Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1173
Ankebut Suresi Tefsiri 45. Ayet
2.07.2022
3158 Okunma, 0 Yorum

ANKEBÛT SÛRESİ - 43. Hafta

 

أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ (45)

Sana kitaptan vahyedileni aktar ve salatı doğru uygula. Kesinlikle salat aşırılık ve tanınmayanı yasaklar ve kesinlikle Allah’ın zikri daha büyüktür ve Allah üretiyor olduğunuzu bilir. (45)

 

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ

Sana kitaptan vahyedileni aktar.

اتْلُ: “Aktar” demektir. تلو kökünden ikinci şahıs tekil emir fiildir. Tilavete yalnızca “okumak” anlamı verilmektedir. Okumayı da içeren bir kelimedir ama yalnızca okumak demek değildir. Bir yazılı metinden veya hafızadan bir şeyi başka şeye aktarmak tilavettir. Sadece metinsel ifadeleri değil, her şeyi aktarmak tilavettir.

وَالشَّمْسِ وَضُحَاهَا (1) وَالْقَمَرِ إِذَا تَلَاهَا (2)

Güneşe ve ısısına ve onu aktardığı zaman aya … yemin olsun. (Şems 1-2)

Bu ayette ayın güneşi tilavet ettiği söylenmektedir. Ay güneşin ışığını bize yansıtarak güneşi aktarmaktadır.

Kıraat de “okumak” demek değildir. قُرْآنٌ bir şeyi ya da şeyleri toplamak ve bazısını bazısının üstüne eklemek, yığmak manasında mastardır. Birbiri ile ilişkili sesleri, sözcükleri bir araya toplamak ve bir anlam oluşturmak manasından düz okumak değil inceleyip analiz ederek değerlendirmek ve sonuca varmak manası oluşmuştur. Bu nedenle kıraat “analiz ederek değerlendirmek ve sonuca ulaşmak” demektir. İlk inen ayet اقْرَأْ (kıraat et) ile başlamaktadır. Bu emri “oku” olarak değerlendirenler büyük bir hata içindedirler. Ateistler de hep bu noktadan vurmaktadırlar. “Peygamberiniz okuma yazla bilmiyordu ve hiçbir zaman öğrenmedi diyorsunuz, o halde ona gelen bu emri hiç uygulamadı. Okuma yazma bilmeyen birine bu emri ilahi bir varlık nasıl gönderebilir?” demektedirler. Oysa bu emrin manası “incele” şeklindedir. Okuma yazma bilmeyi gerektirmemektedir. Kıraat her yerden yapılabilir. Çeşitli kitaplardan, çeşitli veri kaynaklarından, doğadan, sosyal olaylardan faydalanılarak kıraat yapılabilir. Kuran’ın kıraat edilmesi ise Kuran’ı inceleyip ondan toplanan verilerle yapılan analizlerle güçlü kararlar alınması anlamındadır. Kıraatte inceleme, değerlendirme ve karar verme durumu vardır.

مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelir ve bu sıla cümlesinde bu ism-i mevsule ait olan bir zamir bulunur (aid zamiri). Bu umumi ism-i mevsul arkasından gelen sıla cümlesindeki şartı sağlayan her varlığı kapsar. Özel ve dar bir grubu veya bir kişiyi değil, bu şartı sağlayan her varlığı kapsar.

أُوحِيَ: “Vahyedildi” demektir. وحي kökünden gelmiştir. İf’âl bâbından üçüncü şahıs eril tekil mazi meçhul fiildir. Bir fiilin meçhul gelmesi demek fiilin fâilinin söylenmemesi demektir. Fiilden etkilenen mef’ûl fâilmiş gibi söylenir. Bu durumda fâilin yerine geçtiği için ona nâib-i fâil denir. وَحْيٌ ikinci bâbdan mastar olarak bilginin, bilgilerin başkalarından gizli bir şekilde bir başkasına ulaşması manasındadır. Bu şekil başkalarının anlayamayacağı rumuz, işaret, kinaye olabileceği gibi başkaları görmeden, bilmeden ulaştırılan mesaj, ilham, söz ve diğer şeyler olabilir.

إِلَى: “-e, -a” demektir. Harf-i cerdir.

كَ: “Sen” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.

إِلَيْكَ: “Sana” demektir.

مِنَ: “-den, -dan” demektir. Harf-i cerdir.

الْكِتَابِ: “Kitap” demektir. كتب kökündendir. كَتْب mastarı özel semboller ve simgeler kullanarak bir kaydetme aracıyla bilgileri kayıt altına almak manasındadır. كِتَاب mastarı yazmak manasındaki فَعْل veznindeki كَتْب mastarının mübalağa vezni olarak فِعَال vezninden gelmiştir ve çok sayıda bilgiyi güvenli bir şekilde kayıt altına almak manasındadır. Bu mastar manasından كِتَاب kayıt altına alınan olarak “kitap” anlamında camid isimdir. Çoğulu كُتُب dür. Elimize aldığımız basılı kitap demek değildir. Onun adı Kuran’da سِفْر dir. O da bir kitaptır ama kitap çok geniş manalıdır. Bilgisayar programı da bir kitaptır, basılı kitap da bir kitaptır, DNA da bir kitaptır. Kodlarla kayıt altına alınmış bilgidir. Bu kod harflerden oluşabileceği gibi, sembollerden oluşabilir veya DNA’daki gibi bazlardan oluşabilir.

مِنَ الْكِتَابِ: “Kitaptan” demektir.

أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ: “Sana kitaptan vahyedildi” demektir.

مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ: “Sana kitaptan vahyedilen” demektir.

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ: “Sana kitaptan vahyedileni aktar” demektir. Burada umumi ism-i mevsul geldiği için “sana kitaptan her ne vahyolunduysa onu aktar” anlamındadır.

Buradaki kitap nedir? Kuran-ı Kerim midir? Başka bir kitap mıdır? Başına gelen harf-i tarif üç anlamdan birini ifade eder.

