Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012
12252 Okunma, 24 Yorum

 

Varlık ve Rab…

 

“Şirk Nedir?” diye sorulduğu zaman, hemen herkes “Allah’a ortak koşmaktır” der. Eğer Allah’ın “Ahad” olduğunu kabul ediyor isek, bu durumda O’na ortaklık ihdas etmek de mümkün olmaz. Çünkü tanımı yoktur.  Tanımı, tahayyülü olmayan bir şeye ortaklık nasıl olabilir?

 

O halde şirk nedir?

Ahad” kelimesi mana itibari ile “sıfırın biri” değil midir?  Yani yokluktaki, hiçlikteki “bir”. “0x1” gibi. Ama matematiksel olarak böyle bir işlemin sonucu da “sıfır”dır. Aslında bu kelime, Varlığın, yani maddenin de kaynağını açıklar. Maddenin kaynağının da hiçlik olduğunu kanıtlar.

 

Eğer böyle ise, “şirk” kavramının algılanabilir, tanımlanabilir bir karşılığı olmalıdır. Yani “Allah yoktur” demek bir şirk veya küfür sayılmaz.  Çünkü Allah zaten yoklukta, hiçliktedir. “Birden çok Allah vardır” demek de şirk sayılamaz. Çünkü yoklukta çokluk da olmaz. Yani matematiksel olarak “0x2 = 0…” dır. Çarpanı değiştirmek sonucu değiştirmeye yetmez. O zaman “şirk” kavramının varlık alanında bir karşılığı olmalıdır.

 

Şirk, "Allah'ı inkâr değil, Allah'ın vermediği yetki ve imtiyazları, –soyut ya da somut– O'ndan başka birine veya bir şeye vermek"tir demiştik. Nedir bu?

 

“….ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne Meryem…” (Tevbe 31)

 

Allah’ın dün’ninden rabler edindiler….

 

Dûn : Yanı, yakını, tarafı, en üstün bir altı anlamlarına gelmektedir.

 

Müşrikler de edindikleri Rab’leri “Allah’a yakın olmak” için edinmişlerdi.  “Vettehazû min dûnillâhi âliheten li yekûnû lehum ızzâ” (Meryem 81)’de de bu durum açıklanmaktadır. Allah’ın yakınından/yanından kendilerine ilahlar edinmişlerdi. Böylece Allah’a daha yakın olacaklarını düşünüyorlardı.

 

Öyleyse “şirk”, Allah’ın bizatihi kendisi ile ilgili değildir. Yani, Kullanılan yetki veya fonksiyon Allah tarafından değil de, beşerin atfettiği bir yetki ise, bu şirktir. Çünkü, Beşer tanımlayamadığı, bilmediği, tahayyül edemediği bir şeyin yerine kendisini koymakta ve O’nun yerine fonksiyon veya yetki izafe etmektedir. Bu fonksiyon veya yetkiyi kime izafe etmektedir? Tevbe 31’de de açıkça ifade edildiği gibi, somut bir varlığa soyut yetkiler veya fonksiyonlar atfederek yapmaktadır.  

 

Rabbi Allah ile aynı düşünmek, Rabbi, yani varlık alanındaki bir tezahürü ilahlaştırmak olur. Muhtemeldir ki bu da şirktir. Kimileri bu kavramları Kur’an daki bazı ifadeler sebebiyle birbirinin aynı olarak telakki etmektedir. Böyle algılanmasının en büyük sebebi de zannediyorum Gramer’dir.

 

Kimileri de, Allah’ın sıfatları sebebiyle Rabbin Allah ile aynı olduğunu söyler.

 

Elbette her ikisi de kavramların karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Mesela sıfat, Faili değil, Fiili tanımlar. Bir fiilden yola çıkarak Faili tanımlamak mümkün değildir. Buna karşılık, Rububiyet kavramları ile sıfatlar da birbirine karıştırılmaktadır. Mesela Fatiha suresunde ifade edilen “Rab, Rahim, Rahman ve Malik” kavramları ile, diğer sıfatlar da aynı değildir.

 

Mesela:

 

“Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arş…” (secde 4)

 

Burada Yerin ve göklerin ve ikisi arasındakilerin Allah tarafından üretildiğini söyler. Ancak önemli bir ayrıntı da vardır, “ellezi” çoğul ifade eder. Allah çoğul olamayacağına ve Allah’ın Arş’a istiva etmiş olması da düşünülemeyeceğine göre, “onların eliyle” şeklinde anlamak yanlış olmayacaktır. Kimdir Onlar?

 

“İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşi yudebbirul emr…” (Yunus 3)

 

Buna göre yeri vve göğü yaratan Allah’tan bir Rabdir ve işleri idare etmek için Arş’a istiva etmiştir. Ayetin devamında “zalikumullahu Rabbukum” denmektedir. İşte Allah budur, sizin rabbiniz….

 

“Ellezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşir rahmânu fes’el bihî habîrâ” (Furkan 59)

 

Ayet, yerleri ve gökleri ve ikisi arasında olan şeyleri altı günde halk edenin “Rahman” olduğunu ve sonrasında Arş’a istiva ettiğini söylemektedir. Sonunda ise, “fes’el bihî habîrâ” demektedir. Yani, “Haberi olana sor” der. Bu ifade, bu fiillerin "bilinir" olması gerektiğini de ortaya koyar. Demek ki, kolektif bir faaliyet vardır. Yani, Rab ve Rahman, Arş’ta hükmetmektedirler.

 

İşte onlar, Rab ve Rahman’dır. Yani işleri idare edenler. Bu konuda pek çok ayet vardır. Dileyen Kur’an da bu ayetleri yeniden gözden geçirebilir.

 

Çok daha çarpıcı olması açısından, İbadet, secde ve rükü’nün Rabbe olduğu (Hac 77), ibadet edilen bu Rabbin bizleri ürettiği (Bakara 21), Kitabı gönderenin Rab olduğu (Secde 2), Rızkı genişleten ve daraltanın Rab olduğu (İsra 30) vd. de yine Kur’an ın ifadeleridir.

 

Bir noktaya daha temas etmek istiyorum. Gramer sebebiyle “bedel-mübdel” ilişkisi vardır, dolayısıyla Rab Allah’ın kendisidir demek hem akli olarak hem de gramersel olarak mümkün değildir. Benim gramer açısından eksiklerim vardır (bu eksiklerimi en kısa zamanda gidereceğime dair kendime söz verdim) bu sebeple “ahkam” kesmem doğru olmaz, ancak Hiçbir şey aslının aynı olmaz. Sarf-nahiv açısından bu kural, aynı zamanda şunu da ifade eder: “Bedel, mübdelün minh’den cüzdür”.. Yani mübdelin kendisi değildir.

 

Kimileri, bedel-ül mutabık için zatları eşittir dese bile, pek çoğu bunun sadece bir Atf-ı beyan olduğunu ve eşit olamayacağını söylemektedir. . Mesela, “hezere ehuke ahmedun” Kardeşin Ahmet geldi. Burda mübdelin ne olduğu açık değildir. Aslında burada mübdel olan ismi zikredilmeyen, Ahmet’in fiili kardeşidir. Yani, Ahmet ile Mehmet kardeştir, ve biz Mehmet’e Ahmet’in geldiğini haber veriyorsak “kardeşin Ahmet geldi” deriz. Kime deriz? Mehmet’e deriz. Dolayısıyla buradan yola çıkarak bedel-mübdel ile aynıdır demek mümkün olmaz.

 

“Sandalyenin ayağı kırıldı” dediğimiz zaman, kırılan şey sandalyenin ayağıdır ve sandalyenin tamamını temsil etmez.

 

“Üstadın bilgisi hoşuma gitti” dediğimiz zaman ise, aralarında bir ilişki belirtmiş oluruz.

 

“ittekullahe rabbehu” (bakara 282) dendiği zaman, onun Rabbi, yani borç veren Allah’a ittika etsin, çünkü borçlanan zayıftır, cahil olabilir, hesap kitap bilmeyebilir, bu sebeple borç veren parasının gücünü kullanarak yazanlara sahtekarlık yaptırmasın demektir. Çünkü borç verenin parası vardır, güçlüdür, Rab konumundadır. (mana itibariyle)

 

“Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbik, ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâ.” (isra 20)

 

Hepsine, onlara da bunlara da, Rabbinin nimetlerinden ulaştırırız. Rabbinin nimetleri sınırlanmamıştır.

 

“Biz rabbinin nimetlerinden ulaştırırız”

 

Soru: Biz kimlerdir? Niçin Rabbi ayrı tutmaktadır?

 

Eğer Rab, Allah’ın bizatihi kendisi ise, niçin çoğul kullanıyor. Bu durum sadece bu ayete mahsus değildir. Genel olarak Kur’an da böyle ifade edilmektedir.  “Rab” kavramından sonra, “biz” ifadesi Kur’an’ın en çok kullandığı ifadelerden birisidir. “Biz verdik, biz yaptık, biz ulaştırdık, biz diledik gibi.” Yani kolektif bir faaliyetin veya organizasyonun bir tezahürü değil midir?

 

Rab: “Buyruk sahibi,buyurmaya muktedir olan,buyruğunun gereğini yapmaya muktedir olan,yaptırım gücü olan,gecmişte yaptıklarını yayarak etki sağlamış olan,duyulmuş ve tanınmış olan” bu değil midir?

 

Arapça sözlüklere baktığımızda:

Rab: Asıl anlamı terbiye etmek yetiştirmek.

 

Emri, kudreti altında bulunan bir şeyin yegâne sahibi ve yöneticisi olup, her şey üzerinde kendi isteği ve ilmine uygun olarak tasarrufta bulunmak.

