ANKEBÛT SÛRESİ - 16. Hafta
أَعُوذُ بِاللَّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا فَابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ (17)
Yalnızca Allah’tan aşağıda olan kuvvet ve çokluk hedefli topluluklara ibadet ediyorsunuz ve yanlış algı oluşturuyorsunuz. Kesinlikle Allah’tan aşağıda olan ibadet ettikleriniz sizin için hiçbir rızık yönetemezler. Bu sebeple rızkı Allah’ın indinde arayın ve O’na ibadet edin ve O’na şükredin. O’na döndürüleceksiniz. (17)
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا
Yalnızca Allah’tan aşağıda olan kuvvet ve çokluk hedefli topluluklara ibadet ediyorsunuz ve yanlış algı oluşturuyorsunuz.
إِنَّمَا: Kasr edatıdır. “Yalnızca” anlamındadır.
تَعْبُدُونَ: “İbadet ediyorsunuz” demektir. Varlığını ve gücünü kabul edip birisi, bir şey, bir ideal için çalışmak, onun kurallarını geçerli kurallar kılmak için çabalamak manasındadır.
مِنْ: Harf-i cerdir. “-den” anlamındadır.
دُونِ: “Aşağısında” demektir. دَانَ - يَدُونُ fiili miktarında, hacminde, gücünde, fonksiyonunda azalma demektir. Bu fiille aynı kökten gelen دُونِ ise kendisinden sonra gelenden daha aşağıda, daha zayıf, daha düşük fonksiyonlu olan anlamındadır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olan” demektir.
مِنْ دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olandan” demektir. “Olması gereken Allah iken Allah’tan aşağıda olandan” demektir.
أَوْثَانًا: “Çoğalma ve kuvvetlenme hedefinde olan topluluklar” demektir. Tekili وَثَن dir. İkinci bâbdan وَثْن mastarı bir yerde daima, hareketsiz ve sabit durmak manasındadır.
الوَثْنُ والوَاثِنُ: المقيم الراكد الثابت الدائم
Vesn ve vâsin: Dâim, sabit, durgun, ikâme edendir. (Lisanu-l A’râb)
قال ابن دريد: وليس بثَبْتٍ
İbn-i Düreyd dedi ki o sabit değildir. (Lisanu-l A’râb)
الليث: الواثن والواتن لغتان، وهو الشيء المقيم الراكد في مكانه
Elleys: Vasin ve vatin iki lugattır. Ve o mekânında duran ve ikame eden şeydir. (Lisanu-l A’râb)
قال ابن الأَثير: الفرق بين الوَثَنِ والصَّنَم أَن الوَثَنَ كل ما له جُثَّةٌ معمولة من جواهر الأَرض أَو من الخشب والحجارة كصورة الآدمي تُعمَلُ وتُنْصَبُ فتُعْبَدُ، والصَّنَمُ الصورة بلا جُثَّةٍ
İbni-l Esir dedi ki: Vesen ve sanem arasındaki fark vesen yerin cevherlerinden veya odundan veya taştan imal edilen ona ait âdemi suret gibi bir cüssesi olan, ona amel edilen, nasp edilen, sonuçta ibadet edilenlerin hepsidir. Sanem cüssesiz suretlerdir. (Lisanu-l A’râb)
(وثن) الواو والثاء والنون. كلمةٌ واحدة، هي الوَثَن واحد الأوثان: حِجارةٌ كانت تُعْبَد. وأصلها قولهم استَوْثَنَ الشّيءُ: قَوِيَ. وأوْثَنَ فلانٌ الحِمْلَ: كَثَّره. وأوثَنْتُ له: أعطيتُه جزيلاً.
Vav, se ve nun. Tek kelimedir. O vesendir, evsanın tekilidir. İbadet edilen taşlardır. Onun aslı onların şey istîsân oldu sözündedir: Kuvvetlendi. Ve filan yükü îsâr etti: onu çoğalttı. Ve onun için îsân etti: Ona bol miktarda bağış yaptı. (Makayisu-l Luga)
وَثَنَ - يَثِنُ + كائن + كائناً: يتخذه وثناً: يجعله يعظم ويشرف ويكون محلاً للتبجيل والاحترام والتفخيم
Vesen edinmek: Ta'zim etmek, teşrif etmek ve değerli kılmak ve saygı duymak ve övmek için bir yer haline getirmek. (Kitabullah)
ووُثِنَتِ الأَرض: مُطِرَتْ؛ عن ابن الأَعرابي.
Yer vesn edildi: yağmurla sulandı; İbn-i Arabi’den.
واسْتَوْثَنَت الإِبلُ: نشأَت أَولادُها معها. واسْتَوْثَنَ النَّحْلُ: صار فرقتين كباراً وصغاراً. واسْتَوْثَنَ المالُ: كثر.
Deve istîsân etti: Onunla beraber yavruları türedi, çoğaldı. Bal arısı istîsân etti: Büyükler ve küçükler şeklinde iki fırkaya dönüştü. Mal istîsân etti: Çoğaldı.
Görüldüğü gibi sözlüklerde çok farklı yaklaşımlar mevcuttur. Genellikle sanem ile eş anlamlı olarak görülmekte, aralarındaki farklar sıralanmaktadır. Ancak kelimenin kök manasında put ile ilgili bir anlam yoktur. Asıl mana bir yerde çoğalma ve kuvvetlenmedir. Kendisine bol miktarda bağış yapılması da kuvvetlenmesi ile ilişkilidir.
