“Gerçek”lerden kaçış yok...
1068 Okunma, 0 Yorum
Cengiz Çandar - Referans
Ekrem Fildişi

İran’daki gelişmeler, Ortadoğu’nun yakın geleceğini, bu arada Obama’nın “siyasi kader çizgisi”ni ve Türkiye’nin konumunu da yakından etkileyecek önemde.

 

İran’ın ne yöne doğru yol alacağını veya nasıl savrulacağını kestirebilmek kolay değil. Doğudaki büyük komşumuz çok kendine özgü bir ülke. Bilinen yönetim mekanizmalarına sahip değil, bilinen kurallar da orada işlemiyor. Dolayısıyla,  “bildik” araçlarla İran’da ne olup bittiğine kesin bir hüküm de veremezsiniz.

Türkiye’de iç politikaya ilişkin “tahlil şablonları”nı İran’a uygulamaya kalkışanlar yüzünden İran’da ne olup bittiğine ilişkin bizim kamuoyunda kafalar yeterince karışmış olmalı.

Bizim kerameti kendinden menkul ve bazıları ömürlerinde ya İran’a hiç ayak basmamış veya bir-iki kez “siyasi turizm” nedeniyle basmış gazete yazarı konumundaki “İran sosyoloji uzmanları”, seçimleri Ahmedinejad’ın kazanmış olmasından yanalar ve “tahlil”leri bu arzularının üzerinde inşa ediliyor.

Bunlar “siyasi İslamcılık” ile “Üçüncü Dünya solculuğu”na uzanan yelpazede konumlanmış vaziyetteler. Ellerinde birkaç “hazır giyim tahlil aracı” mevcut. Örneğin, Batı, İran’ı karıştırmak istiyor; Ahmedinejad, Amerika’ya karşı olduğu ve dış baskılara karşı durduğu için İran’ı karıştırmak istiyorlar. Batı medyası İran’ın kırsal kesiminin Ahmedinejad yanlısı olduğuna hiç dikkat etmeden,  Batı yanlısı şehirli orta sınıfların Musavi yanlısı olduğuna aldandı ve Musavi’nin seçimi kazanacağını sandı vs. vs...

Tüm önermeleri tepeden tırnağa yanlış.

***              ***               ***

Batı İran’ı karıştırmak istemiyor. Batı’nın en fazla korktuğu, kaygılandığı hususların başında İran’ın istikrarsızlığı geliyor. Irak’ın 2003-2009 arasındaki istikrarsızlığının uluslararası sistemi nasıl sarstığı hatırlanırsa, daha önemli bir “jeopolitik alan”da yerleşik İran’ın istikrarsızlığı ve bunun yol açacağı belirsizlik, Batı’nın şu ara en az istediği  şey.

Amerikan Başkanı Barack Obama, Başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden beri  İran’a elini uzatıyor. Nevruz mesajında İran halkını seslenmekle kalmadı, “İran İslam Cumhuriyeti ve liderleri” sözcüklerine de yer vererek, İran’da “rejim değişikliği” peşinde koşmadığını ilan etti. İran’da karışıklık, Obama’nın elinin havada kalmasına yol açabilecek gelişmeler, ABD tarafından çok arzu edilir şeyler değil ve daha şu sırada bile Obama, göstericiler arkasına desteğini açık biçimde koymamaktan ötürü Amerikan sağı tarafından ağır biçimde eleştirilmeye başlandı.

Bizim kerameti kendinden menkul “İran sosyoloji uzmanları”, kırsal kesimde Ahmedinejad desteğine vurgu yaparken, İran nüfusunun yüzde 70’inin şehirlerde yerleşik olduğunu hiç dikkate almıyorlar. Ayrıca, İran nüfusunun yaklaşık yüzde 75’inin 25 yaş altında olması ve seçimlere katılma oranının yüksekliği, Ahmedinejad’ın yüzde 63’lük bir oy oranıyla ilk turda seçilmesini imkansız kılıyor.

İran’da katılım oranının yüksekliği, özellikle gençlerin sandığa gidişi reformist adayların şansını arttırıcı olarak görülüyor. Muhammed Hatemi için böyle oldu. Ayrıca, seçimler öncesi altı kez yapılan canlı televizyon tartışmalarında Mir Hüseyin Musavi’nin Ahmedinejad karşısında çok önemli bir üstünlük sağladığında hemen herkes hemfikir.

Keza, bir Azeri olan ve Azerbaycan’da sevildiği bilinen Mir Hüseyin Musavi’nin kendi kenti Tebriz’de Ahmedinejad’ın yüzde 57’lik oranına karşı, yüzde 42 ile yenik düşmesi de kimseye inandırıcı gelmiyor.

Ayrıca, yüzde 84 gibi gayet yüksek katılımlı bir seçimin sonuçlarının bugüne dek raslanmadık bir hızla, iki saat içinde açıklanması ve Ahmedinejad’ın galip ilan edilmesi de seçimlerin sonucuna ilişkin kuşkuları besledi.

