Üçüncü taraf
1122 Okunma, 1 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

21.06.2009

 

Bir halatın iki ucuna yapışmış insanlar çekişip duruyor, nerdeyse sırayla, biri diğerini sürüklüyor. Yere yapışanlar hışımla ayağa kalkıyor ve hırsla çektiği halatın diğer ucundakiler yerlerde sürünüyor. Bu bir halat çekme oyunu değil ülkemizdeki siyasi mücadelenin resmidir.

Taraflardan biri demokrasi ve özgürlüklerin yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğunu, bunlar olmadan yaşamanın bir anlamının olmayacağını söylüyor. Tek amaçlarının herkesin bu haktan yararlanması olduğunu, herkes bu safta birleşirse çekişmenin sona ereceğini, mutlu bir yaşamın kapılarının ardına kadar açılacağını iddia ediyor.

Diğer taraf güvende değilseniz, başkaları tarafından yönetiliyorsanız, bırakın özgür olmayı, yaşam hakkından bile mahrum kalacağınızı söylüyor ve milyonlarca masum insanın nasıl yok edildiğini örnekleriyle anlatıyor. Güvenliği ihmal edip demokrasi ve özgürlükleri yeterli sayanların halkı esaretle ölüm arasında bir tercihe zorladığını düşünüyor.

İnsanlar halatın bir ucunda yer almak için birbirini çiğneyerek koşuşturuyor. Her oyunda olduğu gibi biri kaybedip yerlerde sürünüyor, sonra sıra diğerine geliyor.

Çekişmenin hiçbir tarafında olmayan üçüncü küçük bir grup var. Onlar oyunu organize ediyor ve insanlar birbirini çekiştirirken farklı bir işle uğraşıyor.

Bazıları bu grubu kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmeyen, çekişmeye dalmış kişilerin ceplerini boşaltan, oyuna ara verildiği sürede onları köle gibi çalıştıran insanlar olarak tanımlıyor. Bunlar kendi aralarında uyum içinde değiller ve kendi takımlarıyla diğerlerini yarıştırdıkları da oluyor ve bundan da çıkar sağlıyorlar. Buna savaş deniyor.

Günün birinde halatın bir ucunda yer alanlardan biri bağırıyor: Her ikisi bir arada olabilir. Bırakın çekişmeyi, yan yana gelip ikisinin birden keyfini sürelim diyor ama onu dinleyen çıkmıyor. Çünkü her iki takımın yöneticileri karşı tarafla uzlaşmayı kabul edenleri ihanetle suçluyor ve takımdan atıp aç ve sefil bırakmakla tehdit ediyor. Çünkü bunlar üçüncü tarafın memuru konumundalar. İşlerini kaybedip yaşadıkları imtiyazlı hayatı kaybetmekten korkuyorlar.

Halatın iki ucunda yer alan birkaç kişi çekişmeye ara verildiği saatlerde yan yana gelip bir çözüm arıyorlar. Birisi her ikisi birden olamaz mı diye soruyor. Özgür ve demokratik bir ortamda, güvenlik içinde yaşamanın bir yolu olmalı diyor. Diğer demokrasi tarafını temsil eden ‘Bize katılın, böylece çekişme biter ve istediğiniz yere ulaşırız’ diyor ve şu cevabı alıyor: ‘Özgürlük düşünce ve ifade özgürlüğünü de kapsar. Biz anlaşırsak üçüncü taraf güvenliği bozacak olaylar tertipliyor ve herkes güvenliği özler hale geliyor. Güvenlik sağlanınca demokrasi arzusunu körüklüyor ve uzlaşmamız sona eriyor.’

Sonunda şu karara varıyorlar: Güvenlik içinde özgür yaşamak istiyorsak üçüncü tarafın sözlerine kanmadan kendi aramızda uzlaşalım ve halat çekme oyununu bırakalım. Enerjimizi birbirimiz yıkmak için değil üretmek ve inşa etmek için kullanalım diyor ve kucaklaşıp çalışmaya başlıyorlar.

