Muhalif yazar olmanın dayanılmaz hafifliği
İki gün üst üste iktidar partisinin bazı tutumlarını eleştiren yazılar yazdım, bir hoş oldum. İlki basın özgürlüğü alanında yargıdan kaynaklanan kısıtlayıcı tutuma duyarsız kalınması üzerineydi; ikincisi de 'bilişim toplumu' olma yönünde ilerlemekten vazgeçilmesi anlamına gelebilecek yasakçılığa moral zemin hazırlanmasına dairdi.
O yazılar bir gerçeği yeniden keşfetmemi sağladı: Muhalif yazar olmanın dayanılmaz hafifliğini...
Siyasi tarihimizin kimbilir hangi döneminde genel kabule mazhar olmuş uyduruk bir kuralı var bizim gazeteciliğimizin: "Gazeteci dediğin muhalif olur, hep eleştirir; aksini yapmak iktidar yandaşlığı, yalakalığıdır..." Kural bu olunca, içindeki bütün bastırılmış hisleri kâğıda dökerek rahatlamayı hastalık tedavisi yöntemi olarak en iyi uygulayana 'iyi yazar' payesi verilmesi doğallaşıyor.
"Ben her dönemde iktidarları eleştiren yazılar yazdım" diye övünen ve övgüsüne kafa sallayan tiplerle dolu medyamız...
Aslına bakılırsa bu iddia bütünüyle doğru değildir. Türkiye'nin kaderi genellikle 'sağ' iktidarlar tarafından yönetilmek olduğu için, hayata hep 'sol' gözüyle bakmakta olan 'yazar' tâifesinin 'muhalif' görünmesi çok kolay; ancak 'sol' partilerin nadir de olsa koalisyonlarda bulunduğu dönemlerde, bu tiplerin, muhalefet oklarını yine eski hedefleri üzerinde kullandıkları görülecektir.
Bunların ağababaları tek parti devrinde harbiden 'yandaş' takılıyordu.
En ünlülerinden biri, övünmesi gerektiğinde, 1991 yılında DYP-SHP koalisyonunun kendi evinde kurulduğunu ifşa edivermişti... İçlerinde, dost iktidarlar döneminde siyasi muhalefeti terk edip imalâthane teftişine başlayan kurnazların varlığı da biliniyor.
Kendileri gibi düşünmeyenler iktidar olduğunda yeniden siyasi muhalefete başlamak üzere...
Sırf bu özellikleri sayesinde olağanüstü uzun yazarlık ömrüne sahip örnekler var ülkemizde. Meslek hayatlarını geriye doğru taradığınızda birbiriyle çelişen pek çok yazısına rastlayabildiğiniz bu tipler, kılıcı dik tutmayı 'mizah' kalesi arkasına saklanarak başarmaktadır. Mizah yapacak incelikten mahrum "Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım" fasilesinden olanları da vardır bunların...
Bunların aşırılıklarının bedelini mahkeme kararlı tazminatlarla patronları öder, onlara da "Şu kadar yıldır bu gazetede yazıyorum, bir kez bile patronum bana 'Şunu yaz' demedi" diye övünmek kalır. İktidarlar ve yayınlarla mağdur edilenler ise, çarpıtma, belden aşağı vurma, yalan haber, iğrenç yorum gibi meslek hastalıkları yüzünden patronları suçlar.
İçinden "Utanmıyor musun?" diye sormak geçtiği halde yutkunmakla yetinir patron...
Patron ile yöneticileri arasındaki 'dehşet dengesi' ara sıra başgösteren 'al gülüm – ver gülüm' dönemlerinde iktidar yanlısı manşetlerle oluşur. Gelişini haber verdikleri politikacıyı koltuğunda parlatan manşetler cicim ayları boyunca devam eder; alabileceklerinin sınırına gelindiğinde, ya da taleplerin karşılanması için acemi yeni tipler gerektiği anlaşıldığında... Manşet muhalefetine yeniden geçilir...
"Gazeteci dediğin muhalif olur" sedaları en çok o dönemlerde yükselir.
Neden her zaman muhalif olsun ki gazeteci dediğin, bir yazar doğru-iyi-güzel bir gelişme gördüğünde neden bunu okurlarıyla paylaşmasın? Görüşleri siyasette bir çizgiyle örtüşen yazar, bunu gizlemek yerine, o çizgiyi anlatmak ve o çizgiden sapılmasını engellemek için kendisi gibi düşünen okurları adına neden kaleme sarılmasın?
Her şeye muhalefet etmek dururken bunu yapmak zordur, biliyorum. Hele hastaysanız, içinizden sürekli "Çak, çak, çak" sesleri yükseliyorsa, muhataplarınız da sizin gibi hasta tiplerse...
'Yazar' olarak kariyer yapmanız için en uygun ülke burası...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
12 Haziran 2010 Cumartesi
Yorum:
Yazar olmak. Hangisi?
Okur yazar olmak.
Köşe yazarı olmak.
Köşe yazarlığı garip bir meslek gibi görünüyor. Sürekli her konu hakkında yazı yazmak zor olsa gerek. Bir insan herşeyi bilemez. Diyelim ki bilebiliyor, şu halde bir bildiğini her fırsatta farklı söylebilir mi? Tekrara düşmek kaçınılmaz bir son gibi görünüyor. Daha vahimi kendini bir savaşçı gibi görmek olmamlı. Kalem savaşları, kalem kavgaları vs. meselenin dil ve zihin bağlamında hayati bir konuma yükseltilmek istendiğini göstermiyor mu?
Kimse geçinmek için, para için, kendi egosunu tatmin etmek için, birisini sevindirmek için vs. yazmıyor mu? Kutsal bir amacı olmayan, başının üstünde ilahi bir hâle görmeyen yok mu?
Ne var ki bu sadece kalem erbabının sorunu değil. Karanlığa söven, hiçbir somut öneri sunmadan herşeyin değişimini talep eden ve sürekli olarak eleştiren bizler de farklı durumda değiliz. İnternet çöpü gibiyiz. Ağda olduğu için zoraki olarak gürültü veya alan işgali üreten kısır datalardan farkımız yok. Uzay boşluğunda asılı kalmış bir nesne gibi; herhangi bir yöne gitmesi mümkün değilken enerjisini tüketene kadar kendi içinde devinir durur.
Bu sınırsız özgürlükten uyanırsak bir gün Matrix’de olduğu gibi kendimizi bir kabinin içinde kablolar ve hortumlarla sarılı bulacağız herhalde. Belki ancak o zaman temelleri sorgulayıp bir çözüm arayacağız, ne ki onu aramadan ne yazarsak ne söylersek hep karanlığın içinde kaybolacak. Tutarlı olup olmaması sonucu etkiler mi, şüpheliyim.
Okuyacak birisi çıkarsa diye not etmeliyim, kimseyi hizaya getirmek için yazmıyorum bunları, kendi nefsimle hasbıhal ediyorum, sadece.