Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012
14116 Okunma, 22 Yorum

 

Kat’a ve Nefy Cezaları

 

 

Daha önceki yazımızda “sürgün” kavramından yola çıkarak El/bacak kesme cezalarının da uygulanması gerektiği gibi bir iddia ortaya çıktı. Ancak zannediyorum bu konuda Kur’an yeterince incelenmiyor.

 

Öncelikle “Ceza” kelimesi “benzer karşılık” manasına gelir. Yani Ceza kelimesi, bir şey karşılığında yapılan BENZER karşılıklar için kullanılır. Ödül, ceza, karşılık anlamlarına gelir.

 

“Vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ahricûhum min haysu ahracûkum vel fitnetu eşeddu minel katli, ve lâ tukâtilûhum indel mescidil harâmi hattâ yukâtilûkum fîh, fe in kâtelûkum faktulûhum kezâlike cezâul kâfirîn” (bakara 191)

Sizinle savaşırlarsa / sizi öldürürlerse = Onlarla savaşın / onları öldürün

 

“Vellezîne kesebûs seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ….” (Yunus 27)

….Kötülüğün cezası onun dengi iledir….

 

“Ve cezâu seyyietin, seyyietun misluhâ,…” (Şura 49)

Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür…..

 

Misl : benzerlik; benzer, benzeş; müşabih, birbirine yakın; benzerlik; eşit, musavi, denk

 

Şimdi konumuzla ilgili olan ayetlere bakalım:

 

Ves sâriku ves sârikatu faktaû eydiyehumâ cezâen bimâ kesebâ nekâlen minallâh vallâhu azîzun hakîm (Maide 38)

“…Kazandıkları da dahil olmak üzere ellerini kesin….”

Ve

İnnemâ cezâûllezîne yuhâribûnallâhe ve resûlehu ve yes’avne fil ardı fesâden en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard, zâlike lehum hızyun fîd dunyâ ve lehum fîl âhırati azâbun azîm (maide 33)

Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.

 

Ayetleri bir bütünlük içerisinde incelemek gerekir. Kolu bacağı kesmek hırsızlık suçunun cezası değildir ve olamaz. Çünkü bunlar birbirine denk değildir. Böyle davranmak "işkence" etmekten başka bir şey değildir.  Kaldı ki, Yusuf 31'de "kesmek" ifadesi kullanılırken "bıçak" ile kestiklerini anlıyoruz. Çünkü ayet bunu açıkça ifade ediyor. Şu halde bu ayetlerde de maksat kolu bacağı koparıp atmak ise mesela en azından "Pala" manasına gelecek bir kelimenin olması gerekmiyor mu?

 

El kol kesmek olduğunu söyleyebilmek için Şura 40 ve Yunus 27 ayetlerini de dikkate almamak gerekir. Öte yandan kavramları da yerli yerine oturtmak lazım.

 

“Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb” (Tebbet 1)

Ebu Leheb’in elleri kurusun, kurudu da

Acaba şöyle midir: Ebu Lehebin Mali Gücü yok olsun, Zaten yok oldu….

 

“Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb” (Tebbet 2)

Ne malı kurtardı onu ne kazandığı….

 

Demek ki Kuruyan/yok olan şey kaynaklarıymış. Mali gücüymüş.. (Gerçekte elleri değilmiş)

 

Şöyle bir soru sorup cevap arayalım: Acaba Kur’an da Hırsızlık suçunun cezasına ilişkin bir ifade var mı?

 

Yusuf suresi 72. Ve 73. Ayetleri de okuyarak su kabının kaybolması ile ilişkin olarak hırsızlığın cezası sorulur:

Kâlû fe mâ cezâuhû in kuntum kâzibîn (Yusuf 74)

dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun  cezası nedir?

 

Kâlû cezâuhu men vucide fî rahlihî fe huve cezâuh, kezâlike neczîz zâlimîn (Yusuf 75)

"Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o, onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız" dediler.