 

Her şeyi düzeltip, sivrilikleri çıkıntılıkları tesviye etmek, yaratılışı tam bir şekilde hâlden hâle geçirerek düzenle, arıtıp saflaştırıp olgunlaştırmak, ıslah etmek, terbiye etmek…

 

Rab kelimesi ism-i fail için istiare edilen bir mastardır. Tek başına sadece Yüce Allah için kullanılır. (Lisânu’l Arab rbb maddesi-Istılah)

 

Ev sahibine “rabbüddâr” ( evin rabbi),  at sahibine rabbülferas (atın rabbi ) denir.

 

Yine rabbe kelimesinin değişik farklı anlamlar da kullanıldığı yerler de  vardır.

 

Başkasının velayeti ile ilgili anlaşmaya ribabet, fal oklarının toplandığı şeye rabebet daha önceki eşten olan çocuğun bakımını üstlenen eşe rabbe ve rabbet bu çocuklara rabib ve rabibe, buluta rabâb, bir şeyin az olduğunu göstermek için  rubbe, ıslah edilen şeyleri belirtmek için rabbeb kelimeleri kullanılır.

 

Netice itibariyle, Allah ile varlık arasındaki bağlantıyı sağlayacak ve sistemi idare edecek, bilgiyi yönlendirecek  bir şeye ihtiyaç vardır. Bu “Rab” dir, yani bizim muhatabımız.

 

Allah ve Rabb ile ilgili bazı “rasyonel” veriler, genel olarak, Varlık alanında bir Tanrı’nın olma olasılığını akli olmaktan çıkardığı gibi, Rabbin de Allah’ın kendisi olması ihtimalini de imkansız hale getirmektedir.

 

Elbette “Akıl bunu kavramaya yetmez” diyenler olacaktır. Ancak bu durumda niçin Rabbi anlamamız gerektiğinin emredildiğini de açıklamak mümkün olmaz. Öte yandan Bir bilim adamı bildiklerini kendisine saklamış olsaydı o zaman bilim adamı da olmazdı. Çünkü “bilgi” açıklandığında bir değer ifade eder. Açıklanmayan bilgi, bilgi olmadığı gibi, bir değeri ve anlamı da yoktur.

 

Genellikle bir fikri beğenmediğimiz zaman “hadi ordan” diyerek arkamızı dönüyor, böyle yapmakla sanki o fikri ortadan kaldırdığımızı zannediyoruz. Oysa o fikri okuyanların zihinlerinde meydana gelen etkileşimi göz ardı ettiğimizi pek fark etmeyiz. Öte yandan, sırtımızı dönmek ve o fikirle ilgili bildiğimiz şeyler varsa onları ifşa etmemek tam anlamıyla “egoizmin” dışa vurulmuş hali olur. “sen şöyle açıklamazsan ben seni ciddiye almam, cevap vermem” der ego sahibi. Kendince açıklamalar bekler ve kendince sonuçlar ister.  Oysa söylenmesi gereken “şu sebepten dolayı şöyle olmalıdır” demektir.

 

Burada bana göre önemli bir husus da açığa çıkmaktadır. Bu sitede de zaman zaman, hatta sıklıkla ortaya çıkan bir durumdur ve bana göre “egoizmin” somut halidir. Mesela, Rab konusu açıldığında Sayın özdemir  (kendisinden özür diliyorum teşbih sebebiyle) “sen sarf nahiv olarak tahlil edemiyorsan…” diye başlayan cümlesini, ben henüz ifadeyi tahlil etmemiş iken, herhangi bir yorum yapmamış iken önceden ve hızla serdetmiştir. Bir açıdan da teşekkür ediyorum, bu vesileyle ayetleri yeniden taradım ve yeniden düşünme fırsatı buldum.

 

Kimse mükemmel değildir. Hiç kimse her şeyi bilemez. Dilin kuralları vardır, özellikle yazı dili bu kurallarla şekillenir. Ancak bana göre dilin kuralları, yazılı olanın nasıl anlaşılması gerektiğini değil, bir şeyi nasıl ifade etmek gerektiğini belirler. Ancak, dilin kurallarına uymadan da pek çok metin yazılmaktadır ve bu metinler yazarın anlatmak istediğini okuyanlarının anlamasını sağlamaktadır. Bu da reddedilebilir bir durum değildir. Elbette bu dilin kurallarının bilinmesinin gerekmediği gibi bir anlam taşımaz. Bağımlılık bazen yanıltıcı da olabilir.

 

Bütün bunlardan sonra, Pagan inanışlarından da yola çıkarak, RAB kavramı ve Allah kavramının bütün detayları nın bilinirliğinde sapmalar olmasına rağmen bir eksiklik yoktur. Şu halde, Rab bizi neden uyarmıştır?

 

Vesselam

 

 

 


YorumcuYorum
Hüseyin Kayahan
03.09.2012
14:19

"Şirk" ve "Küfür" eylemlerinin; Allah'ın zatına karşı yapılmasının, pratikte bir şey değiştirmediğini, bunların sosyal müeyyideler olduğunu, topluluğa karşı yapılması halinde bir karşılığının olması gerektiğini daha önce belirtmiştim. Bunların tersi de böyledir. Milyarlarca insan tüm zamanlarını hamd ve tesbih ile geçirseler, Allah'ın zatında bir artış meydana gelmez; tüm zamanlarını Allah'a (zatına) küfrederek ve şirk koşarak geçirseler, Allah'ta ne maddi ne de manevi bir eksilme de meydana gelmez. Olaya bu yönden bakarsanız, bir fayda ve bir zarar vermeyen bu eylemler ne için istenmektedir, diye düşünürsünüz. Bir Allah varsa ve bizden ne yapılmasını veya ne yapılmamasını istemişse onların tamamını yine bizim için istemiştir. Onun bunlara ihtiyacı yoktur. Bunlar bireysel olarak kendimizi, toplu olarak da topluluğumuzu düzenleyen gereklerdir.

Aynı manada iki kelime kullanılmamaktadır, hatta kelimenin değişik terkipleri de değişik manalar ifade eder. Sanırım bunda ittifakımız vardır. Fakat bir kelimenin değişik manalarda kullanılıp kullanılmadığında ihtilafımız var diye düşünüyorum. Bir kelime her yerde hep aynı manada kullanılmıştır diyenler vardır. Ben bunun aksini düşünelerdenim. Bir kelime, birden çok manaya gelmektedir. En basitinden Allah, hem Allah'ın zatı, hem de topluluk;

Rasul, hem peygamber, hem elçi, hem peygamberin zatı, hem de yürütmenin başı, manalarında kullanılması gibi.

Rab kelimesini de zaman zaman Allah'ın zatından başka varlık olarak düşünmüşümdür. İbareyi hatırlamamakla birlikte, Firavun veya Nemrud için sanki bağlıları Rab kelimesini kullanıyorlardı.

Hz. İsa'nın havarilerinin İsa'ya hitaben: "Rabbin bize semadan bir maide inzal edebilir mi?" talepleri beni bu kelimeye başka anlam vermeğe zorlamıştır. "Semadan" ibaresinin, -Üstad Karagülle'nin de tespit ettiği gibi-, bedavadan manasına kullanıldığı oldukça belirgindir. Türkçe'de de "havadan (zımnen semadan) para kazanmak" tabiri vardır ve emek sarf etmeden, karşılığını vermeden manasında kullanılır. Rab kelimesinden kasdın da İsa'nın köyü, beldesi, ilçesi veya bölgesinin başkanı olarak düşünmüşümdür. Bu gruplalarda başkan seçimle gelmediği için ayrı bir kişiliği yoktur, başkan aynı zamanda o topluluk manasındadır. Dolayısıyla o yöreden, o yörenin başkanından yemek istemektedirler diye düşündüm. İsa ve Havarileri aranıyor olsalar da herkes kendi hemşehrisini kolladığından onları himaye ediyor olabilirlerdi. Buradaki Rab'den kastın yeryüzündeki bir insan veya topluluk olabileceğini düşünmüştüm.

Allah'ın Melekler, cinler, Şeytan ve İblis gibi varlıkları var ettiği açıkca belirtildiği halde bunların dışında başka varlıkları da var edip etmediği kesin değildir. Elbette madde ve onun alt unsurları veya üst birleşimleri ile var edilen varlıkları saymadım. Genel kabulüm 1. tekil şahıs formu kullandığında, hiç bir varlığı bu eyleme ortak etmediği, 1. çoğul şahıs kullandığında ise tamamen bunlar vasıtasıyla eylem yaptığı şeklindedir. "Semadan ma'ı inzal ettik" ibaresi bugün bildiğimiz hidrosfer döngüsünü içine alır. Güneş, denizler, buharlaşma, bulutlar, soğuma, tozlar, yoğuşma, su olarak yeryüzüne inme. Bu gibi eylemlerde, yarattığı ve fonksiyon yüklediği herşey işin içine girebilir, zatına gerek yoktur.

Rab'bi, Rahman'ı ve benzerlerini de yaratmıştır ve ayrı varlıklardır şeklindeki kabulü henüz özümseyemedim. Bizim onlara hitabımızın dışında, Allah'ın onlara hitaplığı var mıdır Kuran'da? Meleklere hitabı vardır, cinlere hitabı vardır, iblise ve şeytana hitabı vardır, İnsana zaten vardır, ama Rabbe, Rahmana bir hitabı var mıdır? Onların ayrı kişilik olduklarını nasıl bileceğiz?

Saygılarımla.

H.Kayahan

ozer atac
03.09.2012
14:58

Kumanlar, "Bey Tengri" ya da "Beyimiz Tengri" diyorlar.

Yani:

Tanrı Bey, İbraeniler ve Araplar da Tanrıya RAB ve MELİK gibi EFENDİ ve KRAL anlamına gelen isimler vermişlerdi.

Kumanların, 1304 yılından kalma CODEX CUMANİCAS sözlüğünüde görülür.

Aşağı yukarı bütün dillerde, TANRI nın bir zamanlar EFENDİ,BEY, KRAL olduğnu yansıtan böyle sözcükler görülücektir.

İngilinçtir o sözcükler, başka dillerden gelince, büyülü oluyor ve kutsallaşıyor.

