TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
Süleyman Karagülle
1446 Okunma
3.AYET

Tevbe Sûresi-2

بسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيم

وَأَذَانٌ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْأَكْبَرِ أَنَّ اللَّهَ بَرِيءٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ فَإِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللَّهِ وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (3)

 

وَأَذَانٌ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الْأَكْبَرِ أَنَّ اللَّهَ بَرِيءٌ مِنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ

(Va EaÜANun MiNa elLAHi Va RaSUvLiHIy EiLay elNAvSı YaVMa XacCi eLEaKBaRi EanNa elLAHa BaRIyEun MiNa eLMüŞRiKIyNa Va RaSUvLUHUv)

“Ve Allah ve resulünden ekber hac yevminde ezan vardır. Allah müşriklerden beridir. Resulü de.”

Buradaki “Ve” harfi birinci âyetteki “Beraetün”e atıftır. Yani müşriklere beraat vardır ve bütün insanlara da ezan vardır.

Bu âyetler çok önemli bir müesseseyi anlatmaktadır. Bu da boykot müessesesidir. Savaşsız insanları yola getirmenin birinci silahı boykottur.

Şeriata uymayan, hukuku kabul etmeyen, hakem kararlarını dinlemeyen kimselere ne yapılacaktır?

Suç şahsidir. Müşriklerden biri adam öldürüyor. Diğer bütün müşrikler ona arka çıkıyor ve onu destekliyor. Kısas ancak öldürene uygulanabilir. Onu destekleyene, onu teşvik edene, onu o filleri işlemeye sürükleyenlere kısas uygulanamaz.

Bu durumda ne yapmamız gerekir, kendimizi nasıl savunacağız?

Farz edelim ki doğuda PKK var, dağa çekilmiş, insanları öldürüyor, cinayetler işliyor. Kentte de bir örgüt var, bunları destekliyor, onlara silah gönderiyor, onlara yiyecek gönderiyor, onlara bilgi veriyor, bunu da alenen yapıyor.

Onları nasıl caydıracağız? Bunu yapanların cezaları ne olacaktır?

Kur’an bunun için bize boykot emretmektedir. Hakemlerin kararı ile onlara karşı boykot ilan edilir. Yani dağdaki eşkıyayı kimse desteklemeyecek, onlara yataklık etmeyecek. İşte buna uyanlar bir tarafa, uymayanlar bir tarafa geçmiş olacaklardır. Boykota uymayanlar da boykot edilir.

Ya halk dinlemezse, boykota uymazsa, o zaman ne yapacağız?

Her şeyden önce “merkezi yönetim” ile yönetilen bir yerde böyle bir boykotu kimse dinlemez. Merkezi yönetim ile halk arasında böyle bir yakınlık ilişkisi yoktur. Bu sistem ancak “yerinden yönetim”de çalışabilir. Birbirini tanıyan ve herkesin her gün ne yaptıklarını bildiği küçük topluluklarda bu boykot uygulanabilir. Bu sebepledir ki her bucağın ayrı kendisine has kamu hukuku vardır, ceza hukuku vardır. Suçlar oranın halkı tarafından suç kabul edilmekte ve ayıp görülmektedir. Yönetim kendilerindendir. Halk yöneticisine topluluğa itaat ettiği gibi itaat etmektedir, başkanına sadakatle bağlıdır. Başkanın başkanlığını kabul etmiyorsa oradan hicret edebilmelidir. Bu sebepledir ki İslâmiyet’te yakalama veya tutuklama diye bir şey yoktur. Yurt dışına çıkma yasağı yoktur. Herkes her zaman bucağı terk edebilir. Gittiği bucakta kendi hakkını savunur, hakem kararlarına orada itaat eder. İtaat etmezse mahkeme kararı ile kanı heder olur. Bucakta yaşayan herkes kendi dayanışma sorumlularına bağlıdır, onlara tarikattaki müritlerin şeyhlerine bağlı oldukları gibi bağlıdır. Onlar eğer ‘filanla konuşmayacaksınız’ derlerse, konuşmazlar. Konuşurlarsa, dayanışma sorumluları onları dayanışma sorumluluğundan çıkarır.

Bir bucakta yaşayabilmek için o kişinin mutlaka bir ilmî bir de siyasî dayanışma ortaklığı tarafından kabul edilmesi gerekir. Hiçbir dayanışma ortaklığının kabul etmediği kimse o bucakta yaşayamaz. Bucak başkanlarının nefy yani sürme yetkileri vardır. Sürülen kimse bucağa döndüğünde kanı heder olur.

Her bucak sakini bucağını her zaman değiştirebilir. Kendisi taşınır. Mallarını alıp götürebildiği gibi taşınmaz değerlerini ise devlet peşin ödeyerek satın almak zorundadır.

Hâsılı, “hicret demokrasisi” vardır.

Dayanışma sorumlularına ve başkana içten bağlı olmayanlar o bucakta durmazlar, kendilerine yeni bucak bulurlar. Yahut başkanları onları bucaktan sürebilir. Bucakta kalanlar boykot emirlerine isteyerek kesinlikle uyarlar.

Bu durumda boykot kısastan sonra en etkili bir müeyyidedir.

Bu âyet bize işte bu çok önemli boykot müessesesini anlatmaktadır.

Yaptırımlar derece derecedir.

1- İlişkileri kesmek, onlarla alışveriş yapmamak.

2- Boykot ilan etmek. Boykotta onlarla görüşülmez bile. Onların bizim aramızda dolaşmalarına izin verilmez.

3- Abluka altına almak, çevresini çevreleyip çıkışı serbest bırakıp girişi yasaklamak yani askeri usulle boykotu uygulamak.

4- Savaşmak. Bu en son çaredir. Onlar başlamazsa savaş tarafımızdan başlatılmaz.

Taşra bucaklarda oranın halkına boykot ilan etme yargının görevidir. Taşrada kolaylık vardır. Ancak merkez bucaklarında durum zordur. Merkez bucaklara taşra halkı da gelmektedir. Buradaki boykot nedir, nasıl uygulanacaktır? İşte bunlar için merkez bucağa girme yasağı konur. Bunlar merkez bucaklardan uzaklaştırılırlar.

Bu sûrenin sonlarına doğru boykot hususunda uygulamalı bir örnek verilecektir.

Beraat Ramazan ayında başlar. Hac aylarının sonunda dört ayları dolmuş olur. Kurban Bayramı hac günü Arafat’taki hutbede insanlara boykot duyurulur. Böylece onların müddetleri de bitmiş olmaktadır.

Bugün bir kanun çıktığı zaman resmi gazetede yayınlanır ve ondan sonra yürürlüğe girer. Kanun bir sözleşmedir. Basit borçların bile yazılması emredildiğine göre, elbette kanunların da yazılması evleviyetle emredilmiş olur. Ne var ki kanunlar yazılı hâle gelmesiyle yürürlüğe girmez. Bucaklarda oluşturulan kanunlar bucak başkanının hutbede okuması ile yürürlüğe girer. Kişiler kuralları ve emirleri yazılı olarak edinseler bile başkanlarının ağzından duymadıkça geçerli olmaz.