 

Demek ki hırsızlık suçuna ilişkin geçmiş uygulamalara ait tanım zaten Kur’an da varmış. (kimileri bunu israiloğullarının  uygulaması olduğunu söyleyebilir. Firavunun uygulaması farklıydı Ancak unutulamalıdır ki, bizi ilgilendiren geçmiş kitapların uygulamaları olabilir ve  Kur’an geçmişin ceza kavramını ağırlaştıran bir kitap değildir, yani bu ifade en yüksek cezayı anlatır. Kur’an ın bunu daha ileri seviyeye taşıyarak organ kesmeye vardırması düşünülemez, bu lafzı anlamamak olur)

 

Fakat buna rağmen fıkha  geçen bu ceza Kur'an'da Firavun'un müslüman olan sihirbazlara uyguladığı ceza olduğu da açıkça görülmektedir :

 

“Le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin summe le usallibennekum ecmaîn” (A’raf 124)

“Mutlaka sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da  sizin tümünüzü elbette asacağım.”

 

Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sihr, fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ. (Taha 71)

Firavun, “Demek, ben size izin vermeden önce ona (Mûsâ’ya) inandınız ha! Şüphe yok, o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Şimdi andolsun, sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve mutlaka sizi hurma dallarına asacağım. Hangimizin azabı daha şiddetli ve daha kalıcıymış, mutlaka göreceksiniz.”

 

“Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr, fe le sevfe ta’lemûn, le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn” (Şuara 49)

Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.

 

Şimdi soralım: Allah, Firavun’un Mü’min olanlara uyguladığı cezayı mı emretmektedir? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Elbetteki mümkün değildir ve elbetteki Allah “işkenceyi” emretmez.

 

Kur’an da Kat’a kavramı ile ilgili de bir iki örnek vermek de gerekmektedir.

 

“Fe kutia dâbirul kavmillezîne zalemû, vel hamdu lillâhi rabbil âlemîn” (En’am 45)

Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

 

“Ve lekad ci’timûnâ furâdâ kemâ halaknâkum evvele merretin ve terektum mâ havvelnâkum verâe zuhûrikum, ve mâ nerâ meakum şufeâekumullezîne zeamtum ennehum fîkum şurekâ’, lekad tekattaa beynekum ve dalle ankum mâ kuntum tez’umûn” (En’am 94)

Bugün, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız huzurumuza geldiniz, size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Allah'ın size göre ortağı olduklarını iddia ederek yardımlarına, şefaatlarına güvendiğiniz ortakları yanınızda görmüyoruz. Aranızdaki bütün bağlar artık kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi kaybolup gitmiştir.

 

“Fe enceynâhu vellezîne meahu bi rahmetin minnâ ve kata'nâ dâbirellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve mâ kânû mu'minîn” (A’raf 72)

Bunun üzerine biz onu ve beraberindekileri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olanların ise kökünü kestik.

 

“Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ…..” (A’raf 160)

Biz onları oniki kabileye ayırdık…..

 

(Kat’a kelimesi ile ilgili olarak Araf 124, Enfal 7, Tevbe 110, Yunus 27, Hud 81, Yusuf 31, Rad 4-25-31, Hicr 65, Enbiya 93, Hac 15-19, Müminun 53, Ankebut 29, Muhammed 15-22, Hasr 5, Hakka 46, ayetleri de incelenebilir)

 

“Men câe bil haseneti fe lehu aşru emsâlihâ, ve men câe bis seyyieti fe lâ yuczâ illâ mislehâ ve hum lâ yuzlemûn” (En’am 160)

Kim bir iyilik yaparsa, ona on katı vardır. Kim de bir kötülük yaparsa, o da sadece o kötülüğün misliyle cezalandırılır ve onlara zulmedilmez.

 

Allah “zulmetme yoktur” “kötülüğün cezası kötülük kadardır” diyorken, bütün bunları görmezden gelip “işkenceyi” savunmak anlaşılır bir şey değildir.

 

Kur’an da orantısız ceza yoktur. (ekonomik suça ekonomik ceza, kısasa kısas gibi)  Bir suça iki ceza yoktur. Zina cezası emredilirken, devamında Ahiret azabı yoktur vb. gibi. Eğer bir kişi ktl suçunu işlediyse bunun cezası zaten bellidir. Bu suçu hangi sebeple işlemiş olursa olsun. Ancak böyle olması "hırsızlık" sebebiyle veya başka bir sebeple ortada ktl yokken öldürülebileceği anlamına asla gelmez.