ZEVS (JÜPİTER) in de eli ayağı olan, aşkları ve kıskançlıkları olan bir kral olması ; hepimizi yadırgatır.

Oys, bütün krallar BAŞKA TANRIYDI; Bütün Tanrılar da Bir zamanlar KRAL ve BEY di.

Bilge Kağan ın oğlu TENGRİ KAĞAN dır.

Sam Adian
03.09.2012
16:07

Üstat Problem tanımlardadır. Mesela “Onun bunlara ihtiyacı yoktur. Bunlar bireysel olarak kendimizi, toplu olarak da topluluğumuzu düzenleyen gereklerdir.” Dediğiniz zaman, farkında olmadan, Allah varlık ile kıyaslamış olursunuz. Yani varlık böyle olduğu için Allah vardır demek olur ki bu bana gore Doğru değildir. Böyle yaptığınız zaman, Allah’ın zatı ile kıyaslamalar yine varlık düzlemine gore şekillenir ve O’nu bir beşer gibi tahayyül etmeye başlarız. Dikkat ederseniz geçmişte yapılan da budur. İkincisi ise, bu istenen şeyleri kimin isteyip uyguladığı önemlidir. Ayetler bu uygulamanın veya uygulamadaki tercihlerin Rab tarafından yapıldığını gösteriyor. Bir sorun daha vardır: “kul huvellahu ahad” dediğiniz zaman, aslında “Allah birdir” demiş olmazsınız. Böyle söylemekle O’nun yokluğunu Kabul etmiş olursunuz. Yani Hiçliği Kabul edersiniz. Yani hiç bir matematiksel very ile doğrulanamayacak bir şeyi ifade edersiniz. Benim itiraz ettiğim şey Allah’ın zatı ile kıyaslar yapılıyor olmasıdır. Siz “paradox” dediğiniz şeyi de buna dayandırmıştıınız ve “yaratma” üzerinde bir paradox olduğunu söylemiştiniz. Oysa paradox yaratılışta değil, Allah’ın zatındadır. Çünkü varlık alanında üretilmiş olan her şeyin bir açıklaması ve tanımı vardır ve zaten Kur’an bu eylemlerin kimler tarafından yapıldığını da açıkça söyler. Ama Yokluğu nasıl tanımlarsınız? Eğer yokluğu tanımlayabiliyorsanız bu yokluk değil “varlık”tır. İşte sıkıntı buradadır. Allah kendisini tanımlayamamaktadır, varlık onu tanımlamak için yeterli değildir. Eğer Allah kendisini tanımlamış olsaydı bu aynı zamanda onun Varlık olmasını gerektirirdi. Ama bunu yapmıyor, eğer yapmış olsaydı bu bir eksiklik olurdu. Buna karşılık Varlık alanında Rabbi muhatap gösteriyor. Aynı manada kullanılan iki kelime yoktur. Bu konuda ihtilaf olduğunu ben de düşünmüyorum. Kelimenin farklı terkipleri de farklı manalar ifade eder ama asıl manasından kopuk değildir ve mutlaka bir illete dayalı olarak mana değişir. Yani bir kelime, aynı formda her yerde aynı manadadır. Farklı bir şey ifade etmesi için mutlaka bir illet olması gerekir. Yani bir terkip oluşturursunuz, kelimenin yanına başka bir kelime koyarsınız ve böylece mananın neye işaret ettiğini ifade etmiş olursunuz. Allah’ın zatı ile ilgili ifadeleri, topluluğa, peygambere veya başkana atfetmek de bu sebeple mümkün değildir bana gore. Bunları ancak varlık alanındaki uygulamalara dayanarak yapmak mümkün olabilir ama bunun gerekliliği de tartışılır. Bana gore böyle yapmak, beşerin kendisini kutsallaştırma gayretini ifade eder. Ben Kur’an da “Mecaz” kullanıldığını düşünenlerden değilim. Kur’an ın ifade ettiği her şey somut verilere dayalıdır. Bilinebilir olmalıdır. Rabbi ayrı tutmasının tanımlıyor olmasının sebebi de budur. Suyun inzal edilmesi ifadesi de böyledir. Bu sadece yeryüzündeki suyun döngüsünü değil, aynı zamanda suyun kaynağını da açıklamak içindir diye düşünüyorum. Bilimsel gelişmeler de bunu göstermektedir. Tıpkı demirin inzal edilmesi gibi. Maddenin kendini üretmesi esnasında da Zatına gerek yoktur. Uzayda su buharının varlığını biliyoruz. Böyle olunca ayeti anlarken buna mecazi mana yüklemek de mümkün olmaz. Zaten gerekli de değildir. Kaldı ki, “bedavadan para kazanmak” ile ilişkilendirilebilecek çok ayet vardır. Kur’an tanımlanamayacak hiç bir şey söylemez. Isa’da böyledir. O da insanlardan bir insandır ve kendi bölgesinde, köyünde veya beldesinde bir birey olarak çeşitli fonksiyonlara sahip olması kaçınılmazdır. Böyle iken bunu ayrıca tanımlamanın gereği yoktur. Zaten böyle olacağı bilinen bir şeydir. Isa bir beşer ise, başkan da olabilir başka bir şey de olabilir. Fonksiyonlarını burada değerlendirmek gerekir. “Allah'ın Melekler, cinler, Şeytan ve İblis gibi varlıkları var ettiği açıkca belirtildiği halde bunların dışında başka varlıkları da var edip etmediği kesin değildir.” Ifadeniz çok Doğru sayılmaz. Yaratılış kuramını incelerseniz eğer, insan var edilirken başka varlıkların varlığı gözardı edilmemiştir. Burada sadece fonksiyonları itibariyle INSAN kavramının farklı olup olmadığı tartışılabilir. Bana gore, belirgin olmayan şey, başka varlıkların fonksiyonları açısından insan’a benzeyip benzeemedikleridir. Ne var ki, insan’I üreten şeyin Rab olduğu konusunda da bir belirsizlik yoktur. Genel olarak şöyle bir hata yapılmaktadır: Kur’an ın ifadeleri münferit ele alınıp değerlendirildiği zaman çok farklı sonuçlar ortaya çıkar. Oysa münferit ifadeleri açıklayan başka ifadeler vardır ve bütün olarak ele almak gerekir. Ben makalede üç ayrı örnek verdim. Üçü da aynı eylemi ifade ediyor. (Başka pek çok örnek vardır) Ayrı ayrı ele aldığımız zaman farklı sonuçlar ortaya çıkar. Ancak hepsine birlikte baktığımız zaman anlatılmak istenen şeyin ne olduğunu anlamamız mümkün olur. Buna gore, birinci tekil şahısa atfedebileceğimiz herhangi bir eylem yoktur. Böyle durumlarda mutlaka bir “sebep” atfedildiğini görürüz. Bir sebep olabilmesi için ise başka verilerin olması gerekir. Rabbi ve Rahmanı nasıl bileceğiz? Bu konuda ayetleri incelediğimiz zaman bu açıkça anlaşılmaktadır. Ancak burda da bir ifade problem vardır. Bilgiyi veren, kitabı gönderen, üreten Rabdir. İletişimi kuran da Rabdir. Böyle olunca Rabbin kendisini Allah’ın yerine koyarak bunları ifade etmesi de düşünülemez. Zaten böyle de yapmıyor. Allah’I işaret eden bütün anlatımlar üçüncü tarafa aittir. Mesela Enbiya 56 bu açıdan önemlidir. “Kâle bel rabbukum rabbus semâvâti vel ardıllezî fatarahunne ve ene alâ zâlikum mineş şâhidîn” Aslında sizin rabbiniz…. Ayetlerin doğrudan Allah’I kastederek “ben” olarak herhangi bir ifadesi yoktur. Ya üçüncü bir tarafın ifadesi olarak “Allah” der veya “O” der. Varlık ile ilgili olanlarda ise “biz” ifadesi kullanılır ve bunun karşılığında kastedilen şeyin ne olduğu da açıkça ifade edilir. Yanlış hatırlamıyorsam Rab için böyle bir ifade vardı. “ben sizin rabbinizim” şeklinde. A’raf 172’de “e lestu bi rabbikum” der. Enfal 9’da da Rabbin “ ben size yardım edeceğim” ifadesi vardır. Enbiya 92’de de “ene rabbukum” ifadesi vardır. Yani Allah için böyle bir tanımlama kullanılmıyor iken, Rab için somut tanımlamalar kullanılmakta ve birinci tekil şahıs tarafından ifade edilmektedir. Yani bunu Rab ifade etmektedir. Enbiya 93’te ise “Ve tekattaû emrehum beynehum, kullun ileynâ râciûn” demektedir. Bu ayet yorumlanırken, “işlerinde ayrılığa düştüler” veya “bölük pörçük oldular” şeklinde yorumlanmaktadır. Bana gore böyle yorumlamak da kolay değildir. Eğer kastedilen şey “beşer” olsaydı, bir önceki ayette ümmeti tanımladığı gibi, bu ümmetin nasıl bir varlık gösterdiğiğini ifade ederken de “siz” demesi veya ümmeti işaret edecek bir ifade kullanması gerekirdi. Oysa “onların emirlerinin aralarında paylaşılması” emre muhatap olanların, yani uygulayıcıların uygulamanın nasıllığını açıklar. Bu da beşeri değil, uygulayıcı olanları anlatır. Yani Rab ve diğerlerini Vesselam

Sam Adian
03.09.2012
16:14

Yanlış anlaşılamması için:

Kitabı gönderen, vahyi gönderen doğrudan Allah değildir ki, Allah'ın Rabbe doğrudan bir hitabı olsun. Ancak kitabı gönderenin bunu açıklaması gerekir ki zaten yapılan da budur.

Hüseyin Kayahan
03.09.2012
17:59

Kitabı gönderen, anlatan Rab ise, o zaman onun Rahman'a veya Allah'a hitabeti, muhataplığı var mıdır, onu soruyorum. Bütün derdimiz bu kitaptır. Dolaylı nakilleri unutunuz. Elimizde bir kitap ver ve onun ibarelerinden kazılar yapıyoruz.