Bugün televizyonda başkanlar çıkıp konuşmaktadır.

Bu yeterli midir?

Hayır, bu yeterli değildir. Cuma günü canlı olarak başkan hutbede halkın karşısında kanunu okuyacaktır. Halk kendi bucaklarının başkanına uyma durumundadır.

Bu sebepledir ki uzaktaki camide televizyonla kıldırılan namaza uyulamaz. Her bucağın namaz vakti ayrıdır. Herkes kendi imamına uyma durumundadır. Mekke’deki ilan Mekke bucağını bağlar. Mekke’deki ilan Mekke müşriklerinin Mekke içindeki yasaklanmalarıdır.

Her bucak kendi boykotunu kendisi yapar.

Burada “nâsa” deyince boykot tüm insanlar için yapılmaktadır.

Burada şu soru sorulacaktır. Merkez bucağının kararları taşra bucaklarını bağlamaz, yerinden yönetim vardır.  Tüm taşra bucaklarını ilgilendiren merkez kararları olmaz mı?

Yargı kararları geneldir. Merkez hakemlerinin aldıkları kararlar tüm insanlığı bağlar. Yalnız merkez hakemlerinin değil, herhangi taşra bucağının aldığı kararlara tüm insanlık uymak zorundadır. Mahkûm başka bucağa kaçtığı zaman onu kabul eden bucak başkanı onun verdiği zararları tazmin etmek durumundadır.

Merkez bucak başkanlarının taşra bucaklarına müdahale etme yetkisi yoktur. Ama hakemlerden oluşan yargının taşra bucaklarına yaptırıcı kararlar alma yetkisi vardır. Bir bucakta zinanın serbest bırakılması çevredeki erkekleri o bucağa yönlendirir ve zina yasağının getirdiği ailenin korunması ilkesini zedeler. Merkez hakemlere başvurularak bucaktaki zinayı serbest bırakan kararlar iptal edilir. Taşra bucakları o kararlara uymak zorundadırlar. Savaşın yargı kararlarına uymamaktan dolayı meşru olduğunu unutmamamız gerekir.

Şimdiye kadar çözemediğimiz bir mesele bugün bu âyette çözülmüş olmaktadır.

Bucaklar bağımsız olarak kendi şeriatlarını kendileri yaparlar. Merkez bucakları taşra bucaklarının ne yönetimlerine ne de yasalarına karışamaz. Ne var ki herkes başkalarına zarar vermeyecek şekilde davranmak zorundadır. Bu herkesin içine tüm bucaklar, taşra ve merkez bucakları da girer. Mağdur olan herkes, mağdur edene karşı her zaman dava açar ve yargı kararı ile herkes herkesi denetler durumdadır.

وَأَذَانٌ

(Va EaÜANun)

“Ve ezan vardır.”

Merkez bucakları ve bu merkez bucaklarını birbirlerine bağlayan yollar tüm insanlığın serbest dolaştığı yerlerdir. Kimseden izin almaksızın buralarda herkes güvenlik içinde dolaşabilir ve yerleşip ev kurabilir. Buralarda serbest dolaşmadan men ancak yargı kararı ile olur. Yargı kararı kişiler hakkında alınabildiği gibi topluluklar için de alınır. ‘Ben onlardanım’ diyen onlardan olur ve kararın hükümlerine tâbi olur. ‘Ben ayrıldım’ diyen de ayrılmış olur.

Müşrikler kendilerine düşen topraklarda kendi devletlerini kurabilir ve orada istedikleri gibi yaşayabilir. Biz onların topraklarına girmeyiz.

Bu hükmü nerden çıkarıyoruz?

“Ey insanlar, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattık” denmektedir.

Müşrikler de insandır. İnsan olmasaydılar, mahkemeler onlardan beri olunacağına dair karar almazlardı. Hakemlerin hiç kimseyi insan olmaktan çıkarma yetkisi yoktur. İnsan insandır, her zaman hak sahibidir. Hakemlere başvurup hakkını talep etmese de yine hak sahibidir. Hakemliği kabul ettiği zaman şirk zamanındaki haklara da mâlik olmuş olur. Bunun delili Tebbet Sûresi’dir. Müşrikler mümin oldukları zaman evlilikleri devam eder, nesepleri ve hukukları devam eder. Çünkü Kur’an bu sûrede “karısı” demektedir.

Bir devlet kuracak kadar değilseler, o zaman herhangi bir devletin içinde kendilerine toprak ayrılır, bir il kurabilir, kendi illerinde istedikleri gibi yaşarlar. Biz onların kendi topraklarına girmeyiz. Bir il de kuracak durumda değilseler, herhangi bir il içinde kendi bucaklarını kurarlar ve orada istedikleri gibi yaşarlar. Kendi bucaklarını kuramazlarsa, biz bir askeri bucak kurarız ve oraya göç etmelerini emrederiz, orada askeri düzen içinde yaşarlar.

Esas kural şudur. Müşrikler hiçbir zaman İslâm diyarında serbestçe dolaşamazlar, orada iş kuramazlar, oralarda mesken edinemezler. Bu hüküm yalnız onları ilgilendirmiyor. İslâm bucaklarında onları kabul eden, onlara yataklık eden kimseleri de ilgilendiriyor. Onların verecekleri zararları onları barındıranlar tazmin eder.

Örnek olarak dağlardaki PKK’lıları barındıranlar varsa onlara ceza verilmez ama onların iras ettikleri zararları bu barındıranlar tazmin eder. Onların devletine, onların illerine veya onların bucaklarına gidip alışveriş eden, onlarla ilişki kuran kimseler bir zarara uğrarlarsa, mahkemeye verip dava açamazlar, kamudan haklarının verilmesini isteyemezler.

Demek ki müşriklerin tecrit edilmesi yalnız onları değil herkesi ilgilendiren bir hükümdür. Bunun insanlığa duyurulması gerekir. İnsanlar bu durumdan sonra bu hükümlere tâbi olurlar. Müşriklerin bucağında öldürülen kimse için diyet istenmez ama kâfirlerin bucağında öldürülen kimsenin diyeti ödenir. Devlet öder, sonra onlardan tahsil eder.

Hâsılı, kâfirlerin yurdu da dar-ı islâmdır. Müşriklerin yurdu ise dar-ı harptir. Müslim veya kâfirler müşriklerin ülkesine girip yağmalasalar, biz onların hukukunu korumayız. Ama müslimler kâfirlerin bucağına girip zarar verseler, mahkemeler davalarına bakar ve haklarını iade eder. Müşrikler kâfirlerin yurduna girip yağmalasalar yahut kâfirler birbirlerinin mallarını yağmalasalar, biz onların davalarına bakmayız ve korumayız. Çünkü onlar savunmaya katılmadılar.

“Ezan” nekredir. Değişik yollardan yapılabilir. Televizyon konuşması da ezandır. Bütün bucak başkanları kendi cemaatlerine bu yargı kararlarının tebliğ ederler.

مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ

(MiNa elLAHi Va RaSUvLiHIy)

“Allah ve resulünden...”

Allah ve resulü” burada tekrar edilmiştir. Duyurma yargının içinde bir safhadır. Yargı karar alır ve yargı kararları infaz edilir. Yargı kararların infazı da yargı içindedir. Yani Allah ve resulünü kapsar. Ne var ki yargılamanın yargısı ile infazı ayrı ayrı kuruluşlardır. Yargılamanın başkanı başhakemdir. İnfazın başkanı ise bucak başkanıdır. Yargının bir görevlisi olarak yargı kararlarını başkan infaz eder veya ettirir.

Birinci âyetteki “berae” ifadesi yargının yargılamasıdır.

Buradaki “ezanun” ifadesi ise yargı kararının infazıdır.

Başkan yargı kararlarını belli kurallar içinde infaz eder, istediği gibi infaz yapamaz.

Bir örnek verelim.

Zina edene 100 sopa vurulacaktır. Bu cezayı bucak başkanı icra edecektir. Ancak cezanın adil olması ve herkese aynı cezanın verilmesi için 100 ayrı sopa hazırlanıp bir tarafa konur. Halk gelip sıraya girer. Sopaların kimi büyük kimi küçük olacaktır. Ortalaması ile vurulur. Kişilerin kimi zayıf kimi kuvvetli olacaktır. Ortalaması ile vurulmuş olur. Böylece herkes sopayı alıp vurur. Sırtına vuracaktır. Her yere vuramaz. Vururken kolunu bedenine yapıştıracak, sadece dirsekten sonrası ile vuracaktır. Omuzdan kaldırıp vuramaz.

İşte, fıkıhçılar cezadaki infazda bu derece titiz hükümler koymuşlardır.

Biz iftirada dirsekten, zinada omuzdan diye istihsan ediyoruz.

İnfaz dayanışma ortaklıklarınca yerine getirilir. İnfaz ayrı bir yargılamadır ama yargı hükümleri geçerlidir. Takdir yoktur. Kurallar içinde cereyan eder. Oysa yönetimde veya geçici hakemlikte ise takdir vardır. Yönetici veya başkan kendi takdiri ile karar verir. Bu sebepledir ki o hükümler kesin değildir. Her zaman yargı denetimindedir. İptal edilebilir. Oysa yargı kararları kesindir, iptal edilemez. Kazanan kazanmıştır. Haksızlığa uğrayan yeniden dava açabilir ama yargıya karşı dava açar. Kazanırsa tazminatı eski mahkemeden değil yargının dayanışmasından alınır.

إِلَى النَّاسِ

(EiLay elNAvSı)

“Nâsa”

“Nâs” kelimesi halkı ifade eder. Bir yerde toplanmış olanlar nâstırlar. Başkanlar kendi bucaklarının halkına “Ey nâs” diye hitap edebilirler. Bucağa gelmiş olan yabancılar da bu “nâs” ifadesi içinde olur, yeryüzündeki bütün insanlar da kastedilmiş olabilir.

Kur’an müminlere “Ey iman edenler” diye hitap eder, müslimlere de “Ey nâs” diye hitap eder. Kâfirlere ve müşriklere doğrudan hitap etmez. “Müminlere söyle” diyerek bizim aracılığımızla hitap eder. Çünkü onlar Kur’an okumuyorlar. Oysa her mümin ve müslimin yılda bir defa Kur’an kıraatini bitirmiş olması gerekir.

Önce “İlâ” ile beraet kararını bildirmiş, şimdi de yine tüm insanlara “İlâ” ile ilân yapmıştır. “Üzn” kulak demektir. “Ezan” ise yüksek sesle duyurmadır. Bütün kulakları muhatap almadır. Bütün kulaklar duysun anlamındadır. Kulak verin çağrısıdır. “Ezan” masdardır ama isim olmuştur. İlân anlamındadır.

“Ezan” kelimesi bir defa geçmektedir ve “İlâ” ile taaddi etmesi de yalnız buradadır. Duyuru anlamındadır; nâsa duyuru. “İzin” kelimesi Türkçedeki izin anlamında kullanılmaktadır. Bilgim dâhilindedir, ben müdahale etmedim demektir. Yani yapan kimse kendisi yapmaktadır. Siz ona karışmıyorsunuz. Sükût ikrardandır, kabilinden yapabilirsiniz manasını çıkarmadır. Kavlen izin verme ise istizan edene müsbet cevap verme şeklindedir.

Beraet ile izin arasında şu fark vardır. Beraette ilişkiyi kesmedir, uzak durmalarını istemedir. İzin ise müsade etme, ses çıkarmamadır. Ezan ise izinden farklıdır. Ezan aslında ifal bâbının masdarıdır. Duyurma demektir. Bildirme demektir. İznim var demek bilgim var demektir. Ezanım var demek, bunu duyuruyor ve bildiriyorum demektir. Tek taraflı hükümdür. Teklif karşı tarafın muvafakatine bağlıdır. Ezan ise tek taraflı hükümdür. Ben böyle yapıyorum demektir.

İle’n-Nâsi” demek suretiyle tüm insanları ilgilendirdiğini ifade etmektedir.

“İlâ” harficerinde kendisinden gelen isme hüküm dâhil edilir diye bir kural vardır.

“Ben Ankara’ya vardım” dediğiniz zaman içeri girmeniz gerekmez, varmış olmanız gerekir. Böyle ele aldığınızda ilân insanlara ulaşmamış olur. Beraette de ila da kısmen bu mana vardır. Söyleyin ben müşriklerden uzaklaştım. Sınırlarımın dışına çıkardım ama sınırlarımın dışında karışmıyorum, o alana girmiyoruz demektir. İnsanlara da beraatı duyurmuş oluyor ama onları müşriklerle ilişki kurmaktan men etmiyor. Sadece bizim güvenliğimiz içinde olmadığını belirtiyor. Bu iki yerde de “İlâ” kullanıldığına göre “İlâ”dan sonraki durumlar hususunda herhangi bir hüküm içermemektedir demektir.

يَوْمَ الْحَجِّ الْأَكْبَرِ

(YaVMa eLXacCi eLEaKBaRi) 

“Büyük hac günü...”

Burada “büyük hac günü” gelmiştir.

En büyük hac günü hangisidir?

En büyük hac günü Veda Haccı günüdür yani “Bugün sizin dininizi tamamladım.” âyetinin indiği gündür.

İnsan yaratıldı; zayıf ve cehul yaratıldı. Onun bu zafiyeti ve cehaleti vahiy ile gökten gelen kitaplarla ve peygamberlere yapılan vahiy ile giderildi. 60 000 sene insanlar böyle yetiştirildiler. Sonunda son peygamber geldi. Kur’an inmeye başladı. Kur’an son kitaptı. Bütün eski kitaplarda bildirilenler burada bildirilmişti. Kıyamete kadar insanlara ait hükümler orada mevcuttur.