 

Bahse konu meselede, teröre karşı uygulamada ve hırsızlıkta (maide 33 ve 38) dikkat çeken önemli bir nokta daha vardır. "Elleri kesmek". "kol ve bacakları çapraz kesmek, öldürmek, sürmek" ifade edilirken, arkasından "azâbun azîm " ifadesi gelmektedir. Bu cezalardan herhangi birini uygulamış olmak, çifte cezayı ortadan kaldırmaz.

 

Kur'an ın ceza anlayışında somut olarak öne çıkan şey şudur: Bir suçun cezası ya dünyadadır, veya ahirettedir. Her ikisi birlikte değildir. Bu durum "ceza usulu" kuramına ile de çelişmektedir. Delili Kur'an da aramak gerekir.

 

Ayetlerin devaında "pişmanlık" halinde cezanın düşeceği de söylenmektedir. Ancak bu hükmü başka "ceza uygulamalarında" da göremiyoruz. Mesela Zina suçunu işleyenlerin pişmanlık duyması halinde had'e muhatap olmayabileceklerine dair bir ifade yok. Aynı şey kısas hükmünde de geçerlidir. Yani Ktl suçunu işleyen birinin pişmanlık duyması halinde kısasa muhatap olmayacağına dair bir ifade de yok. Daha da önemlisi, kısas en ağır ceza olmasına rağmen, Ahirete taallük eden bir tehdit de yok.

 

Kur’an “Sürgün” emretmez.  Bunun da delili yoktur. Bu kabil yöntemleri savunmanın Kur'an a iltifat olduğunu düşünmüyorum. Ama kime ve neye fayda sağladığını da anlamakta zorluk çekiyorum. Kur'an ın hükümleri, Kur'an da aranmalıdır. Çünkü Kur'an hükümlerini de açıklamaktadır. (Beni nadir kabilesi ile ilgili anlatılan olayda da "başkana ait bir sürgün yetkisi" çıkarmanın imkanı yoktur. Kaldı ki bu durum Kur'an a delalet etmez)

 

Ayetin devamını da görmek gerekir. Yakalandı  ve kolu bacağı kesildi veya sürüldü, niçin tevbe etsin veya nasıl? Elbette düşünmek gerekir.

 

Bunlardan sonra mesela Maide 38. Ayetin manası şöyle olabilir mi:

“Hırsız erkek ve kadının kazandıklarına karşılık, Allah’tan ders olsun diye mali güçlerini kesin ve Allah izzet ve hikmet sahibidir.”

 

Maide 33’te ise, mali güçlerini kesmek, birbirleri ile irtibatı koparmak, izole etmek ve ayırmak, afişe etmek şeklinde tercüme edilebilir mi?  

 

Meseleleri dağıtmamak adına ayrı ayrı gündeme getirmenin daha doğru olacağını düşünüyor idik. Ancak ne yazık ki bu mümkün görünmüyor.

 

Ve nihayet:

“Ve izâ faalû fâhişeten kâlû vecednâ aleyhâ âbâenâ vallâhu emerenâ bihâ kul innallâhe lâ ye’muru bil fahşâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemû (A’raf 28)

Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: "Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti" derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?  

 

 

 

vesselam

 

 

 


