisi adına yaptığım mülâkatta kendisine yönelttiğim "Neden siyaset?" sorusuna -mealen- şu cevabı vermişti:

"Memlekette yapılacak çok şey var. Bilimadamı olarak zorladım, olmadı. Odalar Birliği’nde genel sekreter sonra başkan olarak zorladım, yine olmadı. Yapmak istediklerimi gerçekleştirmenin tek yolu siyaset görünüyor."

Onca yıl unutmamışım o zaman dediğini...

Şimdi hatırlamamın sebebi, 27 Mayıs (1960) darbesi sonrasında kurulan Bakanlar Kurulu’nun tutanaklarını gözden geçirirken karşıma çıkan gerçek: Necmettin Erbakan henüz gencecik bir doçent iken, ülkemizde otomotiv sanayii kurulması için çaba göstermiş; önce Odalar Birliği’ne rapor sunmuş, aynı raporu Planlama’ya iletmiş, ardından Bakanlar Kurulu toplantısına çağırmışlar, orada da savunmuş tezini...

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Cemil Koçak’ın son hayırlı hizmeti, ’27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları’ adlı eser... İki koca cilt halinde Yapı Kredi Yayınları (YKY) tarafından geçen hafta yayımlanan eserde, darbe sonrası oluşmuş Bakanlar Kurulu’nda (BK) konuşulanlar yer alıyor. Metni bulunamayan tutanaklar da olmuş, bazı görüşmeler tutanağa geçirilmemiş...

Necmettin Erbakan 4 Mart 1961 tarihli BK toplantısına katılmış. Toplantı 9.45’te başlayıp 11.50’ye kadar sürmüş. Kendisine ayrılan zaman diliminde, Doç. Erbakan, ülke sanayiinin durumuna ve neler yapılması gerektiğine dair görüşlerini anlatmış, sonra da otomobil üretimi konusundaki düşüncelerini açıklamış (II. cilt, s. 949-969)...

Türkiye’de o günlerde 84 bin motorlu araç var, bunlardan sadece 38 bini otomobil... Ülkeye ithali yasak otomobil, ancak bedelli ithalât yoluyla gelebiliyor. Buna rağmen bakanların bazısı otomobil çokluğundan ve lüks oluşundan şikâyetçi.

O günlerde Türk sanayiinin ne durumda olduğunu merak edenlerin öğreneceği çok şey var tutanaklarda. Erbakan ’araştırma-geliştirme’ alanına önem verilmesini, sanayi için ithalâttan fon ayrılmasını, yerli üretilebilen makinaların ithalâtının kısıtlanmasını, üniversite-sanayi işbirliğini ve bunların çıkarılacak yasalarla takviye edilmesini savunuyor.

Şu satırları okuyalım: "Bizim memleketimizde önce demir-çelik sanayii kurulmalı, ondan sonra makine tezgâhları kurulmalı ve ondan sonra da imalât yapacak fabrikalar tesis edilmelidir."

Toplantıya bakan olmayan iki asker de katılmış o gün: Sami Küçük ve Sıtkı Ulay... Toplantı bitip ayrılırken konunun önemine binaen kendisini 15 gün sonra yeniden çağıracaklarını söylemişler Erbakan’a; BK olarak aynı konuda başka toplantılar da yaptıkları ve o toplantılarda adı da geçtiği halde kendisini bir daha çağırmamışlar...

Bakanlar önünde tezini savunurken Erbakan’ın ABD ve İsrail dahil başka ülkelerden örnekler verdiği görülüyor. O sırada Türkiye ile aynı milli gelire sahip Brezilya’nın kendi otomobilini üretmeye başladığını birkaç kez tekrarlıyor. (Brezilya bugün kendi uçağını da üretiyor.) Brezilya yılda 120 bin otomobil üretmektedir 1960’larda ve Cumhurbaşkanı Kubiçik bir mühendisi bu işle görevlendirmiş, o da daha ilk yıl 30 bin otomobil üretmeyi başarmıştır... "ABD’de kullanılan Volkswagen arabalarının yüzde 95’i Brezilya’da üretilmektedir" diyor Erbakan...