Vesen ve sanem kelimelerinin Kuran’da geçişlerini incelersek sanem kelimesinin beş kere çoğul olarak, vesen kelimesinin üç kere çoğul olarak geçtiğini görürüz. Her iki kelimenin de tekil geçişi Kuran’da yoktur.
اجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ
Evsandan gelen ricsden kaçının. (Hac 30)
Bu ayette evsan marife gelmiştir ve vesenin çoğuludur. Vesenlerden kaçının denmemekte, vesenlerden gelen (ibtidai gaye etkisi) ricsden yani akışları bozan şeylerden kaçının denmektedir. Vesenler toplulukta kötü bir etki yapmaktadırlar. Normal akışları, döngüleri bozmaktadırlar.
إِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا
Allah’ın aşağısında olan evsanı yalnızca dünya hayatında aranızda sevgi edindiniz sonra kıyamet yevminde bazınız bazınızı görmezden gelecek ve bazınız bazınızı dışlayacaktır. (Ankebut 25)
Vesenler üyelerinin dünya hayatında sevgi edindikleri topluluklardır. Buralara katılanlar kendi vesenlerindekileri sevmeseler bile aynı vesende oldukları için bu veseni aralarında sevgi edinirler. Ancak kıyamet yevmi gelince artık birbirlerini görmezden gelecekler ve birbirlerini dışlayacaklardır. Çünkü vesen içinde olmak yanlıştır ve kıyamet yevminde bu yanlış onları birbirlerinden uzaklaştıracaktır. Cümle kıyamet yevmindeki duruma geçerken bazınız bazınıza şeklinde kullandığı ifade ile vesenlerin içindekilerin insanlar olduğunu göstermektedir.
Vesenlerin geçtikleri ayetlerde vesenlere ibadet edilmesi ve aralarında sevgi edinilmesi durumu vardır. Vesenleri ilah edinme ve vesenlere ukûf etme yoktur.
صَنَم: Put demektir. صنم kökünden gelmiştir. Yabancı dilden Arapçalaşmış kelimedir. Aslı شَمَن dir (şaman). Bir malzeme kullanılarak, yontularak, dökülerek veya değişik şekillerde yapılan kendisine karşı ritüeller yapılan heykel veya surettir. Çoğulu أَصْنَام dır.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
İbrahim babasına, Azer’e demişti ki sanemleri ilahlar olarak ediniyor musun? Kesinlikle ben seni ve kavmini açık bir dalalette görüyorum. (En’am 74)
İbrahim Peygamberin kavminin sanemleri ilahlar edindikleri bu ayette görülmektedir.
وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَائِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْا عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَهُمْ قَالُوا يَامُوسَى اجْعَلْ لَنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
İsrail Oğullarını denizden geçirdik, onlara ait sanemlere ukûf eden bir kavmin yanına geldiler. Dediler ki ya Musa bizim için onların ilahları gibi bir ilah kıl. Dedi ki kesinlikle siz cahillik eden bir kavimsiniz. (Araf 138)
Bu ayette İsrail Oğullarının karşılaştığı sanemlere ukûf eden bir kavim vardır.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَنْ نَعْبُدَ الْأَصْنَامَ رَبِّ إِنَّهُنَّ أَضْلَلْنَ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ
İbrahim demişti ki rabbim bu beldeyi emin kıl ve beni ve oğullarımı sanemlere ibadet etmekten uzak tut. Kesinlikle onlar insanlardan çok kimseyi saptırdılar. (İbrahim 35-36)
Bu ayetlerde sanemlere ibadet edildiğini ve İbrahim Peygamberin kendisinin ve oğullarının onlara ibadet etmesinden uzak tutması için Allah’a dua ettiği görülmektedir.
