30 Mayıs 2010
Suruç, Urfa'nın Suriye sınırındaki ilçesi. İlçe merkezinin nüfusu 57 bin. Merkez 700 km²'lik verimli bir ovanın ortasında ve Urfa'dan Halep'e giden yolun üzerinde bulunuyor.
Ama Suruçlular bu verimli ovadan geçimlerini sağlayamıyor. Çünkü sulu tarım yapılamıyor. Halkın büyük kısmı, mevsimlik işçi olarak çevredeki tarım merkezlerine gidiyor. Halep'e geçiş de işlemiyor; çünkü Mürşitpınar Sınır Kapısı kapalı. Suriye'ye geçmek isteyenler yaklaşık 50 km'lik bir yolu kat etmek zorundalar. Asıl önemlisi, kapının kapalı olması Suruç'un ekonomisini öldürüyor.
Hafta içinde Suruç'u ziyaret ettim. Mürşitpınar Sınır Karakolu'na gidip, çevreyi inceledim. Misafirperver Suruçlularla sohbet ettim. Suruç'un nüfusu, Kürt sorununun gerçek sahibi olacak kadar homojen. Geçen sene Mardin'i ziyaret eden Genelkurmay Başkanı, Kürtçe öğrenimi ile ilgili "Anadil, anne-babadan öğrenilir. Biz engel mi oluyoruz?" mealinde laflar etmişti. Bu söz üzerine ben de "Ben Türkçeyi annemden öğrenmekle yetinseydim, 250-300 kelimelik bir dilim olurdu." diye yazmıştım. Suruçlu ahbaplarımdan biri cebinden bu yazıyı çıkartıp gösterdi. Etkilendiği, adalet duygusuydu.
Sorunların üstesinden gelebilmek için adalet duygusuna hepimizin ihtiyacı var. Küçük bir sorunu çözmek için, kendimizi karşımızdakinin yerine koyup düşünmek kadar zor bir işin üstesinden gelmemiz lâzım. Kör inançlar ve önyargılar gözümüzü kör ediyor; önümüzde duran hakikati göremiyoruz. Bazen de, insanları yokluğa yoksulluğa mahkûm eden zorlu sorunların üstesinden gelmek için küçük ve basit adımlar atmak yetiyor. Suruç'un verimli alüvyon ovasını on kat daha verimli kılmak için 30 km ötedeki barajın suyunu getirmek kâfi. "Açtım" dediğiniz anda açılacak 80 yılından beri kapalı olan Mürşitpınar Sınır Karakolu da, birçok sorunu çözecek bir anahtar. Geçici tarım işçiliği yüzünden çocuklar eğitim göremiyor. Suruç'ta okulların düzenli eğitim vermesi, birkaç ayla sınırlı. Bu sınırlılık, gençlerin üniversiteye giriş oranlarına olumsuz biçimde yansıyor.
Suruç'un hakkı, şu an elinde olanlar değil. Suruç hava ve su gibi çok daha fazlasını doğal olarak hak ediyor.
Mürşitpınar, sınırın tam ortasından böldüğü, yarısı Suriye yarısı bu tarafta kalmış kocaman bir belde. İki tarafın sakinleri akraba ve görüşebilmek için bir günlük yola çıkmak zorundalar. Aynı dil ve aynı kültür tel örgülerle ayrılmış. Tek fark, karşı tarafın camiinin minaresi biraz Arap renklerine, bu taraftaki bildiğimiz klasik Osmanlı tarzına sahip.
