Mavi Marmara'nın düşündürdükleri
1310 Okunma, 0 Yorum
Toktamış Ateş - Bugün
Osman Eskicioğlu

Mavi Marmara gemisi ve Gazze'ye insani yardım konusu gündemimizi öylesine işgal etti ki bu konuya tekrar tekrar dönmemek mümkün olmuyor.

Fakat öyle hassas bir konu haline döndü ki; her yazdığınızı, her söylediğinizi öncelikle açıklamak zorunda kalıyorsunuz. Zira çok farklı anlamlara çekilebiliyor.

Bu konudaki görüşlerimi yeniden dile getirmeden önce şunun özenle altını çizmek isterim. Günümüz İsrail'ine karşı en ufak evet özenle altını çizerek söylüyorum en ufak bir sempatim yok. Kuruluş dönemi İsrail'ine karşı (pek dile getirmesem de) belirli bir sempatim vardı. Bölgede yaşayan zavallı Filistin halkına karşı giriştikleri vahşetten nefret etmeme karşın; kendilerine bir vatan ve devlet oluşturmak uğruna gösterdikleri gayretlere sıcak bakıyordum. Kaldı ki; savaş sonrası "Batı medyasının" da ciddi etkisi altında idik. Hollywood filmleri de bir ölçüde beynimizi yıkamıştı.

Fakat bu sempatim ya da kısmi sempatim 1967 Savaşı'na kadar sürdü. O zamana kadar sakladıkları ya da benim anlayamadığım genişleme hırsları, bu savaş sonrasında gün ışığına çıktı. Suriye'den aldıkları Golan Tepeleri, Ürdün'den aldıkları Batı Şeria ve Kudüs, nihayet Mısır'dan aldıkları Gazze'yi boşaltmama konusundaki kararlılıklarını görünce bu adamların 'Büyük İsrail' hayalleri galiba devam ediyor dedim ve bizim topraklarımızda da (en azından uzun dönemde ve ideal düzeyde) gözleri olduğuna inandım. Hele 1918'de Kudüs'ü alan İngiliz generalinin "Haçlı Seferleri şimdi sona erdi" dediğini okuduğumu anımsadığım zaman...

Biz aslında biraz fazla iyi niyetli bir toplumuz. ("Salak" dememek için "iyi niyetli" dedim.) Dünya haritalarını değişmez bir biçimde çizildiğine ve Birleşmiş Milletler'in belirttiği üzere bu sınırların değişimine izin verilmeyeceğine inanırız. Doğrusu çevredeki bazı bölgelere imrenerek baksam bile asla bir toprak genişlemesini hayal etmem. Zaten Kıbrıs konusunu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin durumunu bir türlü soğukkanlı bir biçimde değerlendiremem de buradan kaynaklanır. Başka topraklarda asla gözüm olmadığı gibi başkalarının da topraklarımızda ciddi bir talepleri olmadığını düşünürüm. Fakat kimi fanatik Yunanlılar'ın "Bir gün İstanbul'u geri alacağız" hayaliyle; göğüslerinde Ayasofya Muskası taşımalarını, bazı fanatik Ermeniler'in Ağrı Dağı'na hâlâ Ararat demelerini gülerek karşılarım. Fakat bunların "Endülüs yüzyıllarca Müslümanlar'ın elinde kaldıktan sonra geri aldık, aynı şey Kudüs için geçerli. Neden ileride bu toprakları da almayalım" gibisinden "saçmalamalarını" okuyunca ve dinleyince canım sıkılmıyor değil...

Mavi Marmara'yla yola çıktık bambaşka yerlere dümen kırdık. Artık konumuza dönelim.

Evet günümüz İsrail'ine en ufak bir sempati duymadığım gibi uyguladığı vahşet politikalarına da nefretle yaklaşıyorum. Arkalarına dünya Yahudiliğinin parası ve bunun yarattığı propagandayı alarak kendilerini "dokunulmaz" zanneden fakat zaman içinde bunun aşınacağını düşünmeyen insanlar bunlar. Özellikle son yıllarda uyguladıkları ve korkudan kaynaklanan aşırı vahşetleri, umuyorum bunların sonunu yakınlaştırıyor.