وَلَقَدْ آتَيْنَا إِبْرَاهِيمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِهِ عَالِمِينَ (51) إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا هَذِهِ التَّمَاثِيلُ الَّتِي أَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ (52) قَالُوا وَجَدْنَا آبَاءَنَا لَهَا عَابِدِينَ (53) قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ أَنْتُمْ وَآبَاؤُكُمْ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ (54) قَالُوا أَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ أَمْ أَنْتَ مِنَ اللَّاعِبِينَ (55) قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمَوَاتِ وَالْأَرْضِ الَّذِي فَطَرَهُنَّ وَأَنَا عَلَى ذَلِكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ (56) وَتَاللَّهِ لَأَكِيدَنَّ أَصْنَامَكُمْ بَعْدَ أَنْ تُوَلُّوا مُدْبِرِينَ (57) فَجَعَلَهُمْ جُذَاذًا إِلَّا كَبِيرًا لَهُمْ لَعَلَّهُمْ إِلَيْهِ يَرْجِعُونَ (58) قَالُوا مَنْ فَعَلَ هَذَا بِآلِهَتِنَا إِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِمِينَ (59) قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَهُ إِبْرَاهِيمُ (60) قَالُوا فَأْتُوا بِهِ عَلَى أَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ (61) قَالُوا أَأَنْتَ فَعَلْتَ هَذَا بِآلِهَتِنَا يَاإِبْرَاهِيمُ (62) قَالَ بَلْ فَعَلَهُ كَبِيرُهُمْ هَذَا فَاسْأَلُوهُمْ إِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ (63) فَرَجَعُوا إِلَى أَنْفُسِهِمْ فَقَالُوا إِنَّكُمْ أَنْتُمُ الظَّالِمُونَ (64) ثُمَّ نُكِسُوا عَلَى رُءُوسِهِمْ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هَؤُلَاءِ يَنْطِقُونَ (65) قَالَ أَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْئًا وَلَا يَضُرُّكُمْ (66) أُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَفَلَا تَعْقِلُونَ (67) قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُوا آلِهَتَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ (68)
Yemin olsun İbrahim’e önceden rüşdünü vermiştik ve biz onu bilenleriz. Babasına ve kavmine demişti ki onlara ukûf ettiğiniz bu temsiller nedir? Dediler ki atalarımızı onlara ibadet eder bulduk. Dedi ki yemin olsun siz ve atalarınız açık bir dalalet içindedir. Dediler ki bize hakkı mı getirdin yoksa oyun oynayanlardan mısın? Dedi ki Rabbiniz onları yaratan göklerin ve yerin rabbidir ve ben bunun üzerine şahitlerdenim. Ve Allah’a yemin ederim ki siz arkanızı döndükten sonra kesinlikle sizin sanemlerinize tuzak kuracağım. Onları onlar için büyük olanı dışında cüzler haline getirdi, ona rücu ederler diye. Dediler ki bunu ilahlarımıza kim yaptı? Kesinlikle o zalimlerdendir. Dediler ki onları anan, ona İbrahim dedikleri bir genç işittik. Dediler ki onu insanların gözleri önüne getirin, belki şahitlik ederler. Dediler ki bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim? Dedi ki aksine, onların bu büyüğü yaptı, konuşuyorlarsa onlara sorun. Bunun üzerine kendilerine döndüler de dediler ki kesinlikle biz, biz zalimleriz. Sonra başları üzerine tersine döndüler. Yemin olsun sen bunların konuşmadıklarını biliyorsun. Dedi ki size hiçbir şeyi ne fayda eden ne de zarar veren Allah’ın aşağısındaki şeye ibadet mi ediyorsunuz? Üf size ve Allah’ın aşağısında ibadet ettiklerinize. Akletmeyecek misiniz? Dediler ki yakın onu ve ilahlarınıza yardım edin, eğer yapanlarsanız. (Enbiya 51-68)
Bu ayetlerde İbrahim Peygamberin kavminin sanemlere ukûf ettiği, ibadet ettiği görülmektedir. Sanemlerin timsaller olduğu yani başka bir varlığı temsil eden fiziksel yapılar olduğu anlaşılmaktadır. Başlangıçta sanemler için hep müfred müennes (dişil tekil) ism-i işaret ve dişi zamirler kullanılmaktadır. Gayr-i âkil (akıllı olmayan) varlıklar için bu şekilde kullanılır. Zaten heykeller oldukları için bu gayet normaldir. Ancak daha sonra İbrahim Peygamber de kavmi de onlar için cem müzekker (eril çoğul) zamirler ve ism-i işaret kullanmaktadırlar. Bu da âkil varlıklar için kullanılır. Buradan anlıyoruz ki bu heykellerin iki şahsiyeti var. Birincisi heykel şahsiyeti ki ona dişil tekil zamir ve ism-i işaret dönerken ikincisi bu heykeli yapılan insanlardır ve onlar için eril çoğul zamirler ve ism-i işaret kullanılmaktadır. İbrahim Peygamberin kavmi atalarından meşhur ve önemli insanların heykellerini yapmışlar ve onlara ukûf ve ibadet etmektedirler. Karşılarında ritüeller yapmakta, saygıyla durmakta, bu şekilde ukûf etmekte, Allah’ın kurallarını değil, onların kurallarını geçerli kurallar haline getirmeye çalışmakta, bu şekilde de ibadet etmektedirler. İbrahim Peygamber bu yaptıklarıyla akletmediklerini söylemektedir. Gerçekten ne kadar tuhaf değil mi İbrahim Peygamberin kavminin heykeller karşısında durması (!). Size de garip gelmiyor mu?
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَاهِيمَ (69) إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِ مَا تَعْبُدُونَ (70) قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ (71)
Onlara İbrahim’in haberini aktar. Babasına ve kavmine demişti ki neye ibadet ediyorsunuz? Dediler ki sanemlere ibadet ediyoruz, onlara ukûf etmeye devam ediyoruz. (Şuara 69-71)
Bu ayetlerde de İbrahim Peygamberin kavminin sanemlere ibadet ve ukûf ettikleri bir kere daha görülmektedir.