Kur’an’ın nâzil olması da Veda Haccı’nda tamamlandı. Böylece insanlık çocukluk döneminden erginlik dönemine geçti. İnsanlık tarihinde böyle bir geçiş bir daha olmayacaktır. Geçmişte de olmamıştır. Dolayısıyla en büyük hac günü o gündür.

“Ekber” sıfatı haccın da olabilir, yevmin de olabilir. Yevmin sıfatı ise arife günü kastedilmektedir. Arife günü haccın içinde en büyük gündür. Çünkü o gün Arafat’ta bulunmayanların hacılıkları kabul olunmaz.

“Ekber” kelimesi haccın sıfatı ise umre de hac sayıldığı için hac günü umre günü değildir demek olur.

Diğer taraftan Veda Haccı cuma günü olmuştur. Benim yaptığım hesaplarda Veda Haccı’ndan sonra gelen Muharrem ayı güneş yılı ile intibak etmiş yani ikisi aynı günde başlamıştır. Bu husus üzerinde araştırma yapılmalıdır.

O yılın arife günü aynı zamanda cuma günü olmuştur. Cumada iki namaz birleştirilir, birlikte ikame edilir.

أَنَّ اللَّهَ

(EanNa elLAHa)

“Allah”

Burada “Allah” ve “berae” tekrar edilmiştir. Çünkü muhatap değişmiştir. Bunun için yeniden hakemler kararına gerek yoktur. Hakemlerin bu kararı başkan tarafından ilan edilir, topluluk adına ilan edilir. Başkan aynı zamanda topluluğun sözcüsüdür, başkanın söyledikleri o makamda topluluğun söylediği olur.

“Allah ve resulü beridir” denseydi beraat yalnız yargıda kalırdı. Oysa beri olan topluluktur. Yani İslâm cemaati müşriklerden beri olmuştur. Bu sebeple burada “Allah ve resulü” denmemiş de sadece “Allah” denmiştir.

Beraat kararını yargı vermektedir ama mahkûm olan yargı değil topluluktur, bütün halktır.

بَرِيءٌ

(BaRIyEun)

“Beridir.”

Yukarıda “beraet” denmiş, burada “beridir” denmiştir. Yukarıda masdardır ve Allah’ın bir fiilini ifade etmektedir. Burada Allah’ın bir vasfı belirtilmektedir. Beraatın sonucu beri olmuştur. Burada beraat fiilinin gerçekleştiğini bildirmektedir.

Allah yeryüzünü yaratmış, yeryüzünü insanın emrine vermiş ve insanı kendisine halife yapmıştır. Bunun kademeleri vardır.

1- İnsan Allah’ın halifesi olarak içtihat yapar. İçtihatta varılan hüküm Allah’ın hükmüdür, ona uyulması gerekir. İnsan başka insanla sözleşme yapar, sözleşmedeki hükümler Allah’ın hükümlerdir. Çünkü insan Allah’ın halifesi olarak o sözleşmeyi yapmıştır. Başkanın yetkileri içinde istişareden sonra aldığı karar da Allah’ın kararıdır. Hakemlerin verdikleri karar da Allah’ın kararıdır. Bu kişisel karardır. Allah’ın kişilere emrettiği kararlardır. Kişi bu kararları kul olarak uygulamakla yükümlüdür.

2- Topluluk oluşmakta, Allah’ın hakları topluluğa devredilmektedir. Kişiler kullardır. Topluluk ise Allah’ın halifesi olarak Allah’ın yerindedir. Başkan topluluğun elçisidir.

Topluluk da beş kademedir.

Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık.

“Allah” kelimesi ocakları, bucakları, illeri, ülkeleri ve insanlığı ayrı ayrı ifade eder.

Buradaki manası insanlıktır.

İnsanlığı temsil edenler de askerlik yapan müminlerdir. Hakem kararlarına uymayı kabul eden devletler islâm devletleridir. Bunlar arasında çıkacak ihtilaflar hakemler tarafından çözülür. İnsanlığın ortak silahlı kuvveti yoktur. İslâm devletlerinin orduları tüm insanlığın ordularıdır.

İnsanlık müşriklerden ayrılacak ve onlara karşı sürekli savaş içinde olunacaktır. Dar-ı harb diyeceğimiz yerler buralardır. Hakem kararlarına uyanların yurdu ise dar-ı islâmdır.

Dar-ı islâmda giriş ve çıkış serbesttir. Her yerde hakem kararları hâkimdir. Tüm insanlar tek yargı ile yargılanırlar. Hukuk çokluğu vardır ama yargı çokluğu yoktur. Hakemlerin ehliyetleri topluluk tarafından verilir ve tüm insanlıkta geçerlidir, aldıkları kararlar da tüm insanlığı bağlar. Hakem kararlarını kabul etmeyenler müşriklerdir. Onların bizim yerlerde yani islâm diyarında hayat hakları yoktur.

مِنَ الْمُشْرِكِينَ

(MiNa eLMüŞRiKIyNa)

“Müşriklerden.”

Bundan önceki âyette kendileriyle akit yaptığınız halde akitlerini bozan müşriklerden bahsedilmiş, onlara bir mühlet verilmişti. Şimdi ise bütün müşriklerden bahsetmektedir. Yani bu ahd için kabul edilirse birinci âyette bahsedilen müşriklerdir. Onlardan beri olduğumuzu tüm insanlığa duyurmuş oldu.

Buradaki “Lam” istiğrak için gelmiş olabilir. O zaman bütün müşriklerden bahsedilmiş olur. Teker teker müşrik fertlerinden değil de, müşriklerden oluşan cemaatlerden ve onların istiğrakından bahsedilmiş olur. Rabbi’l-âlemin”deki “Lam” da öyledir. Yani müşrik cemaatlerden hepsini kapsamaktadır. Böylece Allah bütün müşriklerden uzak olup onların hukukunu korumayacaktır demektir. Onların tüzel kişiliklerini kabul edip muhatap almayacaktır demektir. Bugün bu işlem tanımak şeklinde anlaşılmaktadır. Mısır’da müdahale eden askerleri bugün bütün dünya tanımaya devam ediyor.

وَرَسُولُهُ

(Va RaSUvLUHUv)

“Ve resulü.”

“Allah ve resulü” kelimeleri “müşrikler”den ayrıldığı için Allah ve resulü burada yargı değildir. Resul doğrudan başkandır. Yani yargı ilgiyi kestiği gibi yönetim de ilgiyi kesmiştir. Burada eğer yargı anlamında alırsak Allah ve resuluhu olarak gelecektir. Böyle kıraat da vardır.

“Allah ve resulü beridir” olmuş olur. Ancak burada “Allah beridir, resul de beridir” denmiştir. Matufta haber hazf edilmiştir. O halde buradaki “resulü” kelimesi ile başkanın burada buna göre uygulama yapması istenmektedir. “er-resul” denmeyip de “resuluhu” denmiş olması, resulün kendi içtihadı ile amel edemeyişi demektir. Uluslararası şeriat hükümlerine ve icmalara uyması gerekir.