YorumcuYorum
Sam Adian
31.03.2012
03:29

Sayın kandal

İki temel noktaya açıklık getirmekte fayda var: 1. Ben burada yazmaya başladığım günden itibaren “Istılah”ın tahrif olduğunu söyledim. Yerleşik kurallarla mananın doğru anlaşılamayacağını da söyledim. Bu benim yaklaşımımdır. Ancak bu şu anlama gelmiyor: Başkaları anlayamaz. Asla böyle değildir. Dikkat ederseniz anlaşamadığımız noktalar olmakla birlikte, anlaştığımız noktalar da vardır. Bunları da açıkça ifade ediyoruz. Mesele karşı olmak veya reddetmek meselesi değildir. Kur’an herkese hitap eder ve herkes anladığı şekilde yaşar. 2. İkinci olarak insanların uygulamalardaki hataları veya günümüzdeki birtakım yanlış uygulamalar Kur’an ın hataları değildir. Onlar insanların hatalarıdır. Biz insanların hatalarından yola çıkarak Kur’an ı yorulayamayız. Bizim yapabileceğimiz şey, lafızdan yola çıkarak insanları uyarmak olabilir. Yani insanların yaptıklara hatalara bakarak suç ve ceza kavramları geliştiremeyiz. Kur’an ın beyanı esastır.

Elbette herkes anladığı şekliyle davranacak ve yaşayacak. Kur’an kimsenin tekelinde değil. Ancak rasyonel olmak da gerekir. Yani “birileri milyarlarca dolar dolandırıyor, öyleyse kesilmelidir” yaklaşımı doğru değil. Bu insanı hataya götürür (Elbette bana göre)

Benim yaptığım şey, veya anladığım şey, “caydırıcılık” endişesine dayanmaz. Lafza dayanır. Ben bunu genişletemem veya kısıtlayamam. Ancak topluluklar, kendi kurallarını da ortaya koyabilirler. İçerisinde “işkence” olmamak ve lafza muhalif olmamak koşuluyla tedbirler alabilirler. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak çerçeveyi aşmak da mümkün değildir.

Klasik anlamda, bu konuda yapılan yorumlar veya açıklamalar (Hırsızlık ve el kesme ile ilgili) mantıklı değildir. Mesela, el kesmek için çokça olması gerekir gibi. Çünkü ayette “çok” veya “az” ifadeleri yoktur. Neye dayanarak bu sonuca varabilirsiniz?

Son olarak, bu hükümler “Barış düzeni” olması halinde geçerliliği olan hükümlerdir. Bugün Kur’an ı referans kabul etmeyen sistemlerin bu hükümlere göre hareket etmesi beklenemez. Kaldı ki, sistemi dizayn ederken, topluluğun refahını da düzenlemeniz gerekir. Böyle olduğunda hırsızlık için de bir gerekçe kalmaz. Meseleyi böyle anlamak çok daha doğru olur kanaatindeyim.

Not: Yusuf suresindeki ifade, kesme fiilinin gerçekleşme şekli ile ilgilidir. “Bıçak ile kesildiği” anlaşılması açısından önemlidir. Çünkü ayet bunu açıkça ifade eder.

Saygılar

Sam Adian
07.04.2012
13:06

Sayın Demirci

Sizi gerçekten anlamıyorum, hangi dünyada yaşıyorsunuz?

Sadece bir tek şey söyleek istiyorum, Kur'an firavn ile ilgili olarak çok detaylı bilgi veriyor, onun neler yaptığını nasıl bir zalim olduğunu açıkça ifade ediyor. Kaldı ki tarih de bunu destekliyor. Buna rağmen siz diyorsunuz ki, "Niçin firavnın uygulamasını olduğu gibi anlıyorsunuz da, el kesme cezasını mecaz olarak anlıyorsunuz" (Tabii meseleye ilişkin diğer ayetleri ve Kur'an ın ortaya koyduu CEZA USULU nu de gözardı etmeniz ayrı bir konu)

Yani siz diyorsunuz ki "Allah bize Firavn ın uyguladığı cezayı emrediyor"

sadece bir tek kelime PES

(Konu bu kadar basit değil ama, size söylenebileecek başka bir şey yok ne yazık ki)

Saygılar, Allah muvaffak etsin.

Sam Adian
08.04.2012
00:46

Demek ki burada bir usul ortaya çıkıyor. Biz el kesme cezasını somut olarak değer olarak ortaya koymalıyız.