| Sanem | Vesen |
İbadet edilme | Var | Var |
Ukûf etme | Var | Yok |
İlah edinme | Var | Yok |
Vesen (وَثَن): Bir mekânı olup orada üyelerinin toplandığı çoğalma ve kuvvetlenme hedefinde olan topluluk demektir. Kendisi sabittir, üyeleri değişir. Bu topluluğa bağışlar yapılır ve güçlü kılınır. Bu topluluk üretici bir topluluk değildir. Bağışlarla, dış desteklerle yaşamaktadır. Hedefi çoğalma ve kuvvetlenme olan cemaatler, partiler v.b. her türlü topluluk bu tanıma girer. Hedefi insanları hak yola davet etmek, Allah’ın kurallarını geçerli kurallar kılmak için tebliğler yapmak olan; çoğalma, kuvvetlenme ve çoğunluğu ele geçirme olmayan partiler, cemaatler bundan münezzehtir. Vesen olan bir topluluk için çalışmak, Allah’ın değil, bu topluluğun kurallarını geçerli kurallar haline getirmeye çalışmak, bu topluluğu güçlendirmek, çoğalması için çaba göstermek vesene ibadettir. Ayetlerde vesen tekil olarak gelmez. Çünkü vesen ancak başka vesenlerle beraber vardır. Rakipleri diğer vesenlerdir. Bir vesen kendisi gibi çoğalıp gücü ele geçirmeye çalışan diğer vesenlerle yarış halindedir. Her vesen kendi kurallarını geçerli kurallar haline getirmeye çalışır. Kendilerinin güçlü olması ve diğer vesenlere tahakküm etmesi için çaba gösterir. Vesen içindekiler veseni dünya hayatında sevgi gerekçesi haline getirirler. Ancak bu vesendekiler kıyamet yevminde birbirlerini görmezden gelecekler ve birbirlerini dışlayacaklardır. Pek çok insan bunun farkında değildir. Bir topluluğa katılırlar ve o topluluğun çoğalma ve güçlenme arzusunu olması gereken doğru bir şey olarak görürler. Oysa Allah ayette çok açık bir şekilde çoğunluğa uymanın Allah’ın yolundan saptıracağını söylemektedir.
وثن etimolojisi
ث harfi çokluk demektir. ن harfi filizlenmiş tohum demektir. İkisi bir arada ثن çok sayıda filizlenmiş tohum demektir. Başına gelen و sebep içindir. Çadırın kancasıdır, birbirine bağlanmayı ifade eder. Çok sayıda çıkan tohumun birbirine bağlanmak için çıkması manasındadır. Üçü bir arada çok sayıda üyesi olan (ث) ve birbirine bağlanarak kuvvetlenmek (و) amacıyla kurulan (ن) topluluğu ifade eder.
مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا: “Allah’tan aşağıda olan kuvvet ve çokluk hedefli topluluklar” demektir.
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا: “Yalnızca Allah’tan aşağıda olan kuvvet ve çokluk hedefli topluluklara ibadet ediyorsunuz” demektir. “Allah’ın yerine onlara ibadet ediyorsunuz” demektir.
إِنَّمَا kasr edatıdır. Kasr (الْقَصْرُ) kelimesinin anlamı lügatte hapsetmek, kuşatmak, menetmek, kasmak, daraltmak, sıkıştırmak, sınırlamak, çevrelemektir. Kasr kelimesinin ıstılahı (terminolojik) anlamı ise bir şeyi başka bir şeye özel bir yolla tahsis etmektir.
Her kasrın olması gerekli olan iki öğesi vardır. Maksur (الْمَقْصُورُ) tahsis edilen öğedir. Maksurun aleyh (الْمَقْصُورُ عَلَيْهِ) kendisine tahsisin yapıldığı öğedir.
İnnema ile yapılan kasrda innema cümlenin başında gelir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunur. Maksur ise İnnema edatı ile maksurun aleyh arasındadır. Cümle hem fiil hem de isim cümlesi olabilir. Maksurun aleyh cümlenin sonunda bulunmak zorunda olduğu için onunla müteallak olup normal şartlarda kendisinden sonra gelmesi gereken öğeler kendisinden önce gelebilir. Burada maksurun aleyh cümlenin sonunda gelen أَوْثَانًا yani vesenlerdir. Maksur ise مَعْبُود yani ibadet edilendir.
Kasr açısından analiz yaparsak:
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا |
Maksurun aleyh | أَوْثَانًا |
Maksur | مَعْبُود |
Gerçeklik açısından kasr | İzafi kasr. Onlar yalnızca vesenlere ibadet etmemekte, sanemlere de ibadet etmektedirler. Bu nedenle izafilik vardır. |
Öğelerine göre kasr | Sıfatın mevsufa kasrı. Burada mevsuf olan vesenler maksurun aleyh, sıfatsal özellik taşıyan mabud kelimesi maksurdur. Bunun için sıfat mevsufa kasr edilmiştir. |
Muhatabın durumuna göre kasr | Beyan kasrı. Başka bir karine olmadığı takdirde innema ile yapılan kasr beyan kasrıdır. Burada muhataba beyan vardır. Muhatap söylenen sözü reddetme ya da şüphelenme durumunda değildir ya da zaten bilmektedir. Bu nedenle bu kasr beyan kasrıdır. Kalp kasrı (muhatabın inancına ters düşen tahsis), ifrad kasrı (muhatabın inancında var olan ortaklığı kaldırmak için tahsis), tayin kasrı (muhatabın bir kanaate varmadaki kararsızlığını ortadan kaldırmak için tahsis) durumları yoktur. |
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir. تَخْلُقُونَ إِفْكًاi إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا e atfetmektedir.
تَخْلُقُونَ: “Yaratıyorsunuz” demektir. خَلْق “yaratmak” demektir. Var olan başka bir şeyden yeni bir şey üretmek manasındadır.
إِفْكًا: “Yanlış algı, saptırma, saptırma bilgi” demektir.
(أفك) الهمزة والفاء والكاف أصل واحد، يدلُّ على قلب الشيء وصرْفِه عن جِهَته.