Buna karşılık İHH "İnsan Hakları ve Hürriyetleri Derneğimiz" çok başarılı bir sivil toplum örgütü. Bir sivil toplum örgütünün başarısının ölçüsü örgüt genişliği, kaynak üretme yeteneği ve inandırıcılığından kaynaklanır. Tabii bu arada savunduğu değerlerin haklılığı ve doğruluğu da çok önemlidir ama zaten bu haklılık ve doğruluk olmasına ne kaynak üretebilirsiniz ne de geniş bir tabana ulaşabilirsiniz.

Evet İHH her bakımdan çok başarılı bir sivil toplum örgütü olarak karşımıza çıkıyor. Fakat geçtiğimiz hafta yurtdışından birtakım başka sivil toplum örgütleriyle yapmaya çalıştığı eylem ne derece doğruydu acaba. İşte bunun tartışılacak bazı noktaları var. Öncelikle şunun altını çizmek isterim ki burada amacın insani yardım olduğunu söyleyerek kendimizi kandırmanın hiç alemi yok. Zaten bütün dünya biliyor ki buradaki amaç Gazze'deki haksız ve insanlık dışı ambargonun kırılmasıydı ve bu amaç doğrudan doğruya siyasi bir amaçtı. Bence bu amaç da (siyasi olmasına karşın) haklı bir amaçtı ve sonuna kadar arkasında olmamız gerekir.

Ancak bana öyle geliyor ki Gazze'deki ambargoyu kırmanın yolu denizden teknelerle gitmek değil Mısır üzerine baskı yapmak ve güney kapısını açtırmaya zorlamaktı. Eğer siz bu konuda Mısır'ı ikna edemiyorsanız İsrail'i nasıl ikna edecektiniz?

Mavi Marmara'da neler yaşandığını pek bilemiyoruz. Bir muhabir helikopterle inen askerlerin önce ateş açmadıklarını söyledi ve kimileri de buna yapıştı. O can pazarında insanların yaşadıklarını doğru anımsamaları mümkün mü? Daha birkaç ay önce Gazze'yi "çoluk-çocuk demeden" fosfor bombalarıyla perişan eden İsrail'in bu türden bir siyasal manevraya ve gövde gösterisine izin vermeyeceği ve ateş açacağı kesindi. Yitirdiklerimiz için Allah'ın rahmetini dinlemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.

Hamas'a gelince...

Günümüz İsrail'ine duyduğum nefret kadar olmasa bile hiçbir sempatim yok. Ancak Gazze halkının iradesiyle işbaşına gelmişlerse saygı duymak zorundayız.

Hepsi bu.

 

 

 

 Yorum:

MAVİ MARMARA DÜŞÜNDÜRÜR

 

Birey ve toplum olarak yaptığınız bir eylem risk taşıyorsa o eylem amacına ulaşıp sonuna varıncaya kadar acaba bu işin sonu ne olacak diye düşünürsünüz. Duruma göre tedirgin olursunuz. Çünkü risk denilen şey, hem kazanma ve hem de kaybetmeyi içinde bulundurur. Kazanmak iyi, kaybetmek ise kötü bir şeydir.

Bakkaldan bir kilo şeker, fırından bir ekmek, çarşıdan bir çorap almak birer eylemdir. Bir yerden ev almak bir eylemdir. Evlenmek de bir eylemdir. Mesela evlenmek çarşıdan çorap almaya ya da ev almaya benzer mi? Evlenme işi diğerlerine göre biraz daha fazla risk taşımaz mı? Aynı işi yapan iki firmanın birleşmeleri, iki ülkenin birbirlerinin içişlerine veya dışişlerine şu ya da bu şekilde müdahale etmeleri hep riskli işlerdir. İşte her yönüyle ne olduğunu tam bilemediğimiz Mavi Marmara eylemi de bir ülkenin başka bir ülkenin işine el atma gibi bir anlam taşıdığı için tabii ki, çok riskli bir iştir. Burada taraflar Türkiye ve İsrail olunca iş daha da riskli hale gelir. Onun için de Mavi Marmara düşündürür. Halk düşünür, vatandaş düşünür, hükümet düşünür, asker düşünür ve sivil düşünür.