Bunun müellifi kimdir? Aradaki aracılar; cebrail, peygamber, vahiy katipleri, yazanlar, cem edenler önemli değil. Müellif kim? "Onu biz inzal ettik ve onun hafızı biziz" ibaresi olduğuna göre, bu indirme ve muhafaza eylemi çoğuldur ve en az 3 unsuru barındırır. Bunlar tamam. Müellif kim, bunu düşünüp de, kitap şeklinde tasarlayan kim? Eğer o varlığın adı Rab ise, o zaman soruyu, madem Rab meleklere, insanlara vb, bir şekilde hitap etti, muhatap sıgası ile onlara bir şey söyledi, bir şey istedi, neden Rahman, Rab ve varsa diğer kendine eşdeğer veya daha düşük veya daha yüksek değerdekileri muhatap alarak bir şey zikretmedi? İlk cümle (besmeleyi ayetten saymadıkları için ilk dedim) "Elhamdü lillahi Rabbil Alemin" İkinci cümle ise "Errahmanir Rahim" Ben Arapça bilmem. Buradaki bu dört kelime Allah, Rab, Rahman, Rahim birbirlerinin nesi oluyorlar? Bedel mi, atıf mı, ayrı, sıfat mı, aralarında dil bakımından ne söylenebilir? "Din yevminin maliki olan hangisidir? Biraz sonra gelen "ke/sen" zamiri hangisine gider. Biz kime ibadet eder ve kimden istiane ederiz? Gerçekten kurallarda farklı anlamalar var mıdır?

Bilmek istiyorum. sabırlı biri yazarsa sevinirim.

H.Kayahan

Hüseyin Kayahan
03.09.2012
18:10

Bektaşi çözümü gibi olmasın. Allah'ı varlık ile kıyaslamadım. Allah'ın varlık cinsinden olmadığı için hamd ve şükürler, küfür ve şirkler onda bir artma ve azalma yapmaz, bir fayda ve zarar oluşturmaz, öyleyse madem bunlar da insanlardan isteniyor (bu istemenin ne anlama geldiğini söylemedim, ne anlarsanız anlayın, sizden istenenler var), öyleyse bunlar, yapanların faydasına ve zararına olan şeylerdir, yaptıranın değil dedim. Bunu ister Allah istesin, isterse Rab istesin, arada fark olmayacaktır. Yapılması ya da yapılmaması istenen şeyler var ve bunlar, ister Allah'ta ister Rab'de bir artma ve eksilme meydana getirmiyor. Bir fayda ve zararı yoksa, bunları istemek "absürd" olmaz mı? Bunu vurgulamaya çalıştım.

Saygılarımla.

Lütfi Hocaoğlu
03.09.2012
18:22

Elhamdü lillahi rabbi-l alemin errahmani errahimi maliki yevmi-d dini

Burada kırmızı ile işaretledim. Hepsinin sonu kesre olduğu için hepsi Allah'ın sıfatlarıdır.

"Hamd alemlerin rabbi, rahman, rahim, din gününün maliki olan Allah'a aittir."

Sam Adian
03.09.2012
19:05

Üstat, Dikkat ederseniz, benim makalelerimde bir soru var: Rab niçin bizi uyarma gereği duydu? Ben bunun cevabını henüz bulabilmiş değilim. Bazı fikirlerim var ama yeterli değil. Dolayısıyla henüz cevabım yok. Üç unsur, yani çoğul oluş, Rab, Rahman-Rahim ve Malik’tir diye düşünüyorum. Rab üzerinde durmamın sebebi, onun özellikle “dün” ile zikredilmiş olmasıdır. Buradan Fonksiyonel olarak Rab daha geniş yetkilere sahiptir diyebiliriz. Rahman yine ayet ile ifade edilmiş olan bir kavramdır. Fatiha dışında, yaratılış ile ilgili olarak bir fonksiyonu var. Malik de böyledir. Kollektif bir organizasyon olduğunu düşünüyorum. Çünkü, Rahman, Sıfat-I müteşebbihe’dir. “Rahman arşa istiva etti” dendiği zaman bunun beşerin dışında olması gerekir. Rahim ise mübalaga ile ism-I faildir. Yani bizi ilgilendiren bir tarafı da vardır. Yani Rahman, Rab gibi bir varlıktır, Rahim ise eylemi ifade eder. “mü’minlere karşı rahimdir” ifadesi Kur’an da çoktur. Ama “Mü’minlere karşı rahmandır” ifadesi hiç yoktur. Öte yandan Ahzab 43’te Rahim özelliğinin peygamberde de olduğu ifade edilir. (Gramer ile ilgili olanlarda hata yapıyorsam lütfen düzeltiniz) Melekler ve diğerlerinin de muhatabı Rab’dir. Kur’an ın ifadelerine bakıldığı zaman onların üretiminin ve muhataplarının da Rab olduğu anlaşılabiliyor. Allah’ın doğrudan onlara bir hitabı da yoktur. Vahyi gönderenin, yani Kitabı gönderenin Rab olduğu da yine ayetlerin açıkça ifade ettiği bir şeydir. Rahman sadece “merhamet” veya türevleri ile ilgili de değildir. Meryem 45’te, “Yâ ebeti innî ehâfu en yemesseke azâbun miner rahmâni..:” denmektedir. Yani Rahmandan bir azap gelmesinden korkuyor ise, Rahman kelimesi en azından bir varlığı işaret eder. Yasin 11’de de “Rahman’a saygı” duymaktan söz edilir. Yine Yasin 23’te “E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin…” denmektedir. Yani Rahman bana bir zarar vermek isterse….. Malik kavramı ise daha çok “hukuk” ile ilgilidir. Din gününü sahibi darken, aslında düzenin ihdasını ifade eder. Rahman, tıpkı Rab gibi kullanılan bir kelimedir. Güney Arabistan bölgesinde, Rahman Tanrı’ya verilen bir isimdi. Rab gibiydi. Müşrikler de kendileri için yabancı olan Rahman kavramının Allah’ın bir sıfatı olduğunu şiddetle reddetmişlerdi. Rad 13’te, “onlar Rahman’I inkar ediyorlar” denmektedir. Yani Rahman’ı, “eşyaya müdahale eden, varlığa müdahale eden” anlamında anlamak daha Doğru olur gibi geliyor bana. Rad’14 te ise, “ de ki o benim rabbimdir…” ifadesi gelir. Bu da gösteriyor ki, Rahman da Rab gibidir. Belki de rububiyet bir tek Rab ile değil, kollektif bir organizasyon olması sebebiyle böyledir. Kitabın müellifi kimdir? Bu da önemli bir sorudur. Bana gore kitabın da bir müellifi yoktur. Kitap vahiyle oluşmuştur diyebiliriz. Ancak bilginin de yine rububiyet tarafından “derlendiği” veya kullanılabilir hale getirildiği de yine kitabın bir ifadesidir. Bilginin var oluşu da kendiliğindendir. Öte yandan “kıyaslama” ile ilgili benim söylediklerim, sizin daha önceki makalelerinizden anladıklarım ile ilgili idi. Buradaki yorumunuz ile ilgili değildi. Soruya ben de katılıyorum, ama cevabım henüz yoktur. Rab niçin bizi uyardı, niçin bizden birşeyler yapmamızı istedi? Sistem çalışıyorsa –ki çalıştığı ortadadır- bunları farklı yollarla da bize ulaştırabilirdi mesela genlerimize kodlanabilirdi veya İbrahim aklı ile bulabiliyorsa biz de bulabilirdik. Öte yandan “sıfat” diyebilmek için Kur’an ın bunları sadece bir “isim” şeklinde ifade ediyor olması gerekirdi. Oysa özellikle Rab ve Rahman’ın böyle olmadığı ortadadır. Yani Rab, Rahman ve Malik’in Allhah’tan dolayı olması ayrı bir şeydir, bunların birer varlık olarak fonksiyon icra etmeleri ayrıdır. Vesselam

Sam Adian
03.09.2012
22:08

İki konuyu atladım sanırım Birincisi: “Kitabı gönderen, anlatan Rab ise, o zaman onun Rahman'a veya Allah'a hitabeti, muhataplığı var mıdır, onu soruyorum.” Ifadenizdir. Benim kanaatim şudur ki, eğer biz yani beşer yani varlık alanında olanlar Allah’I tanımlayamıyor ise, Rab de tanımlayamıyor demektir. Çünkü o da varlık alanındadır. O halde onun da hitabeti ancak “Allah” veya “O” şeklinde olmalıdır. Kur’an daki ifadeler de böyledir. Bunun dışında Rabbin Allah’a hitabı olduğunu ben görmedim. Kitabı Rab gönderdiğine gore, ifadeler de onun tarafından olmalıdır. İkincisi ise: “öyleyse bunlar, yapanların faydasına ve zararına olan şeylerdir, yaptıranın değil dedim.” Ifadenizle ortaya koyduğunuz sonuçtur. Evet yapılması ve yapılmaması istenen veya önerilen şeyler vardır. Ancak bunlar “olmazsa olmaz”lar da değildir. Şirk dışında. Şirk ise, Rab ile ilgilidir. Daha genel bir ifade ile Rububiyet ile ilgilidir. Bu da sistemi kavrama gerekliliğinden doğar. Geriye kalan her şey pişmanlık ile ortadan kalkabilecek şeylerdir. Öte yandan, yapılması veya yapılmaması istenen şeyler aslında beşerin doğasında da olan şeylerdir. Öyle ki, vahye hiç muhatap olmamış toplumlarda bile benzer davranışları görmek mümkündür. En ilkel topluluklardan en gelişmiş topluluklara kadar. Burada sorulması gereken soru sanırım başkadır. Acaba bizler, bu yapılması veya yapılmaması istenen ve aslında çokça önemli olmayan şeylerle zaman harcarken, aslında bizden istenen şeyi kaçırıyor olabilir miyiz?