Sınır güvenliği hemen profesyonelleşmeli. Mehmetçik'in tam teçhizatlı olarak güneşin altında sınır nöbeti tutmasının, alışkanlık dışında hiçbir anlamı yok. Bir nöbet veya gözetleme yeri 5 asker demek. Bugünün dünyasında bu beş askerin karşılığı kendisini üç ayda amorti edecek bir kameradan ibaret. Orduyu bu amatör görüntüden kurtarmanın yolu, bu işlerin tam anlamıyla profesyonel birimlere devredilmesine bağlı. Güneşin altında nöbet bekleyen askerler, Mürşitpınar Sınır Kapısı'nın kapalı kalması kadar mantıksız.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kazakistan'a giderken yeni bir sinyal verdi. "Kürt sorunu, Türkiye'nin en önemli sorunu" sözü, demokratik açılımın yeni bir ivme kazanmasının işareti olarak alınmalı. Bölge halkı, yaşananların sonucu olarak yüksek düzeyde politize olmuş. İşaretleri çok iyi yorumluyorlar, analiz yetenekleri çok ileri. Suruç'ta tanıştığım insanların çoğu, politik bilinç ve birikim olarak üniversitede ders verecek derecede bilgi sahibiler. Üstelik muhakemeleri de çok sağlam. Bu yüksek politik bilince güvenmek lâzım. Çünkü politika çözüm demek. Şiddet her zaman politikanın bittiği yerde başlar.
Suruç'un hakkı aslında Türkiye'nin hakkı. Yoksulluk kimsenin kaderi değil. Doğru kararlar ve adımlarla üstesinden gelmek mümkün. Temel hak ve özgürlüklerin hukuk kefaleti altında olması, insan onuru ve insana saygıyı zaten kapsıyor. Geriye adaletle hüküm vermek kalıyor.
Demokratik açılımın yeni bir ivme kazanarak gündeme gelmesi ve artık mesafe alması lâzım. Samimiyet çok önemli. Atılan her iyi niyetli adıma, on adımla karşılık verecek bir halk, orada, Suruç'ta bizleri bekliyor.
YORUM
Doğu ve Güney doğu Anadolu’nun geri kalmışlığının esas nedeni ülkemizde uygulanan yanlış iktisat politikalardan kaynaklamaktadır. Bu bölgelerimiz doğal kaynakları bakımından fakir değildir. Fakir bırakılmış zengin bölgelerdir. Aslında Türkiye’nin de geri bırakılması uygulanan yanlış politikalardan kaynaklanmaktadır.
Türkiye’nin bugünkü ekonomik durumu ülkenin sahip olduğu potansiyelle orantılı değildir. Türkiye bugün Japonya ve Almanya’nın düzeyinde bir ekonomiye sahip olması gerekirdi. Ülkemiz, 20.Yüzyılın başında dünyanın en büyük dördüncü ülkesi konumundaydı.
Türkiye, konumu bakımından dünyanın merkezinde yer alan bir ülkedir. Asya, Avrupa ve Afrika pazarlarına yakınları bakımında hem Japonya, hem de Almanya’dan daha avantajlı konumdadır.
Ülkemiz yüz ölçümü bakımından hem Almanya, hem de Japonya’dan daha büyüktür. Doğal kaynakları açısından daha zengindir. Biz millet olarak büyük bir tarihi müktesebata sahibiz. Çalışkan ve üretken bir kültüre ve halka sahibiz. Öyle ise niçin ülkemiz geri bırakıldı? Bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız. Zihnimizin bir kenarına şu gerçeği yerleştirmemiz gerekir. “Türkiye yoksul bir ülke değildir. Kasten, hile veya gafletle yoksul bırakılmış zengin bir ülkedir”.
Ülkemizin geri bırakılması, dahili ve hacri birçok nedene dayandırılabilir. Esas neden milletimizin değer yargıları, dünyaya görüşü ve ülkenin doğal ve sosyal yapısına uygun siyasi ve iktisadi politikaların geliştirilip uygulanmamasından kaynaklanmaktadır.
Ülkemizde zihnen Batıya bağımlı olan bir zümrenin uyguladığı baskı ve dayatmalar, halkımızın sahip olduğu beşeri, doğal ve iktisadi potansiyeli harekete geçirilmesine mani oldu. Ülkemiz doğrudan Batı emperyalizmin sömürgesi olmadı.