  1. Bütün kitaplar (istiğrak manası): Bütün kitaplardan sana vahyolunanı aktar. Bir insanın bütün kitapları incelemesine imkân yoktur. Bütün kodlama sistemlerini bilmesini gerektirdiğinden imkânsızdır.
  2. Kitap cinsi (cins manası): Kitap cinsinden sana vahyolunanı aktar. Kitap cinsinden her ne aktarıldıysa ifadesi uygun bir ifade değildir.
  3. Tek bir kitap (ahd-i zihni veya ahd-i zikri manası): O kitaptan sana vahyolunanı aktar. Burada kitap denilince aklımıza Kuran-ı Kerim gelmelidir. Kuran-ı Kerim’e kendi içinde bazen Kuran bazen Kitap der. İki durum farklıdır. Kuran Kuran’ı Kerim’in içindeki bölümleri ifade ederken Kitap Kuran’ın bütünündeki kodlamayı ifade eder. Kuran’da Kuran’ın vahyedilmesi varken Kuran’dan vahyedilme ifadesi yoktur. Bir yerde rabbinin kitabından sana aktarılan denmektedir. Rabbinin kitabı ifadesi buradaki kitap gibi Kuran’ı göstermektedir. Kitaptan vahyolunan demek kitabın tamamının değerlendirilmesi sonucunda elde edilen neticedir. Kuran’dan vahyolunan deseydi Kuran’ın bir bölümünü değerlendirmek yeterli olurdu. Kitap’tan vahyolunan dendiği için Kuran-ı Kerim’in tamamını değerlendirmeden bir karara varmamalı ve verdiğimiz kararı aktarmamalıyız.

Burada meçhul fiil kullanılmıştır, vahyedilen denmiştir. Vahyeden söylenmek istenmemiştir. Önemli olan vahyeden değil vahyolunandır. Bunun için fiil meçhul getirilmiştir. Siz kitaba bir soru sorarsınız. Çözmek istediğiniz bir sorununuz vardır. Kitabı incelersiniz ve siz kitabı incelerken Allah tarafından size kitaptan çözüm vahyedilir. Siz kendiniz bulduğunuzu sanırsınız. Oysa size Allah ya doğrudan ya da melekler vasıtasıyla vahyetmiştir. Size düşen bu vahyedilenleri kendi içinizde saklamamanız, insanlara aktarmanızdır. Eğer başkansanız ve topluluğunuzun bir sorunu var ve çözüm arıyorsanız Kuran’ın tamamında bu konuyla ilgili olan ayetleri incelersiniz ve size vahyolunan çözümleri topluluğunuza aktarırsınız.

Buradaki emrin muhatabı olan “sen” kimdir? Bütün ayetlerde olduğu gibi bu emrin ilk muhatabı kitabı okuyandır. Yani sensin. Daha sonra başkan, daha sonra da Peygamberdir. Kuran’ın içindeki bütün “sen” ifadeleri Peygamberi işaret etmez. Bütün “sen” ifadeleri Kuran’ı okuyanı veya başkanı da işaret etmez.

وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا إِمَّا يَبْلُغَنَّ عِنْدَكَ الْكِبَرَ أَحَدُهُمَا أَوْ كِلَاهُمَا فَلَا تَقُلْ لَهُمَا أُفٍّ

Anne babana iyilik yap. Eğer senin indinde ikisinden birisi veya her ikisi yaşlılığa ulaşırsa ikisine “öf” deme. (İsra 23)

Bu ayetin muhatabı Peygamber değildir. Bu ayet indiğinde Peygamberin ne annesi ne de babası sağdır.

Öncelikle Kuran’ı okuyan “sen” ifadesinden kendini anlamalıdır, kendine uymuyorsa başkan anlaşılmalıdır, ona da uymuyorsa Peygambere özel bir ifadedir.

Kitaptan sana vahyolunanı aktar emrinin muhatabı şu anda bu tefsiri yazdığımdan dolayı benim. Bu tefsiri yazarken tüm Kuran’a bakıyorum. Tamamını inceliyorum, mukayese ediyorum ve yazıp web sayfasında yayınlayarak aktarmış oluyorum. Burada yazdıklarım benim anladıklarımdır veya bana vahyolunandır. Yazarken hiçbir ön kabulle yazmıyorum. Önceden bildiğim kelimelerin anlamlarını hiç bilmiyormuş gibi yeniden değerlendiriyorum. Sözlüklere bakıyorum. Kuran’ın bütünü içinde manayı değerlendiriyorum. Bu durumda kitaptan bana vahyolunmuş olmaktadır. Her kim Kuran’ı araştırdığı konuyla ilgili olarak bir bütün olarak incelerse kitaptan ona o konuda vahyolunacaktır. Bu nedenle mukayeseli tefsir metodolojisi çok önemlidir.

 

وَأَقِمِ الصَّلَاةَ

Ve salatı doğru uygula.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ emir cümlesine أَقِمِ الصَّلَاةَ emir cümlesini atfetmektedir.

أَقِمِ: “Doğru uygula” demektir. قوم kökünden if’âl bâbından ikinci tekil şahıs emir fiildir. Birinci bâbdan قَامَ - يَقُومُ şeklinde kalkıp bir hedefe yönelerek dik durmak manasındadır. Lazım fiildir. Birinci bâb if’âl bâbına (أَقَامَيُقِيمُ) tadiye etkisi ile gelir. Doğrulttu, doğru uyguladı anlamına gelir.

الصَّلَاةَ: “Namaz, toplantı” demektir. صلو kökünden gelmiştir. Tef’îl babından ism-i masdar olarak birisi veya birilerinin yakınında bulunmak ve onunla veya onlarla bir amaç için etkileşimde bulunmak, onu/onları desteklemek manasındadır. Bu mastar manasından yapılan etkileşim manasında صَلَاة ıstılahi olarak “toplantı”, müminler için özel bir isim olarak “namaz” anlamında camid isimdir. Çoğulu صَلَوَات dır.

أَقِمِ الصَّلَاةَ: “Salatı doğru uygula” demektir. “Toplantıyı gerektiği gibi yap” demektir. Bir amaç için bir araya gelin, namaz ritüelini de gerçekleştirin ve orada alınması gereken kararları alın demektir.

Bu durumda şu soru ortaya çıkmaktadır: doğru uygulanmayan salat mı var?

وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ إِلَّا مُكَاءً وَتَصْدِيَةً

Beytin indinde onların salatı yalnızca ıslık çalmak ve alkışlamaktır. (Enfal 35)

Toplantıya başlarsınız. Açılış yapılır. Lider anons edilir. Salondaki herkesin elleri koparcasına alkışlar. Ardından tezaruhatlar gelir. Lider de ellerini kaldırarak salonu selamlar. Sonra lider konuşmaya başlar. Sözlerinin arasına es verdiği anda alkış fırtınası kopar. Konuşma bitince tezaruhatlar ve alkışlarla lider sahneden iner. Sonra liderle fotoğraf çektirme yarışı başlar. Eğer lider çok çok önemli bir mevkideyse zaten yanına kimse yanaşıp fotoğraf çektiremez. İşte bu ayette anlatılan salatın tipik bir örneğidir. İsterseniz “mücahit, mücahit” diye bağırın, tezaruhat yapın, alkışlayın, isterseniz “başkan, başkan” diye tezaruhat yapın, alkışlayın, her durumda bu ayetin muhatabı olursunuz. Böyle salatlar yaptığınızda salatı ikame etmemiş (doğru uygulamamış) olursunuz. Böyle salatlar sadece insanları, amiyane tabirle “gaza getirme” etkisi yapar. Tıpkı maçlarda bağırarak kendilerini rahatlatanlar gibi geçici bir rahatlama sağlar. Böyle salatları olan topluluklara katılmak tamamı için olmasa da önemli bir kısmı için Maslow’un hiyerarşisindeki aidiyet ihtiyacını karşılamayı sağlar. Realitede hiçbir işe yaramaz.

 

Böyle salatlarda kimse liderin söylediğinin tersini söyleyemez. Lider eleştirilemez, kararının yanlış olduğu ve gerekçesi açıklanamaz. Bu tür salatlar sadece lideri onaylamak içindir.

Bize emredilen “salatı ikame etmek” yani doğru uygulamaktır. İlmi metotlarla hakkı ortaya koymak, yanlış görülen hususlara gerekçesi ile itiraz etmek, başkanın hatalarını yüzüne söylemek gerçek salattır. Halife Ömer salatta mihirleri yüksek tutmaları nedeniyle kadınları uyarmak istediğinde bir kadın Ömer’e “Nisa 20. ayette kantarlarca mihirden söz ediyorken sen Allah’ın bize verdiği hakkı nasıl bizden esirgiyorsun?” demiştir. Bu itiraz karşısında Ömer anında geri adım atarak “أصابت امرأة وأخطأ عمر / Kadın isabet etti ve Ömer hata etti” demiştir. Siz bugün herhangi bir siyasi partinin salatında (toplantısında) lidere bu şekilde bir itiraz edin de görelim.

Önce “kitaptan sana vahyolunanı aktar” dedi, ardından “toplantıyı doğru uygula” denildi. Arada atıf harfi وَ dir. فَ veya ثُمَّ değildir. Bu nedenle sırayla gerçekleşmesi gerekmez. Kitaptan vahyolunanı aktarma önce toplantıyı yapma sonra olabileceği gibi tersi de olabilir. Aynı anda da olabilir. Başkan veya ilgili kişi sorunun çözümü için Kuran’ı inceler ve ona çözüm vahyolunur. O da çözümleri gereği gibi yapılan toplantıda aktarır.

 

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ

Kesinlikle salat aşırılık ve tanınmayanı yasaklar.

إِنَّ: “Kesinlikle” demektir. Te’kîd için gelen harftir.

الصَّلَاةَ: “Salat” demektir. Toplantıdır.

تَنْهَى: “Yasaklar” demektir. نهي kökünden üçüncü şahıs dişil tekil muzari merfu malum fiildir.  Bir fiili yapmamasını istemek demektir. Bu engelleme fiili değildir. Bir taleptir. Bir kişinin bir fiili yapmasını önlemek için zorlayıcılık demek değildir. Kişilere o fiili yapmamasını söylemektir. Emrin zıttıdır. Emir de böyledir. Bir fiili yapmasını istemektir. Yapmaya zorlamak değildir. Nehiy haramı kapsar. Haram özelleşmiş nehiydir. Kişiye, zamana, mekâna, hale göre değişir. Mescid-i haram yere özel haramken haram aylar zamana özel haramdır. Normalde yapılabilen bir fiil özel bir durum nedeniyle haram haline gelebilir. Normalde nikah akdi içinde yapıldığında cinsel ilişki haram değilken nikah akdi dışında yapıldığında haram haline gelmektedir. Normalde avlanmak haram değilken hacda avlanmak haram haline gelmektedir. Normalde savaşmak haram değilken haram aylarda haram haline gelmektedir. Haramlar karşılıklılık ilkesine sahipken nehiy böyle değildir. Bu ilke nedeniyle haram ayda sizinle savaşırlarsa sizin savaşmanız haram değildir. Ancak nehy edilen bir fiil için karşılıklılık ilkesi söz konusu değildir. İsrail Oğullarına riba (faiz) nehy edilmişken bize haram edilmiştir. Haramlarda tersi de olur. Domuz eti yemek haramken ölüm tehlikesi durumunda yenilebilir. Nehiy olsaydı ölüm tehlikesinde bile yenemezdi.

عَنِ: “-den” demektir. Harf-i cerdir. Mücaveze (engelleme) anlamında kullanılır. نهي kökünün mef’ûlü yani engellenen bu harf-i cerden sonra gelendir.

الْفَحْشَاءِ: “Aşırılık” demektir. فحش kökünden gelmiştir. Aslında bu kalıp sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Renkleri ve sakatlıkları ifade eden kalıptır. Mübalağalı bir kalıptır. Sonunda mübalağayı sağlayan elif-i memdude (اءِ) vardır. Beşinci bâbdan فُحْش mastarı bir fiilin şer’i veya örfi olarak kabul edilebilir, hoş görülebilir fiillerin sınırlarının dışında olması manasındadır. Bu mastardan gelen ism-i fâil olan فَاحِش şer’i veya örfi olarak kabul edilebilir, hoş görülebilir sınırların dışında olan demektir. Bu ism-i fâilin müennesi (dişili) فَاحِشَة dir. Ancak Kuran’da فَاحِشَةٌ bu anlamda kullanılmaz. Sonuna gelen ة ism-i fâili dişil yapan ة değildir. Bu ة harfi ism-i fâili özel bir anlamda daraltarak câmid isim haline getiren harftir. Bu aşırı fiillerin alanını daraltır ve içlerinden özel olarak kabul edilen sınırları aşan cinsel fiilleri ifade eder. فَحْشَاءِ ise hoş görülebilir sınırların dışında olan fiillerdir.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. الْفَحْشَاءِ ya الْمُنْكَرِ i atfetmiştir.