İfk: Hemze, fe ve kâf kök tektir, bir şeyin dönüşmesi ve yönünden döndürülmesine delalet eder. (Makayisu-l Luga)
İfk var olan bir durumun başka şekilde gösterilmesidir. Olayı gerçek olduğundan başka türlü algılatmak demektir.
وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا: “Ve yanlış algı oluşturuyorsunuz” demektir.
إِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا وَتَخْلُقُونَ إِفْكًا: “Yalnızca Allah’tan aşağıda olan kuvvet ve çokluk hedefli topluluklara ibadet ediyorsunuz ve yanlış algı oluşturuyorsunuz” demektir. Burada vesenlere ibadetle yanlış algı birbirine atfedilmiştir. Vesenlere ibadet yani çokluk ve kuvvet hedefli topluluklar için çalışma, algı operasyonlarıyla beraberdir. Diğer vesenlerin kötü olduğuna dair algı oluşturmak, kendi vesenlerinin iyi olduğuna dair algı oluşturmak rutindir. İbrahim Peygamberin kavmi ile günümüzü karşılaştırın, ne kadar da benziyor değil mi?
Günümüzde vesen olan bir topluluğa gidin bakın. İçlerinden sadece birisi bile kendi liderinin yanlış bir ifade kullandığını söyleyebilir mi? Kolaysa söylesin bakalım. Kendi liderinin veya veseninin yanlışını başka türlü göstererek algılar oluşturma çabasındadır. Vesen içindekiler adeta büyülenmiş gibidir. Diğer vesenleri nasıl kötüleyeceklerini düşünürler. Koca koca adamlar birbirlerine yumruk atarlar. Diğer vesenlerin söyledikleri bir cümleden hemen ifkler yaratırlar yani algılar oluştururlar. Vesen içinde en alt seviyede görevli birisi ima ile bile olsa kendi liderinin hatasını söylerse hemen vesen dışına atılır. O da genellikle başka vesene gider ve orada önceki veseninin nasıl kötü olduğuna, önceki liderinin ne kadar da kötü olduğuna dair ifkler yaratır.
Vesen olan bir topluluğun lideri herhangi bir yerde sıradan bir konuşma yapsın. Vesene mensup olanlar çılgınlar gibi alkışlarlar. Liderlerinin konuşmasına bayılırlar. Her bir kelimesine katılırlar ve içinde hiçbir yanlış görmezler. İsterse konuşma son derece sıradan olsun isterse önceki konuşmalarının tekrarı olsun vesen mensubu hayrandır bu konuşmaya. Vesen lideri de vesen mensupları da sürekli olarak kendi vesenlerinin ne kadar iyi olduğuna dair algı oluşturma gayreti içindedir. Çok aşikâr biçimde yanlış yapılan işlerde bile yanlışlık inkâr edilemeyeceği için gerekçeler bularak (günümüz şartları böyle, o anda ancak o yapılırdı v.b.) aslında bu yanlışın ne kadar doğru olduğu algısını oluşturma çabasındadırlar.
Toplulukta en güçlü olan vesen zamanla gücünü yitirince diğer vesenler palazlanmaya başlar. Mevcut güç sahibi vesen son çırpınışlarla diğer vesenler hakkında algılar oluşturma derdindedir. Diğer vesenler de bu vesen hakkında algılar oluşturma derdindedir. Böylece güç bir vesenin elinden diğer vesenlere geçer. Algı oluşturma bitmez. Mutlaka yeni vesenler kurulur, eski vesenler yıkılır, algı oluşturma hiç sona ermez.
وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
İbrahim babasına, Azer’e demişti ki sanemleri ilahlar olarak ediniyor musun? Kesinlikle ben seni ve kavmini açık bir dalalette görüyorum. (En’am 74)
Bu ayette İbrahim Peygamberin babasına hitabında آزَرَ ismi geçmektedir. Genellikle bu âzer kelimesinin İbrahim Peygamberin babasının adı olduğu görüşü vardır. Tevrat’ta ise babasının adının Terah olduğu yazılıdır.
After Terah had lived 70 years, he became the father of Abram, Nahor and Haran. (Genesis 11:26)
Sonra Terah 70 yıl yaşadı, Abram, Nahor ve Haran’ın babası oldu. (Yaratılış 11:26)
آزَرَ kelimesi konusunda değişik görüşler vardır. Bir görüşe göre:
It is claimed that it has been Arabicized from the word Azur in Hebrew which means “the one who is strong and does his job well” and this name was given to him because he was a vizier of Nimrod and because of his credibility in his views and ideas. (Hasan al-Mustafawi, I, 64-65)
In fact, the stem of word “azr” in Arabic means “power, strength; strengthening and supporting ”. (Lisan al-Arab, “azr” item)
İddia edilen İbranicedeki Azur kelimesinden Arapçalaşmasıdır ki “güçlü ve işini iyi yapan kimse” anlamındadır ve bu isim ona Nemrud’un veziri olması ve görüş ve düşüncede yaratıcı olması sebebiyle verilmiştir. (Hasan al-Mustafawi, I, 64-65)
Aslında, Arapçada “azr” kelimesinin kökü “kuvvet, güç, güçlendirme ve desteklenme” anlamındadır. (Lisau-l Arab, “azr” maddesi)
Kaynak: questionsonislam.com
أَزْر güç demektir. ءزر kökünden gelmiştir. Birinci bâbdan mastar olarak bir iş, bir yük üzerine yapısının ve kuvvetinin fazla olması, güçlü olması manasındadır. Bu mastar manasından işi yapmada kullanılan manasında أَزْر “güç” anlamındadır.