Milletimiz her zorluk ve güçlüğü birleşerek yendi. Milli değerlere inan idarecilerimiz millet-devlet bütünlüğünü sağlayarak İstiklâl Savaşını yedi düvele karşı zaferle neticelendirdi. Mustafa Kemal Atatürk Abdülhamit’in iktisat stratejilerini uygulayarak Türkiye’nin sanayileşme sürecini başlattı. 1938 yılında dünyada uçak üreten dört ülke vardı. Bunlardan biri Türkiye idi.
Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden 77 gün sonra ABD ile imzalanan anlaşma ile ülkemizin sanayileşme süreci durduruldu. Uçak fabrikaları kapatıldı. Milletin dünya görüşü ve değer ölçülerine karşı adeta savaş açıldı. Ülkemiz hem zihnen, hem de iktisaden dışa bağımlı hale getirildi. Ülkede sanal irtica tehlikesi icat edildi. Ülkemizin enerjisi 70 yıl boyunca önemli ölçüde boşa harcandı. Sanal korkularla halkımız arasında çatışmalar körüklendi. Emperyalizme karşı dünyanın ilk bağımsızlık savaşını kazanan ordumuzun içinde çok az bir zümre emperyalizme hizmet adına halkımızın değerleriyle kavga etme yollarını aradı. İstiklal Savaş’ında gücünden faydalandığı İslam’ı potansiyel tehlike saydı.
Dışa zihnen bağımlı olan bir avuç yönetici zümre, sadece Suruç ilçemizi ve Mürşitpınar beldemizi geri bırakılmadı. Yoksul bırakılan sadece Doğu ve Güney doğu bölgeleri değildir. Tüm ülke geri bırakıldı. Sadece adı geçen bölgelerimizde yaşayan insanlarımıza baskı ve zulüm yapılmadı. Top yekûn bir ülke baskı ve keyfi hukuk dışı politikalarla yoksullaştırıldı ve geri bırakıldı.
Aslında Türkiye’de Kürt sorunu yoktur. Baskı ve dayatma altında yönetilen ve emperyalist mihrakların kotladığı yanlış iktisadi ve siyasi uygulamalarla ülkemiz geri bırakılmış ve mağdur edilmiştir. Millet olarak bu topraklarda yaşayan ve aynı değerlere inan milletimiz ırkçılık zihniyete sahip değildir. Herkesin kendi aile ve ırkını belirtmesi ve anadilini konuşup öğrenmesi doğal hakkıdır.
Türkiye’de hukukun üstünlüğü sağlanır, nimet-külfet paylaşımında adalet tesisi edilir ise, millet olarak geri kalmışlık sorununu kısa zamanda çözebilir ve yakın bir gelecekte Almanya ve Japonya ile yarışır bir konuma gelebiliriz.
Mevcut hükümetimizin Suriye ile vizeyi kaldırması önemli bir gelişmedir. Daha ileri adımlar atılmalı. Mal, sermaye, bilgi, teknoloji ve emek akışkanlığı bütün Ortadoğu ülkeler arasında sağlanmalıdır. Bu sınırları ne halkımız, ne de Suriye halkı koydu. Bu sınırlar coğrafyamız parçalayan emperyalistlerin koyduğu sınırlardır ve engellerdir.
Komşularımız ve Orta Doğu ülkeleri arasında ne kadar mal, sermaye, bilgi, teknoloji ve emek serbestçe hareket ederse, o ölçüde bölge ülkeleri gelişir. Suruç da, Suriye de ve Türkiye de gelişir ve ilerler.
Irkçı-tekelci emperyalizmin ülkelerimiz ve coğrafyamıza yönelik emellerini hala anlayamadık mı? İstiklâl Savaşı yıllarında ülkemizde işgal edilen bölgelerde, şimdi Irak’ta işlenen cinayetler, Filistin’deki vahşet, PKK’ nin işlediği cinayetler hala uyanmamıza yetmedi mi? Felaketlerden ders almayan, zalimlerden medet umanlar, zillet ve felaketlerden kendilerini kurtarmazlar.