Hüseyin Kayahan
04.09.2012
07:53

Acaba bizler, bu yapılması veya yapılmaması istenen ve aslında çokça önemli olmayan şeylerle zaman harcarken,

bu ibareyi biraz daha düşünmek gerekir, diye düşünürüm. Çok da önemli olmasa bu kadar çok tekrar edilir miydi? Topu topu 600 sahifelik bir kitap göndereceksiniz ve kıyamete kadar yenisi gelmeyecek, eklenemeyecek, değişmeyecek ve müellif bunu bile bile o azıcık satırları bu çok da önemli görmediğimiz konulara ayıracak. Ya onun aklında bir sorun var, ya da bizim aklımızda bir sorun var...?

Üstad Karagüllenmin söylediği gibi her makalenin her satırı, daha doğrusu her yargısı tek tek ele alınmalı ve üzerinde tartışılmalıdır ki, bir daha yeni bir yorum aklımıza gelene kadar ona dönmeyelim. Ama bu mümkün olmuyor. Kiminki üzerinden başlayacağız, kimler bu konulara meraklıdır ve en önemlisi bu konularda donanımlıdır, bilmiyorum. Ana metni kim yazacak. Bu kısa olmalıdır. Şerhler, hikmetler, izahlar sonra ve ona şerh şeklinde olmalıdır. Mesela ben felsefeyi hiç bilmem ama kendimi yazmak zorunda hissettim, ama terminolojisini bilmiyorum, geçmiş tecrübesini bilmiyorum.

Selamlarımla.

H.Kayahan

Sam Adian
04.09.2012
09:33

Sayın Üstat "Çok da önemli olmasa bu kadar çok tekrar edilir miydi? Topu topu 600 sahifelik bir kitap göndereceksiniz ve kıyamete kadar yenisi gelmeyecek, eklenemeyecek, değişmeyecek ve müellif bunu bile bile o azıcık satırları bu çok da önemli görmediğimiz konulara ayıracak. Ya onun aklında bir sorun var, ya da bizim aklımızda bir sorun var...?"

Bu ifadelerinizi bir kere daha düşünmenizi önerebilirim. Kastınızı anlamak zor değil ama size sormak isterim: 1. Yapılması veya yapılmaması gereken şeylerin bu 600 sayfalık kitap içerisinde topu topu birkaç sayfa tutar? Geriye kalan yüzlerce sayfayı ne yapıyorsunuz? 600 sayfalık kitap yüzlerce sayfasında “masal” mı anlatıyor? 2. Sizin dile meraklı olduğunuzu sanıyordum. Acaba benim söylediğim şey, “büyük resmin yanında bu yapılması veya yapılmaması gereken şeyler çok da önemli olmayabilir” mi? (Rab konusunun yapılması veya yapılmaması gereken şeyler içinde olduğunu hiç sanmıyorum) 3. İletişimin kesildiğini, bilgi akışının durduğunu kim söyledi? Aynı kitaptan mı söz ediyoruz? 4. Hangi yorum sizin için anlamlıdır veya önemlidir? Mesela Rab Allah’tır deseydik bu sizin için önemli ve anlamlı olur muydu? Hangi veriye dayanarak? 5. Söyler misiniz, ibadet etmek veya secde etmek veya rüku etmek Allah’a herhangi bir şey katmıyor ise ve sadece bizim için ise, bunun önemi nerededir? Acaba kitabı gönderen, bu 600 sayfanın yanında binlerce hatta milyonlarca sayfa tutacak kainatın ayetlerini işaret ederken bütün amacı bizim yapmamız veya yapmamamız gereken birkaç sayfalık şeyleri anlatmak için midir? 6. Düşünmek için felsefe bilmeniz gerekmiyor. Mesela ben Rab kavramını anlamanın felsefe ile ilgili olduğunu da sanmıyorum. Bu konunun içerisinde bizim yapmamız veya yapmamamız gereken bir husus da göremiyorum. Öyleyse sizce niçin bu kadar çok tekrar ediliyor? 7. “Şöyle olmalıdır, böyle düşünülmelidir, ana metin olmalıdır, şerhler olmalıdır, vs.” Bırakın bunları, herkes nasıl düşünülmesi gerektiğini, ne söylenmesi gerektiğini söylüyor ama düşünen ve söyleyen kimse yok ortalıkta. Bizim fikrimizi beğenmiyorsanız kendi fikrinizi niçin söylemiyorsunuz? Varsa bir teziniz ortaya koyun tartışılsın, kimin delilleri daha sağlamsa o itibar görür. 8. Allah’ın verdiği aklı beğenmiyorsanız başka bir akıl getirin. Rabbe “Akıl” izafe edebildiğinize gore, daha sağlam delilleriniz var demektir. O halde onları bize anlatın biz de anlayalım ve hatamızı düzeltelim. Niçin yapmıyorsunuz? Ama bunu yaparken, “Rab” gördüğünüz yerde “başkan” anlamalısınız, “Allah” gördüğünüz yerde “topluluk” anlamalısınız vs. demeyin. Bu çok kolay olurdu. Önce tanımlayın sonra kendinize gore bir çıkarımda bulunursunuz. Tanım olmadan çıkarım olmaz. 9. Karagülle her satırı eleştirmek gerekitğini söylüyor ama, ortada eleştiren kimse yok. Siz de eleştirmiyorsunuz. İstihza’dan uzak durduğunuzu söylüyorsunuz ama mesela son notunuzda “istihza” olmadığını mı düşünüyorsunuz? Doğrusu ben bazen hayretler içerisinde kalıyorum.

Hüseyin Kayahan
04.09.2012
11:20

sayın Hocaoğlu,

farklı kıraatler var mıdır? kesrenin dışında okuyan olmuş mu, bu sifat dediklerinizi?

Sayın Adian,

Bir kaç defa denememe rağmen, benimle sizin aranızda bir dil sorunumuz olduğu, ya da algılama sorunumuz olduğu, ya da tanımlayamadığım bir sorunumuz olduğunu seziyorum. Karşılıklı bir iki defa daha yazışsak sürtüşme çıkacak, görünüyor.

Ben elimden geldiği kadar ve becerebildiğim kadar, yorumlarımı kişilere ve kişiliklerine doğru yapmamaya çalışıyorum, elbette fark etmediğim, atladığım yerler olmaktadır. Bu konuda zaman zaman da özür diliyorum.

Sorun tanımlamalardadır, diyorsunuz. Doğrudur. Ben bu konuda size bir eleştiri getirmedim, atlamışsam affedin. Ama sizin bütün makaleleriniz, eski ve yeni, eskilerin tabiri ile "köşe taşı" gibi tanım, hüküm cümleleri ile doludur. Bundan doğal bir şey de yoktur. Varsayımlarınızı ortaya koyarsınız ve bunu hayat ile ve ilim ile test edersiniz. Bir çelişki yoksa, veya istisnası çok azsa siz başarmışsınız demektir ve bu yeni bir katkıdır, eskilerin bulduklarına bir ilave ve zenginliktir ve sizden sonra da böyle devam edecektir. Siz derken, bu herkes için böyledir demek istiyorum, muhatabım yazıyı okuyandır. Siz beni "niye böyle tanımlamalar yapıyorsunuz, adeta ne hakkınız var, siz iletiyi bozuyorsunuz" şeklinde itham ediyorsunuz (ya da ben böyle anladım), bu tavır doğru değildir diye düşünüyorum. Ben sizin savınızı imkanım varsa kendi içerisinde tutarlı olup olmadığı konusunda eleştirebilirim, siz de benimkini öyle yaparsınız. Kabul edip etmemek ise tamamen ayrı bir konudur, burada yapılmak istenenle ilgisi de yoktur.

Bu konuda bir makale başlamama rağmen tamamlayadım. Ben bir kelime iki (belki de daha fazla) farklı manada kullanılabilir, diyenlerdenim. Bu bir kabul, bir varsayımdır. Doğru olup olmadığı, yalnızca test edilerek bilinebilir.

Allah kelimesi elbette ve her zaman Allah dediğimiz varlığın adıdır. Onu anlatır. Bunda herkezle hem fikiriz. Benim Allah dediğime siz Rab deyin veya Rahman deyin, fark etmez. Bu kelime aynı zamanda topluluğu da ifade eder, diyorum. Üstad Karagülle, kuralları benden iyi bildiği için, mesela aynı cümlede tekrar (izhar) edilmişse, "ikinci birinciden farklıdır ki, tekrar etmek gerekmiştir" diyerek kurala bağlamaktadır. Ben genel olarak her yerde olabilir dedim, ama hepsini mantık süzgecinden geçirmiş değilim. Daha önce yapılmış ve neticelendirilmiş bir çalışmam yoktur. Bunu baştan sona denemek istiyorum, onun için yanıma arkadaş arıyorum, diye de yazmıştım.

Size cevap versem kızıyorsunuz, vermesem kimse ilgilenmiyor, kimsenin bir fikri yok demeğe getiriyorsunuz, nasıl yapmamız lazım sizce? Size ne kadar az kritik yaparsam o kadar selamette olacağım, diye düşünüyorum.

saygılarımla.