آزَرَ kelimesinin İbranicedeki أَزُور kelimesinden gelmesi gayri munsarif olması ile uyumludur. Yani son hareke tenvinli olmaz ve kesre olmaz.
آزَرَ kelimesi ism-i tafdil olabilir. Bu durumda “daha güçlü” demektir. Gayri munsarif olması bununla da uyumludur.
آزَرَ kelimesinin kökü olan ءزر Kuran’da 3 kere geçmektedir. Birisi bu ayetteki geçişidir. Diğer iki geçişi:
وَاجْعَلْ لِي وَزِيرًا مِنْ أَهْلِي (29) هَارُونَ أَخِي (30) اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي (31) وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي (32)
Ehlimden kardeşim Harun’u bana vezir kıl. Onunla gücümü artır ve onu işime ortak et. (Taha 29-32)
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِمْ مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنْجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ
Muhammed Allah’ın resulüdür ve onunla beraber olanlar kâfirlere karşı şiddetlilerdir, aralarında rahimdirler. Onları rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Allah’tan fazl ve rıdvan ararlar. Onların yüzlerindeki siması secdelerin izindendir. Bu onların Tevrat’taki örneğidir. İncil’de filizini çıkarmış, bunun ardından onu güçlendirmiş, ardından kalınlaşmış, ardından bacağı üzerine dayanmış, ziraatçıları hayran bırakan ekin gibidir. (Fetih 29)
Bu iki ayetten de أَزْر kelimesinin bir iş için kullanılan güç olduğu anlaşılmaktadır. آزَرَ kelimesi topluluk içinde iş yaptırma gücü olanı ifade etmektedir. İbrahim Peygamberin babasının vasfıdır. Buradan İbrahim Peygamberin babasının o dönemde vesenlerden birinin lideri olduğu düşüncesi doğmaktadır. Bu nedenle İbrahim Peygamber babasıyla ve babasıyla beraber kavmiyle ya da doğrudan babasıyla muhatap olmaktadır. Babası orada etkindir. Bir vesenin lideridir.
Vesenlerde lider çok önemlidir. Tüm vesen o liderin ağzının içine baktığı için o ne derse tüm vesen onu yapmaktadır. Karşı çıkmak bir tarafa yapmama şansı da yoktur. Her yerde liderlerinin sözlerini tekrar eden vesen mensuplarıyla her zaman karşılaşırsınız.
إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا
Kesinlikle Allah’tan aşağıda olan ibadet ettikleriniz sizin için hiçbir rızık yönetemezler.
إِنَّ: Tekid için gelmiştir. “Kesinlikle” şeklinde tercüme edilebilir.
الَّذِينَ: “Kimseler” demektir. Has ism-i mevsuldür. Bu ism-i mevsûle ait olan fâil/mef’ûl marifedir (belirlidir), fiilin yapılış şekli de belirlidir. Bu nedenle organize topluluklar bu ism-i mevsulle ifade edilirler.
تَعْبُدُونَ: “İbadet ediyorsunuz” demektir. Mef’ûlün bihi mahzuf هُمْ zamiridir. الَّذِينَ ism-i mevsûlünün aid zamiri bu هُمْ zamiridir. Yani ibadet edilenler bu zamirle ve الَّذِينَ ile ifade edilmektedir. İbadet edilenler âkil varlıklardır ve has ism-i mevsul nedeniyle organize yapılardır.
مِنْ: Harf-i cerdir. “-den” anlamındadır.
دُونِ: “Aşağısında” demektir. دَانَ - يَدُونُ fiili miktarında, hacminde, gücünde, fonksiyonunda azalma demektir. Bu fiille aynı kökten gelen دُونِ ise kendisinden sonra gelenden daha aşağıda, daha zayıf, daha düşük fonksiyonlu olan anlamındadır.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olan” demektir.
مِنْ دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olandan” demektir.
تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olana ibadet ediyorsunuz” demektir. “Allah’a ibadet etmeniz gerekirken Allah’tan aşağıda olana ibadet ediyorsunuz” demektir.
الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ: “Allah’tan aşağıda olan ibadet ettikleriniz” demektir.
لَا: “Değildir” demektir. Olumsuzluk edatıdır.
يَمْلِكُونَ: “Yönetiyorlar” demektir. مُلْك “yönetim” demektir. ملك kökünden gelmiştir. İkinci bâbdan mastar olarak emretme ve tasarruf etme üzerine başkalarına karşı bir güç sahibi olmak manasındadır.
لِ: “İçin” demektir. Harf-i cerdir.
كُمْ: “Siz” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir.
لَكُمْ: “Sizin için” demektir.
رِزْقًا: “Rızık” demektir. Yiyecek ve içeceklerden oluşur. İnsanın biyolojik olarak ihtiyacının olduğu maddelerdir.
لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا: “Sizin için hiçbir rızık yönetemezler” demektir. Olumsuzluk edatıyla başlamış bir cümlede rızık kelimesi nekre geldiği için “hiçbir rızık” şeklinde anlamlandırılır.
إِنَّ الَّذِينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقًا: “Kesinlikle Allah’tan aşağıda olan ibadet ettikleriniz sizin için hiçbir rızık yönetemezler” demektir. Bu cümle “ve” atıf edatı ile başlamamıştır. Önceki cümleyi açıklamaktadır.