Kur’an hükümlerinde ekseriyet sistemi yoktur.

Topluluğun kararları aşağıdaki şekilde alınmaktadır.

1- O topluluğun müçtehitleri ayrı ayrı içtihat yapıp aynı sonuçlara varmışsa o icmadır. Topluluk kararıdır.

2- Müçtehitler veya yetkililer uzlaşarak bir karara varmışlarsa bu da ittifak kararıdır, topluluğu bağlar.

3- Topluluk ittifakla bir ortak vekil seçer. O da istişare ederek sonunda onlara vekâleten karar almış olur. Bu da o topluluğun kararıdır. Vekilin kararı müvekkilin kararıdır.

4- Topluluğun çözmesi gereken sorunları vardır ama çözümde ihtilaf vardır. Hakemlere gidilir ve hakemlerin kararları da topluluğu bağlar.

Bunun dışında uygulayıcılar uygulama esnasında kendileri topluluk adına karar alır ve uygulamasını yaparlar. Bu yalnız kendilerini bağlayıp diğer insanları ilzam etmez.

“Er-resul” dediğimiz zaman başkanın kendi içtihadı ile aldığı ve kendi uygulaması ile ilgili karardır. Bu karar sadece o uygulama için geçerli olup ne kendisini ne de başkasını sonraki uygulamalarda bağlamaz.

Burada başkana düşen görev sadece topluluğun kararlarını uygulama olup onlar üzerinde herhangi bir değişikliğe gidemez. Müşriklerle ilişki böyledir.

فَإِنْ تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

(FaEiN TuBTuM FaHuVa PaYRun LaKuM)

“Tevbe ederseniz sizin için hayırlıdır.”

“Tevbe” bir şeye dönmektir, bir şeyden dönmek değildir.

Türkçede ise tevbe kelimesini bir şeyden dönmek şeklinde anlamaktayız.

Kur’an’da, bir suu cehaletle işler de sonra tevbe ederse denmektedir. Buradaki tevbe o işi bir daha yapmama anlamında olmayıp sonra yaptığı o kötülüğü giderse demektir. Burada suun cehaletle işlenme şartı vardır. Allah böyle tevbeyi kabul eder.

Tevbe “İlâ” ve “Alâ” harfleri ile gelmektedir. İbadın Allah’a tevbe etmesi “İlâ” ile Allah’ın ibada tevbe etmesi ise “Alâ” ile getirilmiştir.

“İlâ” ile “Alâ” arasında şu fark vardır. İnsanın Allah’a tevbe etmesi Allah üzerinde bir etki icra etmez. Sadece insanlar için Allah’a yönelme vardır. Oysa Allah kullarına tevbe edince insanın durumu değişir.

Burada hitap edilen müminlerdir, müslimlerdir. Onlarla olan ilişkilerden vazgeçer de müslimlerle bir olursanız kendi topluluğunuza dönerseniz, sizin için o hayırlıdır.

Bugünkü durumu ele alalım. Bugün Batı’ya hâkim olan sömürücü tekel sermayenin mantığı şudur. İsrail oğullarından başka hak sahibi yoktur. Diğerleri cennete gitmeyeceklerdir, cehenneme gitmeyeceklerdir, belki de onlar dirilmeyeceklerdir. Asıl insan olanlar İsrail oğullarıdır. Cennet ve cehennem sadece onlar için vardır. Dolayısıyla hak hukuk ancak İsrail oğulları içindir. İşte bu inanca sahip olanlar müşriktirler, çünkü bunlar insanlar arasında adil yargı sistemini kabul etmemektedirler.

Bir gün gelecek Mekke’nin fethi gibi biz de doları feth edeceğiz ve yerine altın para ikame edeceğiz. Karşılıksız para tarihe karışacak, böylece yeni düzen oluşacaktır. Bizim mahkemelerimiz karşılıksız parayı para kabul etmeyecek ve o tür davalara bakmayacaktır. Bizim ülkemizde karşılıksız paraya dayalı işletmelerin faaliyetlerine son verilecek, onlar korunmayacaktır. Onlar kendi çarşılarını kurup faizli para ile alışverişe devam edebilirler. Biz onların çarşılarına girmeyiz ama bizim çarşılarımızda da onların faaliyet göstermelerine izin vermeyiz.

İşte, çıkarları dolayısıyla onlarla alışveriş etmeye devam etmezlerse onlar için hayırlı olacaktır. Bugün ise AK Partililer ve F. Gülenciler onların faizli parası içinde para kazanmakla meşguldürler. Fetih yani doların devre dışı kalması ve yerine altın paranın ikame edilmesi henüz gerçekleşmedi ama fetih yakındır.

فَإِنْ تُبْتُمْ

(FaEiN TuBTuM)

“Tevbe ederseniz.”

İnsanlara Allah’ın müşriklerden beri olduğu bildirildikten sonra “Fa” harfi ile sizin de onlarla olan yakın ilişkilerinizden vazgeçmeniz gerekir, yani onların karşılıksız parasını kullanmamanız gerekir demek istenmektedir.

Bu durumda ne yapmalıyız?

Şunu tekrar ifade edelim ki karşılıksız para şirktir. Karşılığı olan para Allah’ın gerçek âlemini ifade eder, onun belgesidir. Oysa karşılıksız para Allah’ın mülküne şerik olmak isteyen sahte tanrıların parasıdır. Karşılıksız paranın patronları bugünün Mekke müşrikleridir. Biz şimdi onların bu putlarına tapıyoruz. ‘Efendim, ne yapalım, zarurettir’ diyorlar!

Biz bundan kırk sene önce Akevler Kooperatifi’nde para yerine demir-çimento (DÇ) kullanmaya başladık. Kooperatifimiz o hesapların üzerinden varlığını hâlâ sürdürmektedir. Şimdi biz bu birikim ve tecrübemize istinaden size şirkten kurtulmak için yol gösteriyoruz.

Tüm günlük alışverişinizi ve muamelelerinizi Türk Lirası üzerinden yapınız, çünkü TL’nin bugünkü günlük değeri bellidir. O gün için TL’nin kaç gram altın ettiğine bakın ve öyle işlem yapın ama asla bu para ile borçlanmayın. Altın kuruna göre muamelelerinizi yapın. Sözleşmeleri hep altına, toprağa, demire ve buğdaya dayandırın.

İşte tevbe budur.

Eski para sistemini bırakıp yeni para sistemine geçmedir. Eski paradaki reel değer gerçek para olduğu için ondan yararlanın. Paralarınızı bankadaki altın hesabına yatırın.

فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ

(FaHuVa PaYRun LaKuM)

“O sizin için hayırdır.”

“O sizin için kazançtır.”

Müşriklerle yaptığınız işlerdeki kazançtan daha iyidir.

Cahiliye dönemindeki savaş neydi?

