İÇİMDEN siyasi yazı yazmak gelmiyor.Ergenekon’un "E’sini" ağzıma almak istemiyorum.
Kendi kendime soruyorum.
"Yazsam ne yazarım?"
Artık hiçbirimiz yokuz. Bizler değil, "kanaatlerimiz" konuşuyor.
Kesin yargıya dönüşmüş, inançlar, kanaatler birbirine girmiş, ortalık toz duman.
Şu dünkü manzaraya bakın.
Ortada belgenin aslı yok, ama kimi gazeteye göre, imza kesinlikle albaya ait.
Kimine göre ise ona ait değil.
Ortalık "İleri sürüldü" haberlerinden geçilmiyor.
Kim ileri sürmüş, neyi sürmüş belli değil.
Oturup ben de bunu yazsam ne olacak?
Zaten herkes inanacağına inanmış, inanmayacağına ana avrat gidiyor.
İşte böyle bir ruh haleti içinde oturup, kendi kendime bazı soruları alt alta yazdım.
* * *
Türkiye’de darbe heveslileri bulunduğunu, bazı girişimler yapıldığını söylemek, askerin siyasetten elini çekmesini istemek ille de asker düşmanlığı mıdır?
Türkiye’de demokrasiyi savunmak için ille de asker düşmanlığı yapmak, her olayın altında asker parmağı aramak mı gerekir?
Ergenekon davasında bazı vahim hukuk hatalarının yapıldığını, kişilik haklarının ağır şekilde ihlal edildiğini söylemek, ille de "Ergenekonculuk yapmak" anlamına mı gelir?
Ergenekon’da derin bazı ilişkiler ortaya çıkarıyor, demokrasi yerleşiyor diye, en ağır insan hakkı ihlallerini görmezden mi gelmeliyiz?
Bir insan hem Ergenekon davasını çok önemseyip, hem de çok ağır biçimde eleştiremez mi?
Bir insan hem ordusunu sevip, ona haksızlık etmeyip, hem de Ergenekon davasında ortaya çıkarılan bazı pis ilişkilerin hesabının sorulmasını isteyemez mi?
Aydınlar, sorumlu vatandaşlar dünyası, "Ergenekon avukatları" ile "Ergenekon savcılarından mı" ibarettir?
Hükümetin icraatını eleştirmek, ille de hükümeti yıkmaya uğraşmak, darbecilik, "Ergenekonculuk" anlamına mı gelir?
Hükümetin yaptığı icraatların bazılarını veya hepsini beğenmek, beğendiğini söylemek, ille de "iktidar yalakalığı" mıdır?
Hükümeti desteklemek kadar eleştirmek de vazgeçilmez, bastırılamaz bir demokratik hak değil midir?
Taraf olup, yandaşlarımızın her hatasını örtmeli, en haklı oldukları durumlarda bile karşımızdakileri yerin dibine mi batırmalıyız?
Avrupa Birliği’ne girmeyi, yabancılara mülk satışını, özelleştirmeleri savunmak, desteklemek ille de "hainlik", "Amerikan uşaklığı", "Soros çocukluğu mudur?"
Avrupa Birliği’ne karşı olmak, yabancılara mülk satışına,özelleştirmelere, karşı çıkmak ille de, "ulusalcılık", "geri kafalılık mıdır"
Namaz kılmak, başını örtmek, üniversitede türbanın serbest bırakılmasını istemek, inançlı olmak, ille de "gericilik" anlamına mı gelir?
Namaz kılmamak, üniversitede türbanın serbest bırakılmasına karşı olmak, başını örtmemek ille de "dinsizlik midir?"
Ve son soru.
Biz Ergenekon’da, şunda bunda ille de taraf mı olmalıyız? Bitaraf olmak, bertaraf olmak mıdır, olmalı mıdır?
* * *
Dün bu soruları alt alta yazdım, baştan sona okuyup, kendimce cevaplarını verdim.
Gördüğüm manzara şudur:
Bu ülkede, kanunları istediğiniz kadar değiştirin, istediğiniz anayasayı yapın.
Bu mantalite, bu kampçı psikoloji değişmediği sürece, demokrasinin ruhunu Misak-ı Milli sınırları içine sokamazsınız.
Bu ülkenin "aydın sınıfı", siyasetçisi, gazetecisi, şahsi kanaatlerin tek kesin gerçek olduğuna inandığı, demokrasinin tek tarifinin kendi tekelinde olduğuna inandığı sürece, siyasi yazı yazmanın ne anlamı var?
Köşe yazarlığının, gazeteciliğin "siyasi papağanlığa" dönüştüğü bir ülkede, siyasi yazı yazmışız, yazmamışız ne fark eder?
Sonunda mevzisine kilitlenmiş bin bilmem kaç köşe yazarı veya siyasi papağandan bir fazla veya bir eksik.
Ne fark eder...
Yorum:
Bugün Sn.Özkök’ü çok karamsar gördüm. Oysa çok güzel sorulara sorarak birçoğuna da çok güzel cevap vermiş, aslında umutlu olması gerekirken umutsuzlaşmış. Bence umutlarını yeşertmesi lazım. Türkiye’de yargı var ve Savcılık Makamı ister Cumhuriyet Savcılığı olsun isterse askeri Savcılık olsun hatta isterse Ergenokonu yürüten Özel yetkili Savcılık Makamı olsun sonunda birkaç sene içerisinde sonuca varacaklar ve nihayetinde ya takipsizlik kararı veya bir iddianame hazırlanarak iddia Mahkemelere intikal edecek ve bir karar verilerek hukuki gerçek ortaya çıkacaktır.
Yargıya güvenmeli miyiz? Bence başka çaremiz yok. Güvenmeliyiz.
