Emine Hocaoğlu
25.04.2012
20:11
| Bakara 35 ayette sadece hitabı Âdem’e değil her ikisine söylenmektedir. Dikkatli okumanızı önerebilirim.
Bu ayette bahsedileni ben sizin gibi anlamıyor ve Adem’in erkek olarak güçlü olmasına bağlıyorum. Erkekle kadın farklıdır, farklı yaratılmışlardır. Kadın zariftir, narindir ve erkeklere göre de güçsüzdür. Bundan dolayı böyle demiş olamaz mı?
Ayrıca Kuran’da hitap erkek olsun, kadın olsun her ikisi içindir. Ama ayrı ayrı almıyorsa bundan kadınların muaf olduklarını göstermez. Allah erkek ve kadını birbirine muhtaç olarak yaratmıştır.
Taha 115 ayetini de diğer kaynakları temel alarak Havva’ya yüklüyorsunuz. Bana göre tam tersi bu olay Âdem’e hitap ediliyorsa Kuran’ı temel alarak Âdem suçlu diye düşünüyorum.
|
Mete Firidin
25.04.2012
20:20
| Havva'nın sorumluluğu subayın emrinde olan askerin sorumluluğu kadardır. Subay askeri yönetememiş ,tam aksine onun tavsiyesine uymuş olabilir. Olabilir diyorum çünkü, Eski anlatılarda bir doğruluk payı vardır diye düşünüyorum. Tekrar ediyorum ikiside sorumludur. fakat primer sorumlu Ademdir. Bu gün bunu toplumumuzda yaşıyoruz. kocası ateist olan ve fakat bu nedenle inancını yaşamakta çok zorlanan insanlar vardır. tarihde de böyledir. Mesala firavnun karısı. evli insanlarda primer sorumluluk hep erkeğe aittir. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
00:13
| Hava ile Adem’in durumunda tarafların birbirine sorumluluk yüklemesi mevzubahis değildir. Daha önceki makalenizde açıkça yazmıştım (Araf 19-27). Birinin diğerini kandırma, ayartma vs. durumu yok. Şeytan ikisini kışkırtıyor ve ikisini cennetten çıkarıyor. Olay bu.
Gelelim kayyum muhabbetine. Kayyum demek koca demek değildir. Ne yazık ki bu yanılgı oldukça yaygın! Kayyum eşiniz, babanız veya bunlar dışında bir erkek olabilir. Önemli olan sizi koruması ve takip etmesidir. En önemlisi kayyumunuz size denktir, yani hadim veya hakim değildir, dolayısıyla ortada ast-üst ilişkisini gerektirecek bir hiyerarşi de yoktur.
Bu korumaya gelince, bunun cinsiyetler arası fiziki veya sosyal farklılıklarla da bir ilgisi yoktur. Bu tamamen siyasi bir mekanizmadır. Erkek çalışma(para kazanma) ve güvenlikten sorumludur. Bu ona farzken kadına değildir. Kadın isterse bunları yapar. Bu anlamda sorumluluğu fazla olan erkeğin doğal olarak yetkisi de fazladır ve kadın üzerinde koruyucudur. Bir de nafaka olayı var. Bunu da şöyle anlıyorum; erkek kadını ve çocuklarını geçindirmekle mükellefse o zaman kadının iffetini de takip ve korumakla görevlidir dahası anca bu şekilde nafaka hakkı doğar.
Üstad Karagülle ile bu haftaki Anayasa dersinde güzel sonuçlara vardık, bu vesileyle onları da paylaşmak isterim.
Dedik ki; Leh ve aleyhte hakları leh ve aleyhte olandan başkasının kullanmasına temsilen kullanma denir. Bunlar da velayet, vekâlet, risalet, kefalet şeklindedir.
a) Velayette temsil edilen kimse veliye müdahale edemez.
b) Vekâlette vekil tasarruf eder ama müvekkilin sınırları içerisinde hareket eder.
c) Risalet ise sadece kendisine verilen görevi yapar. Kendisi mürsilin adına karar alamaz.
d) Kefalet ise tasarruflarda kefilin kendisinin de sorumlu olmasıdır.
İnsanın Adil Düzen topraklarındaki asıl olmayan pozisyonunu en iyi şekilde ifade ettiğini düşündüğüm bu kuralımıza “Temsil Kuralı” adını verdik.
|
Mete Firidin
26.04.2012
05:09
| Evet Kayyum koca demek değildir ama koca da bir kayyumdur. karısının kayyumu. bu genellikle böyledir. Kılıbıklar hariç. Ve hitap Ademedir. Çünkü ya Ademu diye başlar.
|
Mete Firidin
26.04.2012
05:13
| Sn cengiz bey: Kadın kısmı erkek secer: Ya zenginini, Ya akıllısını, yada yakışıklısını: Adem ve Ademin soyu muhtemelen bunların üçünede sahipti. üstelik belkide soyut düşüncesi nedeni ile romantikdi. Bu nedenle Denisov ve Neandertal kadınları Adem oğullarını tercih ettiler. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
09:00
| Kuran’da nida edatı 276 (يَا) yerde geçiyor ve hiçbirinde ikil ifade yok. Hitap ya tekil, ya çoğul ya da ismi cemedir yani topluluğadır, ki bu da zaten çoğul demektir. Biraz kaynak araştırdım, belki Arapçada ikil kullanılıyordur diye ama şiirde bile bulamadım. Muhtemelen Arapçada nida edatının ikil kullanımı yok. Tabii daha detaylı bakmakta fayda var. Kuraldır diyemiyorum. Ancak Taha suresi 40,41,42. ayetlerde:
يَامُوسَى (40) وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي (41) اذْهَبْ أَنْتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي
(Ey Musa, seni kendim için yetiştirdim, sen ve kardeşim ayetlerimizi (Firavun’a) götürün.)
geçen bu ifade tezimi destekler nitelikte. Burada da görev Musa ve Harun’a ancak hitap Musa’yadır çünkü O peygamberdir. Adem olayında da durum budur. Sen ve zevcen diyor, peygambere sesleniyor ama emir ve nehiyler ikisine de yapılıyor.
|
Mete Firidin
26.04.2012
09:16
| Evet ikiside sorumludur. fakat Havvanın sorumluluğu Ademe yüklenmiştir. Havvayı engelleyecek olanda Ademdir. Musa ve Harun örneği çok anlamlı. Hemen şunu Hatırlayalım: Taha 94 :Hârûn: “Ey anam oğlu! Saçımı sakalımı çekme. Şüphesiz ben, İsrailoğullarının arasını açtın, sözüme uymadın demenden korktum” dedi. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
09:56
| Biraz geç fark ettim Yusuf-41’de geçen يَاصَاحِبَيِ السِّجْنِ ifadesi ikile örnek ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Nida edatı atıfla gelmiyor veya özel isim olunca da gelmiyor. Bu ayette iki zindan arkadaşı olarak geçiyor. Ama Adem ve Hava özel isim olduğundan وَيَاآدَمُ وَحَوَّاءُ demezdi zaten. Bir de sorumluluk ilişkisini neye dayandırıyorsunuz? Ayette öyle bir ifade yok. |
Mete Firidin
26.04.2012
10:42
| Musa kıssasında Musa harundan hesap soruyor. Hatta onu sakalından çekiyor.
Taha : (92-93) Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn! Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin?”
Buradan anlaşılıyorki Musa Harundan sorumludur. İkisi de Alla karşı sorumludur. Ama Primer sorumlu Musadır. |
Mete Firidin
26.04.2012
10:45
| Musayı Allah kendim için seçtim deniyor. Ademide bizzat yarattım deniyor. Primer sorumlu Adem, Musa.... dır. Havva ve Harun da sorumludur fakat ikinci derecede dir. İkiside Resulun yardımcısı niteliğindedir. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
10:50
| Musa'nın başkan olduğunu hatırlatırım. Arada gayet açık siyasi bir hiyerarşi var. Harun O'nun veziri olduğu için tabii ki hesap verecek. Adem ile Hava'da bu ilişkiden bahsedemeyiz. Hiçbir delilimiz yok. |
Mete Firidin
26.04.2012
11:18
| Sen ve eşin denince, Sen haliyle başkan olursun. Adem de Zaten Resuldür. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
11:33
| |
Mete Firidin
26.04.2012
12:02
| Evet haliyle Allah birine hitab ederse, O resuldür. resülde başkandır. |
Mete Firidin
26.04.2012
12:07
| Ama siz ısrarla "eş başkan" sıfatını kullanmak istiyorsunuz. Eş başkan Adem ,eş başkan Havva, tuhaf değilmi. Tuhaf ama ısrar ediyorsunuz. |
Mete Firidin
26.04.2012
12:15
| ahkaf 35: O halde (Resûlum), peygamberlerden azim sahibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helâk edilir mi hiç!
Taha 115:Andolsun biz, daha önce de Âdem'e ahit (emir ve vahiy) vermiştik. Ne var ki o, (ahdi) unuttu. Onda azim de bulmadık. buradaki azimle neiçin ve neye karşı azimdir. tabiki ümmetlere karşı, Ademin ümmeti kim. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
12:22
| Haliyle diye bir ilmi açıklama olur mu hiç? Benim ısrar ettiğim falan yok. Ayette ne görüyorsam onu söylüyorum. Sadece akli veya örfi bir yol izlemek ilmi değildir. İlmi deliliniz yoksa gerisi 'bence' düzeyinde kalacak bir savunmadır. |
Mete Firidin
26.04.2012
12:50
| Haliyle, doğal olarak demektir. Sorun da görüşmeselesidir. |
Mete Firidin
26.04.2012
13:02
| Akli bir yöntem izlediğim doğrudur. fakat asla örfi bir yöntemim yoktur. Ben bütün atalarımın dinini terk ettim. Bazı şeyleride görmeniz gerekir. Israrım bundandır. Fatır 43:Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah'ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah'ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın. Şura 11:O, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu sûretle sizi üretiyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. Nisa 22:Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayasızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur. Nisa 23:Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları, sizi emziren (süt) anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, kadınlarınızın anneleri ve kendileriyle (gerdeğe) girdiğiniz kadınlarınızdan olup koruyuculuğunuz altında bulunan üvey kızlarınız -onlarla gerdeğe girmemişseniz, size bir sakınca yoktur-, sizin sülbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir araya getirdiğiniz (evlilik) haram kılındı. Ancak (cahiliyede) geçen geçmiştir. Şüphesiz, Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
Bu ayetleri nası tevil edeceksiniz? |
Mete Firidin
26.04.2012
13:05
| İnsanlığın da reddettiğini İslama mal ediyorsanız. Diyeceğim bir şey yok. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
13:18
| Bunu sizin de teyid etmeniz ne güzel! |
Tayibet Erzen
26.04.2012
13:27
| İslama mal edilen şey, sizin anladığınız gibi şu anda meşru kabul edilecek(!) yakın akrabalar arası evlilik mi?
Bu sonuca nasıl vardığınızı ayrıca merak ediyorum ama onun öncesinde şunu bilmek istiyorum; Kuran rehberliğinde vardığımız sonuçlar bize Adem ile zevcinin aynı zamanda yaşadığını, birinin diğerinden yaratıldığını ve denk olduklarını gösteriyorsa illa da başka yorumlar mı bulmaya çalışalım. Asıl olan bu gerçek bu kadar netken kabul etmemek açık bir red değil mi? |
Mete Firidin
26.04.2012
13:29
| İnsan dişisinin Ademden çok daha eski üç çeşit kadından üremesimi Teyid? Bu insanlardan şu anda dünyada milyonlarca bulunmasımı Teyid. En son bilimsel verilere göre değerlendirip teori oluşturmak mı örf? Yoksa kendin birşeyler uydurup illada onda ısrar etmek mi örf? Eğer adem ve eşi ikiz olsaydı , Ademden daha eski üç adet mitokondrial havva olamazdı! Bu bilimsel bir gerçektir. Ön yargılarınızı gözden geçiriniz lütfen. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
13:34
| Hayır, beş yorum öncesini Teyid :) |
Mete Firidin
26.04.2012
13:38
| Adem ve eşi tabii aynı zamanda yaşadı. Orada bahsedilen apaçık türün erkeği ve türün dişisi. Bunu anlayamamak basiretsizlikten başka birşey olamaz ya da inkar.
Allah rızası için teorinizi destekleyen bir tek bilimsel bilgi kırıntısı getiriniz. |
Hüseyin Kayahan
26.04.2012
13:40
| Tayibet hanım, Mete bey "erkekerkil" bir kafa yapısı ile söylüyor. Umarım eşi bu yazıları okumuyordur. Yoksa evde bazı sıkıntılar olacaktır. "kavvam" ibaresi ile ilgili Karagülle'nin İzmirdeyken yazdığı bir seminer veya makale olacaktı. Ona bakmak lazım. |
Mete Firidin
26.04.2012
13:42
| Oradaki insanlık kavramı "aklı selim insanlık kavramıdır. Yoksa israiliyat saçmalıklarına inanan insanlık değildir. Yazının temel amacı da zaten bu hastalıklı inanışları tedavi etmektir. Ama görüyorum ki tedaviye dirençli vakalar mevcut. |
Mete Firidin
26.04.2012
13:48
| yazıyı hanıma da okuttum beğendi, son cümle dışında. |
Tayibet Erzen
26.04.2012
14:07
| İnsaf, o kadar Kuran ayeti gösterdik hala kırıntı peşindesiniz. Bu arada rütbem düştü mü? |
Mete Firidin
26.04.2012
14:10
| Tasavvufcuların bir espirisi vardır: Evliya olmasına evliyasın da lafı kıçından anlamasan! |
Tayibet Erzen
26.04.2012
14:13
| |
Tayibet Erzen
26.04.2012
14:25
| Hüseyin Bey, Sanırım kastettiğiniz semineri buldum. 12 Ağustos 2000 tarihli, aşağıda paylaşıyorum. ...