"Otomobil üretiminde kullanılacak kaliteli işçimiz var" tespiti de Erbakan’ın... Sonra söyledikleri sorunlarımızın sürekliliğine işaret ediyor: "Bugün Türkiye’de 300 bin sanat okulu mezunu, mühendis, teknisyen ve sanatkâr vardır; bunların yüzde 5’i sanayi sahasında, yüzde 95’i başka sahalarda çalışmakta, çeşitli yerlerde kâtiplik, biletçilik yapmaktadır."

"İmalât nasıl olacak?" sorusuna cevabı da şu: "İlk senelerde otomobil imalâtında kullanılacak malzemenin yarısını Türk malı olarak imal etmek mümkündür. Otomobil için yeni bir yatırım yapılmasına da lüzum yoktur; bu hususta lüzumlu fabrikalar mevcuttur. Bunlar bugün yüzde 10 kapasite ile çalışmaktadırlar. (..) Böyle bir imalât belki montaj fabrikalarından da istifade edildiği taktirde ufak yatırımlarla tahakkuk ettirilebilir."

"Devletin önderliğinde yapılmalıdır otomobil imalâtı" görüşünde olduğunu da belirtmiş Erbakan...

Sunumun ardından başlayan soru-cevap ve tartışma bölümü ibretle okunuyor. Kimi (Kemal Kurdaş) doğrudan "Biz geri kalmış bir memleketiz, yapamayız" demekte, işi "Zaten Brezilya bir deli tarafından idare ediliyor" iddiasına kadar vardırmakta. Kimi (Mehmet Baydur) "Çimento ve şeker fabrikaları kurduk da ne oldu? Bunlar bugün yük, memlekete hayır değil, felâket getiriyor" diyor...

Prof. Koçak, ’Devrim’ adlı otomobille ilgili ilk toplantının Erbakan’ın BK’da konuşmasından sadece üç ay sonra yapıldığını da not düşmüş...

Görüyorsunuz, hiçbir şey gizli kalmıyor şu dünyada.

Taha Kıvanç (Yeni Şafak)

Reşat Nuri Erol
23.06.2010
16:19

Bu sakın meşhur ’B Planı’ olmasın!

Taşeron dedikleri gizli komando timi Mistaravim mi?

Pulitzer ödüllü muhabir Seymour M. Hersh, 28 Haziran 2004’de Amerikan The New Yorker dergisi için kaleme aldığı bir makalede, İsrail’in Kürt politikasına dair çok önemli tespitlerde bulunmuştu. O dönem, ABD’nin Irak işgalinin "başarısız" olduğunun tartışıldığı günlerdi. Hersh, İsrail yönetiminin Bush yönetiminden Irak konusunda umuduğu kestiğini yazdıktan sonra şu iddia da bulunmuştu:

Ariel Sharon hükümeti, ABD’nin zorlamasıyla Irak’ta demokrasi ve istikrarın kurulamayacağına kanaat getirmiş. Bu durumun İsrail’in stratejik pozisyonuna vereceği zararı en aza indirmek için, Sharon hükümeti ’B Planı’nı devreye sokmuş: Irak’taki Kürtler ile ilişkileri geliştirmek ve yarı-otonom bir Kürdistan’ı kurmak.

Peki neye karşıydı bu B planı? İsrail’i o günlerde korkutan gelişmeler, istikrarını yitirmiş bir Irak’ın İsrail’in düşmaları İran ve Suriye tarafından domine edilmesi ve İsrail’in çevrelenmesiydi. İran ve Suriye’ye karşı stratejik üstünlüğünü koruyabilmek için İsrail, Kürt kartını açmış ve:

- Bölgedeki Kürt gruplara finansal destek başlatmış

- Askeri ve istihbarat birimlerini, peşmergeleri eğitmek için görevlendirmişti.