الْمُنْكَرِ: “Tanınmayan, kabul edilmeyen, yadırganan” demektir. Dördüncü bâbdan نَكَر mastarı birisini veya bir şeyi kabul etmemek, reddetmek, tahammül edememek, hoşlanmamak, tanımamak, geçerli görmemek, yadırgamak manalarındadır. İf’âl bâbında (أَنْكَرَيُنْكِرُ) tasyir etkisi ile gelir. Birisini, bir şeyi kabul edilmez, reddedilen, tanınmayan, hoşlanılmayan, yadırganan, geçersiz hale getirmek anlamındadır. الْمَعْرُوف un zıttıdır.

الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ: “Aşırılık ve tanınmayan” demektir. Aşırılık (fahşa) normalde kabul edilebilir bir fiilin belli sınırları aşacak şekilde yapılmasından dolayı kabul edilemez hale gelmesidir. Tanınmayan (münker) ise fiilin doğrudan kabul edilemez olmasıdır.

تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ: “Aşırılık ve tanınmayanı yasaklar” demektir.

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ: “Kesinlikle salat aşırılık ve tanınmayanı yasaklar” demektir.

İlk salat ile buradaki salat farklıdır. Eğer aynı olsaydı إِنَّـهَا تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنْكَرِ şeklinde هَا (o) zamiriyle gelirdi. İlk salat Kuran’ı okuyana emredilen salat iken ikinci salat genel kavramdır. Bu nedenle zamir dönmemiş (izmar edilmemiş), salat tekrar edilmiştir (izhar edilmiştir).

Dikkat edilmesi gereken münker kavramıdır. Kuran’da çok yerde münkerin nehyedilmesi geçmektedir. Bu surenin 29. ayetinde Lût kavmine تَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنْكَرَ “Toplantı yerinizde münkere geliyorsunuz” demektedir. Toplantı yerlerinde hoş olmayan, tahammül edilemeyen, psikolojik olarak sağlıklı biri için rahatsız edici olan, iç sıkıntısı veren, yadırganan işleri meclislerinde yapıyorlarmış.

فَلَمَّا جَاءَ آلَ لُوطٍ الْمُرْسَلُونَ (61) قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (62)

Gönderilenler Lût’a gelince dedi ki kesinlikle siz yadırganan bir kavimsiniz. (Hicr 61-62)

هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ (24) إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ (25)

Sana İbrahim’in ikram edilen konuklarının hadisi geldi mi? Onun yanına girmişlerdi de selam demişlerdi. O da selam, yadırganan kavim dedi. (Zariyat 24-25)

Lût’a gelen Allah’ın elçileri için hem İbrahim hem de Lût münker ifadesini kullanmışlardır. İkisi de onları yadırgamış, onlara bu topluluk değişik gelmiş, içlerine sıkıntı vermiştir, korku oluşturmuştur. Bu nedenle münker kavim demişlerdir.

الَّذِينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَائِهِمْ مَا هُنَّ أُمَّهَاتِهِمْ إِنْ أُمَّهَاتُهُمْ إِلَّا اللَّائِي وَلَدْنَهُمْ وَإِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَرًا مِنَ الْقَوْلِ وَزُورًا

Sizden kadınlarından zıhar yapanlar, onlar onların anneleri değildir. Onların anneleri yalnızca onlara anne olanlardır ve kesinlikle onlar sözlerden münker olanı ve yanlış yönde olanını söylüyorlar. (Mücadele 2)

Eşlerini anneleri yerine koyanların bu söyledikleri söze münker söz denmektedir. Yadırganan, kabul edilmeyen, sıkıntı veren sözdür.

Münker ve fahşa nasıl bilinecektir? Münkerin ve zıttı olan marufun tanımı nasıl yapılacaktır? Bu ayete göre salat münkeri belirlemiyor, fahşayı da belirlemiyor, onları nehyediyor. Münker ism-i mef’ûldür. Tanınmayan demektir ama kim tarafından tanınmadığı belirli değildir. Aynı durum maruf için de geçerlidir. Tanınan demektir ama kim tarafından tanındığı belirli değildir. Münker ve fahşa yaratılış gereğidir. İnsan yaratılışı gereği bir fiilin münker mi maruf mu fahşa mı olduğunu bilir. Bunlar topluluğun karar alma mekanizmaları tarafından belirlenip kayıt altına alınabilir. Maruf da böyledir.

إِنَّ أَنْكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ

Kesinlikle seslerin en hoşlanılmayanı eşeğin sesidir. (Lokman 19)

Eşeğin sesi yaratılış gereği insanın hoşuna gitmez. Kuran buna “seslerin en nekresi” demektedir. İnsan yaratılışı gereği bu sesten hoşlanmaz.

Bir hayvana eziyet etme, bacağını veya kuyruğunu kesme psikolojik problemi olmayan hiç kimse tarafından kabul görmez, rahatsız edicidir. İşte bu münkerdir. İnsan öldürmek de haram edilmiştir ve herkes bunun yaratılışı gereği kötü olduğunu bilir. Bu nedenle o da münkerdir. Birisine eziyet etmek münkerdir. Sokaklarda bağıra bağıra insanları rahatsız etmek de münkerdir. Kimse bağıran insanlardan hoşlanmaz. Elinde silahla sokaklarda gezip çevredeki insanları korkutmak münkerdir. İnsan kendilerine korku verenlerden hoşlanmaz ve münkerdir. İbrahim de Lût da gelen elçiler kendilerinde korku oluşturan Allah’ın elçileri için münker ifadesini kullanmışlardır.

Toplantılarda alınan kararlar fahşa ve münkeri belirlemez, yaratılış gereği bilinen fahşa ve münkerin yapılmamasını ister.