بسم الله الرحمن الرحيم
الرجال قوامون على النساء بما فضل الله بعضهم على بعض وبما انفقوا من اموالهم فالصالحات قانتات حافظات للغيب بما حفظ الله و التى تخافون نشوزهن فعظوهن واهجروهن فى ا لمضاجع واضربوهن فان اطعنكم فلا تبغوا عليهن سبيلا ان الله كان عليا كبيرا
NİSÂ SÛRESİ 34. ÂYET
İSLÂM’DA DÖVME
الرجال El-RİCÂL: Arapçada konuşulurken cümleler birbirine “Ve” veya benzeri harflerle eklenir ve eklenmede söylenir. “Ben dün İzmir’den gelip konuşmamı yaptım” desem, bu bir bağlı cümledir. “Gelip” kelimesindeki “P” harfi bu bağlantıyı yapmaktadır. “Ben dün İzmir’den geldim, konuşmamı yaptım” desem, bu da bağsız cümledir. Birinci cümleyi ne zaman, ikinci cümleyi ne zaman söyleriz? İki sebeple bağsız cümleyi söyleriz. İki cümle arasında irtibat olmaz. Benim İzmir’den gelmemle konuşmayı yapmam arasında bir ilişki bulunmaz. O takdirde bağsız kullanırız. Yahut gelmemle konuşmam aynı şey olur. Eğer sadece konuşmak için geliyorsam “İzmir’den geldim” demek konuşma yaptım demektir. Ama bunu açıklığa kavuşturmak için ikinci cümleyi söylemiş olur. Bağlı cümlelerde ise geldiğimi ve o işi de gelir gelmez yaptığımı söylemiş olurum.
Bu bilgiyi belledikten sonra bu âyetin bağsız başladığını görüyoruz. Demek ki bundan önceki âyetle tam bir ilişki var demektir. Bu âyet ile bundan önceki âyet arasında tam bir aynılık vardır. Bu onun bir açıklamasıdır. Bundan önceki âyet mevaliye âyetidir. Bundan önceki âyette kadın ve erkeğin her birine anne, baba ve yakın akrabalarının bıraktıklarında bir dayanışma hakkı tanıdık demekte ve mirasın varlığından haber verilmektedir. Bu âyette de erkeklerin kadınlara kayyum koruyucu oldukları belirtilmektedir. Bu âyette dayanışma açıklanmaktadır. “Enfeku/ harcadılar” sözüyle işaret etmektedir.
BU MEVALİYE NEDİR?
Her canlının iki görevi vardır. Biri kendisini yaşatmak, diğeri de neslini yaşatmak. Nesil tek başına devam ettirilemiyor. Karşı cins ile birlik olmak gerekmektedir. Erkek ve kadın bu ikinci görevlerini yapabilmeleri için evlenmektedirler. Ortak çocuk yapmaktadırlar. Aralarında işbölümü yaparak çocuklarını büyütmektedirler. Yakınlar arasındaki dayanışma budur. Nesli yetiştirip devam ettirmedir. Biraz daha genişletirsek, insanların bir kısmı kendi başlarına hayatlarını devam ettiremiyorlar. Güçlü olanlar zayıf olanlara yardım etmek zorundadırlar. Bu mükellefiyet akrabalar arasında olmakta ve bunun karşılığında birbirlerine varis olmaktadırlar.
Miras hükmünden sonra erkek ile kadın arasındaki ilişki ele alınmaktadır. Kadın çocuk doğurmaktadır. Onları emzirip büyütmektedir. Buna karşılık erkek de ailenin nafakasını temin etmekte ve korumasını yapmaktadır. Kadınlar kendi başlarına aile içi görevlerini tek başlarına veya çok yakınları aracılığı ile başardıkları halde; erkekler tek başlarına görevlerini yapamıyorlar. Bunun için birlik olup ocak, bucak, il ve devlet şeklinde teşkilatlanıyorlar. Ancak bu sayede kollektif dayanışma içinde aile içi görevlerini yerine getirebiliyorlar. İşte bu âyet birinci âyetin izahı olduğu için aralarında bir atıf harfi getirilmemiştir.
Bununla beraber Nisâ Sûresi’nde bundan önce geçen âyetlerde karı - kocanın ikili ilişkileri üzerinde durulmuştur. Halbuki bu âyette kocanın karısına karşı hak ve görevlerinden değil de, tüm erkeklerin tüm kadınlara karşı ortak görevlerinden bahsedilmektedir. Bu da birbirinden ayrılmasını gerektirmektedir. Adeta konu değişiyor. İşte bu sebepledir ki aralarında “va” harfi getirilmemiştir. Oysa bundan sonra gelen hakemlikle ilgili bahisler ise bu âyete atfedilmiştir. Çünkü yargı kamu görevlerindendir. Korunma ve savunma konuları içindedir.
ال EL Harf-i tariftir. Hariçteki bilineni, zihinde bilineni, cinsi veya istiğrakı bildirir. Burada ahd için alındığında, yeryüzündeki bütün erkeklerin ortak görevi kadınlara kayyum olmaktır anlamına gelir. Ailede görev karı kocaya aittir. Karı koca bir görevi başaramadıkları zaman, görev ocağa, ondan sonra bucağa, ondan sonra ile, ondan sonra ülkeye, ondan sonra da insanlığa kadar gider. Böylece kademe kademe tüm insanlığın erkekleri dayanışma içinde olacaklar ve görevlerini yerine getireceklerdir. Bu anlayış içinde tüm insanlığın erkeklerinden oluşmuş kimseler anlamını taşımış olur. EL istiğrak için ise ocağın bütün erkekleri, bucağın bütün erkekleri, ilin bütün erkekleri veya ülkelerin bütün erkekleri kendi bucak, ocak, il veya ülkelerinin kadınlarına karşı sorumlu oldukları ortaya çıkar. Cins için geldiğinde herhangi bir toplulukta erkekler kadınlara kavvamdır mânâsı çıkar ki, burada erkeklerle kadınların sosyal sınıf olarak farklı görevleri olduğu ortaya konuyor. Nitekim daha önce kadın ve erkeklerin ayrı ayrı kazançları olduğu belirtilmişti. Görülüyor ki üç mânâsıyla da “EL” uygun mânâya delâlet etmektedir.
رجل RICL ayak demektir. İki sebeple erkeğe “recul ayaklı” denmektedir. Savaş veya avlanmaya gittikleri zaman oklarını düz bir yerde kurar, erkekler savaşa veya avlanmaya giderlerdi. Kadın ve çocuklar, hastalar, sakatlar çadırda kalırlardı. İşte erkekler gezdikleri halde kadınlar yerlerinde kalıyorlardı. Kalanlara “Nisâ” gidenlere de “Ricâl” denmekte idi. Savaş ve ava katılanların her birine “ayaklı” anlamında “recul” denmiştir. Erkeğe “recul” denmiş olmasının başka bir sebebi, 46 kromozomun hepsi kadınlarda düzdür. Erkekelrin de 45 kromozomu düzdür. Sadece bir tanesi ayaklıdır. Ayaklı olan kromozom kadında yoktur. İşte bu sebeple ayaklı kromozomu taşıyan insan anlamında erkeğe “recul” denmektedir. “Recul” erkek demektir. Ancak bu erkeklerin içine çocuklar, yaşlılar, hastalar, köleler dahil değildir. Askerlik hizmeti yapan erkekler kastedilmektedir O halde görev erkek olanlara değil de askerliğe katılıp savunma hizmetini gören erkeklerin adıdır. Askerlik hizmetini yapmayan kimse erkek sayılmaz. “Ricâl” ‘Recul’ün çoğuludur. Ancak bu sadece sayı çoğulu değildir. Aynı zamanda bir birliği bir beraberliği ifade eder. Nitekim “Nisâ” da sadece kadınlar değildir. Kadınların da birliğini ifade eder. Kadının Arapça karşılığı “ünsa”, erkeğin “zeker”dir. Karı koca olarak her birinin adı “mer’” ve “mer’e”dir. Kocanın adı “Ba’l”dır. “Nis^” ise savaşa katılmayan tüm zayıfları ifade eden bir kelimedir. Tekili yoktur. “Ricâl”in tekili “recul” ise de, “Ricâl” belli amaçla bir araya gelen kimseler için kullanılan bir cemdir.
İsim cümlesi olarak zikredilmesi bu kayyumluğun geçici olmayıp sürekli olduğunu ifade eder. İnsan toplulukları ikiye ayrılmaktadır. Bir kısmı tüketici grubudur. Bunlar “nisâ”dır. Diğerleri asker ve üretici grubudur. Bunlar “ricâl”dır. Bu bölünme aile içi hizmetten dolayı böyledir. Yoksa kadınlar da erkekler gibi hem üretime hem de savunmaya ehildirler. Üretime ehil oldukları yukarıda belirtilen kadınların kesbi kadınlara erkeklerin kesbi erkeklere aittir âyetiyle sabittir. Savunmaya ehil oldukları da kıyasla tesbit edilebilir. Biat âyetleri erkeklerle kadınların topluluktaki görevlerinin farklı olduğunu belirtir. Kadınlar için biatta:
i) Allah’a ortak koşmayacaklar.
ii) Hırsızlık yapmayacaklar.
iii) Zina etmeyecekler.
iv) Çocuklarını öldürmeyecekler.
v) El ve ayaklarının arasında iftira ettikleri buhtan ile gelmeyecekler.
vi) Marufda sana isyan etmeyecekler şeklindedir.
Burada kadınların cihat etmeleri hususunda biat alınmamaktadır. Oysa erkeklerle yapılan biat Hudeybiye Anlaşması’ndan önce yapılmıştı ve cihad biatı idi.
Tevbe süresinde erkeklerin vasıflarını sayarken; Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rüku edenler, secde edenler, marufu emredenler, münkeri nehy edenler ve Allah’ın hudutlarını muhafaza edenler diye saymaktadır. Oysa Müslim kadınlar, mümin kadınlar, kânıt kadınlar, taib kadınlar, abid kadınlar, sâlih kadınlar diye vasıflandırmaktadır. Yani onlara emri bi’l-marufu yüklememektedir. İşte bununla görevli olmayan kadınların bu sahalardaki sorumlulukları yoktur ve bu sebepledir ki bu sahada da onların yetkileri erkekler kadar yoktur. Ama kadınların kendilerine özgü görevleri vardır, orada da erkeklerin yetkileri yoktur. Allah’ın sınırlarını koruma işi erkeklere aittir. Nafaka yükümlülüğü erkeklere aittir.
Erkekler kendi görevlerini yapabilmeleri için devleti, kamuyu oluşturuyorlar. Bu görev aileye hizmettir. Devlet hâkim değil hâdimdir. Kadınların bu devlette görev almalarına yetkileri vardır. Kesb âyeti bunu gösteriyor. Ama bu devlet işinde görev alma yükümlülükleri yoktur. Erkekler ise görev almakla yükümlüdürler. Erkeklerin topluluklarına kadın katılma yetkisine sahiptir. Oysa kadınların topluluğuna erkek katılamaz. Kadınların oluşturdukları toplulukların erkeklerle bir ilgisi yoktur. Oysa erkeklerin oluşturduğu resmi kuruluşlar kadınlar içindir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus, “el-zukur= erkekler”, “el-buul= kocalar” denmemiş olmasıdır. Demek ki kayyum olan koca değil erkeklerin tamamıdır. Yine “el-Racul” de denmemiştir. Tek başına erkek kadının kayyumu değil, topluluğun erkekleri kadın ve çocukların, yaşlı ve sakatların kayyumudur. Kadınlar zayıf olanların yanında kalıp onların bakım ve gözetimini yaparlar, erkekler güçlü ayakları ile iş ve savunmaya giderler. Bu işbölümü hilkatın bölümüdür. Erkek doğuramamakta, süt verememektedir. Kadın da erkeklerle savaşacak güçte bulunmamaktadır. Kadının güzelliği erkekleri esir etmekte, erkeklerin gücü de kadınlara kayyum olmaktadır. Kadın erkek arasında böylece tabii denge kurulmaktadır.
قوم Qavm: Ağacın gövdesi anlamındadır. Ağaç asl yani köklerle tutunur, Kavm yani gövde ile tutunur, Şa’b yani dallar ile yayılır, Varak yani yapraklarla üretim yapar, Reyhan yani çiçeklerle meyve yetiştirir. Bir toplulukta erkekler insanlığı oluşturur. Kavm gövde olur. Şa’b dallar olur. Ricâl yapraklar olur. Üretim ve savunma yaparlar. Reyhan ise kadınlardır. Kadınlar çocuk yetiştirir.
İki çeşit topluluk vardır. Biri kökleri ile yere çakılmış gövde üzerinde duran dallar ile yayılmış ve yapraklar ile üretim yapan ve en üstte mutena yerde çiçekleri ile meyve yetiştiren ağaç. Tuba ağacı. Burada kadınlar en üstte mutena yerde yer alırlar. Tüm ağaç kökleri ile gövdesi ile çiçeklerin yardımcısı ve hâdimi bir ağaç. Oysa kökleri olmayan, oraya buraya sürüklenmiş, çiçekleri toprakta kirlenmiş zavallı bir ağaç. Burada hâkim olan gövde. Çiçekler ise yerde sürünmektedir. Böylece kamu hâdim olmaktan çıkıp hâkim devlet anlayışına girildiğinden ters yüz olmuş temsili ağaç olur. Kökleri havada, çiçekleri ise baş aşağı olmuş. İşte o “batı topluluğu”dur. Elbette orada kadın sorunu vardır. Bugünkü Müslümanların da kadın sorunu vardır. Çünkü Kur’an’ı, Tevrat’ı, İncil’i bırakıp Batı dünyasının Mısır’dan gelen Roma geleneği içinde hâdim devlet yerine hâkim devlet kurmuşlardır. Elbette onların sorunları ile karşı karşıya olacak ve sorunlarını kendi metotları ile çözeceklerdir.
Kur’an’ın önerdiği bâtıl düzen içinde hakkı yaşamak değildir. Bu mümkün olmaz. Hak düzeninin kurulması çabasıdır. İşte “Adil Düzen” bunun adıdır. İslâm düzeni bunun adıdır. Şeriat düzeni budur. Hak düzeni bunun adıdır. Bu yeni düzen silah zoru ile kimseye empoze edilmemektedir. Çünkü bu düzeni savunanların silahı yoktur. Orduları yoktur. Sineması yoktur. Basını yoktur. Üniversitesi yoktur. Zavallı çıplak halk grubudur. Ama bir şeyi vardır; Haklılığı. Tüm silahları perişan edecektir. Yerle bir edecektir. Bu zavallı halk değil, bu kainatı var eden Allah böyle yapacaktır. Sovyetler şimdi nerede? İbret alınmalıdır. Zulüm payidar olmaz.