Hersh, ’Kürt komandolarının’ İsrail’in en gizli komando birimi olan Mistaravim ile aynı kapasitede yetiştirildiği detayını da yazısında vermişti.

("Mistaravim adı bu timlerin sadece lakaplarıdır. Esas adları “Sayaret Duvdevan” veya “Birim 217” dir. Mistaravim Ibranice’de “Arap olmak” anlamında kullanılır. Yani tam anlamıyla ve halk arasında farkedilmeyecek kadar Araba’a benzemek. Amacı Israil’in işgal ettiği topraklarda kısa süreli sızmalarla suikast ve sabotaj faaliyetlerinde bulunmaktır." Bkz: Kürtler ve Mistaravim Timleri)

İsrail’in Kürtlere yardımdaki amacının Amerikan komandolarının yapamadığını yaparak ilerlemek, istihbarat toplamak ve Irak’taki isyancı Şii ve Sünni liderliğini öldürmek olduğunu söylüyordu Hersh. İsrail’in bağımsız Kürdistan projesinden haberdar olan Türkiye ise gelişmelerden son derece rahatsızdı. Bir İsrailli istihbarat yetkilisi, Hersh’e, ’Kürt-İsrail ilişkisinin gelişmesi Türkleri çok rahatsız ediyor. Irak için eğitilen Kürt komandolarının Türkiye’ye sızarak saldırmalarından endişe ediyorlar’ diyerek, Türkiye’nin rahatsızlığını özetlemişti.

İşte 2004’te açık seçik dile getirilen bu endişe, 2010’da gerçek mi oldu?

Hatta daha da ileri gidersek, ’Mavi Marmara’ katliamı ile aynı zamana denk gelen İskenderun’daki deniz üssüne yapılan saldırının ardında, ’Arap olmayan Mistaravim’ olmasın?

Hersh’e konuşan bir Alman yetkili, ABD yönetimi içinde neocon unsurların en bilindik ismi eski Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz gibi isimlerin ’bağımsız bir Kürdistan’a’ hoşgörüyle baktığını belirtmişti. Türkiye’nin dış politikasındaki değişimden dolayı hükümete diş bilediği bilinen neoconlar, İsrail adına ’B Planı’nı tekrar yürürlüğe koymuş olabilir mi?

www.iyibilgi.com özel

Vahap Alma
24.06.2010
00:28

(Dünya ulusal devletlere doğru gitmiştir. Kur’an’ın verdiği habere göre de devletler ulusal devlettir. Ulus da dil birliğine dayanır. Devletimiz kurulurken ulus için dört kriter getirilmiştir: Türkiye vatandaşı olmak, Türkçe konuşmak, Türküm demek ve Müslüman olmak.)

Hocam yukardaki cümlelerinize pek anlam veremedim. Hem başka milletlerden bu topraklarda 500 milyon kişi gelebilir ve yaşayabilir diyorsunuz. Hem de bir ulus devletinde yaşamanın şartı asimilasyon diyorsunuz. Yani Türkiye’deki kürtlerin ve diğer ırkların yaşayabilmesi için ’’Türküm’’ demesi gerekiyor. Bu kurmak istediğiniz ’’adil düzen’’in bucak sistemine aykırı değil mi? Hele hele sık sık tekrarladığınız ’’herkesin istediği kültür ve şekilde yaşayabilme’’ ilkesine. Allah bir insanı kürt yaratmışsa, Türkiye’de ’’Türküm’’ demesi için yaratmamıştır. Ya da bir arabın ben ’’kürdüm’’ demesi veya bir türkün ’’ingilizim’’ demesi. Kısacası insanoğlu ırkını seçme özgürlüğüne sahip değildir. Aynı zamanda ırkından dolayı dışlanmayı da haketmemiştir.Hele hele sisteme uyarak yani müslüman olarak yaşadığı ülkede ülkenin çoğunluk olan ırkının da dayatılması pek adil bir durum değil...

zkafkas
25.06.2010
09:16

Vahap Bey’e katılıyorum.