Yapamazsınız. Yani şu kadar miktar çalarsa eli kesilir, şu kadar olursa kesilmez diyemezsiniz. Bu kur’an ın “genel kuralları”na muhalif olur. Neden: mesela Zina suçu tarif edilirken “Azab” kelimesi kullanılır. Bunun önemli bir sebebi vardır. Uygulanan ceza’nın “eziyet” ile yerine getirilmiş olacağı ve sona ereceğidir. Ancak Hırsızlık ayetlerinde “ceza” ifadesi kullanılır. Bu ise, bir “eziyet” anlamına gelmez. Yapılanın karşılığı manasındadır. Mal çalınmışsa, tazmin ettirmek gibi. Veya içerisinde işkence anlamına gelecek tazyik bulunmayan yaptırımlar uygulamak gibi. Bu hapis olabilir vs. “Ceza” kelimesinin kullanılmasının sebebi vardır, o da suça ait “eziyet” yani Azab kısmının ahrete ertelenmiş olmasıdır. (maide 33) Bu sebeple bizim hırsızlık suçuna karşılık bedene zarar verici bir yaptırım uygulamamız mümkün değildir.

Yusuf suresindeki ifade ise, suçun başka etkenleri göz ardı etsek bile maksimum karşılığını ortaya koyar.Siz oradan yola çıkarak suçun niteliğine göre yaptırımlar belirleyebilirsiniz. ”kanunilik” ilkesi çerçevesinde kademeli yaptırımlar uygulayabilirsiniz. Ama dikkat ederseniz orada bir eziyetten veya bedene zarar vermekten söz edilmez. Hürriyeti kısıtlamaktır yapılan. Böylece hırsızın bir daha hırsızlık yapması önlenmiş olacaktır. Ancak bu bir deneme/yanılma işi değidir. Rasyonel aklın ortaya koyacağı şeylerdir. Unutmayınız ki, hürriyeti kısıtlamak bedene zarar vermekten daha ağır değildir. Sınırlar bellidir:

İşkence edilemez Bedene zarar verici ceza uygulanamaz

“Nekalen” kelimesi ÖRNEK manasına gelir. Ayete vereceğiniz mana “elleriyle kazandıklarına karşılık Allah’tan bir örnek olsun diye” şeklinde olabilir. Bu nasıl mümkün? Mesela mali yaptırımlar uygulanabilir, çalınan mal yerine konur tazmin ettirilir, teşhir edilebilir vs. gibi.

Kesmekten kasıt, kişinin ellerini ayaklarını kesmek değil, kişinin kendisi ile fiili arasındaki bağı kesmektir. Hırsızlık eylemi ile arasındaki bağı koparmaktır. Başka bir şey değil.

Firavn'ın uygulaması ile, ayetlerin ifade ettiği mana karıştırılmaktadır. Kur'an ın tarifine göre Firavn'ın ayetin lafzen ifade ettiği şeyleri, yani kolu bacağı kopartması ihtimal dahilindedir. Ancak böyle anlamak da gerekmiyor. Çünkü onun eylemini ayrıştıran önemli bir unsur vardır: "Hurma ağacına asıp idam etmek" Oysa hırsızlık suçu karşılığında böyle bir tehdit yoktur.

Oysa kur'an "azab"ı tehir eder. Her koşulda "büyük bir azap" allah'a yani ahirete bırakılmıştır. Buraa şunu söylemek de mümkün değil, suçun ağırlığına göre öldürülür, sakat ırakılır, sürülür vs. bu imkansızdır. Çünkü Ayet Ceza'nın "eziyet" kısmını ortadan kaldırmaktadır. Kur'an daki diğer açıklamaları ve cezaya ilişkin kuralları görmmezden gelsek bile, ayetin kendisi "fiziksel ceza"ya izin vermez. Ayette geçen tanımlamaların ne manaya geldiğini de yazdık, isterseniz okuyabilirsiniz.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
00:57

Problem olan şey meseleyi "bir ruhsat"a bağlayarak zaten uygulanmasının mümkün olamayacağı noktasına getirmektir. Bu mümkün değildir. Herşeyden önce Ayet'i doğru anlayıp, cezanın ne olduğunu doğru saptamak gerekir.

Ayetin ifade etmediği bir şeyi "ceza" olarak belirler ve bir tehdit haline getirdikten sonra, "ruhsat" vardır kesmeye gerek yoktur diyemezsiniz. Ayetin emrettiği şeyi ortaya koyarsınız ve ondan sonra "kanunilik" esasına göre kademelendirirsiniz.