Bir kişi olsun, toplum veya devlet olsun bir işe başlarken o işi yaptığımız takdirde bunun ne getirip ne götüreceğini iyi hesap etmek gerekir. Hatta bundan önce bu işi yapmak için dini, ahlaki, insani, siyasi, ekonomik ve kültürel bakımdan şartların uygun olup olmadığını çok iyi kontrol etmek lazımdır. Çünkü riskli olaylar çok yönlü olduğu gibi aynı zamanda yan tesirleri de bulunur.

İşte bizce Mavi Marmara olayı çok riskli, çok yönlü, hatta çok amaçlı, siyasi, ekonomik, psikolojik, hatta pedagojik ve kültürel neticeler doğurabilecek olan bir eylemdir. Eğer siz buna sadece insani yardım amaçlı bir hareket gözüyle bakarsanız İsrail’in bu kadar insanı öldürmesi sebebiyle üzülür, canınız sıkılır ve gerçekten rahatsız olursunuz. Fakat yıllardır baskı altında, ekonomik siyasi ve kültürel baskı altında tutulmuş,  adeta kendi kimliğinden edilmiş bir ülkenin, yavaş yavaş kendisine gelmesi ve etrafta olan bitenlerden haberdar olması ve artık ben de varım, bu bölgede ben de itibarlı bir duruma gelmeliyim demesinden daha doğal hiçbir şey olamaz. İşte Mavi Marmara olayı bize göre budur. Her şey rağmen inşallah Türkiye bu Yahudi-Hıristiyan kıskacından kurtularak kendi kendine olup dünya coğrafyasında yeni bir siyaset anlayışı yeni bir toplum ve yeni bir ekonomi anlayışı ve uygulaması ile yolunu tayin edip ileriye doğru gidecektir.

Bizim şu anda bir asistanımız, ismini vermek istemiyorum, dil, din ve kültür hakkında bir süre araştırmalarda bulunak İsrail’de bulunuyor. Dün kendisiyle konuştuk, Mavi Marmara olayının akisleri nasıl diye sorduğumda bunlar kendilerini haklı göstermek için dünya medyasına verilmek üzere 15 milyar dolar para ayırdılar, dedi. Hâkime rüşvet vermekle medyaya rüşvet vermek arasında ne fark var? Haksız oldukları halde mahkemede haklı çıkmak için hâkimlere rüşvet verenler ne ise haksızlık yaptığını ve zulüm yaptığını, masum insanları öldürerek cinayet işlediğini bildiği halde haksız olduğunu bildiği halde dünya medyasına rüşvet vererek insanlık kamuoyunda imaj düzeltmek isteyen İsrail, rüşvete dayanan İsrail şunu bilsin ki, İsrail mevsimi yavaş yavaş geçmekte, dünün kapıları kapanmakta ve yeni kapılar açılmaktadır.

ABD bundan bir zaman öncesine kadar Türkiye’yi % 90 kontrol altında tutuyor idiyse, eğer bu kontrol bugün % 60 a gerilediyse Türkiye meydana gelen boşlukta inisiyatifini kullanmak zorundadır. Bu iş sadece sivil toplum kuruluşlarına dayandırılamaz. Bu mesele yalnız HAMAS meselesi ya da İHH meselesi de değildir. Bu zulme karşı durma meselesidir. İnsanların ve devletlerin iyi kötü, adil zalim, insani ve gayri insani kısımları vardır. Aslında dünyadaki tüm iyi, adil ve insani olan kişi, toplum ve devletler bu zalim, kötü ve gayri insani olan İsrail’e karşı çıkmalı ve bu devletle ilişkilerini kesmelidir. Çünkü iyi olan herkes ve her toplum elinden gediği kadar kötülerin kötülüklerine engel olur.