İşte Kur’an burada erkeklerin kavvam olduklarını yani gövde oluşturduğunu beyan etmektedir. Başka âyetlerde de devleti aynı dili konuşan kavimlerin oluşturacağını beyan etmektedir. Yani devleti erkekler kurmaktadır. Kadınlar da isterlerse kendi kamularını oluşturur istediklerini yaparlar. Erkeklerin bu kayyumluğu sadece siyasi sahadadır. Ekonomi, din ve ilimde ise kadın ve erkek eşit olup burada oluşturdukları sosyal gruplar içinde kadın ve erkek tamamen eşit şartlar içinde yer alırlar. Kamu yani devlet vergisini alır, krediyi verir, yanı kredi karşılığı vergiyi alır. Sonrası tamamen serbestlik içinde halk kendisi üretim yapar ve burada kadın erkek eşittir. Kesb âyeti bunu açıkça ifade eder. Dini kuruluşlara siyasiler karışmaz, İslâmi kuruluşlara siyasiler karışmaz. Tam bir lâiklik vardır ve buralarda kadın erkek yani cinse dayalı bir iş bölümü yoktur.
“Kaim” ayakta duran demektir. “Kayyum” ise işletmelerin yönetimini üstlenen kimselerdir. Vakıfların mütevellileridir. “Kavvam” şiddetli bir şekilde ayakta duran demektir. Hükümdarların muhafızlarıdır. Yahut müesseselerin muhafızlarıdır. O halde âyetin mânâsı, erkekler kadınların korumalarıdır, şeklinde mânâ verebiliriz. Bir hükümdarın veya kişinin koruması ne ise erkek de kadın için odur. Burada herhangi bir hâkimiyet sözkonusu değildir. Bununla beraber erkek kadının paralı askeri değildir. Onun işbölümü yapmış ortağıdır.
İki türlü düşünce vardır. Biri, hakimiyetli düşünce. Güçlü olan diğerine hâkim olur, onu köle yapar ve kullanır. “Kul” kelimesi de buradan gelir. Kapitalistlerde sermaye sahibi efendidir. Kamu bu efendilerin paralı muhafızlarıdır. Sosyalizmde ise kamudaki yetkililer çiftlik sahibidir. Sermaye ise bu askerlerin kahyalarıdır. Bu anlayış hâkim anlayıştır. Kadın erkekler kadar üretici olmadığı ve erkekler kadar savaşamadığı için daima mahkum ve köle durumundadır. Kadın haklarını savunanlar kadını istismar etmek istemektedirler. Yoksa onların haklarını korumayı düşünmüyorlar. Zengin olanlar veya güçlü olanlar evlilik müessesesine karşıdırlar. Çünkü evli olan kadınlara ne güçle ne de para ile sahip olamıyorlar. Şehevi zevklerini tatmin edemiyorlar. Oysa evlilik müessesesi kalkarsa istedikleri kadınlara şehevi hisleri ile sahip olacak ve zevklerini tatmin edeceklerdir. İşte bu boşluğu yakalamak için kadınları kocalarından kurtarmağa uğraşıyorlar. Güya kadını erkeğin esaretinden kurtarıyorlar. Oysa bunların gayeleri kadını korumalarından kurtarıp pis arzularını tatmin ettikten sonra onu sokağa atmaktır. Bu sebepledir ki kadın haklarını savunan kadınlar değil erkeklerdir. Kadınların erkekleri esir etmiş sosyete kadınlarıdır. Kendileri kurtulmuşlar da başka kadınlarını kurtarmak istiyorlar güya. Evet, düşen düşeni sever.
Burada önemli olan husus erkeklerin kavvam olduklarının belirtilmesi, münkesir çoğulun değil de topluluğu ifade eden müzekker sâlim sığasının kullanılmış olmasıdır. Yani erkekler teker teker değil de oluşturdukları kamu ile kadınların koruyucusu oldukları belirtilmiş olmaktadır. “El-Ricâl” kelimesinden sonra “kaimetün” denmeyip “kavvâm” denmiş olması, ne kadar uyumluluğu ifade etmektedir ve ne kadar açık bir şekilde burada kocanın kadına hâkim olduğu mânâsından ne kadar uzak olduğunu göstermektedir. İşte “Kur’an’ın Mucizesi” budur. 1400 sene önce bugünkü insanlığın henüz ulaşamadığı bir anlayışı tüm dil kuralları içinde ifade etmektedir. İnsanlık bugün bile bunu anlayamamaktadır.
على GaLay: Harf-i cerdir. “Üzerine” mânâsınadır. “Kadınlar üzerine kayyumdurlar” anlamındadır. Kayyumluk bir tür hizmetkârlıktır. “Alâ” kelimesi ile bu hizmetkârlık üstünlüğe dönüştürülmüştür. Yani ne kapitalistlerin dediği gibi kamu sermayenin bekçisidir, ne de sosyalistlerin dediği gibi sermaye silahın kâhyasıdır. Biri diğerine üstün değildir. Ortaklık ilkesi vardır. Kadın ve erkek ortaktır. Ortaklık içinde kadına çocuk doğurup büyütme erkeğe de nafaka temin edip koruma görevi düşmüştür. Eşitlik ilkesi içinde erkekler kendi görevlerini yapmakta, kadınlar da kendi görevlerini yapmaktadırlar. Bu elitlik ve ortaklık ilkesi taraflara karşılıklı hak ve vecibeler yüklemiştir. İki taraf kendi görevlerini yerine getirirken birtakım yetkilere de sahip olmaları gerekmektedir. Yani görevler bölüşüldüğü gibi yetkiler de bölüşülmüştür. Evin içinde söz kadınındır ayni son kararı o verir. Evin dışında söz erkeğindir. Bu hususta kararı o verir. Mamafih yetki aile işlerinde sınırlıdır. Yani ortak işler için söz konusudur. Kendi özel işlerinde ise kadın bağımsızdır. Erkek de bağımsızdır. Birbirine karışmazlar ve karışamazlar. “Alâ” kelimesi bu eşitliği getirmektedir.
النساء El-NiSAe: Nesy kelimesinden gelmektedir. Nesy, savaşa veya avlamaya giden göçebe halkın konakladığı yerdir. Erkekler av ve savaşa çıkarlar; kadınlar, çocuklar, hastalar, sakatlar orada kalırlar. Burada kalanlara da “Nisâ” denmektedir. Göç kalkıp gittikten sonra son olarak burada bir şey gözetlerler. Burada unutulmuş şeye de “nesy eşyası” yani e kalan eşya demektir. “Unutma” kelimesi buradan türemiştir. Bazıları “nisâ” kelimesi ile “unutma” kelimesi arasında akrabalık kurarak kadınların unutkan olduğunu ileri sürmekte iseler de, bunun gerçekle ilgisi yoktur. Kelime aynı isimden “Nesy”den gelmiştir. Yer ortaklığı vardır. Yani aynı yerde bulunuyorlar. Ama aralarında bir ilişki yoktur. Böyle çok kelime bulabilirsiniz. Mesela, “fecr” kelimesi böyledir. Fecr, sabah demektir. Fecr, fitnelik demektir. İkisi de pınarın kaynamasından gelişmiştir. Biri ışık saçmak, diğeri de kötülüğü saçmaktır. Fecr ile fitneyi akraba saymak mümkün değildir. Kur’an’da Fecir Kur’an’ı övülmüştür. Nisâ çoğul bir kelimedir. Tekili yoktur. Nisâ kelimesi içine küçük çocuklar, hastalar, yaşlılar ve sakatlar da dahildir. Savaşa gitmeyen kimseler “nisâ”dır. “El-Nisâ”daki harf-i tarif “el-Ricâl”daki harf-i tarif gibidir. Ocak, bucak, il, ülke ve insanlık kadın ve çocuklarını içermektedir. “Nisâ” kelimesi belki lugat olarak çocukları içermeyebilir. Ama kıyas olarak hepsini içerir. Kur’an’ın deyimi budur. Yoksa “alâ nisai ve alâ evlâdihinne” denmiş olması gerekir. Erkekler eşitlik içinde kadınlara kavvamdırlar. Sözleşme gereği kavvamdırlar. Bir sigorta şirketi ile anlaştığınız zaman sizinle anlaşma yapar, şartlar koyar, mesela “kendin evi yakarsan ben ödemem” der. Hatta bunun ceza kanununda ağır cezası vardır. Erkekler kadınlar ile işbölümü yaparken onlara bazı şartlar koymuşlardır. Şöyle yapmayacaksınız, böyle yapmayacaksınız derler. Onlar da ona uyarlar. Uymazlarsa ne yapılacaktır? İşte bu âyet onu anlatmaktadır.
Burada İslâmiyet’i tam olarak anlayabilmek için genel felsefesini tekrar hatırlayalım. Allah yeryüzünü insanlık için yarattı. Hz. Adem’den kıyamete kadar herkesin sağ olsun olmasın burada hakkı vardır. Yaşayanlar ondan yararlanarak geçinirler. Karşılığında onu imar ederek çocuklarına devrederler. İnsanlar küçükken anne babaları tarafından büyütülürler, borçlanırlar. Bu borçlarını sonra çocukları büyüterek öderler. Erginler anne babalarına bakarlar, alacaklı hâle gelirler, yaşlanınca da bunu çocuklarından tahsil ederler. Bu düzen aile içinde başlar. Ocak içinde tamamlanır ve bucak içinde sosyal kurum olur. Herkes bu topluluk içinde doğar, yaşar ve gelişir. Topluluk içinde bulunanlar o topluluğun düzenine uymalıdırlar. İşte bu durum kişilerin serbestliğini kısmakta, istedikleri gibi davranma imkanını ortadan kaldırmaktadır. Bu kadın için de böyledir, erkek içinde böyledir. Serbest cinsi ilişki aile düzenini bozmakta, topluluk dağılmaktadır. Bu sebepledir ki bütün topluluklar serbest cinsi ilişkiyi yasaklamıştır. Bunun için de tedbirler almıştır. İslâmiyet’te de elbette böyledir. Ne var ki İslâmiyet insan haklarına o kadar saygılıdır ki kimseyi iradesi dışında bir noktaya zorla sokmamaktadır. Bunu için şu kuralları geliştirmiştir:
Özel hukukta kişiler hukuk ekolleri oluştururlar ve istedikleri ekol kurallarına göre diğer insanlarla ilişkiler kurarlar. Serbest akit sistemi budur. Sonra bağımsız kabileler hâlinde oluşurlar ve kamu hukukunu kendi sitelerinde gerçekleştirirler. Kadın - erkek ilişkileri içinde orada istedikleri kuralları koyarlar. İslâm devleti de olsa hiçbir kabilenin iç işlerine karışmaz. Onların ceza hukukunu da düzenlemez. Kur’an İslâm sitelerinin nasıl olması gerektiğini önermektedir. Ama İslâm devletinde de hiçbir bucağı, kabileyi bu kurallara uymaya zorlamamaktadır. Böylece insanların kendi hür iradeleri ile yaşama imkanları sağlanmıştır. Bu âyetteki kurallar İslâm sitelerine ait kurallar olup İslâm ili veya devleti sitelerin iç işlerine müdahale edemez.
İslâm daha da ileri giderek kişiler meskun sahaların dışına veya kendi evlerinde inzivaya çekilir ve yaşarlarsa ve bulundukları bucağın halkları ile temas etmezlerse, bunlara hiçbir zorlama yapılamaz. Onlar da tamamen hür olarak yaşarlar. Ancak eğer İslâm sitelerinde yaşıyorlarsa bu sitenin kurallarına uymak zorundadırlar Bu sitelerde erkekler kadınlara kavvamdır. Erkeklerin kadınlar üzerinde gözetleme görevleri olduğu gibi onlar üzerinde bazı yetkileri de vardır. Kadın isterse o topluluğu terk eder ve bu erkeğin yetkisinden kurtulur. Hicret serbesttir.
Burada bir hususa daha işaret etmek gerekir. Bir topluluk içinde iki grup oluşur ve birbirleriyle geçinemezlerse, hakemlerin kararlarına uymazlarsa, bir grup o yerden hicret edecektir. Bu grup hangisi olacaktır? İslâm sitelerinde bu grup hakemler tarafından belirlenir. Taraflar hakemlere giderler ve kimlerin hicret edeceklerine onlar karar verirler. Hakem kararlarına uyulmadığı takdirde Allah Müslümanlara kendilerinin hicret etmelerini emretmektedir. Yönetime isyan men edilmektedir. Burada bir hususa daha işaret etmek gerekir. “Alâ el-nis^” demiştir de “Nisâihim” dememiştir. “Nisâihim” deseydi çoğulun çoğula izafesi olurdu ve o zaman “her erkek kendi karısına kavvamdır” mânâsı çıkar. “Kavvamun”daki kurallı müzekker çoğulu buna mânidir. Burada da ona uyum göstererek izafe ile değil de harf-i tarifle tanım yapılmıştır. Bakınız biz hiçbir mânâyı kafamızdan atmıyoruz. Arapçanın kuralları içinde âyete mânâ veriyoruz.