Siz konuyu Ahkamın müteşabih ile te'vii olarak algılıyorsunuz. Ancak Ayetin kendisi bile böyle bir cezaya izin vermez. Kaldı ki, kur'an ın ortaya koyduğu "ceza usulu" de çok açıktır. Bizim yaptığımız şey bir "te'vil" de değildir. Yaptığımız şey, kelimeler yanyana geldiğide kazandıkları anlamları görektir. Tabii Kur'an ın çerçevesini de gözardı etmemektir.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
01:03

Eski ile kıyaslandığında bir müşkil ortaya çıkmaktadır. Yani her hırsızlık suçunun cezası el kesmek ise kötülüğün karşılığı misli iledir ayeti ile çelişmiş olur

Çelişkiyi kabul ediyorsanız, doğruya yaklaşıyorsunuz demektir. Yani çözüme. Biraz daha düşünün ve biraz daha derinlemesine meseleyi inceleyin. Özellikle ayetleri inceleyin.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
10:42

Onlar eğer kendi bucaklarında idam cezası verirse biz buna müdahale etmeyiz. Bundan memnun olmayan halk oraya gitmesin. Oradaki yaşayanlar bundan mutlu ise sorun yok. Bu yaklaşım doğru değildir. Herhangi bir eylem veya suç karşılığında uygulanacak ceza limitlerini Kur’an prensiplerine göre belirleriz. Somut örnekte hırsızlık için belirlenebilecek üst limit “alıkoyma”dır. Bu Zorunlu çalışmaya tabi tutma manasına da gelmektedir. (Kölelik değil) Alt limiti ise “Affetmek”tir. Şimdi, biz bu üst ve alt sınırlar içerisindeki farklılıkları meşru sayabiliriz. Yani bir topluluk hırsızlık karşısında “zararı tazmin ettirir ve diyelim üç ay zorunlu çalışmaya tabi tutar”, bir diğer topluluk ise, “zararı tazmin ettirir, teşhir eder, iki yıl zorunlu çalışmaya tabi tutar” her ikisi de meşru olur. Burada önemli olan “kanunilik” ilkesidir. Suçun niteliğine göre, ağırlığına göre kademelendirilerek uygulanabilir. Bunda bir sorun yok. Eğer bu sınırlara rağmen, “isterse el kessin” derseniz, bu “zulmü kabul etmek” manasına gelir ki Ku’an buna da asla izin vermez. Zorunlu çalışmaya tabi tutsanız bile hakkını ödemek gerekir. Zaruret halinde cezayı uygulamayabilirsiniz. Yani “affedersiniz” ama hiçbir zaruret cezayı genişletmeyi meşru kılmaz. Haramlardaki “Ruhsat” ile cezadaki uygulamalar farklıdır. Dikkat ederseniz Domuz eti haramdır, ama hayati zaruret varsa bu ortadan kalkar. Çünkü aslolan hayattır. Ceza da da aynı şey vardır, aslolan hayattır. Dolayısıyla üst sınırı aşmanın imkanı yoktur. Ruhsat dediğiniz şey, kur’an ın belirlediği sınırlar içerisinde kademelendirmedir. Suçun niteliğine göre bir karşılık belirlemektir. Haramlardaki ruhsatlar ile Cezalardaki kademeleri karıştırmamak gerekir. Zina örneği vermiştim. Orada “Azab” ifadesi kullanılmaktadır. Yani kişi hem teşhir edilmekte hem de eziyet edilerek cezalandırılmaktadır. Hırsızlık ile ilgili olarak ise, “ceza” kavramı vardır. Çünkü buradaki “Azab” Allah’a aittir. Zaten ayet bunu da ifade etmektedir. Kaldı ki "hırsızlık" Fiziksel zarar meydana getiren bir suç kapsamında değil, ekonomik suçlar kapsamında değerlendirilektedir. Dolayısıyla "ceza" ifadesinin kullanılması normaldir. Ben suçun cezasını tespit etmiyorum. Kur’an ın koyduğu çerçeve anlaşıldıktan sonra cezanın şekli ve miktarı ile ilgili ayrıca çalışmak gerekir ki bu da aslında ceza hukukçularının işidir. Topluluklara göre de değişir.