H.Kayahan

Sam Adian
04.09.2012
15:57

Sayın Üstat Evet haklısınız, karşılıklı anlaşma konusunda problemlerimiz olduğu doğrudur ama eleştirilerinize kızdığım yanlıştır. Belki ben yanlış anladım, ama hangi cümlenizden dolayı bir istihza algıladığımı yazmıştım. Doğru değilse affediniz. Bunu yapmamın sebebi de sizin deklarasyonunuzdur. Başka bir amacım da yok. Buna gore, eğer sizin için uygun değilse, o zaman yanlış olan yerleri düzeltecek veya geliştirecek şeyler önermeniz gerektiğini düşündüğüm için sorular sordum. Sorular da aslında ilerlemeye yöneliktir. Ben size tanımlamalarınız sebebiyle itham etmiyorum. Itham etmek haddim de değildir. Mümkün olduğunca kelimeleri belli bir üslup içerisinde seçmeye gayret ediyorum. Belki benim anlatımımda bir sorun vardır bilemiyorum. Ama itham benim işim değil. Bir şeye ifade etmek istersem onu bütün açıklığıyla ifade ederim. Böyle de olmalıdır diye düşünüyorum. Aksi olsa zaten amaç da hasıl olmaz. Elbette eleştirmelisiniz. Hatta eleştirirken bütün açıklığıyla bunu yapmanız gerekir. Ben sizin yazılarınızı eleştirmek konusunda korkuyorum. Açıkçası alınacağınızı düşündüğüm için. Benim yazılarım şahsi olarak kimseyi hedef almaz. Bir ismi zikretmem gerekirse açıkça zikrediyorum. Benim ifade ettiğim şey, burada herkes nasıl yapılmasını gerektiğini söylüyor ama yapan yok. Bir yöntem öneriliyorsa, biri kalkıp en azından o yönteme gore düşünmeli ve düşündüklerini de yazmalıdır. Kabul etmek ayrı bir şey. Kaldı ki bir fikrin bütünü Kabul edilir olmasa bile içinde mutlaka insanı düşünmeye sevkedecek şeyler vardır. Ben mümkün olduğunca “hüküm” cümlesi kurmamaya çalışıyorum. Çünkü bana gore bu sonraki iştir. Hüküm tanımlarla birlikte olmaz, bir şeyi tanımlamadan ve o tanımı uygulamadan hüküm çıkarılamaz diye düşünüyorum. Ama tanım yaptığım doğrudur ve bu da doğaldır. Bundan rahatsızlık duyan var mıdır bilmiyorum. Ama bu birilerini rahatsız etmek için değil, Doğru olduğunu düşündüğüm içindir. Bu arada birileri rahatsızlık duyuyorsa ona yapabileceğim bir şey de yoktur. Herhalde burada birbirimizi mutlu etmek için yazmıyoruz. Karagüllenin ifadesiyle, Hak ortaya çıksın diye yapıyoruz. Ama bütün bunlar herkes için geçerlidir. Amaç fikri dayatmak değildir en azından benim amacım bu değil. Hiç bir sebeple sürtüşmeye varacak bir davranış içerisinde olmadım. (Hakaret hariç) Eleştirilerimi sert buluyor olabilirsiniz, zaman zaman böyle hissettiğim oluyor ama bu konuda ne yapabilirim bilmiyorum çünkü, Türkçe’yi bundan daha iyi kullanamıyorum. Bu da bir eksikliktir herhalde. Yanlış anlıyorsak birbirimizi düzeltiriz. Veya en azından ben böyle olacağını sanıyorum. Zamanla bunlar da aşılacaktır diye düşünüyorum. İstediğiniz gibi eleştirebilirsiniz. Hatta mümkünse en ince ayrıntısına kadar. Bu açıdan bir sıkıntı yok. Genel olarak böyle bir tartışma ortamında bir şeyi yanlış bulmak yeterli değildir, niçin yanlış olduğunu da söylemek gerek. Veya çekinceleri de ortaya koymak gerek. Kıraat ile ilgili olarak, rivayetlere bakıldığında 10 ayrı lehce ile okunduğu anlaşılmaktadır. Bunların yedisinin meşhur olduğu söylenir ama genel olarak manaya tesir etmeyen hususlar olarak: 1. Telaffuzları farklı olmakla beraber manasının değişmemesi, 2. Hareke farklılığı, 3. Manayı ve okuyuşu değiştirmeyen, harfleri yutmayan lehçe farklılıkları, 4. Med ve kasr, yani uzatma ve kısaltmalardaki farklılıklardır ki bunlar da manaya tesir etmeyen hususlar olduğu belirtilmektedir. Yani farklı bir lehçe ile okunduğunda iraab farklılıkları da olacaktır. Bu kelimelere ait farklı kıraatlerin olup olmadığını bilmiyorum ancak bu durum iraba dayalı grameri büyük ölçüde etkiler.

Saygılar.

Hüseyin Kayahan
04.09.2012
16:41

Kitabın müellifi kim? Bu varlığın; bize bunu getiridiği söylenen Cebrail (bir atıfla sanırım (bi eydi) meleği çağrıştıran bir ibare vardı diye haturlıyorum, dedim ya ben aletleri kullanmasını pek bilmiyorum) olmadığı, Muhammed olmadığı, yazanlar ve toplayanlar olmadığı açıktır. Klasik anlayışta Allah, Rab ve Rahman aynı olunca müellif de bellidir. şahsınıza indirgememek için, sizin görüşünüze şimdilik "uzak doğu ekolu" dersek, bu ekole göre, bu 3 varlık ayrı ayrı olduğuna ve Rab ve Rahman mahluklar tarafında olduğuna göre bu kitabı hangisi telif etmiştir? Hangisi olursa olsun ne fark eder de denilebilir, henüz bu varsayımları irdelemedim.

Benim sorum şu idi: Müellif, her kim ise; Peygamberlerden çoğuna hitap ediyor, "ya eyyühannasü" diyerek, insanlara hitap ediyor, "ya eyyühel kafirun" diyerek kafirlere (bunların kim olduğunu sonra açarız) hitap ediyor, "ya beni Ademü, ya beni İsraile, vb" gibi ibarelerle insan gruplarına hitap ediyor ve bazı şeyleri yapmalarını, bazı şeyleri yapmamalrını söylüyor. hatta "Ya ma'şerel Cinni vel İnsi" diyerek, bizim göremediğimiz Cinlere, başka yerde Meleklere, Ruhlara vs hitap ediyor. Hatta -cansız(!) dediğimiz semaya ve Arza da hitap ediyor. Böylece kendisi hariç ne varsa onlara hitap ediyor diye düşünmüş ve buradan yola çıkarak; eğer müellif olan Rab Allah ve Rahman'dan başka bir varlık ise bu ikisine de bir hitabı var mıdır? şeklinde bir soru sormak istedim. Muhtemelen böyle bir hitap ibaresi yok galiba. O zaman, Rab olan ve mahluklar aleminde olan bir varlık bize hem kendisi de dahil olmak üzere halk edilenleri, hem de bu işi yapanı(hemen Allah iş yapar mı demeyin, başka nasıl ifade edebilirim ki) bize tanıtmaya çalışmaktadır. O halde şunu da araştırmamız gerekecektir. Bu ona verilen bir vazife midir, o görevli midir, yoksa kendi kendini görevli mi yapmaktadır? Allah'ı, Rahman'ı ve (sanırım yaratma dediğimiz fiili Allah'a izafe ediyoruz) Allah'ın yarattıklarını hikaye ederek ve onlarla konuşarak vb okuyucuya anlatıyor. Kendini nasıl anlatıyor? Bu gözle bakmayınca farkına varmamışızdır. rab kendini nasıl anlatıyor. O da mes'uliyyeti olan biri midir? Zi şuur varlıklar gibi hata ve sevaplarından dolayı bir hesaba tabi midir? Yıksa melekler, hayvanlar gibi sorgudan muaf mıdır? Bu ve buna benzer sorular çok olacaktır. Düşünmeye çalışacağım.

Saygılarımla.

H.kayahan

Lütfi Hocaoğlu
04.09.2012
17:15

Sayın Kayahan,

Bütün kıraatleri kesrelidir. Sadece farklı olan mâlik ve melik kıraatleridir. Ama hepsi kesrelidir ve hepsi Allah'ın sıfatlarıdır.

Sayın Adian,

Ellezi çoğulu göstermez. Tekildir.

Sam Adian
04.09.2012
18:41

Kur’an da bir tek ayette “cibril” (bakara 97) geçmektedir. Bunun dışında çeşitli ibarelere ilişkin yorumlar bununla ilişkilendirilir ama ben bu konuda farklı düşünüyorum. Cibril bir melek midir sorusu aslında cevapsızdır ama bir melek olsa bile, bunun görevinin “iletişimi sağlamak” olduğu açıktır diye düşünüyorum. Daha once tartımış idik, Ruh ile ilgili meselede. Olayı bütün olarak değerlendirdiğimiz zaman, inşirah suresi de dahil diğer ifadeler ile birlikte yapılan şeyin bir yöntem olduğu anlaşılıyor.

Klasik anlayışta “Rab, rahman, rahim vd.” Allah’ın sıfatlarıdır ve dolayısıyla da Allah’ın kendisidir denmektedir. Buna karşılık ben bir soru sordum: O halde Allah’ın tanımı nedir?

Bir şeyi varlık olarak izafe edebiliyor ise, faili de tanımlayabiliyor olmamız gerekir. Sıfatların Faili tanımlamayacağını, sadece fiili tanımlayacağı hususunda herhalde bir ihtilaf yoktur. Eğer böyle ise, Allah’I tanımlayabiliyor olmak gerekmiyor mu? Ya da tanımlanamayan bir şey (veya bir varlık ki ne olduğunu aslında bilmiyoruz) ile aynı olduğu nasıl söylenebilir?

Kitabın müellifi kimdir? Bu sorulabilecek bir sorudur. Kur’an ın ifadelerine baktığımız zaman Hadid 22’de “biz” şeklinde ifade edilen her şeyin önceden yazıldığı ve yine Bakara 146’daki “Ellezîne âteynâhumul kitâbe….” Ifadesi ve diğer benzer açıklamalardan anlıyoruz ki, kitabı oluşturan da rububiyettir. Bu sistemi de belirledikleri anlamına gelmeyebilir. Ama en azından sistemin anlaşılabilir hale getirildiği sonucunu çıkarmak mümkündür.

Ancak burada bir noktaya daha dikkat etmek gereklidir. Rububiyet’I düşünürken, onların varlık alanında olduğunu söylemek bana gore doğrudur ve dolayısıyla varlıktır. Ancak bizim gibi mahluktur demek mümkün değildir. Bu çizgi film karakterinin kendini kıyaslaması gibi olur diye düşünüyorum.