Âyette bundan sonra erkeklerin kavvam olmaları sebebiyle bazı yetkilere sahip olduklarını açıklamaktadır. Unutmamak gerekir ki burada erkek deyince koca değildir. Erkek deyince teker teker erkekler değildir. Tüm erkeklerin tüm kadınlar üzerindeki yetkileri sözkonusudur. Bunun için Kur’an iki sebep saymaktadır. Her iki sebebin birbirinden tamamen bağımsız olduğuna işaret etmek için de “BiMa” kelimelerini tekrar etmektedir. Bu “BiMa”lardan erkelerin görevleri sebebiyle kavvamdırlar deniyor. Yani koruma ve savunma hizmeti erkeklere verilmiştir. Çünkü çocuk doğurup büyütmede kadınlar ehil olup erkeklerin böyle bir meziyetleri yoktur. Ortaklıkta kadına çocuk doğurup büyütme düşünce, erkeğe de nafaka ve savunma kalmıştır. Erkek bu işleri kadından iyi becermektedir. İkinci “BiMa” ise erkelerin kadınların üzerindeki yetkileridir. Bu yetkilerin sebebi de harcadıkları mal olarak gösterilmektedir. Aile yuvası ortaktır. Orada kaybolacak bir değer erkek için de kaybolacaktır. O halde herkes kendi değerlerini koruma hakkına sahiptir. Ortak çocuğun bütün hakları korunacaktır. Ortak malların bütün varlığı korunacaktır. Burada özel durum vardır. Anne rahmi de erkeğe ortak edilmiştir. Bu rahmin korunması da erkeğin hakkıdır. Ortak çocuk yetiştirmek için konan anne rahmi artık başka erkeklere kullandırılamaz. İşte burada erkeğin kadın üzerindeki hakkı ortaya çıkmaktadır. Aynı hak kadın için iddia edilemez. Çünkü erkekte ortak çocuk yetiştirecek bir organ yoktur.
Mütekabiliyet esası içinde erkek de başka kadınla evlenmesin denebilir. Bu abesle iştigaldir. Bunun başka mahzuru ortaya çıkmaktadır. Bu sefer diğer kadınlar koca bulamamaktadır. Onlar evlilik dışı ilişkilere kaymaktadır. Bu sefer birçok erkek evlilik dışı tatmin bulduğu için evlenmiyor. Bu sefer daha çok kadın kocasız kalıp daha çok erkeklerin evlenmesini önlüyorlar. Bu da aile müessesesini çökertiyor. Kadının iki erkekle evlenmesinin pek çok mahzurları olduğu ve hiçbir yararı bulunmadığı halde, erkeğin tek kadınla iktifa etmesinin bir yararı yoktur, zararı ise pek çoktur. Tüm düzeni çökertici mahiyettedir. Buna yapılacak bir itiraz vardır. Bu da eski karısını ihmaldir. Bunu da İslâmiyet mihir meselesi ile çözmüştür. Şöyle ki, evlenen erkek kadına boşanma tazminatını verir veya borçlanır. Boşanma olmazsa bu mehir mirasta hakkın yarılanması ile geri verilmiş olur. Boşanma olursa da tazminat ödenmiş olur.
i) Boşanma her zaman mümkündür. Kadın da erkek de tek taraflı olarak boşanmaya gidebilir. Ne var ki erkek boşamaya giderse verdiği mihri geri alamaz, vermemişse verir. Boşanma kadın tarafından istenmişse kadın mihri iade eder.
ii) Erkek kusurlu ise boşanma kadın tarafından yapılmışsa da yine kadın mihrini alır. Boşanma erkek tarafından yapılmışsa kadın kusurlu ise erkek mihir külfetinden kurtulur.
Kusur hakemlerce belirlenir ve kusur nisbetinde mihirde tenzilat söz konusudur. İşte bir kocanın ikinci kez evlenmesi kocayı kusurlu kılar, eski karının mihir alarak ayrılma hakkı doğar. Böylece ihmal edilen kadın zengin olarak yeni koca bulur. Sevgili değil koca bulur. Burada bir hususa işaret etmek gerekir. İslâmiyet’te remi nikah yoktur. Taraflar serbest sözleşme ile evlenir ve boşanırlar. Resmi memur huzurunda evlenme yoktur. Resmi kayıt da gerekmez. Bu tarafıyla İslâmiyet’teki evlenme Avrupa’daki arkadaşlık müessesesinden ibarettir. Kilise nikahıyla evlenenler kilise nikahının kurallarına uyarlar. Bugünkü Medeni Kanun nikahı usul itibariyle kilise nikahıdır. Elbette onun hükümlerine uymak zorunluğunda değildir. Ama kimse bu nikahla evlenmekle yükümlü değildir.
“Allah erkekleri kadından üstün kıldığı için” denmemiş, “Allah kimilerini diğerlerine üstün kılmıştır” denmiştir. Burada üstün olanın erkek olduğu belirtilmemiştir. Gerçekten herkes kendi sahasında üstündür. Kadın doğurma ve büyütme yönünden erkekten çok üstündür. Erkek de üretme ve savunma bakımından kısmen üstündür. Allah değişik özellikte yarattığı varlıkları birbirine muhtaç etmiş ve böylece birliği sağlamıştır. Bir çocuğa anne ve babayı birlikte sahip kılmıştır. Bu durumu başka gövde ve çiçek misali ile anlatmıştık. Benzer şekilde masa misali ile anlatalım. Masanın yüzü var, üstüne eşya konmaktadır. Gövdesi ve ayakları üzerindeki eşyaları taşımaktadır. Masanın üzerindeki eşya masanın üst yüzeyindedir. Bunlar çocuk ve yaşlılardır. Masının üst yüzü ise kadınlardır. Alt yüzü de erkeklerdir. Erkeklerle kadınlar ikişer ikişer birbirine kenetlenmiş bulunmaktadır. Alt yüzü de ayakların üzerine oturmaktadır. Ayaklar ise devlettir, kamudur. Kamu erkekleri taşır, erkekler kadınları taşır, kadınlar da çocukları ve yaşlıları taşırlar.
İnsan masanın üst yüzeyinde meydana gelir. Orada annesinin kucağında yetişir. Sonra alta gider, evlenir ve erkek olur. Yaşlanınca yine üste çıkarlar. Şimdi masayı ters çevirin. O zaman kadınlar alta erkekler üste gelirler. Ayaklar tepede olur. Devlet hâkim devlet olur. Bu takdirde kadın hakları, çocuk hakları sorunu ortaya çıkar. Gafil masayı doğru dürüst yerleştirdim sanır. O zaman çocuk ve kadın hakları değil, ezilen erkek hakları sözkonusu olur.
Kadınlar hizmetlerini, erkekler de çalışmalarını koyarak çocuk yetiştirme ortaklığını kurarlar. Erkekler beslenme ve koruma hizmetlerini yüklenirler. Artık ev erkeğin ve kadının ortak malı olmuştur. Çünkü kadının rahminde erkeğin ortaklığı vardır. Özel hukuk mülkiyeti içinde erkekler kadınlara kavvamdırlar.
BU KAVVAMLIK NEDİR?
i) Karı zengin kocası da fakir olsa bile evin nafakasını erkek temin eder.
ii) Bir yerde cinayet işlenirse ve faili bulunamazsa oradaki erkekler onları tazmin ederler.
Mallarından harcadıkları sebebiyle erkekler kadınlara kavvamdırlar. Ortaklık teessüs etmiş ve kadının döl yatağı da ortaklığa konmuştur. Artık ortaklığın değerlerini koruma sözleşme gereği erkeklere ait olacaktır. Erkekler tek başlarına bu işi başaramadıkları için ortak bir müessese oluşturmuşlar, kamuyu oluşturmuşlar ve bucak içinde birlikte erkekler kadınlar üzerinde kavvamdırlar. İsteyenler bucaklarını terk eder ve erkeklerin bu kavvamlığından kurtulurlar. Erkekler iç güvenliği sağlayamadıkları için kabileler birleşip illerini kurmuşlardır. Dış savunmasını da iller içinde yapamadıkları için illerini birleştirip devletlerini kurmuşlardır. Böylece bucak içinde erkekler eşlerinin koruyuculuk görevini yerine getirmektedirler.
İşte âyetin buraya kadar olan ifadesi erkeklerin kamuyu oluşturduğunu ve kamu içinde görevlerini yerine getirdiklerini ifade etmiş olur. Kadınlar askerlik hizmetlerine katılmadıkları gibi, işlenen cinayetlerde diyet ödemeye de katılmazlar. Diyetleri mümin erkekler öderler. Çünkü kamu güvenini sağlamak onların görevidir. Bu güvenlik sağlanamadığı zaman mağdur olanlara tazminat ödenir. Bu tazminat ergin erkekler tarafından ödenir. Kadınlar askerlik yapmakla yükümlü olmadıkları gibi kendi işledikleri suçların diyetlerini kendileri ödemiyorlar. Çünkü bu görev erkeklere yüklenmiş görevdir. Öyleyse bu yükümlülüğe karşılık bir takım hakları doğacaktır. Yetkileri olacaktır. Bu yetkileri kabul etmeyen kadınlar bu haklardan yararlanamazlar. O kabileyi terk etmek zorundadırlar.
Şimdi genel kural konduktan sonra bunun uygulama formülleri getirilmiştir.
KUR’AN MATEMATİĞİ 19 AĞUSTOS 2000
73. SEMİNER NOTLARI clubs.yahoo.com/clubs/adilduzen
www.adilduzen.8m.com
بسم الله الرحمن الرحيم
الرجال قوامون على النساء بما فضل الله بعضهم على بعض وبما انفقوا من اموالهم فالصالحات قانتات حافظات للغيب بما حفظ الله و التى تخافون نشوزهن فعظوهن واهجروهن فى ا لمضاجع واضربوهن فان اطعنكم فلا تبغوا عليهن سبيلا ان الله كان عليا كبيرا
NİSÂ SÛRESİ 34. ÂYET
İSLÂM’DA DÖVME - II
“Fa” harfi kullanılarak yukarıdaki genel kural aşağıdaki şekilde mekanize edilmiştir. Sosyal kurum hâline getirilmiştir. Kadınlar ve çocuklar, yaşlılar ve sakatlar iki grupta toplanırlar. Bunların bir kısmı kendi kendilerini koruma gücüne sahiptirler. Bunlar üzerinde erkeklerin herhangi bir özel koruma yetkileri yoktur. Genel güvenlik yeterlidir. Bir kısmı ise güçsüzdür, zayıftır. Kendilerini koruyacak durumda değildir. Bunlar üzerine özel korumaların atanması gerekmektedir. İşte bu özel korumalar da iki şekilde atanmaktadır. Bunlardan biri korunacak kimse tarafından seçilmektedir. Bu koruyucu korunan kimse tarafından değiştirilebilmektedir. Kadınlar bu gruptandırlar.
Her kadının kendi seçtiği bir velisi vardır. Bu velisi “Siyasi Dayanışma Ortağı”dır. Kur’an’da bu kimseye “nikahın düğmesi elinde olan kimse” denmektedir. Bu veli kadın tarafından seçilmektedir. Bu veli baba, kardeş, oğul gibi yakınlar olabildiği gibi koca da olabilir. Bu veli yabancı herhangi biri de olabilir. Kadın eğer bir tazminata mahkum olursa bu erkeğin Dayanışma Ortaklığı bunu tazmin eder.
Kadının böyle bir veliyi kendisine seçme zorunluğu vardır. Çünkü İslâm’da halk iki grupta toplanmıştır: 1. Askerlik hizmetini yapanlar siyasi haklara sahip olup ortak yönetime katılırlar. 2. Askerlik hizmetini yapmayanlar savaşa katılmak zorunda değildirler ama ülkenin siyasi yönetimine de katılamazlar. İlmi, dini ve iktisadi yönetime katılabilirler. Kadınlar ise askerlik hizmetine katılmazlarsa bile, eğer kendilerine seçtikleri özel koruyucuyu savaşçı erkeklerden seçerlerse ülke yönetimine onlar da katılırlar. Seçme ve seçilme hakları olur. Velilerini zimmilerden seçerlerse, o zaman onlar da zimmi olup ülke yönetimine katılamazlar. İşte bu sebepledir ki kadınlar kendilerine ergin silahlı erkeklerden birini kendilerine veli seçmek durumundadırlar. İstedikleri zaman da bu velilerini değiştirebilirler.
Kendi kabilelerindeki sözleşmelerine göre kadınlar bazı hususlarda bu velilerin iznine tâbi olarak hareket etmek zorundadırlar. Mesela, onların izniyle evlenebilirler. Ancak evleneceği kocanın velâyetini kabul ederek bu izne tâbi olmayabilirler. Daha doğrusu o koca kendisine nikahlanmasına izin vermiş olur. Kadını özel olarak gözetlemek, ona yapılacak tasalluttan korumak bu kendi seçtiği veliye aittir.
Velinin ikinci atanma şekli ise “tabii velilik”tir. Baba çocuklarının velisidir. Akıl hastalarının velisidir. Baba yoksa diğer yakınları onun yerine geçer. Bu çocuk veya akıl hastalarını korumak onlara aittir. Onlar bir suç işlerlerse bu tabii veliler tazmin ederler. Evin içinde bu velâyet kadına, evin dışında erkeğe aittir.
Kur’an kadınları iki gruba ayırdetmektedir. Bunların bir grup üzerinde kendilerinin seçmiş olduğu velilerin sadece belirli hususlarda müdahale yetkisi vardır. Bu hususlar site mevzuatına göre değişmektedir. Diğer hususlarda erkekler gibi tamamen bağımsızdırlar. İstedikleri hareketleri yaparlar. Bu kadınlar için üç vasıf sayılmaktadır:
i) فالصالحات Bu kadınların sâlih olmaları gerekir. Davranışları dengeli olmalıdır. Ne kendilerine ne de başkalarına zarar verecek halleri bulunmamalıdır. Bu sâliha kadılar sıfat olarak değil de isim olarak zikredilmiştir. Sâliha kadınlar şöyle şiöyle deyip iki özellik sayılmıştır. Sâlihanın karşılığı nâşizedir. Bununla erkekler de yükümlüdürler. “Sâlih erkek” olurlar.
ii) قانتات Kânıt kadınlar olmalıdır. “Kânıt kadın” demek, o sitenin mevzuatına uyum içinde olmalarıdır. Sâlih ameller kendi içtihatları ile yaptıkları amellerdir. Kânıt olma ise mevzuata ve yetkililerin verdiği emirlere uymadır. Maruf da itaat etmedir. Şüphesiz aynı yükümlülük erkekler için de sözkonusudur. “Kânıt erkek” olurlar.
iii) حافظات Allah’ın korumasını istediği iffetlerini koruyan kadınlar. Aynı özelliği erkekler de taşımalıdırlar. Bu nedir? Aşağıdaki kural içinde cinsi arzuları gemlemektir:
1- Kadın veya erkek gizli cinsi ilişkide bulunmayacaktır. Böyle bir ilişki kimlerin kimlere yakın olacağını ortadan kaldırır, sosyal ve biyolojik karışıklığa neden olur.