أَوْثَانًا | مِنْ دُونِ اللَّهِ | تَعْبُدُونَ | | إِنَّمَا |
هُمْ | مِنْ دُونِ اللَّهِ | تَعْبُدُونَ | الَّذِينَ | إِنَّ |
İlk cümlede ibadet edilenler vesenlerdir. İkinci cümlede ibadet edilenler الَّذِينَ has ism-i mevsulü ve bunun aid zamiri olan هُمْ ile ifade edilmektedir. Arada da atıf harfi olmadığı için أَوْثَانًا in organize topluluklar olduğu görülmektedir. Çok daha ilginci bu organize topluluğu açıklayan haber sizin için onların hiçbir rızkı yönetemiyor olmalarıdır. Bunun sebebi bu toplulukların ekonomik organizasyonlar olmamasıdır. Vesenler bağışlarla, dış desteklerle yaşayıp güçlendikleri için rızık mülkiyetine sahip değildirler. Dernek, parti, cemaat şeklinde organize olmuş topluluklardır. Bütün dernekler, partiler, cemaatler vesen değildir. Vesen olması için kuvveti ve çoğalmayı hedeflemesi gerekir. Oysa Kuran “sizi vasat ümmet kıldık” demektedir.
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (104) وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُولَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ (105)
Sizden hayra çağıran ve marufu emreden ve münkeri nehyeden bir ümmet olsun ve onlar, onlar iflah olanlardır ve onlara beyyineler geldikten sonrasında fırkalar haline gelen ve ihtilaf edenler gibi olmayın ve onlar, onlar için azim azab vardır. (Ali İmran 104-105)
Bizim topluluğumuz, topluluklarımız çoğunluğu ele geçirip diğer topluluklara karşı üstünlük sağlamaya çalışan, onlarla sürekli ihtilaf halinde olan, fırkalar haline gelen topluluk olmamalıdır. Hayra çağırmalıyız, biz iyiyiz, onlar kötü, biz ekseriyeti elimize geçirip yönetimi ele alırsak sonuçlar da gayet iyi olacak dediğimiz anda vesen haline gelmiş oluruz. Hayr olan çalışmalar yapmalı, projeler yapmalı, bunların uygulamalarını mikro seviyede gerçekleştirmeliyiz. Ondan sonra bu örnek çalışmalara diğer toplulukları çağırmalıyız. Biz iyiyiz, onlar kötüdür, yönetimi ekseriyetle biz ele geçirelim sonra nasıl olsa biz projeleri uygularız dememeliyiz. Bunu dediğimiz anda Allah bize bu başarıyı asla ve asla vermeyecektir. Çözümü biliyorsak herkesle paylaşmalıyız. Uygulamalarını hemen yapmalıyız, peygamberlerin yaptığı gibi mevcut iktidara tebliğ etmeli, onu indirip onun yerine geçmeye çalışmamalıyız. Önemli olan hakkın uygulanmasıdır. Uygulamak isteyen birileri varsa onlara yardımcı olmaktır görevimiz. İyilikte herkesle yardımlaşmalıyız. Ekonomik uygulamalar da yapmalı, bir yeri olan ve hedefi çoğalmak ve kuvvetlenmek olup bu yolda üyelerinden bağışlar alan, kendisi değişmeyip üyeleri değişken olan topluluk olan vesen haline gelmemeliyiz.
فَابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ
Bu sebeple rızkı Allah’ın indinde arayın ve O’na ibadet edin ve O’na şükredin.
فَ: Fâ-u isti’nafiyyedir (الْفَاءُ الاِسْتِئْنَافِيَّةُ). Öncesinde haber cümlesi olan mensuh isim cümlesi vardır. Sonrasında birbirine atfedilmiş üç emir cümlesi olarak inşa cümlesi vardır. Bu nedenle isti’nâfiyye edatıdır. Arkasından öncesindeki cümle ile i’râb yönünden ilişkisi olmayan yeni bir cümle başlatır. İ’râbsal ilişki olmamasına rağmen öncekisindeki cümle ile sonrasındaki cümle arasında anlamsal irtibat vardır. Buradaki fâ sebep sonuç ilişkisi için gelen isti’nafiyye fâ’sıdır. Öncesi ile sonrasında sebep sonuç ilişkisi vardır. Öncesi sonrasının sebebidir. Türkçeye çevrilirken “bundan dolayı”, “bu sebeple” şeklinde çevrilmelidir.
ابْتَغُوا: “Arayın” demektir. ابْتِغَاء (ibtiğa) irade ettiği şeyin olması için çaba göstermektir.
عِنْدَ: “indi” demektir. Referans noktasını ve göreceliği ifade eder.
اللَّهِ: “Allah” demektir. Alemlerin rabbinin özel ismidir.
عِنْدَ اللَّهِ: “Allah’ın indinde” demektir.
الرِّزْقَ: “Rızık” demektir. Burada harf-i tarif cins için veya istiğrak için gelmiştir. Yani “rızık cinsini” veya “bütün rızıkları” demektir.
ابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ: “Rızkı Allah’ın indinde arayın” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
اعْبُدُوا: “İbadet edin” demektir.
هُ: “O” demektir. Mensub muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
اعْبُدُوهُ: “O’na ibadet edin” demektir. “Allah’ın varlığını ve gücünü kabul edip O’nun kurallarını geçerli kurallar kılmak için çabalayın” demektir.