 

Yorum:

 

Topluluk bir mıknatıs gibidir. İki kutup oluşur. Kutuplarda halkın onda birleri toplanır. Ortada olanlar nötrdür. Kutuplar birbirlerini çekerler. Halk hangi taraf galip gelirse, o tarafa gider.  Mıknatısı kırsanız, nötr olan ortası bu sefer kutuplar olur. Halatın iki tarafını gevşetip de birleştirirseniz tek kutup olur ve karşı kutup oluşur. Hasılı hayat kutuplaşma ve kutuplar arası gerilimlerden doğan salınımlarla varlığını sürdürmektedir. Nasıl iki takım olmadan futbol oynanamazsa iki kutup olmadan da hayat olmaz.

 

Bu kanunları çok iyi bilen sömürücü sermaye topluluğun kutuplarını kendisi oluşturmakta her iki tarafa kendi adamlarını yerleştirmekte böylece topluluğu istediği gibi idare etmektedir. İki parti oluşmakta, bunları eşit güçte bulundurmaktadır. Kendi ağırlığını ne tarafa koyarsa o parti iktidar olmaktadır. İstediklerini yapmayan partiyi iktidardan indirmektedir. Böylece tüm dünyayı yönetmektedir.

 

Sovyetlerin yıkılması ile bir kutup kaybolmuştur. Şimdi bu ikinci kutup oluşturmakla meşguldür. Bu genel kanundan yararlanarak bizim ne yapmamız gerektiği hususunu ortaya koymalıyız.

 

Gelecekte ne olacaktır. İnsanlık iki kutba ayrılacak biri hakkı üstün tutan Adil Düzen grubu olacaktır. Buna karşı, kuvveti üstün tutan merkezi sistem devam edecektir. Bu iki gücün çekişmesi içinde III. bin yıl Adil Düzeni kurulacaktır. Daha basit müşahhas bir örnek vereyim; bu gün sermaye her yere hakimdir. Devletleri emrine almıştır. Dinler onun oyuncağı, üniversiteler ona çalışıyor ve halk onun işçisi. Bunu ABD merkez bankası ve dolarla yapmaktadır.

 

Buna karşılık halk işletmeleri dediğimiz Adil Düzen işletmeleri kurulacaktır. Bu işletmeler işletme senetleri çıkaracaktır. İşletme girdileri işletme senedi ile karşılanacaktır. İşletme çıktıları da bu işletme senedi ile çıkacaktır. Dolayısıyla para devre dışı olmuş olacaktır. Karşılıksız dolara karşı karşılığı kuyumculardaki altın olan dinar çıkacaktır. İşte bu iki para arasında çekişme devam edecektir. Böylece insanlık ileri adımını atmış olacaktır.

 

Türkiye’deki örneği şudur. CHP- DP kutup oluşması ile ülke yönetilmek istenirken beklenmedik Milli Görüş partileri ortaya çıktı. Hemen bu iki kutup bir olup sermayenin karşısında olmayan ikisi tek kutup oluverdiler. Başarılamayınca sömürücü sermaye Milli Görüşü parçalayarak onunla bir kutup olmaya çalışıyor.

 

Gelecekte ne olacaktır? Yahudi iş adamlarından oluşan ABD’deki 200 ailenin tekel ekonomisi sona erecektir. Sermeye varlığını koruyacak ama tekel olmadan yaşayacak.

 

Serbest rekabetin sağlandığı yerlerde kamu işletmeleri devam edecek, vakıf işletmeleri olacaktır.

 

Ayrıca halk işletmeleri oluşacak. Küçük ve orta sanayi işletmeleri Erbakan’ın anlattığı ortaklık işletmeleridir. Birde aile şirketleri vardır. Fıkıhta mufavada, batıda kollektif şirkettir. Bunlar aile şirketleridir.

 

Büyük sermaye rekabetin sağlandığı sanayi işletmeleridir. Rekabetin sağlanmadığı işletmeler arasında rekabet olamadığı için kutuplaşmaz. Tarım işletmelerinin ve sanayi işletmelerinin arasında da kutuplaşma olamaz. Tarım işletmeleri vakıf işletmeler arasında da rekabet olamaz. Örneğin kamunun emeği olmadığı için tarım yapamaz. O halde tek kutuplaşma alanı büyük sanayi ile Kobiler arasında olacaktır. Gelecekte bu iki oluşum kurulacaktır. Aralarındaki çekişmelerden halk iş bulacak ve refah içinde yaşayacaktır.