Kitabı vahyedenin Rab olduğu yine lafzın ifadesidir. Bu konuda herhalde bir tereddüt yoktur. Dolayısıyla hitapların da Rab tarafından olması doğaldır. Kur’an da Rabbin Allah’a hitabı vardır, “Allah” veya “O” şeklinde hitap etmektedir. Aslında diğerlerine de hitabı vardır, “Rahman arşa istiva etti” diyorsa Rahman’a hitap ediyor demektir. Ama bu üretilmiş olanlara yapılan bir hitap gibi değildir. Eğer her birinin fonksiyonları tanımlanmış ise, birbirlerinin alanına müdahale etmeleri de söz konusu olmamalıdır. Dolayısıyla hitabın üretilmişler gibi olması da düşünülemez.

Aslında kendi varlıklarının da Allah’tan dolayı olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu noktada da sanırım bir tereddüt olmaz. Ama nasıl bir varlık oldukları sorusu sorulduğunda bunun bizim mevcut fiziksel yapımızla algılayabileceğimiz bir yapıda olduğunu sanmıyorum. En azından, Rü’yet meselesi tartışılırken, Musa’nın Rabbi görmek istemesi neticesinde, “Dağa tecelli” eden Rabbin bu tecellisinin nasıl olduğu anlaşılabiliyor. Büyük ve güçlü bir enerji boşalması gibi gerçekleştiğini düşünmek mümkün.

Görevlendirilmiş midir? Sorusunun cevabını da sınırım Kur’an veriyor, mülk 20 ve yasin 23 önemli olabilir. (Rahman için) Bana gore Rububiyet açısından emre muhatap olanlar, bu hususta görevli olanlardır. Bunun kendiliğinden olması mümkün müdür? Sorusuna verebileceğim çok net bir cevabım yok ama kendiliğinden olduğunu düşünmüyorum. Ama öte yandan “elestu bi rabbikum” ifadesine baktığımızda, bu Rabliğin tanıkları da olması gerekir diye düşünüyorum. Yani bir sorumluuluk vardır muhakkak ancak bu sorumluluğun nasıl olduğunu söylemek zordur. Elbette bu konuda cevaplanması gereken çok soru vardır. Cevap aramak da gerekir.

Sayın Hocaoğlu “ellezi” nin tekil olduğu doğrudur. Yanlış ifade etmiş olabilirim ancak benim kasdettiğim “hangisi” diye sorduğunuz zaman birden çok şeyin olması gerekliliğidir.

Kıraat ile ilgili benim de bir sorum var: Mesela kesreli ifadelerden birini farklı okusak ne olur? Ya da "El hamdu lillahi rabbul alemin" şeklinde okusak ne olur?

Saygılar

Lütfi Hocaoğlu
04.09.2012
19:03

El hamdu lillahi rabbul alemin

derseniz Elhamdu: mübteda olur, Lillahi: elhamdu'nun hali olur, rabbul alemin: haber olur ve anlamı "Allah'a ait olan hamd alemlerin rabbidir" olur.

Sam Adian
05.09.2012
05:51

Sayın Hocaoğlu

Affıınıza sığınarak benim gibi gramer fukarası birini aydınlatacağınızı umuyorum.

Son yaptığınız tahlilin B şıkkı var mıdır diye sorsam umarım sizi yormuş olmam

İkincisi, bildiğiniz gibi, Kur'an ın bütün hitabı Rabdendir, yani bize hitap eder, ancak Fatiha suresi farklıdır, Burada hitap Rabbedir. Yani tam tersi. Bununla birlikte, Fatiha suresinin aslında tek bir isim cümlesi olduğu hususunda da sanırım bir fikir birliği vardı. Kimileri başlangıçta fiil cümlesi ile başladığını ve gizli bir "kul" ifadesinin olduğunu söylemekle birlikte, genel olarak tek bir isim cümlesinden ibaret olduğunu söyleyenler çoğunlukta, tabii yanlış hatırlamıyorsam.

Ancak ben gramer açısından yoksunum, kimileri haber cümlesinin merfu olması gerekitğini söylüyor vs. Ancak benim takıldığım başka bir husus var

Mesela tek başına "Rabbül Alemin" dersek ne olur,

ikincisi, Elhamdu lillah - Rabbül alemin, errahmanir rahim şeklinde ayırsak ne olur?

Eğer sizi yormayacaksa bu konuda fikirlerinizden yararlanmak isterim

Saygılar

Hüseyin Kayahan
05.09.2012
07:53

3. İletişimin kesildiğini, bilgi akışının durduğunu kim söyledi? Bunu benim söylemediğim kesin. Siz mefhum muhalefeti kabul ettiğiniz için böyle manalar çıkarmanız normal olabilir. Ben kitabın değişmezliği, lafızlarında hatta harlerinde bir artma ve eksilme olmayacağını belirttim. Normal mantıkla da; ben size bir mektup yazsam, orada kendimden, işlerimden, ailemden, buralardan bahsederim, sizden öğrenmek istediğim şeyler varsa onları sorarım, vs. Bunu yaparken de benim veya sizin için önemli olduğunu düşündüğüm şeyleri daha uzun ve detaylı, diğerlerini de öylesine zikreder geçerim. Normal olan budur, diye düşünürüm.

Kuran da bir mektuptur. İster Allah'tan, ister Rab'den gelsin. Dediğine göre de, bu onun son mektubudur. Bu son mektupta yukarıda dediğim hususa dikkat eder ve kendince önemli gördüklerini daha fazla ve detaylı anlatır, anlatmıştır, diye düşünürüm. Fakat benim bu kriterim elbette yanlış da olabilir.

Kitapta, ilk bakışta masal da denilebilecek geçmiş kişilerin başından geçenler uzun uzun anlatılır. Kitap sanki Musanın biyografi kitabıdır. Sanırım en fazla onu anlatmaktadır. Grup olarak düşündüğünüzde de en fazla "ben-i İsrail/Yakub'un çocukları" anlatılır. Bu kitabı bize aktaran Muhammed'in adı ise 4-5 kere geçer. Yukarıdaki kriter boyunca bu da mantıksız görünür. Ama bir mantığı vardır elbette, zira ön kabulümüz "Allah israf etmez" idi. Öyleyse bu uzun uzun anlatımlarda da bir israf olmaması gerekir. Bu konuların, yorumların arasında kaynayıp gideceği endişesi taşıyorum. Çünkü bunları derleyip, toparlayıp bir redaksiyon yapılaması zor görünüyor. Burada yazan 3-5 kişinin dışındakilerin de bir gün bunları okumasını ve değerlendirmesini istiyorsak, yeni konuları yeni makaleler şeklinde yazmalıyız, diye düşünürüm.

İbareyi yanlış hatırlamıyorsam; "Ütlu ma uhiye ileyke min kitabe rabbik" Rabbinin kitabından sana vahyolunanı tilavet et. Sizin söylediğiniz iletişim ve bilgi akışı ile ilgili delillerden birisi budur. Ben, bilgi akışı kesilmiştir, demedim. Tilavet ettiğimiz kitaptan bize vahyolunandır. Elbette buradaki "ke" için, bu yalnızca Hz. MUhammed'dir, çünkü ona vahyolundu diyenler vardır. "Ke" okuyan herkestir, diyenler vardır. Bu gibi ayrımlarda dilin kurallarının dışında bir sınır getirilemez diye düşünürüm. Mesela niye rabbin dedi de, sadece rab demedi. Kitaptan dese yeterdi, Rabbin kitabı dese yeterd,. Niye rabbinin kitabı, dedi. Buradan herkesin rabbi ayrı ya da Rabbin herkese kitabı ayrıdır, manası çıkaramayız değil mi? Çıkarabilir miyiz yoksa..?

Saygılarımla.

H.kayahan

Hüseyin Kayahan
05.09.2012
08:15

Yine aynı bağlam da; madem müellif, söyleyen Rabdir, öyleyse, niye "sana vayettiğimi tilavet et", "sana kitabımdan vahyettiğimi tilavet et" vb, demedi de, böyle söyledi?

Lütfi Hocaoğlu
05.09.2012
09:26

Sayın Adian,

Son yaptığınız tahlilin B şıkkı var mıdır diye sorsam umarım sizi yormuş olmam

Şöyle olabilir: Elhamdü: mübdelün mind ya da mevsuf, rabbu-l alemin: bedel ya da sıfat, ikisi birlikte mübteda, lillahi: haber olur. Bu durumda da "Alemlerin rabbi olan hamd Allah'a aittir" anlamına gelir.

Mesela tek başına "Rabbül Alemin" dersek ne olur,

Bu durumda hazf edilmiş bir mübteda var kabul edilir "hüve rabbul alemin" şeklinde olur. O alemlerin rabbidir olur. Böyle tek başına gelen durumlarda öncesi ve sonrasına göre hazf takdir edilir.

ikincisi, Elhamdu lillah - Rabbül alemin, errahmanir rahim şeklinde ayırsak ne olur?

Bu şekilde ayıramazsınız. Çünkü Errahmani, errahimi, maliki şeklinde sonları kesre ile bitmektedir ve önlerinde de harf-i cer olmadığı için mutlaka kendilerinden önceki kesreli bir isme bağlı olmak zorundadırlar. Bu da lillahi deki Allah lafzıdır.

Selamlar

Sam Adian
05.09.2012
09:45

Üstat

“Mefhum muhalefet” hususunda sanırım yanlış bir anlaşılma vardır. Bahse konu tartışmada, siz rü’yet meselesi ile ilgili olarak mefhum muhalefet yoktur demiştiniz. Benim bildiğim mefhum muhalefet “sen beni göremezsin” dediğiniz zaman, bir başkası da göremez manasına gelmeyeceğidir. Ancak ben bu konuda en azından “Geriye kalanların yani Rabbin dışındakilerin görülebileceğini ve bilinebileceğini” ifade etmiştim. Sanırım bu ikisi ayrı şeylerdir. Ancak, Rab ile ilgili olarak başkalarının da onu görmelerinin mevcut fizik alanında mümkün olamayacağını düşünüyorum. Daha once de ifade ettiğim gibi, bir çizgi film karakterinin onu üreten şeyi görmeye çalışması gibi bir şeydir bu. Tabii bana gore. Bu açıdan mefhum muhalefet tesbitiniz Doğru olabilir.