2- Kadın veya erkek birbirine yakın olan kimselerle cinsi ilişki kurmayacaklardır. Bu da sosyal ve biyolojik karışıklığa neden olur.
3- Kadın döl yatağını ortak ettiği erkekten temizlenmedikçe başkasına ortak etmeyecektir. Yani aynı zamanda rahminde iki erkeğin menisini birleştirmeyecektir. Bunun da pek çok sakıncaları vardır.
4- Kadın ve erkek bu tür eşlik anlaşması yapmadan cinsi ilişkiler kurmasalar bile böyle bir ilişkiye götürecek davranışlarda bulunmayacaklar, yani sevişmeyecekler ve flört yapmayacaklardır. Tabi evlenmeden sözleşme yaparak açık olmak şartıyla cinsi ilişkide bulunmadan da sevişme yapabilirler. Bu meşrudur. Gizlilik ve anlaşma dışında bunları yapmayacaklardır.
İşte kadına ve erkeğe Allah’ın yasakladığı hususlar bunlardır. Bunlara uyan kadınlar ve erkekler sâlih olan kimselerdir. ‘Beraat-i zimmet asıldır’ ilkesi içinde ve Kur’an’da bunlar doğrudan doğruya zikredildiğine göre her erkek ve her kadın sâlihtir. Sâlih olmadığı sabit olduğu zaman sâlih olmaktan düşerler.
SÂLİH OLMAKTAN ÇIKTIKLARI ZAMAN DURUM NE OLACAKTIR?
1- Kadın veya erkek yasak cinsi ilişkide bulunursa yüzer sopa vurulur. Böylece mahkeme kararı ile cezalandırılır. Burada erkek ile kadın arasında herhangi bir ayırım sözkonusu değildir. Sadece bir erkek iki kadınla evlendiği zaman zina olmaz ama bir kadın iki erkekle cinsi ilişki kurduğu zaman zina olmuş olur.
2- İkinci hal de kadın veya erkeğin bu yasak cinsi ilişkide bulunma hallerini sanat hâline getirmeleridir. Yani başka bir ifade ile -Kur’an ifadesi ile- fuhuş yapmalarıdır. Bunlara uygulanacak ceza ne olacaktır? Bu hususta kadınlar için sarih hüküm vardır. Kadınlar evlerde hapsedilir. Ancak onlara sahip çıkacak bir erkek ortaya çıkar ve onun velâyetini kabul ederse serbest bırakılır. Bunlar köleleştirilir. Erkeklere ait açık hüküm yoktur. Biz kendimiz bazı âyetlerin işareti ile “bu erkekler köleleştirilip hadım ettirilir” diyoruz. Buna ait delillerimiz, Kur’an’da hadımlığın bir müessese olarak kabul edilmiş olması ve hırsızlıktaki kol kesmeye kıyastır.
3- Üçüncü durum ise erkeğin zina yapmaması ama zinaya götürecek fiillerde bulunması, yabancı kadınlarla sevişmesidir. Bunlar sarmaş dolaş olsalar, flört yapsalar da zina cezası verilemez. Zina cezası ancak duhul varsa verilebilir. O halde bunlara ne yapılacaktır? Bunlara verilecek ceza “ta’zir cezası”dır. Ta’zir cezaları ocakların kabul ettiği cezalardır. Ocağı terk etmeleri halinde bu cezalar uygulanmaz. Kur’an’ın öngördüğü ta’zir cezası yalnız sürmedir. Onun dışında dövme cezalarının konup konamayacağı ihtilaflıdır. Konabilir. Erkeklere bu cezalar da uygulanabilir. Ama bu cezalar mahkeme kararı ile uygulanır. Mahkemenin kararı yoksa, o beldenin mevzuatında yazılı değilse başkan böyle erkekleri sürebilir. Burada başkanın re’sen yetkisi vardır.
4- Şimdi benzer durum kadınlar için de söz konusudur. O sitenin yasaklarına uymayıp o sitenin mevzuatında dayak cezası varsa hakemlerin kararı ile kadınlara da aynen uygulanır. Burada erkekle kadın arasında bir fark yoktur. Ancak başkan böyle bir durumda hakem kararı yoksa veya o belde mevzuatında yoksa kadınları süremez.
KADINLARA NE MÜEYYİDE UYGULANACAKTIR?
İşte burada kadınlar için özel durum doğmaktadır. Kadını özel velisi mahkemeye başvurarak kadının kısmen hacrini isteyebilir. Mahkeme bu kadının kendisini koruyacak durumda olmadığı, sâlih ve kânıt bir kadın olmadığı kararına varırsa, o zaman özel veliye ona bazı müeyyidelerin uygulanmasına mahkeme izin vermiş olur. İsteyen kadın bu zamanda da velisini değiştirebilir ve ona bu müeyyideleri uygulamayan veliye geçebilir.
و التى تخافون نشوزهن “Ellâtî tehâfûne nuşûzehunne” ifadesinden anlıyoruz ki “sizin havf edecek olduğunuz kadınlar” tabirini kullanmıştır. Bunlar “sâliha olmayan kadınlar”dır. “Nuşûz” demek “sâliha kadınların taşıdığı vasıfları taşımayanlar” demektir. Burada muzari sığası kullanılmıştır. Karar verilirken karar esnasındaki durum nazarı itibara alınacaktır. Geçmişteki durum değil. O anda kadın hakemlerce imtihan edilecek, sorular sorulacak, kendisinden alınacak cevaplara göre karar verilecektir. Bu bir fiilin karşılığı değil, o andaki durumdan oluşacak bir fiilin karşılığıdır. “Hiftum” kelimesi ile de bu ifade edilmektedir. Havfetme demek, gelecekten endişelenmek demektir. Burada cem’i müzekker sığasıyla ifade edilen korkma tamamen yargı için kullanılan bir ifadedir. Nitekim bundan sonraki âyette “ve in hıftum” diyerek yargı kurumu anlatılmaktadır. Tarafların hakemlerinin görevlendirilmesi istenmektedir. Burada “Nuşûz” çoğuldur, “Hunne” de çoğuldur. Çoğul ismin çoğula izafesi herkesin kendi nuşûzunu ifade eder. Mamafih nuşuz masdar da olabilir. Bu tür iffetsizlikte organize olmuş kadınlar olabilir. Bunlar için de aynı hükümler uygulanacaktır.
İşte burada Muta Nikahı Müessesesi ortaya çıkmaktadır. Böyle fuhuş yapacak kadınların bu sanatlarını devam ettirmelerine izin verilir. Genelev haramdır, yasaktır. Zina cezası müstelzimdir. Ama muta evleri meşrudur. Genelevden farkı şudur. Burada kadınlar gözetim altına alınmıştır. Kendilerine iş verilmekte, kendi geçimlerini çalışarak sağlamaktadırlar. Ayrıca gelen erkeklerle geçici nikah yapıp cinsi ilişki kurabilmekte ve bunlardan da ücret alabilmektedirler. Ne var ki bir erkekten ayrıldıktan sonra ancak üç ay geçtikten sonra diğer erkekle cinsi ilişki kurabilmektedirler.
Bugün genelev kadınları genelevlerde hapsedilmiş değil midirler?
İşte böylece hacredilmiş bir kadının özel velisine tanıdığı uygulama yolları Kur’an’da sayılmaktadır. Bunlardan biri de dövmedir. Ancak bu dövme zina cezasındaki dövmeden farklıdır. O tamamen ceza mahiyetinde dövme olup “celd” kelimesi ile kullanılmaktadır. Burada ise “dövme” sözkonusudur. Hacrın sebebi olarak kadının nuşûz etmesinden bahsedilmektedir. Başka âyette erkeğin de nuşûzundan bahsediliyor. Nuşûz kelimesi Kur’an’da sıklaşma ve sertleşme anlamında kullanılmış olup burada kişilerin karı koca olarak yüklenmiş oldukları görevleri yerine getirmez durumlara düşmesi şeriatın gereklerini yerine getirmemeleri anlamına gelmektedir. Neyin nuşûz olduğuna karar verme yetkisi sitelerin kendi mevzuatına, örfüne göre hakemler aittir. Bunlar zina suçundan hafif ama zinaya götüren fillerdir.
BURADA BİRAZ CEZA KURUMUNDAN DA SÖZ ETMEK GEREKİR
Hukuk düzeninde kişiler hürdür. Dilediklerini yapmakta serbesttirler. Adam öldürme gibi en ağır bir suçu işleseler de onlara mâni olunmaz. Herkes istediğini yapar. Ancak her fiilin bir karşılığı vardır. Sonraları mahkemeler tarafından o mevzuatta tesbit edilmiş olunan cezalar verilir. Genel kural kısastır. Öldüren öldürülür. Döven dövülür. Cezanın mantığı budur.
Ceza niçin verilmektedir? Bunu dört maksatta toplayabiliriz:
i) Cezadan maksat tenkildir. Kişiyi bir daha bu cezayı işleyemeyecek hâle getirmektir. Hapsederseniz, bir daha bu suçu işleyemez. Kolunu keserseniz, bir daha bu fiili işleyemez.
ii) Cezadan maksat caydırıcılıktır. Suçu işleyene cezanın verilmesinin sebebi bir başkasının bir daha böyle bir fiili işlememesidir.
iii) İntikam hislerinin dindirilmesidir. Suç işleyene karşı mağdurlar intikam almak isterler. Kan gütme başlar. Bunu dindirebilmemiz için cezayı topluluk verir. Artık karşılıklı savaş kesilmiş olur.
iv) Devletin gücünü göstermesi ve güvenin sağlanmasıdır. Kişi; “Bu ülkede devlet var. Bana kimse saldırıda bulunamaz. Ben de kimseye saldıramam.” diyebilmelidir.
İşte cezada mevcut bu dört hikmetin tahakkuku için kişiye yapılacak işkencedir. Ancak işkence ölçüsüzdür. Uygulayanın durumuna göre değişir. Oysa ceza ölçülü olmalıdır. Kişilerin özel davranışlarına bırakılmamalıdır.
Kısas hükümleri her zaman uygulanamaz. Diyete dönüşür. Tazminata dönüşür.
Batı Hukukunda cezalar devletçe verilmekte, ayrıca mağdurlara tazminat ödenmektedir.
İslâm Hukukunda kamuya karşı işlenen suçlara ceza devletçe verilmekte ve affedilmesi mümkün olmamaktadır. Kişilere karşı işlenen suçlara ‘cinayetler’ denmekte ve mağdur tarafın affetmesi sebebiyle diyete dönüşmektedir. Öldürülenin mirasçısı olmayan en yakını isterse affeder, diyete dönüşür; istemezse kısas uygulanır. Diyeti mirasçılar alırlar. Affın dışında da birçok hallerde kısas yerine diyete gidilir. Hataen öldürmelerde kısas yapılmaz. Suçun işlendiği yeri terk edip ayrılmada kısas uygulanmaz, diyet alınır. İslâm Hukuku ile Batı Hukuku arasında en büyük fark burada görülmektedir.
İslâm Ceza Hukuku ile Batı Ceza Hukuku arasında ikinci en büyük fark, Batı eziyeti hapis yoluyla gerçekleştirmekte, İslâm ise hapis yerine kol kesme veya dövme şeklinde gerçekleştirmektedir. Ancak bu dövme tamamen ölçülü dövmedir. Buna “celd” denmektedir. Kamçılama şeklinde gerçekleştirilmektedir.
Bu sistemler ta Mezopotamya ile Mısır arasındaki uygulama farklılığıdır. Henüz ilmi olarak hangisinin daha etkin olduğu ve az zayita sebep olduğu araştırılmış değildir. Henüz müsbet ilim son söyleyeceğini söyleyememiştir.
İslâm Hukukunda bu cezalar dışında “kefaret cezaları” ve “eğitim uygulamaları” vardır. Kefaret, ceza yerine bir iyilikle kötülüğün izalesidir. Tedip cezaları ise kalıcı bir iz bırakmadan veliler tarafından uygulanan cezalardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1) Tabii velilerin çocuklar veya akıl hastaları üzerinde uygulayacakları disiplin cezaları.
2) Askerlikte üstlerin astlara uygulayacakları disiplin cezaları.
3) Başkanların yönettikleri ergin erkeklere uygulayacakları disiplin cezaları.
4) Hacr edilmiş kadınlara velilerin uygulayacakları disiplin cezaları.
Esasen bunlara ceza denmez. Çünkü bunlardaki uygulama kişiyi istenen istikamete yöneltmedir. Geçmişte işlediği bir fiilin karşılığı değildir. Gelecekte işleyeceği bir fiili önlemedir.
Hukuk düzeninde böyle cezalar yoktur. Ancak çocuklara veya erlere hukuk düzeni uygulanmaz Ocak başkanı, kabile başkanı aynı zamanda komutan olduğu için erkeklere tedip uygulamaları yapabilir. Kadınlar çocuklara ve akıl hastalarına böyle bir uygulama yapamaz. Çünkü onlar asker değildir. Zimmilere de yapamaz. Bunların tabii velileri vardır. Yahut kendi seçtikleri velileri vardır. Onlar eğitim uygulamalarını yapabilir.
Kur’an bu uygulamayı hacredilmiş kadınlar üzerinde burada göstermiştir. Diğerleri kıyas yoluyla bu hükümden genişletilir. Kur’an disiplin uygulamalarını üç grupta toplamıştır:
1- Birincisi uyarılardır. فعظوهن “Fagızuhunne” ifadesiyle bu anlatılmıştır. Bugün de bu ceza sık sık kullanılmaktadır. Ancak Kur’an bunun veli tarafından bir vaaz şeklinde anlatılmasını emretmektedir. Kişiye yaptıklarının yanlışlığını sebepleri ile anlatıp onu yanlış yapmaktan alıkoymaya çalışmaktır. Şüphesiz bu en hafifidir.