Arap kabilelerin ayrı ayrı tanrıları yani putları vardır. Onlar kendi tanrılarının kulları idiler. Kabileler birbirleri ile savaşırken tanrılar da savaşıyordu. Arabistan kabileleri zamanla putlarını Mekke’de toplayarak savaş yerine barış içinde olmayı tercih ettiler. Mekkeliler bundan yararlanıyor ve tüm gelirlerini putlarını ziyarete gelen Arapların alışverişi ile sağlıyorlardı. Hazreti Muhammed tek tanrı inancını ortaya atınca Mekke müşrikleri birden korkuya düştüler. Bu sebeple Mekke yoksulluk içine düşecektir diye düşündüler.

Medine halkı ise tarımla geçiniyor, Yahudilerle beraber yaşıyor ve bu vesileyle onlar da şeriatı biliyorlardı. Ne var ki Yahudiler Arapları kendi dinlerine almıyorlardı. İşte Medineliler bu sebeple Hazreti Muhammed aleyhisselâma sahip çıkmışlardı.

Demek ki asıl çatışma ekonomi yani o zamanki sömürü düzeni idi.

Bugünde ABD müşrikleri de aynı endişeyi taşıyor ve şöyle düşünüyorlar; faiz ortadan kalkar da gerçek para ortaya gelirse biz insanları nasıl sömüreceğiz?

“Adil Düzen”e karşı açılan savaş budur.

Necmettin Erbakan aynen Hazreti Muhammed gibi onlarla doğrudan savaşa girdi. Görünüşte Erbakan yenildi. Oysa Erbakan bugün sermayeyi çökertmiş durumdadır.

Bir gün gelecek, “Yüz Dairelik Lojmanlı İşyerleri Apartmanları” kurulacaktır. Bir gün gelecek, “Adil Düzen Semtleri” kurulacaktır. Bir gün gelecek, dünya piyasalarına senet sistemi ve bunu uygulayan bakkallarımızla hâkim olacağız.

İşte o zaman biz bu sûreyi (Tevbe Sûresi) uygulamak için okuyacağız ve bizim ekonomiye hâkim olduğumuz işletmelerden müşrikleri kovacağız. Onları bırakıp bize gelenler zengin olacak, varlıklı olacaklardır. İşte bu hayır o hayırdır.

وَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللَّهِ

(Va EiN TaValLaYTuM FaGLaMUv EanNaKuM ĞaYRu MuGCiZi elLAvHı)

“Ve eğer tevelli ederseniz biliniz ki siz Allah’ı icaz edemezsiniz.”

Burada hitap edilenler müşrikler değildir; müşriklerden uzak durmaları emredilen tüm nâstır, bugünkü halktır.

Bugün tam kritik noktadayız.

Rusya Gorbaçov ile sosyalizmin baskıcılığını bıraktı. Bu gelişme sermayenin hiç hoşuna gitmedi. Onu iktidardan uzaklaştırdı. Onun yerine Yeltsin’i getirdi ama Yeltsin getirenlere ihanet etti ve halef olarak Putin’i atadı. Putin Gorbaçov’un inkılâbını devam ettiriyor, tüm Sovyet halkına sahip çıkıyor, Ortodoksluğu ve İslâmiyet’i resmi din olarak kabul ediyor.

Böylece sermaye çenesinden birini kaybetti.

ABD’de Yahudiler ikiye ayrıldılar; patronlar ve bankerler. Patronlar şirki bırakmak isteyen reel ekonomistlerdir. Bankerler ise müşriklerdir. Obama patronların tuttuğu bir başkandır.

Avrupa Birliği’ne Papa hâkimdir. Papalık da İslâmiyet’i hak din olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla sermayenin planları suya düşmüştür.

Fetih günlerine yaklaşılmıştır. Artık herkes faize ve sömürü sermayesine dayanan işletme sisteminden vazgeçmeli, “faizsiz Adil Düzen işletmeleri”ne geçmelidir.

Yenibosna’da ve Ümraniye’de devam etmekte olduğumuz Adil Düzen işletmeleri ile ilgilenmeniz gerekmektedir. Her işletme veya birkaç işletme birleşerek Adil Düzen işletmesini öğrenecek ve müçtehit araştırmacının yetişmesini sağlayacaktır.

İnsanlar bu gelişmelere karşı direnmektedirler.

İşte bu direnişler devam eder de şirkten vazgeçmezseniz, hâlâ geçiminizi şirkten temin edeceğinizi ümit ederseniz, bilin ki Allah’ı icaz edemezsiniz yani Allah’ın takdirini değiştiremezsiniz.

Buradaki icazın manasını anlayabilmemiz için yine tarihimize bakalım.

Bundan 550 sene evvel İstanbul fethedilmiş, Bizans âlimleri Roma’ya gitmiş ve oradaki âlimlerle birleşerek bugünkü Avrupa medeniyetini oluşturmuşlardı. İnsanlık ilim bakımından rüşte ermiş, artık peygambersiz medeniyeti kuracak hâle gelmiş ama sanayi bakımından henüz ilkel durumda idi. Bunun için sermaye terakümüne ihtiyaç vardı. İşte bu ihtiyaçtan dolayı Allah onların faizli işler yapmasına imkân verdi. İstenen oldu. Sermaye terakümü oldu. Büyük sanayi oluştu. Amerika’daki sömürü sermayesi böylece bugünkü duruma geldi.

Bugün ise kaydi para icat edilmiş, sermayeye gerek kalmamıştır. Bugün artık bilgisayarlarla ve bilgi ile işletmeler kurulup işletilecektir. Bu sebeple faizli dönemin fonksiyonu sona erdi ve artık insanlar faizsiz yeni düzene doğru gitmektedirler.

İşte, hâlâ faizli paraya sarılanlar zannetmesinler ki Allah’ın onların parasına ihtiyacı vardır. Takdir-i ilâhi gereği olanlar olmuştur. “Siz Allah’ı icaz edemezsiniz” demekle Allah’ın dolara ihtiyacı olmadığını söylemektedir.

Yüz dairelik lojmanlı işyeri apartman projesi ve semt kooperatifleri bunu mahalli çapta çözmektedir. Bu hücre oluşmak üzeredir. Sonra bölünerek çoğalacak ve tüm insanlığı III. binyıl uygarlığına kavuşturacaktır. Bu takdir-i ilâhidir, kimse bunu durduramaz.

Nitekim Mekkelilerin bütün çabaları boşa gitmiş, Mekke fethedilmiş ve Kur’an’ın nuru tüm insanlığa yayılmıştır. Bugünkü uygarlığa böylece ulaşılmıştır.

Bugün AK Parti anayasa ekseriyeti ile iktidarda. Hiç kimse çıkıp da diyebilir mi ki Millî Görüş olmasaydı bugün AK Parti iktidarda olurdu.

İşte, tüm Avrupalılar bilmektedir ki İslâmiyet olmasaydı, Viyana’lara kadar, Fransa’ya kadar İslâmiyet gitmeseydi bugünkü Avrupa uygarlığı olmayacaktı.

O halde Allah’ı kimse icaz edememiş, takdir ettiği tarihte olması gereken olmuştur.

Yarın da bizim yazdıklarımız olacaktır, kâfirler ve müşrikler hoşlanmasa da “Adil Düzen” gelecektir.