Sizin hatanız şudur: Ben sizin yöntemlerinizi "Yanlıştır" şeklinde değerlendirmiyorum. Sadece benim yöntemim değildir. Siz kendi yöntemlerinize göre bir sonuca ulaşırsınız, doğru veya yanlış, Biz de kendi yöntelerimize göre ulaşırız. Yanlış olan şey, sizin kendi yöntemlerinize göre bizi değerlendiriyor olmanız ve söylediklerimizi veya ulaştığımız sonuçları "yönteminize uymuyor" gerekçesiyle kabul etmediğinizi söylemenizdir. Elbette bizim söylediklerimizi kabul etmek zorunda değilsiniz, Ama bizi sizin yöntemlerinize uymaya zorlamanız doğru değil.

Klasik anlayışa göre el kesmeyi bir ceza olarak kabul edenlerin ortaya koyduğu kriterlere baktığınız zaman önemli bir ayrıntı dikkat çeker. Sanki el kesmeyi ceza olarak kabul etmekle birlikte, bu cezanın uygulanmaması için özel bir çaba sarfedilmiş izlenimine kapılırsınız. Anlaşılan o ki, klasik anlayışta da bu durum, zaman zaman burada da karşımıza çıkan "caydırıcılık" endişesi ile ortaya atılmıştır. Uygulaması neredeyse imkansız hale getirilerek kur'an ın çizdiği çerçeve içinde kalınmasına gayret gösterildiği anlaşılmaktadır. Bana göre bu yanlıştır. Allah'ın sınırlanı aşmak bize düşmez, hangi gerekçeyle olursa olsun.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
16:04

Sayın Demirci

Mesela el kesmek ile ilgili kişisel hakka tacavüz ve kamu düzenini bozmak eylemine verilen cezanın orada el kesmek kabul edilmesi gibi. Böylece hem kuranı eğip bükme gereği doğmuyor hem de sizin zikrettiğiniz müşkil ile cezanın unsurlarını tahlil etme olanağı buluyoruz. Siz diğer son yazınızda bu hususlara biraz değinmişsiniz. Onun kritiğini ayrıca yapmak istiyorum.

Bu da sizin görüşünüzdür. Ne diyelim. Bize göre bu, “ne olur ne olmaz” düşüncesiyle ortaya atılmış bir şeydir ve yanlıştır. Lafza uygun olmadığı da açıktır. Yine de bu bin yılı aşkın bir sürenin şeraitidir. Biz başından bu yana, klasik anlayışın tahrif olduğunu söylüyoruz. Çünkü, klasik anlayış “şöyle anlayacaksın” diyor. Dolayısıyla kendi anladığının dışında bir anlaşılmaya izin vermiyor. Bunun yanlış, hatalı, lafzı tahrif eden, kendince yorumlayan bir yaklaşım olduğunu bağıra bağıra söylüyoruz. Sizin söylemlerinizde de bin yıllık kurallarla idare edilemeyeceğini görüyoruz ancak buna rağmen “şöyle anayacaksın” kuralından da vazgeçemiyorsunuz. Şu halde ya söyleminiz doğru değil, ya da yaptığınız.

Bizim eleştirdiğimiz de budur. Siz klasik anlayış şu şu şu kurallara göre yorum yapar diyorsunuz ve bize de böyle olması gerektiğini, bu sebeple de yaptığımız yorumların yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Buna hakkınız yok. Siz kendinize göre anlayın biz de kendimize göre anlayalım. Eğer buluştuğumuz bir yer varsa ne güzel, yoksa herkes kendi anlayışına göre devam eder veya hata yapılıyorsa herkes hatasını düzeltir.