Bu cümle salatı ikame et cümlesinin gerekçesidir. Salatı doğru uygulayın ki münker ve fahşa nehyedilsin denmektedir. Buradaki salatın nehyetmesi ifadesinin dışında Kuran’da salatın emretmesi ifadesi de vardır.

قَالُوا يَاشُعَيْبُ أَصَلَاتُكَ تَأْمُرُكَ أَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَنْ نَفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاءُ

“Ey Şuayb, salatın mı sana atalarımızın ibadet ettiklerini veya mallarımıza dilediğimizi yapmamızı terk etmemizi emrediyor” dediler. (Hud 87)

Şuayb’ın topluluğu vardır ve bu toplulukla toplantılar yapmaktadırlar ve bu toplantılarda kararlar almaktadırlar. Bu nedenle “salatın mı sana emrediyor” demektedirler. Salat salata katılanlara emreder veya nehyeder. Dışarıya emretmez veya nehyetmez. Dışarıya emreden veya nehyeden insanlardır.

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Sizden hayra çağıran ve marufu emreden ve münkeri nehyeden bir ümmet olsun. Onlar, onlar iflah olanlardır. (Ali İmran 104)

Bize düşen de marufu emretmek, münkeri nehyetmek, hayra çağırmaktır. Çoğunluk sistemi içindeki mekanizmalarla iktidarı ele geçirmek değildir. Mevcut iktidarı hayra çağırmak, marufu emretmek, münkeri nehyetmektir. Sen in, ben çıkayım, sen kötüsün, ben iyiyim, ben gelince milyarlarca dolar gelecek, her şey düzelecek demek değildir. Allah’ın düzenini ketmetmek değil, açıklamaktır doğrusu. Çözümleri kendi iktidarına saklamak değil, mevcut iktidara tebliğ etmektir.

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin. (Bakara 42)

Hakkı batıla karıştırmayın diyor ayet. Çoğunluk sisteminin kötü olduğunu bile bile, batıl olduğunu bile bile bu batıl içinde hakkı getirmeye çalışmayın diyor ayet. Devamında da hakkı bile bile gizlemeyin diyor. Eğer çözümleri biliyorsanız, hakka nasıl gidileceğini biliyorsanız bunu açıklayın, mevcut yöneticilere tebliğ edin, onlar yapsınlar. Eğer yapmazlarsa başlarına geleceklerin örnekleri Kuran içinde pek çok yerde mevcuttur. Ketm etmek söylemen gereken şeyi söylememektir. Hakkı ketm etmek demek hakkı söylememek demektir. İktidar olacağım diye iktidar olana kadar batıl içinde ilerleyip hakkı ketm etmek açıkça ayette nehyedilmiştir.

 

وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ

Ve kesinlikle Allah’ın zikri daha büyüktür.

وَ: Vâv-u isti’nâfiyedir (الْوَاوُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Öncesindeki cümle inne cümlesi olması ve bu cümle de isim cümlesi olmasına rağmen atıf harfi değildir. Bu cümle kendisinden önceki iki emir cümlesi ve ikinci emir cümlesi olan cümlenin açıklaması olan inne cümlesini sonuca bağlamak için gelmiştir. Öncekisindeki cümleler ile sonrasındaki cümle arasında ilk anda anlaşılmayan anlamsal bir irtibat vardır. “Bununla beraber”, “buna ilaveten” şeklinde anlamlandırılabilir.

لَ: İbtida (başlama) lâmıdır. İsim cümlesinde mübtedanın başına gelen fethalı te’kid lâmıdır (başlama lâmı=lâmu-l ibtidaiyye). İnne cümlesinde ise hem isminin hem de haberinin başına gelebilir. Te’kîd amacıyla gelir.

ذِكْرُ: “Anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” demektir. ذكر kökünden birinci bâbdan mastardır. Birisini anlamak, anlatmak veya bir şeyi akletmek, aklettirmek amacıyla kaydedildiği yerden onun hakkındaki bilgileri alıp kullanmak manasındadır. Bu kaydedildiği yer kitap olabileceği gibi insanın hafızası da olabilir, başka şeyler de olabilir. Kullanma da sözle olabileceği gibi yazıyla da olabilir, başka şekilde de olabilir.

اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

ذِكْرُ اللَّهِ: “Allah’ı anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak” demektir.

أَكْبَرُ: “Daha büyük” anlamındadır. كبر kökünden beşinci bâbdan gelmiştir. Büyük olmak manasındaki fiilden “daha büyük” manasına gelmiş ism-i tafdildir. Dişil tekili كُبْرَى dır. Düzensiz eril çoğulu أَكَابِرُ dur. Düzensiz dişil çoğulu كُبَرُ dur.

لَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ: “Kesinlikle Allah’ın zikri daha büyüktür” demektir. Burada ism-i tafdil kullanılmıştır. Neyden büyüktür? Arkasından مِنْ harf-i ceri ile neyden büyük olduğu söylenmemiştir. Öncesindeki cümleden takdir edilmesi gerekir. لَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِنَ الصَّلَاةِ (Kesinlikle Allah’ın zikri salattan daha büyüktür) şeklinde takdir edilebilir. Allah’ın zikri demek Allah’ı anmak, anlamak, anlatmak, anımsamak demektir. Daha büyüktür. Salat bile bununla anlamlıdır. Salatlarda alınan kararlar da buna dayanmalıdır. Referans noktası Allah’ın zikri olmalıdır. Allah’ın zikri demek boncuk çekmek, hu çekmek demek değildir. Bir araya gelerek hu, hu diyerek derin nefes alıp vererek kanda karbondioksiti aşırı derecede düşürürler ve solunumsal alkaloz meydana gelir. Kanın pH’ı aşırı derecede yükselir. Bunun sonucunda beyinde bazı etkiler meydana gelir. Öfori (Euphoria) durumu gerçekleşir ve hallusinasyonlar meydana gelebilir. Öfori yani coşku kişinin hoşnutluk duyduğu ve kendisini iyi hissettiği bir ruhsal durumdur. Solunumsal alkalozda gerçekleşen öfori patolojik bir durumdur. Hallusinasyonlar ise hu çekenin sosyal durumuna göre değişir. Peygamberin onunla konuştuğunu veya şeyhinin yanına geldiğini görebilirler. Bu Allah’ın zikri değildir. Patolojik bir durumdur. Gereksiz yere derin nefes alıp vermek sağlıklı bir şey değildir.

وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا

Kim Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin zikredilmesine mâni olan ve onların harabında çaba gösterenden daha zalimdir? (Bakara 114)

Bu ayetteki Allah’ın isminin zikredilmesi Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarının zikredilmesi demektir. Allah’ın ismi denilince ad anlaşılmamalıdır. Allah’ın adı zaten Allah’tır. Ad bir isimdir ama isim=ad değildir. Birinin ismi onun o olduğuna işaret eden her şeydir. Allah’ın ismi Allah’ı gösteren her şeydir. Bu da Allah’ın doğal ve sosyal kanunlarıdır. Fizik, kimya, biyoloji kurallarıdır.

وَاذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ

Allah’ın sizin üzerinize olan nimetini zikredin. (Bakara 231)

Allah’ın nimeti de zikredilmelidir. Anılmalı, anlatılmalı, anımsanmalı, anlaşılmalıdır.

إِذَا فَعَلُوا فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُوا اللَّهَ فَاسْتَغْفَرُوا لِذُنُوبِهِمْ

Bir fahişe yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman Allah’ı zikredip suçları için bağışlanma isterler. (Ali İmran 134)

İstiğfar etmeden önce Allah’ı zikretmenin önemi bu ayette gösterilmiştir.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَى يُرَاءُونَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا

Kesinlikle münafıklar O onları aldatanken Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Salata kıyam ettikleri zaman tembeller olarak kıyam ederler. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı yalnızca az zikrederler. (Nisa 142)

Münafıkların alameti Allah’ı az zikretmeleridir. Az anmaları, az anlamaları, az anlatmaları ve az anımsamalarıdır.

فَإِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلَاةَ فَاذْكُرُوا اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِكُمْ

Salatı bitirdiğiniz zaman ayakta, otururken ve yanlarınız üzerinde Allah’ı zikredin. (Nisa 103)

Salat Allah’ın zikri değildir. Salatın ikamesinde de Allah’ın zikri yapılabilir.

فَإِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللَّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءَكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا

Menseklerinizi bitirdiğiniz zaman Allah’ı atalarınızı zikrettiğiniz gibi veya zikir olarak daha şiddetli olarak zikredin (Bakara 200)

İnsanlar atalarını daha çok anmaktadırlar. Bu günümüzde daha çok ölmüş devlet adamlarını anmak şeklinde görülmektedir. Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, heykelleri vardır, anıt mezarları vardır. O anıt mezarlarda, heykellerde onları anmak adeta farzmış gibi yapılır. Daha da korkuncu sanki bizi duyuyorlarmış gibi onlarla konuşulup, onlar okusunlar diye defterlere yazmaktır. Daha daha tuhafı beş vakit alnı secdede olan kimselerin bu anıt mezarlara gitmeyi ihmal etmemeleridir. Bunun dışında ölmüş devlet büyükleri için anma törenleri yapılmaktadır. Bu onların zikredilmesidir. Özellikle ölüm yıllarında bu, haftalar şeklinde düzenlenir. Bunda bir beis yoktur. Yapılabilir. Ancak ayete göre en az bu anma töreni kadar veya daha fazla olarak Allah’ı anma toplantıları düzenlenmelidir. Günümüzde bu sadece bu tür törenlerden önce yapılan Kuran tilaveti ve sonunda okunan Asr suresi ile sınırlandırılmıştır. Bu da zaten Allah’ın zikri değildir. Sadece tilavettir. Kıraat bile değildir. Allah’ın zikri çok daha ciddidir. Ölmüş devlet büyüklerinin sözlerinin sürekli tekrarlanması, bize onların yol gösterici olması değil Allah’ın sözlerinin tekrarlanması ve Allah’ın ayetlerinin bize yol gösterici olması gerekmektedir. Maalesef en inançlı insanlardan oluşan topluluklar bile Allah’ı yeterince zikretmemekte, eski ölmüş liderlerini O’ndan çok çok fazla zikretmektedirler.

 

وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ

Ve Allah üretiyor olduğunuzu bilir.

وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. لَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ cümlesine اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ cümlesini atfetmektedir.

اللَّهُ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.

يَعْلَمُ: “Bilir” demektir. Üçüncü şahıs tekil eril merfu muzari malum fiildir. Fâili müstetir هُوَ zamiridir. Allah’a racidir.

مَا: Umumi ism-i mevsuldür. Arkasından sıla cümlesi gelmektedir.

تَصْنَعُونَ: “Üretirsiniz” demektir. صنع kökünden gelmiştir. Üçüncü bâbdan ikinci şahıs çoğul merfu muzari malum fiildir. Bir proje yapıp onu uygulamak, yazılı projedeki iş parçacıklarını sıralı ve organize bir biçimde uygulayarak özellikle basit malzemeler kullanarak bilgi ve becerinin bir araya gelmesiyle yeni bir görevi olan yeni bir şey üretmektir. Sosyal projeler de buna dahildir. Bir organizasyon oluşturmak, bir sistem oluşturmak, üretmek hep bu kökle ifade edilir. Bir insanın bir görev için belirli amelleri öğrenerek, belirli tecrübeleri yaşayarak yetişmesi de bu kökle ifade edilir.

Bir ürün üretmeye örnek verirsek:

وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا

Gemiyi gözlerimizle ve vahyimle üret. (Hud 37)

Bu ayette Allah Nuh’a gemi üretmesini emrediyor. Nuh gemiyi kafasına göre üretmemektedir. Allah’ın ona ilettiği projeye göre üretmektedir. Proje vahiy ile gelmiştir, projeye uygun hareket etmesi de gözetmenlerle sağlanmaktadır.

Bugün yapılan inşaatlar, dev binalar, arabalar, gemiler, bilgisayarlar, telefonlar buna örnektir. Projeye dayanarak yapılan tüm ürünler صُنْع’dur.

وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ

Sağ elindekini koy da onların ürettiklerini kapsın. Kesinlikle ürettikleri yalnızca sihirbazın keydidir. (Taha 69)

Musa’nın karşısına çıkan sihirbazlar yılan gibi görünen düzenek üretmişlerdir. Bu ürettikleri alet ipleri yılan gibi göstermekteydi. Bir projeye dayanılarak üretilmiştir. Bugünkü sihirbazların yaptıkları da böyledir. صُنْع lar vasıtasıyla sihirbazlık gösterisi yapmaktadırlar.

وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ

Üretim yerleri ediniyorsunuz. Kalıcı olacağınızı umuyorsunuz. (Şuara 129)

Hûd Peygamber Âd kavmine söylemektedir. Buradan Âd kavminin projeli üretimler için imalathaneler yaptığını anlıyoruz.

Bir insan yetiştirmeye örnek verirsek:

إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى (38) أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي (39) إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَنْ يَكْفُلُهُ فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ وَقَتَلْتَ نَفْسًا فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَامُوسَى (40) وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي (41)

Annene “onu sandığa koy da onu da suya koy da su onu sahile bıraksın da onu bana ve ona düşman olan alsın” diye vahyedileni vahyetmiştik. Sana sevimlilik koyduk ve senin gözümün önünde üretilmen (yetişmen) için (bunu yaptık). Kız kardeşin yürüyordu da “size ona kefil olacak birisini göstereyim mi” dedi de gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. Bir nefsi öldürdün de seni gamdan kurtardık ve seni fitnelerle fitneledik de Medyen ehli içinde senelerce kaldın sonra bir ölçüye geldin ey Musa ve seni kendim için ürettim (yetiştirdim). (Taha 38-41)

Bu ayetlerde Musa Peygamberin resul ve nebi olması için yetiştirilmesi özetlenmektedir. Başına gelen her olay, fitneler, Medyen’de tarım medeniyeti eğitimini alması Musa’da değişiklikler yapmış, olgunlaşmış ve kendine verilecek ağır görev için hazırlanmıştır. Kuran buna üretim demektedir. Türkçeye çevirirken yetiştirme şeklinde kullanabiliriz.

Bir görev için yetiştirilen insan da مُصْطَنَع dır. Tıp fakültesinde eğitim görüp doktor olan kimse de mühendislik eğitimi alıp mühendis olan kimse de bir ustanın yanında çırak olarak yetişip usta olan kimse de مُصْطَنَع dır. Bunlar kimin için yetiştirildiyse onun için مُصْطَنَع dırlar. Allah için olan مُصْطَنَع ise farklıdır. Allah bazı insanlara Musa gibi bazı özel durumlar yaşatır. Sıkıntılar çekerler, fitnelenirler. Sanki hayatları kendi kontrollerinde değildir. Hayatlarında beklenmedik değişiklikler yaşarlar. Sonra ciddi bir görev üzerlerine yüklenir. İşte bu insanlar da Allah’ın kendisi için ürettiği مُصْطَنَع lardır.

Toplumsal düzen üretmeye örnek verirsek:

لَوْلَا يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

Eğitimcileri ve ilim adamları onlara kötülük söylemelerini ve yasa dışı kazancı yemelerini nehyetmeli değiller miydi? Üretiyor oldukları ne kötüdür. (Maide 63)

Burada oluşturulan bir sistem görünmektedir. Sistem kötülük üzerine projelendirilip oluşturulmuştur.

وَضَرَبَ اللَّهُ مَثَلًا قَرْيَةً كَانَتْ آمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْتِيهَا رِزْقُهَا رَغَدًا مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِأَنْعُمِ اللَّهِ فَأَذَاقَهَا اللَّهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

Allah emniyetli ve tatmin olmuş karyeyi örnek verdi. Ona rızkı her yerden bol bol geliyordu da Allah’ın nimetlerini görmezden geldi de Allah üretiyor olduklarından dolayı ona açlık ve korku elbisesini tattırdı. (Nahl 112)

Burada bir kasaba çok zenginken kasabadaki topluluk öyle bir toplumsal sistem üretiyor ki kasaba Allah’ın nimetlerini görmezden geliyor. Küfreden şahıs değil, karyedir. Zamirler dişil tekil olarak karyeye dönmektedir. Karyedeki insanlar değil, karye Allah’ın nimetlerine küfretmiştir. Ancak karyenin küfretmesinin sebebi insanların ürettikleri sistemdir. Bunu da يَصْنَعُونَ fiilinin çoğul olmasından anlıyoruz. Karye tüzel kişilik olarak kurulmuş sistemi ifade etmektedir. Bu sistem projeli bir şekilde üretilmiştir. Kasabadaki düzendir. Bürokrasi oluşturulmuş, kurallar konmuş ve sistem üretilmiştir. Bu nedenle burada بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ denmiştir.

مَا تَصْنَعُونَ: “Üretiyor olduğunuz” demektir. Burada تَصْنَعُونَ nin aslında hazf edilmiş bir mef’ûlü vardır. هُ zamiridir. Aslında تَصْنَعُونَهُ (onu üretiyorsunuz) şeklindedir. Umumi ism-i mevsulün sıla cümlesindeki aid zamiridir.

يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ: “Üretiyor olduğunuzu bilir” demektir.

اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ: “Allah üretiyor olduğunuzu bilir” demektir. Burada مَا umumi ism-i mevsulü kullanılmıştır. Bu nedenle ürettikleriniz ibaresinden üç durumu da anlayacağız:

  1. Projeli olarak ürettiğiniz binalar, cihazlar, aletler, makineler, araçlar
  2. Projeli olarak yetiştirdiğiniz insanlar
  3. Projeli olarak oluşturduğunuz düzenler