وَإِنْ تَوَلَّيْتُمْ

(Va EiN TaValLayTuM)

“Tevelli ederseniz.”

Tevbe etmek de dönmek anlamındadır, tevelli etmek de dönmek anlamındadır.

Tevbe etmek muhataba doğru dönmektir, yani o kişi başka tarafa bakarken, sırtı muhataba karşı iken ona taraf dönerse tevbe etmiş olur. Aksine kişinin yüzü muhatap tarafı iken sırtını ona doğru çevirirse, o zaman o tevelli etmiş olur. Sırtını muhataba çevirmek demek onu dinlememek demektir. Aksine yüzünü muhataba çevirmek demek onu dinlemek ve dediğini yapmak demektir.

Burada halkın ikiye ayrıldığını görüyoruz. Boykot ilan ediyorsun. Bir kısmı boykota uyuyor, bir kısmı uymuyor. Halk boykota uymazsa durum ne olacaktır?

Boykot boşa gitmiş olmayacaktır. Önce uyulduğu takdirde uyma uyan halkın lehine olacağını bildirmiş oluyor. Uyulmadığı takdirde bilin ki siz Allah’ı icaz edemezsiniz. Yani halkın bir kısmının boykota uymayıp da hâlâ onlarla ilişkiye devam etmesi ilâhi düzeni bozmayacaktır. Belki Allah o halkı helâk edecektir ama asla ilâhi düzeni bozmayacaktır.

فَاعْلَمُوا

(FaGLaMUv)

“Biliniz.”

Buradaki “biliniz” bir emir değildir, bir ihbardır, duyurmadır. Emir sigası ile gelmiştir ama emretme yerine tehdittir yahut tezkirdir, bize de teyittir.

Evet, karşılıksız para sona erecektir.

Sermaye bundan ister vazgeçsin ister vazgeçmesin, insanlık ise şirke ister devam etsin ister devam etmesin, karşılıksız para sona erecektir.

Cahiliye döneminde yargılama yoktu. Herkes kol kuvveti ile yaşardı. Birinci Kur’an uygarlığında o dönem sona erdi. Şimdi de herkes karşılıksız para ile yaşamaktadır ama bu dönem de sona erecektir. Kısa zaman sonra bu görülecektir.

أَنَّكُمْ

(EanNaKuM)

“Siz”

Muhatap olanlar tevelli edenlerdir yani hâlâ karşılıksız parayı kullananlardır.

Evet, artık semtler kurun.

Bugünkü devlet parasını veya dövizi sadece günübirlik kullanın, bir gün bile elinizde durmasın. Bankada altın hesabı açın, banka kartı kullanın, altın üzerinden işlem yapın.

Semt kooperatifleri kurun, semt senedini para olarak kullanın.

Unutmadan hatırlatalım…

‘Biz bunu yapmayacağız’ derseniz, Allah haber veriyor, siz Allah’ı icaz edemezsiniz.

غَيْرُ مُعْجِزِي اللَّهِ

ĞaYRu MuGCiZi elLAvHi

“Allah’ı icaz edecek değilsiniz.”

Türkiye’de AK Parti ısrarla faizli parayı kullanmaya devam ediyor, ısrarla dolarla ihaleler yapıyor. Bu şirktir. Bu olmayan şeye yani Tanrı’nın yanında sermayeye tapmadır. Zannediyor ki ben bunu yaparsam Allah bize bir şey yapamaz, çünkü biz güçlüyüz. İşte başarılı işler yapıyoruz. Taksim olayları ve Mısır’daki olaylar böyle düşünen ve böyle yapanların ne kadar güçlü olduklarını ortaya koymuştur.

Bundan önce “Allah” kelimesi topluluk anlamında gelmişti. Topluluk müşriklerden beri olmuştur. Burada zikredilen âlemlerin rabbi Allah’tır. O’nun sünnetullahıdır. O’nun takdiridir.

Allah’ın nuru tamamlanacaktır. “Adil Ekonomik Düzen” gelecek, yeryüzünde karşılıksız para kalmayacaktır.

Nitekim Kur’an nâzil olduğu zaman cahiliye dönemi son bulmuş, yargı dönemine girilmiştir. Bugün yargısız bir yer kalmamıştır. Adil yargı sistemi çağımızda da gelecektir.

وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُوا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (3)

(Va BaşŞıRı elLaÜIyNa KaFARUv Bi GaÜAvBin EaLIyMın)

“Ve küfretmiş olanlara elim azabı müjdele.”

Müşriklere beraet olduğunu ilan eden âyetin sonunda Allah kâfirleri ihza edecektir demiştir. Müşriklerden bahsettikten sonra kâfirlere geçmiş, onların zelil olacaklarını ve kötü duruma düşeceklerini bildirmiştir.

Burada da benzer âyet getirmektedir.

“Küfretmiş olanlara elim azabı müjdele.”

Kâfirler belli kimselerdir. Küfürleri belli değildir. Beraet âyetinde küfrün türünü ayırmadan ihza edecektir denmiştir. Harf-i tarifi de istiğrak için anlarsak, bütün kâfirleri ihza edecektir demektir yahut kendilerini tanrı olarak satan kâfirleri ihza edecektir demektir.

Orada Allah’ın ihza edeceğini bildirmiştir.

Burada ise sen müjdele demektedir.

Elim azabla tebşir edileceklerdir.

Burada dikkat edeceğimiz husus; şirk içinde olan kimseler ile onlarla ilan edilen boykota riayet etmeyen kimselerin her ikisini kâfir kabul etmiştir.

Demek ki müşrikler de kâfirdir. Müşrik olmayanlar içinde de kâfir olanlar vardır. Kâfir oldukları için biz onların hukukunu korumayız yani herhangi bir zulme uğrarsalar sahip çıkmayız.

Burada şu soru ortaya çıkmıştır.

Koruma iki şekilde ortaya çıkar. Bizden biri onlara saldırsa onun hakkını korumayız. Müşrikler için hüküm böyledir. Bir müşriki bir müslim öldürse yahut kâfir öldürse biz onu muhakeme edip cezalandırmayız.

Oysa bir kâfiri bir müslim öldürse onu cezalandırırız. Ama bir kâfir bir kâfiri öldürse biz ona karışmayız. Kâfir müslimi öldürse kısas yaparız.

İşte, iki kâfir arasında bu fark vardır. Birinin hukukunu asla korumayız. Onların topraklarında müslime bir şey yapsalar biz ilgilenmeyiz. Ülkemize girdiğinde onu öldürürüz. Oysa boykotu delenler kâfirler sınıfına girerler ama müşrikler sınıfına girmezler.

Bu sebeple burada “söyle” denmiştir, “elim azap vardır” denmiştir, “ellezîne keferû” denmiştir. Müşriklerden ayrılmışlardır. Demek ki müşriklere karşı ilan edilen yasaklara uymayanlar müşrik değil kâfirdirler, ona göre hüküm ve muamele görürler.