وَ: “Ve” demektir. Atıf harfidir.
اشْكُرُوا: “Şükredin” demektir. Şükür iyiliği tanımak ve ona fiili olarak karşılık vermek demektir.
لِ: “-e” demektir. Şükretme fiilinin mef’ûlü bu harf-i cerle gelir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
لَهُ: “O’na” demektir.
اشْكُرُوا لَهُ: “O’na şükredin” demektir.
ابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ: “Rızkı Allah’ın indinde arayın ve O’na ibadet edin ve O’na şükredin” demektir.
فَابْتَغُوا عِنْدَ اللَّهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُ: “Bu sebeple rızkı Allah’ın indinde arayın ve O’na ibadet edin ve O’na şükredin” demektir.
Vesenlerin indinde rızkı aramayın. Vesenlerde sizin için rızık mülkiyeti yoktur. Size rızık verebilirler, maaş verebilirler, ekstra faydalar, rantlar sağlayabilirler ama rızık mülkiyetleri yoktur. Onlar ekonomik kuruluşlar değillerdir. Rızkı vesenlerin indinde aramayın. Onların etki alanında aramayın. Allah’ın indinde arayın. Referans noktanız Allah olsun.
O’na ibadet edin, vesenlere ibadet etmeyin. Vesenlerin çoğunluk ve kuvvetlenme hevesi için çaba göstermeyin. Onların kurallarını değil Allah’ın kurallarını geçerli kurallar haline getirmeye çalışın. Vesenlere ibadetin ne kötü sonuçlar doğurduğu tarihte bol bol örneklenmiştir.
O’na şükredin. O’nun size verdiği nimetleri tanıyın ve fiili olarak karşılık verin. Kuru bir şekilde “elhamdülillah” demek şükretmek demek değildir. Şükür ancak fiili olarak verilen karşılıktır.
إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
O’na döndürüleceksiniz.
إِلَى: “-e” demektir.
هُ: “O” demektir. Mecrur muttasıl zamirdir. Allah’a racidir.
إِلَيْهِ: “O’na” demektir.
تُرْجَعُونَ: “Döndürüleceksiniz” demektir. “Başlangıç noktanıza, geldiğiniz yere geri döndürüleceksiniz” demektir. Meçhul (edilgen) fiildir. رجع kökünden ikinci bâbdan gelmektedir. Bu kökün bir özelliği vardır. Hem lazım (geçişsiz) hem de müteaddidir (geçişli). Lazım fiiller mef’ûl almazlar yani fiilden etkilenen fiili yapanın kendisidir, etkilenen başka birisi yoktur. Müteaddi fiillerde ise fâilin yaptığı fiilin etkilediği bir mef’ûl vardır. Bu kök aynı bâbdan geldiği halde hem lazım hem de müteaddi olabilmektedir. Fark mastardadır.
| Mastar | Muzari | Mazi |
Lazım | رُجُوع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Müteaddi | رَجْع | يَرْجِعُ | رَجَعَ |
Ayetlerde lazım ve müteaddi geçişlere örnek verecek olursak:
| Ayette geçiş | Anlam |
Lazım | لَمَّا رَجَعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُوا يَاأَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ | Babalarına döndüklerinde dediler ki “Ey babamız, keyl bizden men edildi”. (Yusuf 63) Burada fiil lazımdır. Mef’ûlü yoktur. Kendileri dönmüşlerdir. |
Müteaddi | رَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ | Gözü aydın olsun ve hüzünlenmesin diye seni annene döndürdük. (Taha 40) Burada fiil müteaddidir. Mef’ûlü كَ (sen) zamiridir, döndürülendir. |
Burada تُرْجَعُونَ meçhul fiildir ve bu nedenle lazım olamaz, müteaddi olmak zorundadır. Bu nedenle müteaddi meçhul olarak manası “döndürülürsünüz” şeklindedir.
| Mastar |
Müteaddi Malum | Döndürme |
Müteaddi Meçhul | Döndürülme |
Lazım Malum | Dönme |
Lazım Meçhul | Lazım ve meçhul bir arada olmaz |
إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ: “O’na döndürüleceksiniz” demektir. Başlangıç noktanız Allah’tır. Sizi var eden O’dur. Sizi başlatan O’dur. Sonunda O’na döndürüleceksiniz. Hayatınızı buna göre yaşayın. Başka arayışlarda olmayın. Vesenlerin size hiçbir faydası yoktur. Siz vesenlerle elde edilecek çoğalma ve kuvvetlenme hissine kapılmayın. Güçlü olan Allah’tır. Sonuçlar O’na aittir. Başarılar da O’na aittir. Vesenlere ait değildir. Vesenler başarılı olamayacaklardır. İbrahim Peygamber bunun için kavmine “O’na döndürüleceksiniz” demektedir. Bugün biz de size söylüyoruz. Allah’ın kurallarını geçerli kurallar kılmak için çalışın ki O’na ibadet etmiş olasınız. Vesenler size çok cazip gelebilir. İnsanların orada toplanması, insanların aralarında sevgi kılınması, oraların arzulanır olması sizi yanıltmasın. Vesenlerden uzak durun ve Allah yolunda vesenler olmadan çalışın.
Yalova, Teşvikiye
11 Aralık 2021
M. Lütfi Hocaoğlu