Kur’an metodolojisine gore değerlendirdiğimiz zaman, her ayetin bir eşinin olması gerekmektedir. Yani ayetler en azından çifter çifterdir. Birbirlerini açıklayan ayetlerdir. Anlatılan hikayelere baktığımız zaman ilginç bir sonuçla da karşılaşırız, her tekrarda mutlaka farklı bilgiler de vardır. Yani asılnda tekrar değil, birbirini açıklayan ifadelerdir. Ancak Kur’an da anlatılan ve geçmişte olup bittiği düşünülen şeylerin tam olarak geçmişte olup bittiğini düşünmek Doğru değildir. Eğer anlatılanlar bizi ilgilendirmiyor ve sadece birer hikayeden ibaret olsaydı, o zaman anlatılmasına da gerek yoktu.

Bu hikayeler arasında pek çok bilgi vardır ve pek çoğu henüz açıklığa da kavuşmuş değildir. Mesela Musa’nın döneminde yaşıyor olsaydınız, kriminolojiyi veya DNA’yı nasıl anlatırdınız? Veya kriminoloji deseydiniz veya DNA dan bahsetseydiniz kim anlayabilirdi?

Nasıl vahyedilmiş olursa olsun Kur’an ın neticede bir mektup olduğu doğrudur. Ama lafzın kendisini sınırlı tutmadığını da gözardı etmemek gerekir diye düşünüyorum. Bana gore her hikayenin, her cümlenin varlık alanında geçmişte ve gelecekte mutlaka karşılığı vardır ve olacaktır. Sadece geçmişte bir karşılığının olması da anlamsızdır bu bakımdan mantıklı da değildir. Zaman zaman bilimsel gelişmeleri öğrendikçe, ayetlerin kasdettiği mananın da açığa çıktığı bir vakıadır.

Iletişimin devamlılığı ile ilgili pek çok delil vardır. Olmalıdır da. Çünkü eğer olmasaydı, o zaman kitabın anlaşılması da mümkün olmazdı. Güncellenemeyen bir bilgi eksik olur. Belki Muhammed’e vahyolunduğu şekliyle bir daha olmayacaktır ama bu önemli de değildir. Çünkü iletişim devam ediyor.

Sanırım herkesin Rabbi ayrı değildir ama, herkesin ulaşabileceği bilgi ayrıdır. Kitap da bu açıdan herkes için farklıdır. Sorunuzla ilgili olarak: Eğer siz bir bilgi aktarıyorsanız ve bu bilginin sahibi değilseniz ne yaparsınız?

Vesselam

Sam Adian
05.09.2012
09:49

Sayın Hocaoğlu

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim,

Son bir sorum daha var (Söz veriyorum şimdilik başka sormayacam)

Rabb kelimesini isim kabul eder ve cümleyi burada başlatırsak ne olur?

Saygılar

Lütfi Hocaoğlu
05.09.2012
10:43

Sayın Adian,

İstediğiniz kadar sorabilirsiniz :)

Rabb kelimesini isim kabul eder ve cümleyi burada başlatırsak ne olur?

Rabb zaten isimdir. Çünkü sıfatlarda isimdir. Ancak Rabbi-l alemin şeklinde olduğu için mecrurdur yani sonu kesrelidir. Bir isim şu şekillerde mecrur olur:

1.Başına harf-i cer alarak

2.İzafette (isim tamalasında) muzafun ileyh olursa (tamlanan)

3.Yukarıdaki iki şekilde mecrur olan başka bir mecrur ismin sıfatı olursa

4.Yukarıdaki iki şekilde mecrur olan başka bir mecrur ismin bedeli olursa

Burada rabbi-l alemin mecrurdur ama öncesinde harf-i cer yoktur ve muzafun ileyh de değildir. Bu nedenle kendisinden önceki mecrur bir ismin sıfatı ya da bedeli olmalıdır. Bu da öncesinden geçen tek mecrur kelime li harf-i ceri ile mecrur olan Allah lafzıdır.

Bu nedenlerle cümle oradan başlayamaz.

Selamlar





Çok Yorumlanan Makaleler
Mete Firidin
Kuran'da Kölelik
27.12.2013 63879 Okunma
86 Yorum 08.01.2014 17:16
Lütfi Hocaoğlu
Fahişe ve Fahşâ
20.08.2015 39978 Okunma
81 Yorum 16.09.2015 00:08
Mete Firidin
Hz. Adem’in Kaburgası
25.04.2012 23146 Okunma
59 Yorum 28.04.2012 13:42
Hüseyin Kayahan
RUH, NEFİS ve DİĞERLERİ
4.05.2012 15590 Okunma
58 Yorum 13.05.2012 06:56
Mete Firidin
Miras ve Kelale Ayetleri
13.02.2014 28410 Okunma
53 Yorum 28.02.2014 13:04
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27163 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Mete Firidin
Nuh’un Gemisi ve Cudii
12.01.2014 24583 Okunma
45 Yorum 05.02.2016 23:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15272 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13503 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Lütfi Hocaoğlu
Bilgisayardan Kuran Öğrenmek. Ruhu-l Kuran Projesi
1.08.2009 16785 Okunma
34 Yorum 27.01.2024 09:00
Cengiz Demirci
Sam Adiyanı hakeme davet ediyorum
10.07.2012 14048 Okunma
34 Yorum 15.01.2013 10:44
Mete Firidin
Adem'in ve Havva'nın Hatası
2.03.2014 30213 Okunma
34 Yorum 10.03.2014 00:48
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12870 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK
27.07.2012 12156 Okunma
32 Yorum 15.08.2012 10:48
Mete Firidin
Amen ve Senetin
15.11.2012 35312 Okunma
31 Yorum 30.11.2012 13:47
Harun Özdemir
Evlenme hakkı üzerine
11.07.2012 11942 Okunma
30 Yorum 18.07.2012 19:12
Mete Firidin
Nuh’un Üvey Oğlu!
25.10.2015 31644 Okunma
28 Yorum 12.01.2020 17:30
Süleyman Karagülle
ABD Başkanlık Seçimi
19.11.2016 41395 Okunma
28 Yorum 19.12.2016 21:41
Mete Firidin
Homohabilis Havva ve Havvalar
20.04.2012 30673 Okunma
27 Yorum 15.04.2020 09:47
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34561 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-2, TANRININ AÇMAZI
2.08.2012 11065 Okunma
25 Yorum 06.08.2012 22:06
Cengiz Demirci
İlk karzı hasen kooperatifi
3.01.2013 21428 Okunma
25 Yorum 06.02.2013 20:31
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14454 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12252 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Mete Firidin
Nutfetin Emşâcin (99)
14.05.2013 29475 Okunma
24 Yorum 17.05.2013 15:16
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10524 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14009 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ YORUMLAR: SALSAL VE TUFAN HK.
13.10.2013 13067 Okunma
22 Yorum 18.10.2013 15:10
Mete Firidin
El Tur ve Tur-i Sina?
24.03.2013 38212 Okunma
21 Yorum 23.06.2021 12:46
Cengiz Demirci
Süleyman Akdemir'in Erbakan Vakfına Teklifi
4.02.2015 16968 Okunma
21 Yorum 17.02.2015 09:32
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53019 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50
Hüseyin Kayahan
ORUÇ ve RAMAZAN
29.06.2014 9747 Okunma
19 Yorum 20.07.2014 07:59
Mete Firidin
Hınzır
12.11.2018 12264 Okunma
19 Yorum 31.01.2021 23:14
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12324 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11420 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Mete Firidin
Şeriata Göre Kadınların Dövülebilmesi?
16.03.2014 20887 Okunma
18 Yorum 20.03.2019 10:45
Mete Firidin
Kuran’da Tasavvuf ve Lahid Köklü Kelimeler
8.05.2014 14348 Okunma
18 Yorum 10.05.2014 11:22
Süleyman Karagülle
D E R G I !
29.04.2017 9286 Okunma
18 Yorum 16.05.2017 08:11
Harun Özdemir
Adem Tiflis'te insan oldu!
26.06.2012 10413 Okunma
17 Yorum 05.07.2012 21:40
Mete Firidin
Cennetteki Khamr
28.05.2015 21041 Okunma
17 Yorum 29.05.2015 19:00
Reşat Nuri Erol
Türkiye, Adil Düzen ile Endülüsleşmeyi önler-2
1.04.2023 1425 Okunma
17 Yorum 01.04.2023 12:41
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-8
15.04.2023 1290 Okunma
17 Yorum 15.04.2023 05:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-11
24.04.2023 1197 Okunma
17 Yorum 24.04.2023 16:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-12
28.04.2023 1320 Okunma
17 Yorum 28.04.2023 10:03
Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012 19563 Okunma
16 Yorum 28.05.2024 14:30
Sam Adian
SLT ve SISTEM Toplu değerlendirme ve cevaplar
19.02.2012 11355 Okunma
16 Yorum 24.02.2012 01:08
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14312 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Mete Firidin
Adet Görmekteyken Kadın Namaz Kılabilir mi?
14.06.2018 12896 Okunma
16 Yorum 17.04.2020 16:27
Reşat Nuri Erol
Hocaların Hocası Ali Yakup Cenkçiler Hoca - 4
29.05.2021 3496 Okunma
16 Yorum 30.05.2021 17:12
Reşat Nuri Erol
Kur’an Nizamı açısından Millî Görüş Hareketi-5
27.03.2023 1387 Okunma
16 Yorum 28.03.2023 03:38


© 2024 - Akevler