Ancak, burada başka bir sorun var. O da yargı sistemi ve yargı süreci. Bizce sorunun temeli buradadır. Türkiye maalesef yargı süreci bakımından Kara Avrupası’nın “tahkik sistemi”ni kabul ederek yargı da tahkik sisteminin sorunlarını peşine kabul etmiştir. Bu sistem güvene dayanmaz ve her aşamada deliller yeniden araştırılır ve her defasında kafalar karıştırılır. Süreç uzadıkça yargının uzamasından çıkarı olanlar süreci hepten çıkmaza sokarlar ve artık 1 sene 5 sene 10 sene 20 sene zaman aşımları, hak düşürücü süreler, tekrar tekrar ve yeniden yazışmalar, mağduriyetler, mağduriyetler….
Sorunun temeli, sistemde ve uygulama sürecinde olduğundan burada görev yapan savcılar, hakimler ve avukatlar sistemin birer kurbanıdırlar. Her biri gerçeğin ortaya çıkması için azami gayret gösterirler, fakat sistem tahkik esasına dayandığından sonuç değişmez ve sürer de sürer.
Bir Adil Düzen düşünürü olarak burada değişim istemek ve değişimi isterken de öncelikle yargı da istemek gerektiği kanısındayım. Siyasiler daima ekonominin öncelikle düzeltilmesini savunurlar. Oysa adalet ve yargı düzelmeden ve değişmeden, kazanılan kazançlar adil dağılmadan, çıkan ihtilaflarda seri ve çabuk çözüm üretilmeden ekonomi düzelse ne olur, düzelmese ne olur?
Ben yargıda sistemin değişmesinin ve “tahkim sistemi”ne geçilmesinin Sn.Özkök’ün umutsuzluk durumunun büyük ölçüde gidereceği kanısındayım. Tahkim sistemi yargıda tarafların hakemlerini seçmeleri esasına dayanır ve bu bakımdan yargı sürecinde tam demokratik bir dava başlamasını sağlar. Öncelikle davalı ve davacı ihtilaf vukuunda ehliyetli birer hakem seçerler ve hakemler bir araya gelerek ittifak ederlerse karar verirler, ihtilafları devam ederse üçüncü bir hakemi hakemler ittifakla seçerler ve karar bu heyet tarafından verilir. Karalar verildikten sonra temyiz edilmeden uygulanır. Temyiz sadece hakemlerin doğru karar verip vermedikleri ve kötü niyetli olup olmadıkları bakımından temyiz edilirse de, sonuç değişmez, sadece kasıt varsa hakemlerin ehliyetleri iptal edilir. Karar hatalı ise yargı sisteminin dayandırılacağı sigorta sistemi tarafından zarar karşılanır. Bu sigorta sistemi bugünkünden ciddi farklılıklar içerir. O nu da yeri ve zamanı geldiğinde ortaya koyacağız. Ancak, dikkat edilecek olursa tahkim sisteminde yargıyı oluşturan heyet taraflarca seçilerek oluşturulmakta ve verilmiş olan karar kesin olarak uygulanmaktadır. Yargılama süreci uzamadan sona ermektedir. Temyiz adı verilen hukuki denetim süreci ise hakem sıfatını taşıyan görevlilerin işlerini doğru yürütüp yürütmedikleri ve sonunda bir haksızlık olup olmadığını belirlemeye yaramaktadır. Bu anlatmış olduğum süreç öncelikle hukuki davalarda tam olarak uygulanabilir ve hakem olarak tüm baro mensupları ile yapı konusunda inşaat mühendisleri odası, makine konusunda makine mühendisi odaları, muhasebe konusunda mali müşavirler odaları üyeleri özetle tüm oda mensupları resmi hakem olarak ilan edilebilirler. Çünkü davalar, inşaattan, muhasebeden, makineden ve benzeri birçok nedenden kaynaklanmaktadır. Bütün bu konuları hukukçuların bilmelerine imkan yoktur. O halde dava konusuna göre şayet ihtilaf inşaattan kaynaklanıyorsa taraflar birer inşaat mühendisini hakem olarak seçmeli ve bu iki inşaat mühendisi hakem bir hukukçu hakemi başhakem seçerek kararı vermelidirler. Bu kararlar ilgili yerlerdeki mahkemelere tevdi edilmeli, temyizi sadece yukarıda bahsettiğim şekilde olmalıdır. Bizim Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almış olan TAHKİM sistemi geliştirilerek baız tadilatlarla adalet sisteminin bütününe teşmil edilmelidir.
Ceza davalarında da tahkim süreci Savcılık Makamının bir hakem seçmesi ve şüphelinin bir hakem seçmesi şeklinde gerçekleşmeli savcı ile şüpheli eşit konumda yargı önüne çıkmalıdır. Her gün adeta kanka ilişkisi içindeki hakim ile savcıların şüpheli üzerindeki tahakkümü ortadan kaldırılmalıdır.
Burada kısaca tahkim sistemine değindim, daha sonra da değineceğim. Ancak, burada Tanrı katından gelen ve günümüzde en çok muhtaç olduğumuz kurum ve sistem adalet sistem ve kurumudur. Bu sistemi köklerine inerek incelediğimizde “tahkim sistemi”ne dayandığı eşitliği içerdiği, zamanla insanların saltanatların etkisi ile bir imtiyaz ve zulüm sistemi olan tahkik sistemine dönüştürdükleri ve esasen temelinde adaletsiz olan bu sistemle adalet aramaya çalıştıkları anlaşılmaktadır.
Sn.Özkök’ün bu karamsarlığı ve umutsuzluğu ancak, yargı siteminin adil olması durumunda umuda ve aydınlığa dönüşebilir. Gerçekten imtiyazdan yana değil de adaletten yana ise.
20.06.2009