2- واهجروهن فى ا لمضاجع İkincisi hicrettir. Kadınlara kocaları ile yatmalarını yasaklamadır. Koca tarafından böyle bir uygulama yapılabilir. Buna “îlâ” denir. Ne var ki erkek de bütün karılarından, hatta cariyesi varsa ondan da uzak durmalıdır. Kendi nefsine de aynı cezayı uygulamalıdır. Oysa burada velisi tarafından bu ceza verilmekte, erkek diğer kadınlarla görüştüğü halde bundan uzak kalarak kadının yola gelmesi sağlanmaktadır. Peygamberin diğer uygulaması da sosyal tecrittir. Kur’an’da da belirtilen bu tecrit kişiyle diğerlerinin konuşmamasıdır Bu çok etkin bir cezadır.
3- واضربوهن Üçüncüsü ise dövmedir. Bu dövmede en önemli husus kalıcı iz bırakmamasıdır. Velilerin yaptıkları disiplin dövmesinden dolayı dövülen kısas veya diyet talep edememektedir. Mesela, çocuğu döven annesine karşı baba bir diyet talep edemez. Anne de çocuğunu döven babasından kısas isteyemez. Komutan için de durum böyledir.
Kur’an’da kadının dövülmesi son derece açık bir şekilde ortaya konmuştur.
1) Sâlih kadınlar eğitim amaçlı da olsa dövülmezler. Hakkında mahkeme kararı olmayan her kadın sâlihtir.
2) Mahkeme kararı ile nâşız olan kadınlar velileri tarafından tedip uygulaması olarak dövülebilir. Kalıcı iz bırakılmamalıdır.
3) Kadını dövecek olan kocası değil, kendi seçtiği erkek velisidir. Kadın her zaman velisini değiştirebilir.
4) Asker olan erkeği ocak başkanı tedip amacı ile dövebildiği halde, kadını ve çocukları başkanlar dövemezler.
Bu âyette hacredilmiş bir kadının dövülmesi hususu burada bırakılmamıştır. Kadın eğer ıslah olmuşsa, artık kendisini koruyacak duruma gelmişse, o zaman velisinin isteği ile sâlih kadın hâline gelir ve hacr kaldırılır. Yahut kendisi mahkemeye başvurarak bu uygulamaya son verdirebilir.
فان اطعنكم فلا تبغوا عليهن سبيلا “İtaat ederlerse artık onlar üzerinde herhangi bir baskı yolu aramayın” demek suretiyle bu “hacr”ın kaldırılması hükmü getirilmiştir. Burada emir ve nehiyler kocalara değil, ricâl üzerine yani kamu yönetimi üzerinedir.
ان الله كان عليا كبيرا “Allah aliydir ve kebirdir” denmek suretiyle her zaman “hukuk düzeni”nin asıl olduğu belirtilmektedir. “Allah’ın halifesi olan devlet yücedir, büyüktür” denmek suretiyle son sözün kocalara hatta velilere değil, mevzuata ait olduğunu belirtir. Bu sebepledir ki asker komutanını seçme ve değiştirme özgürlüğüne sahiptir. Kadın da velisini değiştirme özgürlüğüne sahiptir. Dayanışma ortaklığında nasıl akile başkanını seçme özgürlüğü varsa, burada da aynı özgürlük sözkonusudur. Bu son ifade bu hükmü tesis etmektedir.
Bu âyet üzerinde söylenecek daha pek çok söz vardır.
Sizler üzerinde düşünürseniz Allah size mânâlarını ilham edecektir.
Yazan ve Anlatan: SÜLEYMAN KARAGÜLLE
Yayına Hazırlayan: REŞAT NURİ EROL
İŞLETME HAKKINDA BİLGİ
1- KENTLEŞME:
i) Çevre kirliliği doğduğundan.
ii) Trafik sorunu kentlerde çözülemediği için.
c) Kırlara altyapı gelmiş olduğundan.
iv) İşletmecilikte genel hizmetli ortaklık dönemi başladığından durmuştur.
2- GELECEĞİN DÜNYASINDA YAPILAŞMADA BİR DÖNÜMLÜK ARAZİDE 128 M2’LİK YAZ - KIŞ KALINABİLEN VİLLA TİPİ EVLERİN YAPILAŞMASINA GİDİLECEKTİR:
i) Köylerde ve şantiyelerde geçici evler.
ii) Yalılarda ve yaylalarda dinlenme evleri.
iii) Afetlerde ve savaşlarda acil yardım evleri.
iv) Siteleşmelerde ilk yerleşim evlerine de ihtiyaç olacaktır.
3- EVLER ÇAĞIN İHTİYAÇLARINA CEVAP VERMELİDİR:
i) Evler sökülüp taşınabilmelidir.
ii) Evler sağlıklı olmalıdır.
iii) Evler her bütçeye göre üretilmelidir.
iv) Evlerin enkazı çevre kirliliği yapmamalıdır.
4- İŞLETME “ADİL DÜZEN”E GÖRE OLACAKTIR:
i) Bilgisayarlı genel hizmet merkezleri oluşturulacaktır. Bu genel hizmet üretimden bir pay alacak, hizmetleri bedava yapacaktır.
ii) Herkes verdiklerini ve aldıklarını genel hizmet muhasebesine bildirerek ortaklıktan borçlu ve alacaklı olacaktır. Bu borç ve alacağına karşılık mamul evlerden bir pay sahibi olacaktır. Bu payların borsası oluşturulacaktır, mamuller paylarla satılacaktır. Mamul almak isteyen yeteri payı sağlamak zorunda olacaktır.
iii) Ham madde, ara madde ve mamul maddelerin değerleri stok seviyelerine göre bilgisayarca hesaplanacak, buna göre arz ve talep edilecektir. Tesis kira payları, emek payları, ham madde payları ve dayanışma payları mamulden bir pay olarak verilecektir.
iv) Ağaç evler bir merkezde imal edilmeyecektir. Yaygın olarak belirlenen fiyatla herkes katkıda bulunabilecektir. Sadece İzmir’de Özdemir Çelik Döküm Tesisleri’nde “Araştırma ve Proje Merkezi” olacaktır.
5- İŞLETME ORTAKLIK SİSTEMİ İLE ÇALIŞACAKTIR:
i) Arsa koyanlara %25
ii) Altyapı getirenlere %25
iii) Kereste ve demir koyana %25
iv) İşçilik yapanlara %25 villalar verilecektir.
Her ana ortak birer ortaklık şeklinde oluşacak;
vergi, sigorta ve genel hizmet payları kendilerine ait olacaktır.
|
Tayibet Erzen
26.04.2012
14:40
| Kavvam konusu için 291. seminer olan 2005 tarihli Nisa suresi tefsirine de bakılabilir. |
Mete Firidin
26.04.2012
15:04
| Sökme sökme. Sen birtanesin , yerin doldurulamaz. |
Hüseyin Kayahan
26.04.2012
18:31
| Tayibet hanım, gerçekten müthişsiniz, çok hızlısınız. Nasıl da buldunuz eski semineri. Karagüllenin bir de tam olarak ibareyi hatırlamıyorum ama, "yeminin ipini elinde tutan, ya da nikat akdinin anahtarını veya kilidini veya ipini ellinde tutan erkek kişi" gibi bir ibareyle ilgili semineri veya makalesi vardı. (çünkü orada da kadın adına görevli veya yetkili bir erkekten söz ediliyor) Onu da bulursanız ve yayınlarsanız iyi olur, bakalım erkekler kadınlara hakim mimiş, yoksa hadim mimiş öğreniriz...! Saygılarımla. H.Kayahan |
Süleyman Karagülle
26.04.2012
18:56
| Tıb Doktoru Sayın Mete Firidin Bey'e
O mahiler ki Derya içredir. Deryayı bilmezler.
Kromozomlar, fernuar gibidir. Fermuarın bir başlangıcı vardır. İki tarafı orada yerleştirirsiniz. Sonra kitleyecek olan parçatı çekersiniz sonra da kapatırsınız. Böylece birbirine bağlanırlar. Kromozomlar da böyledir. İnsandaki 23 çift kromozomun birer merkezi vardır. Oradan iki tarafa kilitlenmeye başlar ve sonunda iki taraf da kapanır. Her kromozomun bu merkezi farklıdr. Böylece demek ki 23 çeşit merkez vardır. 46 da fermuarı kitleyen bir araç vardır.
Fermuarda erkek ve dişi faraf aynıdır. Oysa kromozom da erkekle dişi farklıdır. İki çeşit çift vardır. Yani dört eş vardır. Bunlardan bir taraf uygun şekilde üçer üçer dizilirler. Her üçü bir aminoasit tutar. Böylece istediğimiz örgütü örer. Fermuarın karşısında herbirinin eşi bulunur. Yanı fermuarın iki tarafı aynı değildir. Ama tamamen eşlerden oluşmuştur.
Bir kromozomda milyonlarca eş vardır. Karşı tarafta da onun eşleri vardır. Bir tanesi eksik olsa fermuarın çalışmaması gibi kromozom çifti eşleşemez. Bunlardan birinin sırası değişse yine eşleşme olmaz.
İnsandaki 23 çift kromozomun her biri ancak böylece eşleşmekte ve böylece insan nesli devam etmektedir. Böyle eş kromozomlara sahip olan varlıklara aynı tür diyoruz. İnsan bir türdür. Diğer türlerde olduğu gibi kedisine benzeyen bir annenin karnında melekler tarafından düzenleme yapılmış, tamamen yeniden programlanarak yeni tür ilk hücre meydana getirilmiş. Hücre bölünmüş iki hücre olmuş. Melekler yine müdahale ederek X kromozomlarından bazısını koparıp atarak bazısını da değiştirerek, Y kromozomu yaparak erkeği oluşturdular. Bunlar anne karnında çoğaldılar, doğdular. Anaları bunları büyüttü 15 yaşlarına geldiler. Bunun erkeğinin adı Adem oldu. Diğeri ise Tevratta Havva oldu.
İnsandaki 23 kromozomdan yalnız Y kromozomu babadan gelmektedir. Babaya gelen Y kromozomu yalnız babadan gelir. Erkeğe de X kromozomu anneden gelir. Her türün eşi ancak ikiz yumurtadan oluşabilir ve ikizi bir bölünmede ortaya çıkar. Sadece babanın X kromozomundan biri kısaltılarak Y kromozomu yapılır. Erkeklerin Y kromozomu sayaç konmuş nesil sayısını bilmekteyiz. Kadının da kromozom dışı Mitokondrial DNA’sına saat konmuş onun da yaşını bilmekteyiz.
Mitokondrial DNA’da eşleşme olmadığı için, sadece bölünme ile çoğaldığı için insan olmayan anadan aynen intikal edebilir. Bu sadece enerji ürettiği, başka hiç bir özelliği ile canlıya etki etmediği için diğer organlar gibi insan olmayan analarına benzeyebilir. Bizim maymunlara benzeyen yalnız mitokondrial yapımzı değil, birçok yanımız benzemektedir. Mesela omurgamız tüm omuragalılara mememiz tüm memelilere benzemektedir. Meme de yalnız kadında vardır. O halde ilk memeli var edildiğ zaman vardır diyemeyiz. Çünkü fermuarın bazı dişlerinin benzemesi değil her dişin ayrı ayrı benzemesi gerekmektedir.
Biyolojik olarak hiç bir tereddüt olmayacak şekilde kesin olan bu gerçek, insandaki bir özelliğin 200 000 sene önceki analar benziyor diye Havva’yı oralara kadar götürmek. Hiçbir mantıkla açıklanamaz. DNA bilgisi buna kesin mani olduğu gibi görünürdeki canlılardan da böyle her hangi birine rastlanmamaktadır. Yani erkeği başka, dişisi başka kromozoma sahip olan iki cins çiftleşecek ve erkeğin türü doğacak. Bu DNA ilmine aykırı olduğu gibi gözlemlerde de böyle bir şeye rastlanmamaktadır.
Mete Bey’in var sayımlarında, topraktan yoğrularak Adem’in oluşturulmasından daha mantıksızlık vardır.
Mete Firdin, Sam Adian ve Cengiz Demirci ile yaptığımız tartışmalar şunu gösteriyor ki birbirimizi ikna etmemiz mümkün değildir. Bu tartışmaların iki yararı vardır. Biri biz bilgilerimizi sağlam hale getiriyoruz. Diğeri de bizden sonra gelenler, doğuşları daha kolay tercih ederler.
Herkesten Allah arzı olsun. İnandıklarını savunduklarına kanıyım. İnşallah cennette de beraber olacağız. Ayrıca gerçeklerin ortaya çıkmasına hizmet ediyorlar.
Selamlar
|
Mete Firidin
26.04.2012
19:35
| Tamam tamam, dünya yuvarlak değil, bizide leylekler getirdi. Bu makaleler erken yazılmış makalellerdir. İnşallah 10 yıl sonra aynısının tıpkısını yazarım. O zaman kabul görür. |
Mete Firidin
27.04.2012
09:04
| Furkan 35:Andolsun ki biz Mûsâ'ya kitap verdik ve kardeşi Hârûn'u, ona vezîr ettik. |
Mete Firidin
27.04.2012
09:20
| Neandertallerin kromozom sayısı 46 dır. Homo sapiens ile aynıdır.
Our updated Terms of Use will become effective on May 25, 2012. Find out more.
Archaic human admixture with modern Homo sapiens From Wikipedia, the free encyclopedia
Jump to: navigation, search
Archaic human admixture with modern Homo sapiens is known to have occurred at least twice in history: with Neanderthals, and with the Denisova hominin. A minimum estimated 1% to 4% of the DNA in Europeans and Asians (i.e. French, Chinese and Papua probands) is non-modern, and shared with ancient Neanderthal DNA rather than with Sub-Saharan Africans (i.e. Yoruba and San probands).[1][2] A minimum additional estimated 4-6% of Melanesian DNA is from the archaic Denisovan hominins from Asia.[3] Recent DNA analysis also indicates Sub-Saharan African admixture with a now extinct archaic population, possibly Homo Erectus.[4]
Contents [hide]
1 Neanderthals
1.1 History
1.2 Genetics
1.3 Anatomy
2 Denisova hominin
3 Archaic Admixture in Africa
4 See also
5 References
[edit] NeanderthalsVarious theories of Neanderthal admixture in modern human DNA, i.e. the result of interbreeding of Neanderthals and anatomically modern humans during the Middle Paleolithic have been debated throughout the 20th century, and in terms of genetics throughout the 2000s.[5][6]
In May 2010, the Neanderthal Genome Project presented preliminary genetic evidence that interbreeding did likely take place and that a small but significant portion of Neanderthal admixture is present in modern non-African populations. The interbreeding hypothesis is a controversially discussed scenario of Neanderthal extinction, the disappearance of Neanderthal traits from the fossil record about 30,000 years ago. Nonetheless, and according to recent genetic studies on genomic DNA, modern humans seem to have mated with "at least two groups" of ancient humans: Neanderthals and Denisovans.[7] However, modern humans do not share any mitochondrial DNA with the Neanderthals,[8] an observation that puts constraints on the possible types of successful mating patterns,[9] since mitochondrial DNA in primates is exclusively maternally transmitted.
