Keser döner, sap döner
O günü nihayet gördük: Irak'ı işgal eden ABD eski başkanı George W. Bush'un '1 numaralı suç ortağı' İngiltere eski başbakanı Tony Blair savaş suçlarını araştırmak üzere kurulmuş komisyonun karşısına çıkıp tam altı saat ifade verdi. Eğildi, büküldü, kırıldı, ülkeyi savaşa sokmakta haklı olduğunu kabul ettiremedi.
Toplantının yapıldığı binanın önünde toplananlar "Tony Blair lied, thousands died" ("Tony Blair yalan söyledi, binlerce insan hayatını kaybetti") diye bağırdılar. Toplantıya katılan hayatlarını Irak'ta kaybetmiş askerlerin yakınları, gözleri Blair'in gözlerinde, bakış ve davranışlarıyla onu mahkum ettiler.
Darısı George W. Bush'un başına...
Bugünün dünyası geçmişten bir hayli farklı. Eskiden yapılan yanlışların hesabını tarih görüyordu; bugün öyle değil, hesap yargıda da soruluyor. Güç sahipleri güçlerini yanlış işler için kullanırlar, kendilerine emanet edilen beşeri ve maddi serveti telef ederler ve hayata kast ederlerse, ellerindeki gücü kaybeder etmez, hesap günü başlayabiliyor.
Tony Blair'in komisyon önünde ifade vermesi daha bir başlangıç. Bir milyonun üzerinde Iraklı'nın hayatını kaybettiği, dört milyona yakınının ülkeyi terk etmesine yol açan işgal macerasının fâillerini, onlarla bu yolda işbirliği yapanları, yalan makinası gibi çalışan medyadaki uzantılarını İnsan Hakları Mahkemesi önüne götürmek için çarklar çalışıyor.
O çarklar dünyaya fecaat yaşatanları öğütmek için hazır bekliyor...
Dünle bugün arasındaki bu belirgin farkı henüz tam algılayamayanlar sadece bizde değil, Batı'da da var. Bush-Blair ikilisi, büyük ihtimalle 11 Eylül'den (2001) çok önce Irak'ı işgali ve Ortadoğu'ya yeni bir biçim vermeyi kararlaştırmışlardı. Kapkaranlık gecede karataşın üzerinde gezinen kara karıncayı görebilen teknolojik gözler ve kulaklar, Saddam Hüseyin'in elinde kitle imha silâhı bulunmadığını, biyolojik silâhları da imha ettiğini tespit etmişti elbette.
Yalan söylediler bütün dünyaya ve kandırabildikleri başkalarını da kendileriyle birlikte tarihin kanlı sayfalarında yer almaya sevk ettiler.
Şimdi Blair ve destekçileri hesaba çekilmeye başlandı işte...
Geçmişte darbelere niyetlenmiş, hatta niyetlerini hayata geçirmiş güç sahipleri, demokrasinin yeniden çalıştığı sonraki dönemlerde hesaba çekilmediler; buna karşılık bugün henüz niyet safhasında kalmış darbe planlarının bile üzerine gidiliyor. Tereddüt safhasını bütünüyle geride bırakmış sayılmayız, ama göreceksiniz, yargı önünde hesaplaşılacak da...
Bu durumun bazılarına garip geldiği, hesaba çekilmeyecekleri sanısıyla yalana başvurarak kendilerini savunmaya kalkışmalarından belli oluyor. Oysa bugünün dünyasında yapılan yapanın yanına kâr kalmadığı gibi, yapılanı gizli tutmak da mümkün olmuyor. Yanlışlıkların saklanamadığı, yanlış yapanların sorumluluktan kaçamadığı bir dünya bu.
İngiltere'de Blair hesap veriyor, gün gelecek Bush da hesaba çekilecek... Bolivya'da, Şili'de, Arjantin'de ve en son Brezilya'da darbecilerle nasıl hesaplaşıldıysa, Türkiye de kendi 'kirli tarihi' ile mutlaka hesaplaşma yoluna gidecek: Fâili meçhullerin fâilleri, can alan ve toplumu geren siyasi suikastlarla kitle eylemlerinin planlayıcıları, hiç kuşkunuz olmasın, bugün değilse yarın adalet önüne çıkacaklar.
Yalanlar, dolanlarla buraya kadar...
Queen Elizabeth Conference Centre'da toplanan komisyon Blair'in ilk kâbusuydu; arkası gelecek... Birbiri ardına kabul edilen iddianamelerle açılan davalar yargının bizde de işi sıkı tuttuğunun kanıtı... Küreselleşme küresel suç ortaklıklarına yol açtığı gibi, hesap sormada da küresel standartlar getiriyor.
Blair bunun başına hiç gelmeyeceğini sanıyordu. Bizdekiler de öyle...
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
31 Ocak 2010 Pazar
Yorum: “Blairgiller” sorgulanmaya başladı. Bir suça karışan herkes bunun hesabını hukuk önünde vermeli. Evet, bu doğru fakat eksik: küresel üç kağıtçılığın sorumlularını yargılayıp tutuklamak sonuçta neye yarayacak? Bu sorunun cevabını dikkatle vermek zorundayız. Artık hiçbir yönetici kendi şahsi hesapları dolayısıyla insanların ve ülkelerin kaderiyle oynayamayacak anlamına mı gelecek bu? Veya daha temelde ülkeleri işgal edilen, yaralanan, işkence gören, tecavüz edilen, organik mafyaların fraksiyonlarınca elden geçirilen, öldürülen insanların hakları tazmin mi edilecek? Hepimiz biliyoruz ki hiçbir şey tazmin edilmeyecek. Blairgiller’den hiç kimse idam da edilmeyecek, oysa eski bir blairgil olan Saddam Hüseyin idam edilmişti! Belki de kurdun kanı kurda helaldir, bilinmez!
Türkiye’deki yargılamalar için de benzer bir durumdan bahsedebiliriz.
Hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi elbette önemlidir. Fakat hukuka kutsal inek muamelesi yapmanın alemi yok. Toplum hayatı adaleti esas almak zorundadır. Bugün yaşanan sorunların temelinde hukuksuzluk mu vardır yoksa adaletsizlik mi? Gerçekten bir ilerleme için bu sorunun cevabı önemli bir yol gösterici olacaktır.
.