Tahran’dan dünkü New York Times’e yazı gönderen genç bir İranlı, bizdekine benzer “sosyologlar” ile dalga geçiyordu. Tahran’a ve İran’a 1979 (İslam Devrimi’nin yılı) ölçüleri ve bilgileriyle bakarak yapılan değerlendirmelerin isabetsizliğini “Bir Yeni İran Devrimi” başlıklı yazısında anlatıyordu.

İran’da şu an harekete geçen dinamikler, Ahmedinejad’ı değil, asıl onu arkalayan ve onu arkaladığını dün Cuma hutbesinde ortaya koyan, seçim sonuçlarını savunan ve “sokağa” karşı çıkan “Dini Önder” ya da “Rehber” Ali Khamenei’yi hedef alıyor.

Şimdi bakacağız, “Rehber”in hiç yapmadığı bir şeyi yaparak  işin ciddiyetine bakıp “Cuma Hutbesi” vermesinden ve olan-bitene noktaya koymasından sonra, başta Tahran, İran’da gösteriler devam edecek mi?

***              ***            ***

Etmezse, hırpalanmış, yıpranmış, “meşruiyeti tartışmalı” bir İran ile baş başayız demektir. Öyle bir İran, her yöne gidebilir. Obama’nın eline de sarılabilir, elini de ısırabilir.

Nereden baksanız, geçen Cumartesi’den bu yana yeni bir İran, dünyanın “siyasi haritası”nda yerini almış olacak.

Şayet, Khamenei’nin “Cuma Hutbesi”ne rağmen gösteriler devam ediyorsa, o takdirde İran’da gerçekten “yeni bir devrimci kalkışma” olduğuna hükmetmemiz gerekecek.

Öyle bir İran’da, “yeni devrim” ya başarıya ulaşır veya İran’da diktatörlük koyulaşır. İkinci şıkkın geçerli olduğu bir İran, komşusu ABD müttefiki, AB aday üyesi bir Türkiye için sıkıntılı bir durumdur.

İki yıl önce, Tahran’ın kuzey yönünde, Elbruz dağlarının ardına geçmiş, Ahmedinejad’ın mahalle ve ilkokuldan lise sona dek okulda sıra arkadaşı olan (aynı zamanda siyasi muhaliflerinden biri) bir İranlı profesör arkadaşımla gürül gürül akan nehir kenarı çayhanelerden birinde hararetli bir Abdülkerim Şoruş sohbetine koyulmuştuk. Sağımızda solumuzda sereserpe genç İranlı çiftler dikkatimi çekmiş ve “rejimin bu duruma nasıl engel olmadığını” sormuştum.

Arkadaşım, “İran, totaliter bir ülke hiç olmadı. Yapısı buna izin vermiyor. Otokratik bir ülke, evet ama totaliter olamaz” cevabını vermişti.

O güne dek “otokrasi” ile “totaliterlik” arasındaki farkı hiç düşünmediğimi fark etmiştim.

Şimdi ise İran’da “diktatörlük”ün tutmayacağını düşünüyorum. İran halkını iyi-kötü sezebildiğim, tanıdığım için. 1979’dan sonraki Devrim günlerinde, tüm dünya desteği altındaki Saddam’ın kanlı saldırısına maruz kaldığı 1980 Eylül’ünden itibaren tüm 1980’li yıllar boyunca İran’ın, güneydeki savaş cepheleri dahil, birçok yerinde bulundum.  İran halkının ayağa kalktığı vakit, boyun eğdirilmez karakterini biliyorum.

“Ayağa kalkmış” olmasını diliyorum. Bu yüzden şiddetin pençesinde kırılmamasını diliyorum. İran’ın genç, komşu ve kardeş halkına esenlikler diliyorum...

 

Ekrem Fildişi






Sayı: 2 | Tarih: 22.06.2009
Yılmaz Özdil
Kod Adı...
1184 Okunma
Leyla Okta
Hayrettin Karaman
Laikçilerin telaşı
1119 Okunma
Hilmi Altın
Ertuğrul Özkök
Siyasi papağanlık çetelesi
1118 Okunma
1 Yorum
Süleyman Akdemir
Mahir Kaynak
Böyle Gitmez
1112 Okunma
Süleyman Karagülle
Ahmet Turan Alkan
Ordu için orduya rağmen
1105 Okunma
Emine Hocaoğlu
Mehmet Altan
Askeriye hukuktan korkar mı?
1104 Okunma
Mehmet Hikmetumut
Taha Kıvanç
Kim takar bu gazeteleri
1095 Okunma
Ahmet Kirtekin
Ahmet Hakan
Alenen Beddua
1090 Okunma
1 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Ruşen Çakır
İran Ezberleri
1082 Okunma
Tayibet Erzen
Hakan Albayrak
Başbakan'a sorular cevaplar
1071 Okunma
Veysel İpekçi
Reşat Nuri Erol
Dünyaya D-8 adaleti gerek!
1069 Okunma
Zübeyir Erol
Cengiz Çandar
“Gerçek”lerden kaçış yok...
1068 Okunma
Ekrem Fildişi
Kadri Gürsel
İran'ın sorunu
1064 Okunma
Erkan Tulacı


© 2024 - Akevler