[edit] HistoryThe hypothesis, variously under the names of interbreeding, hybridization, admixture or hybrid-origin theory, has been discussed ever since the discovery of Neanderthal remains in the 19th century, though earlier writers believed that Neanderthals were a direct ancestor of modern humans. Thomas Huxley suggested that many Europeans bore traces of Neanderthal ancestry, but associated Neanderthal characteristics with primitivism, writing that since they "belong to a stage in the development of the human species, antecedent to the differentiation of any of the existing races, we may expect to find them in the lowest of these races, all over the world, and in the early stages of all races".[10]
In the early twentieth century, Carleton Coon argued that the Caucasoid race is of dual origin consisting of Upper Paleolithic (mixture of H. sapiens and neanderthalensis) types and Mediterranean (purely H. sapiens) types. He repeated his theory in his 1962 book The Origin of Races.[11]
Stan Gooch in Personality and Evolution (1973) and The Neanderthal Question (1977) develops a theory of Neanderthal/Cro-Magnon hybridization, based not on an examination of anatomy but of his understanding of modern human psychology and society, which he claimed owes a significant debt to Neanderthal culture. Gooch's theories were dismissed by academia. Gooch refined his theory in Cities of Dreams (1989) and The Neanderthal Legacy (2008).
The focus of the debate shifted from the study of anatomy to archaeogenetics in the 2000s and to the study of ancient DNA with the Neanderthal Genome Project, beginning in 2006.
The question of Neanderthal/Cro-Magnon hybridization is reflected in 20th century popular culture, in works such as La Guerre du feu (1911), Dance of the Tiger (1978, 1980) by Finnish palaeontologist Björn Kurtén, and the Earth's Children series by Jean M. Auel, published from 1980.
[edit] GeneticsFurther information: Neanderthal Genome Project and admixture mapping
A draft sequence publication by the Neanderthal Genome Project in May 2010 indicates that Neanderthals share more genetic lineages with non-African populations. According to the study, this scenario is best explained by gene flow from Neanderthals to modern humans after humans emerged from Africa. An estimated 1—4% of the DNA in Europeans and Asians (e.g. French, Chinese and Papua probands) is non-modern and shared with ancient Neanderthal DNA rather than with Sub-Saharan Africans (e.g. Yoruba and San probands). Though less parsimonious than gene flow, ancient sub-structure in Africa, could account for the higher levels of Neanderthal lineages detected in Eurasians. [12]
No evidence supporting this has been found in mitochondrial DNA analyses of modern Europeans, suggesting at least that no direct maternal line originating with Neanderthals has survived into modern times.[13][14][15]
Variation in microcephalin, a critical regulator of brain size whose loss-of-function by damaging mutations may also cause primary microcephaly, was claimed to be the strongest evidence of admixture as of 2007. One type of the gene, known as D, has a high worldwide frequency (~70%), but a young coalescence age to its most recent common ancestor, ~37,000 years ago. The remaining types (non-D) coalesce to ~990,000 years ago, while the separation time between D and non-D is estimated at ~1,100,000 years ago. An evolutionary advantage of D is possible but controversial.[16]
The distribution of the D allele, high outside Africa but low in sub-Saharan Africa (29%), has been suggested to indicate involvement of an archaic Eurasian population, and estimates of the divergence time between modern humans and Neanderthals based on mitochondrial DNA are in favor of the Neanderthal lineage as the most likely archaic Homo population from which introgression into the modern human gene pool took place.[17][18] However, according to Svante Pääbo, ancient DNA from Croatian Neanderthal fossils found at Vindija shows that they carried the non-D allele of microcephalin, and there is no evidence for admixture or introgression.[19][20] A study published in May 2010 found that a Neanderthal individual from Mezzena Rockshelter (Monti Lessini, Italy), possessed the ancestral version of D, rather than the derived version which is common among Eurasian populations. The study did not rule out interbreeding between Neanderthals and modern humans but indicated that the particular DNA sample provided no support to the theory that Neanderthals contributed the derived allele of D to modern humans.[21]
Based on a 2001 study of the gene that results in red-headedness,[22] some commentators speculated that Neanderthals had red hair and that some red-headed and freckled humans today share some heritage with Neanderthals.[23][24] A 2007 study analysing Neanderthal DNA found that some Neanderthals were red-haired, but the mutation to the MC1R gene which caused red hair in Neanderthals is not found in modern humans.[25]
There is evidence that some immune related genes are of Neanderthal origin. HLA-C*0702, found in Neanderthals, is common in modern Europeans and Asians but rarely[26] seen in Africans. It is thought that this immune gene may have been picked up by humans after leaving Africa to help deal with European diseases that the Neanderthals had evolved defenses for.[27]
[edit] AnatomyThe most vocal proponent of the hybridization hypothesis on anatomical grounds has been Erik Trinkaus of Washington University.[28] Trinkaus claims various fossils as hybrid individuals, including the "child of Lagar Velho", a skeleton found at Lagar Velho in Portugal dated to about 24,000 years ago.[29] In a 2006 publication co-authored by Trinkaus, the fossils found in 1952 in the cave of Pestera Muierii, Romania, are likewise claimed as hybrids. [30]
In his work Neanderthal, Paul Jordan points out that without some interbreeding, certain features on some "modern" skulls of Eastern European Cro-Magnon heritage are hard to explain.[31] In another study, researchers have recently found in Peştera Muierilor, Romania, remains of European humans from 30 thousand years ago who possessed mostly diagnostic "modern" anatomical features, but also had distinct Neanderthal features not present in ancestral modern humans in Africa, including a large bulge at the back of the skull, a more prominent projection around the elbow joint, and a narrow socket at the shoulder joint. Analysis of one skeleton's shoulder showed that these humans, like Neanderthal, did not have the full capability for throwing spears.[32]
The paleontological analysis of modern-human emergence in Europe has been shifting from considerations of the Neanderthals to assessments of the biology and chronology of the earliest modern humans in western Eurasia. This focus, involving morphologically modern humans before 28,000 years ago, shows accumulating evidence that they present a variable mosaic of derived modern human, archaic human, and Neanderthal features.[30][33][34] Studies of fossils from the upper levels of the Sima de las Palomas, Murcia, Spain, dated to 40,000 years ago, establish the late persistence of Neanderthals in Iberia. This reinforces the conclusion that the Neanderthals were not merely swept away by advancing modern humans. In addition, the Palomas Neanderthals variably exhibit a series of modern-human features rare or absent in earlier Neanderthals. Either they were evolving on their own towards the modern-human pattern, or more likely, they had contact with early modern humans around the Pyrenees. If the latter is the case, it implies that the persistence of the Middle Paleolithic in Iberia was a matter of choice, and not cultural retardation.[35]
Modern-human findings in Abrigo do Lagar Velho, Portugal, of 24,500 years ago, allegedly featuring Neanderthal admixtures, have been published.[36] However the interpretation of the Portuguese specimen is disputed.[37]
[edit] Denisova homininTests comparing the Denisova hominin with those of six modern humans whose genome has been sequenced, a ǃKung from South Africa, a Nigerian, a French person, a Papua New Guinean, a Bougainville Islander and a Han Chinese showed that between 4% and 6% of the genome of Melanesians (represented by the Papua New Guinean and Bougainville Islander) derives from a Denisovan population, possibly introduced during the early migration of the ancestors of Melanesians into Southeast Asia. This history of interaction suggests that Denisovans once ranged widely over eastern Asia.[3]
Melanesians thus emerge as the most "archaic"-admixed population, having Denisovan/Neandertal-related admixture of ~8%.
[edit] Archaic Admixture in AfricaAnalysis of DNA data indicates that contemporary Sub-Saharan African populations contain a small percentage of genetic material from a now extinct archaic population (similar to the non-African admixture with Neanderthal and Denisova). The admixture occurred approximately 35,000 years ago with a archaic population that diverged from the ancestors of modern humans approximately 700,000 years ago.[38
|
Hüseyin Kayahan
27.04.2012
09:59
| At ve Eşek birleşmesi ile ortaya çıkan KATIRI bilirsiniz. İki türün melezlenmesi ile elde edilen ve bu melezlenmeden murad edildiği gibi daya dayanıklı ve daha ağır yük taşıyan bir hayvan ortaya çıkar ama bir kusuru vardır: HİBRİT yani KISIRDIR. Bu teni türden artık yeni nesil türemez. Bütün melezlenmeler böyledir. Bunu keşfeden (keşif eskidir ama bunun bir sanayi olacağını keşfeden) İsrailliler, başta domates, salatalık olmak üzere, sürekli hibrit tohumlar üretmekte ve tüm dünya çiftçilerini kendilerine mahkum etmektedirler. Zira elde ettikleri üründen yeni döl alamamaktadırlar ve her sene yeniden onlardan yeni melez tohum almak zorundadırlar. Bu melez ürünler de pek çok yönden avantajlı olduğu için üreme kabiliyeti olan eski tohumlara da dönememektedirler ve böylece bağımlı durumda devam edip gitmektedirler. Bu konuda ayrı bir makale yazmak istiyorum ama kısaca, Mete beyin dediği gibi farklı türlerin çiftleşmesinden elde edilen yavru kısır olmaktadır. Bundan nesil ürememektedir. Denisovlar ve diğerleri biribirinini aynı diyorsanız o zaman iş başka. Saygılarımla. H.kayahan |
Mete Firidin
27.04.2012
10:11
| Katır, bildiğimiz gibi at ve eşeğin çiftleşmesi sonucu oluşuyor. Atların 32 çift (toplam 64), eşeklerinse 31 çift (toplam 62) kromozomu bulunuyor. Katırların kromozom sayısıysa 63. Yani, tek bir katır hücresi için düşünecek olursak, attan gelen 32 homolog kromozom ve eşekten gelen 31 homolog kromozom tamamen eşleşemiyor ve 1 homolog kromozom açıkta kalıyor. Bu nedenle de katır hücreleri, yumurta ya da sperm hücresi oluşturacak şekilde verimli bir mayoz geçiremiyorlar. At ve eşeğin kromozom sayılarının farklı olmasının yanında, kromozom yapıları da farklılık gösteriyor. Katırların kısır olma nedenleri de bunlar. Katırların dişileri de erkekleri de var. Ancak her iki cinsiyet de, yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı kısır.
Fakat adem, homosapiens, neandertal, Denisov insanları 23 çift kromozoma sahipti. hatta homo habilis ve homo erektus da 23 çift kromozoma sahipti. Burada değişiklik genlerdedir. Kromozomlarda değildir. Bu gün bir çinli ile bir zenci evlenir ve çocukları olur. Onların çocuklarıda bir avrupalı ile evlenir ve çocukları olur.
Maymun kromozomu(şempanze) Daha önce yani Homo erektustan önce maymunun 12. v13. kromozomu birleştirilmiş ve İnsanın atası olan homo erektus oluşturulmuştur. Bu oluşturulan kromozom insanın 2. kromozomudur. Siz ısrarla Adem öncesi homo ların kromozom sayısını 48 yani maymun yapıyorsunuz. Oysa Adem de kromozom sayısı değil gen yapısı tesfiye edilmiştir.
|
Mete Firidin
27.04.2012
10:16
| Bana sanki şöyle deniyor gibi gelmeye başladı. Hud 32: Dediler ki: "Ey Nuh. . . Bizimle gerçekten mücadele ettin. . . Bunda çok ileri gittin! Eğer doğrucuysan, bizi tehdit ettiğin şeyi, bize getir. " |
Mete Firidin
27.04.2012
10:58
| Erkek ve kadın eşit değildir. Erkek baskın olandır. diğerini himaye eder. hertoplulukta bir baş olmalıdır. hayvan sürülerinde de böyledir. Çift sürerken iki öküzden biri liderdir. Kızak köpeklerinde de bir lider vardır. erkek kadın evlilliğinde de erkek liderdir. Aksi takdirde kaos olur. Bu nedenle erkek kadının koruyucusu ve lideridir. Allah erkeği kadından bir derece üstün yaratmıştır. Adem ve Havva da da Adem lider olandır ve diğerinden de sorumludur. Çift süren öküzün birinin lider olduğu gibi. |
Tayibet Erzen
27.04.2012
11:37
| Hüseyin Bey, Seminerlerde Maide, Ali imran ve Nisa'nın başka ayetlerinde kayyum meselesi anlatılmış ancak sizin verdiğiniz ifade ve benzeri birşey bulamadım. Diğer ayetlerde de çok farklı bir bilgi yok açıkçası. |
Mete Firidin
27.04.2012
15:51
| Aynı zaman da yaratıldı şartını getiren arkadaşlar. Hanginizin annesinin doğum tarihi ile babasının doğum tarihi aynı? hanginizin karısı ile kendi doğum tarihi aynı? Demekki eşler için böyle bir şart yok. Adem ve Havva içinde yok. İkisi de farklı zamanlarda yaratılmış türün dişisi ve erkeğidir. Havvanı dişi türü yaklaşık 1 milyon yıl önce , Ademin türrü Havva yaşarken yaratılmıştır ve Adem erkek türünün(Ademoğulları) ilk üyesidir. |
Hüseyin Kayahan
27.04.2012
18:35
| Tayibet hanım, Süleyman hocaya sorarsanız o hatırlar: Sanki "nikahın düğümünü elinde tutan" gibi garib bir ifadeydi.