Cumhuriyetin kuruluş ideolojisi üstadın dediği gibidir. Lakin Şu an dış güçlerin kaşımasıyla ortaya çıkan terör bu anlayışın sonucudur. Kendinden başkasını düşman görme bu anlayışın sonucudur. Bazılarının imtiyazlı bazılarının 2.sınıf vatandaş olması bu anlayışın sonucudur vs. Kısaca resmi idelojinin baskıcı ,dayatmacı ve özgürlükleri kısıtlayıcı paradigmasını iyi analiz edip bu hatalara tekrar düşmemek gerekir. Kendine Türk demeyenlerin,müslüman olmayanların , Türkçe konuşmak istemeyenlerin bu haklarını korumak bizim vazifemizdir diye düşünüyorum. Ulus devletini kemalistler gibi anlarsak adil düzen yerine baskıcı düzenden başka birşey getiremeyiz.

Reşat Nuri Erol
26.06.2010
12:34

VAHAP Bey,

Sorularınıza bugüne kadar Üstad cevap verir diye bekledim ama her halde

görmedi ki henüz cevap veremedi...

ZAFER Bey sizin sorularınıza da cevap olabilecek bir metin yazmış. Mesele aynı zamanda Zafer’in de izah ettiği şekildedir.

(Dünya ulusal devletlere doğru gitmiştir. Kur’an’ın verdiği habere göre de devletler ulusal devlettir. Ulus da dil birliğine dayanır. Devletimiz kurulurken ulus için dört kriter getirilmiştir: Türkiye vatandaşı olmak, Türkçe konuşmak, Türküm demek ve Müslüman olmak.) S. Karagülle

Her şeyden önce şurayı eksik anlamışsınız; TÜRKİYE Türk ırkından olanlardan oluşacaktır demiyoruz, "BEN TÜRKÜM, BEN MÜSLÜMANIM" diyebilen herkes "TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI" olur diyoruz. Nitekim Türkiye öyle kurulmuştur. Anadolu’da zaten saf Türk ırkı yoktur. Artık bütün dünyada da giderek saf ırk kalmamakta, ırklar giderek daha çok birbirine karışmaktadır. (Mesela, benim ailem dört ırktan oluşmaktadır.)

ULUS DEVLET meselesi: Bizim "BUCAK" sistemi büyüyüp "DEVLET" seviyesine/sayısına ulaşınca "ULUS DEVLET" mertebesine ulaşır.

Biz ANADOLU topraklarının 500 milyon insanı barındıracak kapasitede olduğunu söylüyoruz, sizin anladığınız anlamı kastetmiyoruz. 500 milyon olunca zaten 4-5 devlete bölünür, çünkü Adil Düzen Devleti 30-100 milyondan oluşur; 200 milyona çıkınca iki devlete bölünür.

Her VİLAYET/İL kendi dilini ve kültürünü kullanacak, ilk-orta-lise eğitimini kendi dilinde yapacak ama ULUSAL DİL ve üniversite dili "TÜRKÇE" olacak.

Bir Kürt, Arnavut, Boşnak, Gürcü vs. "BEN TÜRKÜM" dediğinde ırkından vazgeçmiş olmuyor, sadece "TC VATANDAŞI" olduğunu beyan etmiş oluyor.

Yazılanlarda ve anlatılanlarda sizin anladığınız şekilde bir IRK dayatması yoktur, ırk dışlaması da yoktur.

Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş ilkeleri -bize göre- Adil Düzen ilkelerine çok da aykırı değildir; elbette eksikleri vardır.