وَبَشِّرِ

(Va BaşŞıRı)

“Tebşir et.”

Tebşir vardır, inzar vardır.

Tebşir, yapılan bir iyiliğe karşılık gelecek olan iyiliği haber vermektir.

İnzar ise yapılan bir kötülüğe karşılık gelecek olan kötülüğü bildirmektir. Burada “enzir biazabin elîm” olması gerekirken, “beşşir” denmiştir, yani “enzir” yerine “beşşir” getirmiştir.

Bunu şöyle ifade edelim.

Bir kadın hamiledir. Doktora gidiyor ve sancılarını anlatıyor. Doktor da ona diyor ki; sancılı hamilelik sağlıklı doğumun habercisidir. Çok çok daha büyük acılar çekeceksin ama sağlıklı çocuk dünyaya getireceksin.

İşte bu kötülüğün tebşiridir. Sonunda hayra dönüşecektir.

Aslında acıdan haber veriyor ama o acı gerçekte bir müjde oluyor.

Evet, müşriklerle işbirliğine devam edenler acılar çekeceklerdir ama o acılar onları ıslah edecek, sonunda kurtulacak ve onlar da yeni düzene uyacaklardır.

Gerçekten de Kur’an nâzil olduğu zaman bu beraet hükmüne karşı çıkıp müşriklerle dostluklara devam edenler çeşitli sıkıntılar içinde olmuşlar ama zamanla bu davranışlarından vazgeçmişlerdir. Sonra müşrikler kalmadığı için de artık acıları dinmiştir.

الَّذِينَ كَفَرُوا

(elLaÜIyNa KaFARUv)

“Küfretmiş olan kimseler.”

Burada kâfirler bellidir. Boykot emrine rağmen müşriklerle ilişkilerini sürdürenlerdir. Küfür de bellidir. Beraet emrine uymamalarıdır. Bu sebeple “Ellezîne Keferû” denmiştir. Müfret değil çoğul olarak kullanıldığı için de kişiler değil kuruluşlardır.

Yani AK Parti ve diğer günümüz partileridir. Onların “Adil Düzen”in çözümleri varken bunu kabul etmeyip sırt üstü yatmaları küfürdür. Ama küfürlükleri bundan ibarettir. Bu sebeple onlar sıkıntılarını çekeceklerdir. Bu davranışlarının acısı üzücü olacaktır ama sonunda gerçekleri görüp hakka geleceklerdir. Sermayenin çöküşünden sonra bunlar helâk olmayacak ve “Adil Düzen”e geleceklerdir. Bu bakımdan âyet tebşiri emretmektedir.

Biz yorumlarımızı yaparken mistik yorum yapmıyoruz. Kur’an’dan çıkan manaları aktarıyoruz. Bunları da Arapça dil kurallarına uygun olarak aktarıyoruz.

Bizim kimseye düşmanlığımız yoktur. Şirkin merkezinde olan ABD’deki 200 haneden oluşan Yahudi sermayeye de düşmanlığımız yoktur. Onların da bu şirkten vazgeçmelerini istiyoruz. Onların da III. bin yıl uygarlığı içinde yerlerini almalarını istiyoruz. Halid b. Velid gibi seyfullah olmalarını istiyoruz. Gerçekte onları inzar etmek değil tebşir etmek istiyoruz.

بِعَذَابٍ أَلِيمٍ (3)

(Bi GaÜAvBin EaLIyMın)

“Elim azabı”

“Elim” üzücü demek yani öldürücü değil üzücü azab deniyor. “Elim” ayağı sıkan ayakkabının verdiği acıdır. Bilenler bilir, çok acıdır ama öldürücü değildir.

İşte, Allah onlara helâk edici azabı değil de üzücü azabı müjdeliyor.

Azab da aslında tatlı demektir. İyileştirici acı, sonu hayırlı olan acı demektir.

 

 


TEVBE SÛRESİ TEFSİRİ(9.SURE)
1-1 VE 2.AYETLER
2169 Okunma
2-3.AYET
1446 Okunma
3-4.AYET TEFSİRİ
1722 Okunma
4-5 VE 6.AYETLER
1975 Okunma
5-7 VE 8.AYETLER
1758 Okunma
6-9 VE 11.AYETLER
1590 Okunma
7-12 VE 13.AYETLER
1676 Okunma
8-14 VE 16.AYETLER
1667 Okunma
9-16.AYET-B
1534 Okunma
10-17 VE 18.AYETLER
1741 Okunma
11-19.AYET
1973 Okunma
12-20 VE 22.AYETLER
1484 Okunma
13-23 VE 24.AYETLER
1617 Okunma
14-25 VE 27.AYETLER
1560 Okunma
15-28 VE 29.AYETLER
6007 Okunma
16-30 VE 31.AYETLER
2543 Okunma
17-32 VE 33.AYETLER
1970 Okunma
18-34 VE 35.AYETLER
2678 Okunma
19-36 VE 37.AYETLER
1720 Okunma
20-38 VE 39.AYETLER
1669 Okunma
21-40 VE 41.AYETLER
1549 Okunma
22-42 VE 45.AYETLER
1537 Okunma
23-46 VE 49.AYETLER
1543 Okunma
24-50 VE 52.AYETLER
1626 Okunma
25-53 VE 55.AYETLER
1651 Okunma
26-56 VE 59.AYETLER
1573 Okunma
27-60.AYET
2027 Okunma
28-61 VE 63.AYETLER
1406 Okunma
29-64 VE 66.AYETLER
2071 Okunma
30-67 VE 69.AYETLER
1508 Okunma
31-70.AYET
1583 Okunma
32-71 VE 72.AYETLER
1694 Okunma
33-73 VE 74.AYETLER
1694 Okunma
34-75 VE 78.AYETLER
1529 Okunma
35-79 VE 80.AYETLER
1516 Okunma
36-81 VE 82.AYETLER
1741 Okunma
37-83 VE 85.AYETLER
1521 Okunma
38-86 VE 89.AYETLER
1567 Okunma
39-90 VE 93.AYETLER
1569 Okunma
40-94 VE 96.AYETLER
1484 Okunma
41-97 VE 99.AYETLER
2667 Okunma
42-100 VE 101.AYETLER
2158 Okunma
43-102 VE 104.AYETLER
1705 Okunma
44-105 VE 108.AYETLER
1484 Okunma
45-109 VE 110.AYETLER
1458 Okunma
46-111.AYET
2268 Okunma
47-112.AYET
3154 Okunma
48-113 VE 115.AYETLER
1433 Okunma
49-116 VE 117.AYETLER
1751 Okunma
50-118.AYET
2308 Okunma
51-119 VE 120.AYETLER
1564 Okunma
52-121 VE 122.AYETLER
1465 Okunma
53-123 VE 125.AYETLER
1718 Okunma
54-126 VE 127.AYETLER
1442 Okunma
55-128.AYET
2156 Okunma
56-129.AYET
1506 Okunma
57-128 VE 129.AYETLERDE MATEMATİK YAPI
1565 Okunma

© 2024 - Akevler