Mete bey, aynı türdür diyorsunuz değil mi? Aynı tür ise zaten sorun yok, kısır olmazlar. Hepsine birden "homonoid" diyorlar zaten. Tüm homonoidlerin kromozomları 23 çift ise sorun yok. Ben kromozom sayılarını 48 yapmadım, maymun da demedim.
Selamlar |
Tayibet Erzen
27.04.2012
19:35
| Benim tanıdığım Üstad bunu hatırlamaz ancak dediğiniz ifadeyi içeren yeni bir şeyler yazar :) Yine de sorarım. |
Mete Firidin
27.04.2012
19:54
| Ademin ve havvanın, homosapiensin,neandertalin , denisovun ve hatta homo habilisin kromozom sayısı 46 olmak zorunda. Ademin Havvadan farkı: Havva normal bir homosapins. Adem modifiye edilmiş bir homo sapiens. Allah ademin kromozom sayısını değil, sadece genlerini özel olarak yaratıyor, düzenliyor veya değiştiriyor. yani tesfiye ediyor.
Sonra bunlar peyderpey diğer nesillere aktarılıyor. bu arada ademin soyundan olmayan homosapienslerin erkek ve dişileri , diğer neandertal ve denisovlarla çiftleşiyor. Ortaya hibrit türler çıkıyor. bu hibrit türler bir zaman sonra Ademin soyundan olan Ademoğulları ile de çiftleşiyor. ortaya daha da hibrit türler çıkıyor. İşte tevratta ve sümer mitolojisinde bahsedilen "tanrıoğullarının" veya "annunakilerin" insan kızları ile çiftleşmesi bu olaydır. bu olaylar Nuh tufanından önce gerçekleşiyor.
İnsanda bir çok kromozom üzerinde zeka ile ilgili genler vardır. Adem bunların hepsinin en iyi şekline sahipti. yani gelmişgeçmiş en zeki insandı. fakat azmi konusunda aynı şeyi söleyemem. |
Mete Firidin
27.04.2012
20:50
| Neanderthal Genome
Published by Steven Novella under Evolution
Comments: 19
Scientists have completed a “first draft” of the neanderthal genome. This is exciting on many levels. One of the burning questions of paleoanthropology is the relationship between humans and our closest cousins, the Homo neanderthalensis. Debate has gone back and forth over years, but this is a debate that can be resolved with evidence.
So now that we have taken a good peek at the neanderthal genome, what do we find? Svante Paabo, speaking at the AAAS, reports that his team could not find any evidence of interbreeding between neanderthals and humans. This does not mean there was absolutely no cross-species hanky panky, but it does mean that it was rare and contributed minimally to the human genome. There still might be a mutation or two to be found contributed to the human genome from neanderthals – or contributed to the neanderthals from humans. But the big question has been answered – the two populations did not merge.
We know that neanderthals and early Homo sapiens co-existed in Europe for thousands of years. We are extremely close genetically, sharing >99% of our genome and having the same number of chromosomes, so humans and neanderthals would almost certainly have been able to breed and have fertile young. We also know that humans survived and spread throughout the world, while neanderthals became extinct about 30,000 years ago.
This fact has led to another burning question – why did they go extinct. The Darwinian bias is to think that they were unfit in some way, or were outcompeted or perhaps hunted to extinction by humans. This may be correct, and competition (in the absence of interbreeding) probably played some role. But it is interesting how deeply the “fitness” bias runs. I have seen dozens of documentaries on evolution, and it seems the running commentary cannot help to portray new emerging species as better and stronger, and species on the way out as feeble and inferior.
Rather, most species are just adapted to their local environment. The most common respnose to a changing environment is to migrate – habitat tracking. When that fails, the second most common response is extinction. Speciations tends to occur in small subpopulations on the fringes of a species’ range. Most species that go extinct were just unlucky – their environment changed and they could not migrate to a similar environment.
Humans are therefore not inherently superior to neanderthals just because we survived and they didn’t. However, having said that – there is independent evidence (other than the mere fact of our survival) that humans did have skills neanderthals lacks. Our tools were more sophisticated, and human tribes had a division of labor that may have made them more efficient. Also, only humans left behind evidence of art. There is no neanderthal art. From this we might infer a more nimble or expansive intellect.
But the truth is, we don’t really know. This remains an area of investigation and researchers are slowly exploring not only how humans and neanderthals differed, but how those differences may have related to differential survival. It is not always as simple as it may seem to make this connection.
Another question that has arisen as a consequence of sequencing the neanderthal genome is the possibility of cloning a neanderthal. While Paabo and others are saying this is not possible anytime soon – it eventually will be. We are already working on cloning the mammoth and recently extinct species like the Tasmanian tiger. One of the factors that affects how easy or difficult it will be to clone an extinct species is whether or not they have a close living relative – the closer the better. Mammoths have elephants.
Well, neanderthals have humans. I already stated that there is little difference between the human and neanderthal genomes. If we identify all those difference we could then close a neanderthal from a human by making the necessary changes. While it is difficult to say how long it will take for this technology to emerge, it is almost an inevitability. It will happen sooner or later.
Then, of course, the real question becomes one of ethics. The ethical issues will probably take much longer to work out than the technical ones.
|
Mete Firidin
27.04.2012
21:07
| sanmıyorum. olsaydı olurdu.kromozom sayıları farklı, benzer genlerin kromozomlar üzerindeki dağılımıda farklı. |
Tayibet Erzen
27.04.2012
22:54
| Hüseyin Bey, Aradığımız seminer 414. seminer, Bakara suresi tefsiri-76 236-237. ayetler. İfade aynen şöyleymiş: "nikahın ukdesi yedinde olan kimse " |
Tayibet Erzen
27.04.2012
23:17
| "So now that we have taken a good peek at the neanderthal genome, what do we find? Svante Paabo, speaking at the AAAS, reports that his team could not find any evidence of interbreeding between neanderthals and humans. This does not mean there was absolutely no cross-species hanky panky, but it does mean that it was rare and contributed minimally to the human genome. There still might be a mutation or two to be found contributed to the human genome from neanderthals – or contributed to the neanderthals from humans. But the big question has been answered – the two populations did not merge"
Bu paragraf aslında tartışmayı sonlandırmıyor mu? Çünkü ‘Homohabilis Havva ve Havvalar’ adlı makalenizde yer alan:
“Bu günkü insanların yaklaşık %95 Adem ve homosapiens dişisi olan Havva dan gelmektedir. Peki geri kalan yaklaşık %5 hangi soyun devamıdır? Bu soyun da baba tarafı Adem dir. Fakat anne soyu Neandertal veya Denisov insanlarının dişileridir. Neandertal ve Denisov insanlarının dişilerinin anne atası olan “tek nefis” aynı zamanda da homosapiensin de anne atası kadındır. Bu anne ataya bilim dilinde homohabilis dişisi denmektedir. Adem ve kromanyon Havva’nı çocukları Asya ve Avrupa’ya yayılmış, Neandertal dişisi ve Denisov dişileri ile çiftleşmiştir. Onların erkek neslinin tükenmesine de neden olmuşlardır. Ayrıca Ademize olmamış homosapiens türü dişileri Neandertal erkeği ile çiftleşmiş ve hibritler oluşmuştur. Daha sonra bu hibritlerde Ademizasyona uğrayıp günümüze kadar gelmiştir.”
tezi çürümüş olmuyor mu?
|
Mete Firidin
28.04.2012
07:15
| hayır. benim savunduğum Adem erkekleri ile diğer homo sapiens , neandertal, denisov dişilerinin çiftleştiği idi . fakat son bilgilerden sonra. Neandertal erkeklerinin de homo sapiens dişisi ile çiftlemiş olduğu da ortaya çıkıyor. Bunların da sonra ademoğlunun erkekleri ile çiftleştiği ortaya çıkıyor. Çünkü bu gün sadece Adem oğlunun Y kromozomu yer yüzünde mevcuttur. |
Lütfi Hocaoğlu
28.04.2012
09:28
| İlmi gerçekler adı altında yüzlerce yazı bulabilirsiniz. Bu yazılarda tam tersine olanları da bulursunuz.
Şu adrese girin: http://www.hypothesisjournal.com/?p=932 Burada da yapılan genetik çalışmalarda neandertal erkeği ile homo sapiens dişilerinin birleşebildiğini, homo sapiens erkeği ile neandertal dişilerinin birleşmesinin olamayacağı yazılmaktadır.
Birbirine ters o kadar çok teori ile karşılaşırsınız ki şaşarsınız. Çünkü bunların hepsi belirli boşlukları doldurarak ortaya atılan iddialardır.
Yani bu bilimsel sandığınız veriler ile Kuran'ı yorumlarsanız yanlış sonuçlar ortaya çıkar. Oysa yapmamız gereken Kuran'ı anlamak, boşlukları bilimsel verilerle veya geçici teorilerle doldurmaktır.
Ayet açık ve nettir: Sizi bir nefisten, ondan eşini, ikisinden de sizi. Arapça gramer kuralları altında ikisi de aynı zamanda yaşamalı, birbirinden yaratılmalı, birbirine doğrudan zevce olmalı. Bu da ancak ikiz olarak doğmaları ile mümkün. Doğmadan önce kendilerini doğuran türden farklılaşmasını sağlayan bir müdahale de olmalı. Bu da İsa'ya benzetilme ile açıklanmış.
Yani iddia edilen teoriler çok fazla. Gün gelecek, veriler netleşecek, yeni bilimsel veriler ortaya çıkacak ve görülecek ki Kuran tam tamına doğru söylüyor. Yani Kuran'ı günün teorileri ile te'vil etmeye gerek yok. Günün teorisi Kuran'a uymuyorsa reddedilmelidir. Bu nedenle Neandertalle o birleşmiş, bununla denisov birleşmiş gibi hikayeler her zaman boşa çıkacaktır.
Bana gramer saplantılı diyebilirsiniz ama gramer kuralları ile Kuran ne söylüyorsa doğrusu odur. Çünkü Kuran grameriyle de bir mucizedir. |
Mete Firidin
28.04.2012
10:03
| Yazdıklarınız doğrudur. Fakat Adem ve sizin bildiğiniz Havva da aynı zamanda yaşamıştır. Fakat türlerin erkek ve dişilerinin oluşumu, bir birinden olmakla beraber farklı zamanlarda dır. Ben Bunun Kuran'a Aykırı olduğunu düşünmüyorum; Aksine bunu anlattığını düşünüyorum. Doğrusunu Allah bilir. Şu andaki bilgilerimiz bunlardır ve tefsiri bu bilgilere göre yapıyorum. Daha önceki Alimler de tefsirleri kendi zamanlarındaki bilgilere göre yazmışlardır. Onlar da hata yapmışlardır. BENDE HATA YAPIYOR OLABİLİRİM. Zaten mutlak doğru tefsiri Ancak Allah yapabilir. Yeryüzünde hatasız tefsir yapacak bir canlı olduğunu ve olabileceğini de sanmıyorum. Sizin fikriniz doğru olabilir. Elimizdeki veriler şimdilik bunlardır. Yorumda buna göre yapılmıştır. Aksi halde mutlak doruyu beklersek ahiret gününe kadar beklememiz ve asla Kuran üzerine tefekkür etmememiz gerekirdi ki buda Kuran'nın ayetlerine ters düşerdi. Hürmetler Şeyhim. |
Mete Firidin
28.04.2012
10:27
| Sanırım sizin tavsiye ettiğiniz Şu düşüncedir?:“HAZRETİ ADEM (AS) HAKKINDA BİLİMSEL KILIKLI İNKARLAR” Bu durumda Yasin beyin bu makalesinde fikir birliğine varmamız gerekecek. |
Mete Firidin
28.04.2012
11:08
| Türü oluşturan temel özellikler: kromozom sayıları ve her kromozomun taşıdığı genler uyumludur. Mesale bir türün birinci kromozomu üzerinde göz rengi genleri vardır. başka bir türün göz rengi geni mesela 5. kromozomundadır. Bunları melezleştirseniz bir değişik tür elde edersiniz fakat bu evlat üreyemez, çünkü kromozom üzerindeki genler denk gelmez. Ayrıca bir türün kromozom sayıları aynı ve yerleri de aynı olduğu halde genin kendi yapısındaki değişiklik nedeni ile alt türler oluşur. Bu alt türler diğer alt türler ile çiftleşir ve üreyebilen değişik türler meydana gelir. ıslah çalışmaları bu na dayanır. Kısacası Adem Allahın bizzat tesfiye ettiği bir alt türün ilk erkeğidir. |
Mete Firidin
28.04.2012
11:13
| AYRICA: Ancak aynı kromozom sayısına sahip bütün canlılar aynı tür içinde yer almazlar. İnsan 46, Moli balığı 46 Kurtbağrı bitkisi 46 kromozomludur, fakat farklı türlerdir.
|
Lütfi Hocaoğlu
28.04.2012
13:42
| Zaten gramer yüzünden Yasin beyin iddiasını çürütüyoruz:
Yasin beyin müzekker yazısındaki iddiası: "ALLAH ADEMI (AS) YARATIRKEN HAMMADDE OLARAK TOPRAGI-CAMURU KULLANMIS, ONA INSAN BICIMINDE SEKIL VERMISTIR. CUNKU ASIL VE TABII OLAN TOPRAKTIR. SONRA DA ONA KENDI RUHUNDAN UFLEYEREK HAYAT VERMIS, CANLI VARLIK KILMISTIR."
Çünkü Adem'in yaratılışı İsa ile benzetilmektedir. Sonra onu turabdan yarattık demektedir. Bu durumda topraktan yoğrulmuşsa İsa ile uymamaktadır. Yine insanı mekin karar içinde (rahim) yarattık demektedir. Eğer Adem çamurdan yoğrulmuşsa, rahim içinde yaratılmamışsa insan olmaması gerekir.
Yani gramer kurallarına göre yorumlanan ayetler Yasin bey gibilerin çamurdan yoğrulma hikayelerine uymamaktadır. Bu nedenle bunları söylemekteyim. Benim Kuran'dan anladığım tek bir anneden ikiz olarak yaratılmalarıdır. Bu da günümüz insanının genetik yapısına tam olarak uymaktadır. |