Bizim çabamız, Türkiye dahil bütün dünya devletlerinin bundan sonra "ADİL DÜZEN" ile "ADİL DÜZENE GÖRE İNSANLIK ANAYASASI" esas alınarak yapılanmasıdır.

Vesselâm...

REŞAD

Vahap Alma
26.06.2010
14:11

Ben sizinle aynı fikirde değilim güzel abem...

Varsayalım başka ırktan insanlara ’Türküm’ dedirtmek dayatma olmuyor. Peki dayatma ne? Kanını değiştirremezsiniz. Dedesi-atası-babasını değiştiremezsiniz ki. Türkiye’de Türkiye yasalarına uygun yaşamaya karar vermiş herkes (müslüman) Türkiye vatandaşlığını haketmiş demektir. Ayrıca ’Türküm’ demesine gerek yoktur. Bu bir dayatma ve asimilasyondur. Kur’an’ın buna benzer bir emrinin olduğuna hiç rastlamadım. Siz böyle bir ayeti gördüyseniz sizden istirham ediyorum...

Reşat Nuri Erol
27.06.2010
08:16

Pek Muhterem Vahap Kardeşim,

Sen "TÜRKÜM" demeyi hâlâ "IRK" olarak anlıyorsun; oysa "TÜRKÜM" demek "MÜSLÜMANIM" demektir.

Nitekim benim Balkanlar’daki memleketlerimde de yüzyıllardan beri böyle anlaşılmaktadır. Balkanlar’da birine dinî bakımdan ne olduğu sorulduğunda, "ELHAMDULİLLAH TURÇİN/ ELHAMDÜLİLLAH TÜRKÜM" der!

Balkanlı Mustafa Kemal de "Ne mutlu Türküm diyene" ile aslında "Ne mutlu Müslümanım diyene"yi kastetmiş; nitekim MÜBADELEDE SADECE MÜSLÜMAN OLANLARI TÜRKİYE’YE KABUL ETMİŞLERDİR.

TAVSİYE: Bu konularda Üstad Süleyman Karagülle ile yazılmış yüzlerce sayfa metin var; bu konuları Kur’an’a göre gerçekten derinlemesine anlamak istiyorsan, o metinleri okumanı tavsiye ederim.

Zafer Kafkas Kardeşimiz genel olarak size yardımcı olabilir; çünkü kendisi bu tavsiyeye istinaden çok kısa zamanda çok mesafe katetmiştir.

Vesselâm...

Vahap Alma
27.06.2010
12:01

pek akla yatkın bulmadım. müslümanım demek istese türküm demesine ne gerek var. direk müslümanım desin.





Sayı: 54 | Tarih: 20.06.2010
Ahmet Hakan
Kemal Bey heyhat!
2413 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Oktay Ekşi
Türbanlı Memur
2258 Okunma
10 Yorum
Vahap Alma
Hayrettin Karaman
Eksen meselesi
1514 Okunma
2 Yorum
Hilmi Altın
Ruşen Çakır
Sil baştan
1452 Okunma
2 Yorum
Tayibet Erzen
Mehmet Şevket Eygi
Müslüman Siyonistleri Savunmaz
1405 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mahir Kaynak
Uzağı Görmek
1363 Okunma
8 Yorum
Süleyman Karagülle
Ebubekir Sifil
Bari Bu Sefer.....
1344 Okunma
Zafer Kafkas
Zülfü Livaneli
Kimimiz öldük...
1331 Okunma
Ali Bülent Dilek
Dücane Cündioğlu
Hermafrodit kişiliğin yazgısı
1307 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Fehmi Koru
Sağduyu kaybolursa
1207 Okunma
Ahmet Kirtekin
Derya Sazak
sıcak yaz
1203 Okunma
Serdar Turan
Mehmet Altan
Toplam mevduatın yarısı 29 bin kişiye ait
1191 Okunma
Mehmet Hikmetumut


© 2024 - Akevler