İnsanlar hayvanlar gibi değildir; insanlarda kuvvet haktadır. Başka bir ifade ile haklı olan kuvvetlidir. Hayvanlarda ise kuvvetli olan haklıdır. Hz. Peygamber’in yerine devlet başkanı seçilen Ebu Bekir ilk nutkunda bu konuda şöyle demişti: “İçinizde zayıf olan, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. İçinizde kuvvetli olan ise ondan başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır.” Hak ve hukuka inanmayanlar, sözleri, beyanatları ve yazılarıyla İsrail’in yanında yer alabilirler. Fakat hakkı bilen ve onu kabul eden, hukuku tanıyan ve ona saygılı olan tüm insanların duygu ve düşünceleriyle, dua ve niyazlarıyla her türlü güç ve kuvvetleriyle FİLİSTİNLİLERİN HAMAS’IN, İHH’NIN ve MAVİ MARMARA’NIN yanında olduklarını ve İsrail’e karşı durduklarına inanıyorum.

İsrail büyük sermayenin sahibi olduğu için ekonomiyi kullanarak bütün dünyayı sömürdüğü gibi, komşuları olan Arapları da bütün haklarını ellerinden alarak onları çaresizliğe mahkûm etmiştir, onları işsiz aşsız ve ilaçsız bırakmıştır. İsrail’in işlediği bu zulümlere insanım diyen hiçbir kimse göz yumamaz.

Netice olarak Mavi Marmara’nın uzun vadede Türkiye’ye İslam âlemine ve hatta İsrail’e bile çok faydalar getireceğine inandığımı ifade ederken bu konuda hizmeti geçen tüm kurum ve kuruluşlara kişi, dernek ve cemiyetlere destek verdiğimi bildirmek istiyorum. Bu işler yeni bir dünyanın, insani bir dünyanın ve kuvvete değil hakka dayanan bir dünyanın geleceğini ve hatta geliyor olduğunu gösteren ayak seslerinden başka bir şey değildir. Çalışanlara başarılar diliyorum. 

 

Osman Eskicioğlu






Sayı: 53 | Tarih: 13.06.2010
Reşat Nuri Erol
İstanbul'a yağmur yağdı...
1898 Okunma
11 Yorum
Ilker Ardic
Mehmet Şevket Eygi
Kadından Cuma İmamı!..
1389 Okunma
Emine Hocaoğlu
Ahmet Hakan
Hoca Efendi tartışılmaz mı?
1355 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Mehmet Altan
Yunanistan 24, Türkiye 79. sırada
1345 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Toktamış Ateş
Mavi Marmara'nın düşündürdükleri
1310 Okunma
Osman Eskicioğlu
Oktay Ekşi
Hâlâ Batılı mıyız?
1268 Okunma
Vahap Alma
Fikret Bila
Türkiye "hayır" demek zorundaydı
1260 Okunma
Harun Özdemir
Hayrettin Karaman
Asıl muhalefet İslam'a
1249 Okunma
Hilmi Altın
Fehmi Koru
Muhalif olmak
1243 Okunma
Ahmet Kirtekin
Zülfü Livaneli
Batı’nın AKP aşkı, nefrete dönüştü
1232 Okunma
Ali Bülent Dilek
Mahir Kaynak
Anlamlı çelişkiler
1222 Okunma
2 Yorum
Süleyman Karagülle
Derya Sazak
Şekil ve öz
1214 Okunma
Serdar Turan
Ruşen Çakır
Hem İsrail’e, hem ABD’ye, hem kendi cemaatine sesl
1204 Okunma
Tayibet Erzen


© 2024 - Akevler