Ekseriyet demokrasisi projeli olarak üretilmiştir. Çoğunluğun dediğine daha az olanların uymak zorunda olması bir projedir. Belli aralarla seçimin yapılması, vekillerin seçilmesi, mecliste çoğunluğun olması, çoğunlukla seçilme projeli olarak üretilmiştir ve مَا تَصْنَعُونَ dur. Allah bunu bilmektedir. Allah zaten her şeyi bilmektedir. Niçin burada Allah’ın bildiği söylenmiştir. Aynı zamanda isim cümlesi kullanılmıştır. يَعْلَمُ اللَّهُ مَا تَصْنَعُونَ denmemiş, اللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ denmiştir. Allah lafzı öne alınmıştır. Bunun sebebi te’kîddir. Allah her şeyi bilmesine rağmen insanlar Allah bilmiyormuş gibi davranmaktadırlar. Bu nedenle her şeyi bilen Allah için burada hem de te’kîdle Allah üretiyor olduklarınızı bilmektedir cümlesi kullanılmıştır. Üretilen ekseriyet demokrasisi gibi mevcut sistemleri Allah’ın istemediğini bilmektedirler ama buna alıştıkları için, dünyanın her yerinde en büyük erdem olarak bu ekseriyet demokrasisi gösterildiği için, Şeytanın etkisi ile parti kurup iktidarı ele geçirmekten başka bir yol olmadığı düşüncesi yaygınlaştırıldığı için, Kuran’ı kıraat edip, Kuran’dan çözümler aramak insanların çoğunluğu özellikle de ilahiyatçılar tarafından kabul görmediği ve onlardan gelen tepkilerden çekinildiği için bu sistem içinde başarılı olmayı savunmaktadırlar maalesef.

 

Yalova, Teşvikiye

02 Temmuz 2022

M. Lütfi Hocaoğlu

 

 






Son Yorumlanan Seminerler
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1197
Rum Suresi Tefsiri 9. Ayet
31.12.2022 1101 Okunma
2 Yorum 01.01.2023 00:23
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1181
Ankebut Suresi Tefsiri 54-55. Ayetler
3.09.2022 2088 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1180
Ankebut Suresi Tefsiri 53. Ayet
27.08.2022 2185 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1179
Ankebut Suresi Tefsiri 52. Ayet
20.08.2022 2628 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1178
Ankebut Suresi Tefsiri 51. Ayet
13.08.2022 1775 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1177
Ankebut Suresi Tefsiri 50. Ayet
6.08.2022 2257 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1176
Ankebut Suresi Tefsiri 48-49. Ayetler
30.07.2022 2745 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1175
Ankebut Suresi Tefsiri 47. Ayet
23.07.2022 2429 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1174
Ankebut Suresi Tefsiri 46. Ayet
16.07.2022 2883 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1173
Ankebut Suresi Tefsiri 45. Ayet
2.07.2022 3158 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1172
Ankebut Suresi Tefsiri 44. Ayet
25.06.2022 8149 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1171
Ankebut Suresi Tefsiri 43. Ayet
18.06.2022 2591 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1170
Ankebut Suresi Tefsiri 42. Ayet
11.06.2022 2712 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1169
Ankebut Suresi Tefsiri 41. Ayet
4.06.2022 2484 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1168
Ankebut Suresi Tefsiri 40. Ayet
28.05.2022 3148 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1167
Ankebut Suresi Tefsiri 39. Ayet
14.05.2022 2483 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1166
Ankebut Suresi Tefsiri 38. Ayet
7.05.2022 2742 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1165
Ankebut Suresi Tefsiri 37. Ayet
30.04.2022 2918 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1164
Ankebut Suresi Tefsiri 36. Ayet
23.04.2022 3512 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1163
Ankebut Suresi Tefsiri 35. Ayet
16.04.2022 12253 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1162
Ankebut Suresi Tefsiri 34. Ayet
9.04.2022 3121 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1161
Ankebut Suresi Tefsiri 33. Ayet
2.04.2022 2881 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1160
Ankebut Suresi Tefsiri 32. Ayet
26.03.2022 2560 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1159
Ankebut Suresi Tefsiri 30-31. Ayetler
19.03.2022 2969 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1158
Ankebut Suresi Tefsiri 29. Ayet
12.03.2022 3102 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1157
Ankebut Suresi Tefsiri 28. Ayet
5.03.2022 2694 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1156
Ankebut Suresi Tefsiri 27. Ayet
26.02.2022 4264 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1155
Ankebut Suresi Tefsiri 26. Ayet
19.02.2022 2778 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1154
Ankebut Suresi Tefsiri 25. Ayet
12.02.2022 4128 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1153
Ankebut Suresi Tefsiri 24. Ayet
5.02.2022 3469 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1152
Ankebut Suresi Tefsiri 23. Ayet
29.01.2022 2965 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1151
Ankebut Suresi Tefsiri 22. Ayet
22.01.2022 10705 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1150
Ankebut Suresi Tefsiri 21. Ayet
15.01.2022 3120 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1149
Ankebut Suresi Tefsiri 20. Ayet
1.01.2022 3477 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1148
Ankebut Suresi Tefsiri 19. Ayet
25.12.2021 3265 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1147
Ankebut Suresi Tefsiri 18. Ayet
18.12.2021 3288 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1143
Ankebut Suresi Tefsiri 14. Ayet
20.11.2021 3209 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1146
Ankebut Suresi Tefsiri 17. Ayet
11.12.2021 2959 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1145
Ankebut Suresi Tefsiri 16. Ayet
4.12.2021 3027 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1144
Ankebut Suresi Tefsiri 15. Ayet
27.11.2021 3253 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1142
Ankebut Suresi Tefsiri 13. Ayet
13.11.2021 3252 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1141
Ankebut Suresi Tefsiri 12. Ayet
6.11.2021 3531 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1140
Ankebut Suresi Tefsiri 11. Ayet
30.10.2021 3578 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1139
Ankebut Suresi Tefsiri 10. Ayet
23.10.2021 3319 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1138
Ankebut Suresi Tefsiri 9. Ayet
16.10.2021 3115 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1137
Ankebut Suresi Tefsiri 8. Ayet
9.10.2021 4191 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1136
Ankebut Suresi Tefsiri 7. Ayet
2.10.2021 3470 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1135
Ankebut Suresi Tefsiri 6. Ayet
25.09.2021 3599 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1134
Ankebut Suresi Tefsiri 5. Ayet
18.09.2021 2898 Okunma
Lütfi Hocaoğlu
Kuran Seminerleri II 1133
Ankebut Suresi Tefsiri 4. Ayet
11.09.2021 3785 Okunma


© 2024 - Akevler