 

İşte Adil Düzen büyük sermayeyi ortadan kaldırmak için değil, büyük sermayenin tekel kurmaması için ortaklık işletmelerini önermektedir. 

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Harun Özdemir
18.07.2009
02:10

Yeni Türkiye Devleti; istikrar, anayasal ifadesi "kuvvetler birliği" olan bir prensiple kuruldu. Devleti ve toplumu yenileme amaçlı devrimleri yerleştirmek için de tek parti, tek ideoloji, tek müfredat, tek ..., kurumsal yapılanma benimsendi. Söz konusu koşullarda ekonomik rekabeti gerçekleştirmesi ise mümkün değildi. 1940’a böyle kadar gelindi.

İkinci Dünya Savaşı çıktığında dünyanın ne kadar dışında kaldığımızı, savaş yıllarında yaşadıklarımızla daha iyi gördük. Daha uyarıcı olanı ise savaşı kazanan tarafın dünya görüşüne çok yabancı kalışımızdı.

Bu koşullarda ülkeyi yönetenler açığı kapatmak için inanmadıkları “çatışmacı model” prensibini benimseyerek ülkeyi değiştirmeye çalıştılar. Çünkü Türkiye, geçen yıllar içinde bunu kabullenmekten başka bir çare üretememişti.

1960 darbesi, aslında 1950’de gerçekleştirilemeyen “kuvvetler ayrılığı”na dayalı “çatışmacı” toplum modelinin zorla yerleştirilmesi girişimidir.

Rekabetçi ve yarışmacı bir düzen kurduğumuzu düşünebiliriz ama bunun gerçek adının "çatışmacı" olduğunu inkar edemeyiz. Bu sistem Türk icadı değildir; Türklerin tarihsel geleneklerine de uygun değildir. Türkiye’nin “Çoğulcu, rekabetçi, yarışmacı ama istikrarcı” modelin ne olduğunu tartışacak bilgesi ise yoktu.

Çatışma olsun diye başlatılan her konu, düşük yoğunlukta başlamakta, kısa bir süre sonra da önü alınamaz ölümlere dönüşmektedir. Bu da Türk usulü çözümü, yani darbeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

Şu söylenebilir; neden artık batıda çatışmacı modeller ölümler yaratan kavgalara ve darbelere dönüşmemektedir? Bu sorunun yanıtı zor olmamalı:

Kim bilir, günü gelir, biz de çatışmacı modelleri batılılar kadar başarılı uygulayan ve herkesin işçi; çok az ailenin de işveren olduğu bir Türkiye’yi kurabiliriz...





Sayı: 3 | Tarih: 28.06.2009
Ahmet Hakan
Danimarka spermi
1237 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Yılmaz Özdil
Asimetrik
1182 Okunma
Leyla Okta
Nazlı Ilıcak
Gülen korkusu
1173 Okunma
Fatma Karuç
Bekir Coşkun
Aydınların ihaneti…
1164 Okunma
1 Yorum
Ersoy Kılıç
Mehmet Altan
Orduyu Kim Yıpratıyor?
1131 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Mahir Kaynak
Üçüncü taraf
1122 Okunma
1 Yorum
Süleyman Karagülle
Ruşen Çakır
Gözler AKP İstanbul Kongresi'nde
1112 Okunma
Tayibet Erzen
Taha Kıvanç
Bir yerlerden yanık kokusu geliyor
1088 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Turan Alkan
Üç nalla bir at…
1070 Okunma
Emine Hocaoğlu
Kadri Gürsel
İran'ı tartışmak ya da tartışmamak
1030 Okunma
Erkan Tulacı
Reşat Nuri Erol
Faizler ve kredi kartları
1020 Okunma
Zübeyir Erol


© 2024 - Akevler