Eğer biz klasik anlayışı benimsemiş olsaydık ve sonra da bu çerçevenin dışına taşıyor olsaydık, o zaman bizi bununla eleştirebilirdiniz. Ama biz böyle bir şey yapmadık. Bu çerçevede herhangi bir tutarsızlığımız da olmadığına göre yapılması gereken şey mana üzerinde kritik yapmaktır. Siz kendi usullerinize göre yaparsınız biz kendimizinkine göre. Ben size "niçin usullerinize göre yapıyorsunuz" diye bir yoru getirmedim. Getiremem. Siz de böyle yapın.

El kesmek şeklinde temel anlamı ile alanlara diyebileceğiniz bir şey yoktur.

Bakın, kuralları kademelendirmek veya kabul etmek başka bir şeydir, Kur’an ın ortaya koyduğu prensipleri keyfe keder genişletmek başka bir şeydir. Bu manada “el kesmek vardır” diyenlere karşı söyleyecek şeylerimiz vardır. Onları Kur’an a davet ederiz. Ama onlara niye böyle yapıyorsunuz diyemeyiz. Bu onların hatasıdır hesabını da Allah’a verirler. Biz onun içinde yer almayız. Eğer bunun içinde yer almak isteyenler olursa bu da onların tercihidir, bizi bağlamaz.

Zulüm bu haklarını engellemektir. …. Yeryüzünde bozgunculuk edenlere öldürme el ayak kesme ve nefyetme buradaki bir kademelendirmedir. Düzen açısından ruhsatlar da ayrıca vardır.

Yani, “el kesmek yoktur, lafzi değildir” demek zulüm müdür? Kaldı ki kıyasınız doğru değil. Haramlardaki durum ile cezalardaki durum çok farklıdır. Her ikisi de farklı şeylerdir. Çünkü haramlarda esas olan “hayat”tır. Cezalarda bunu kabul etmiyorsunuz. Bektaşi gibi “namaza yaklaşmayın” diyor derseniz yapacak bir şey yok elbette. Kur’an ı bütün olarak algılamak gerekir.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
20:44

Sayın Demirci

Ne diyelim, haklısınız, vardır muhakkak hatalarımız

saygılar

Sam Adian
08.04.2012
20:45

ne yapmamızı önerirsiniz

Nasıl anlayalım, nasıl bir yöntem izleyelim?

Sam Adian
08.04.2012
20:59

Sayın demirci

SUBHANALLA

Kendi çerçevenizin dışına taşıyorsunuz. Usulünüzü belirttik. Bu usule göre o sonuçlara ulaştınız.

Önce maide 33teki kataa kelimesini bağlantı kesmek altınız.

Sonra firavunun sihirbazlara verdiği cezayı el kesmek aldınız.

Keyfe göre mana verilmez kurallarla mana verilir. aynı kelimeye iki farklı mana verirken neden belirtmelisiniz. Tarihi kayıtlara göre bu sihirbazlar gerçekten kuranın ifadelerindeki gibi el ayakları kesilmiş ve asılmıştır. Bununla ilgili antik mısır rölyefleri bulunmuştur.

Çok özür diliyorum size zaten böyle yaptığımızı daha nasıl anlatabiliriz? Yazılarda bunu açıkça ifade ettik. Olmadık mecralara çekiyorsunuz. Sonra da olmadık kelimeler kullanmaya başlıyorsunuz.

Dedik ki "Firavnun cezasını mı emrediyor" çünkü bunun uygulanmış olabileceği ihtimalinin yüksek olduğunu söyledik. (Tarih rölyefler vs.) ben tarihçi değilim. Kesinliğini bilemem. Üstelik biz sonuca ulaşırken bu ayetleri de dikkate almadık. Ama siz bunu söylüyorsanız eğer buradaki ÇELIŞKI ÇOK DAHA VAHIM HALE GELIR.

Bunun dışında yaptığımız bütün yorumlar kelimenin Kur'an dakullanılış biçimine yöneliktir. Ve bir de kur'an ın ceza usulune göredir. Bunun aksini gösterebilir misiniz?

Eğer aksine bir iddiada bulunmuş isem hatamdır düzeltirim, demek ki farkına varmadan söylemişim veya başka bir amaçla söylemişim. Ama başından aynı gerekçelerle meseleyi izah etmeye çalıştım.

Vesselam

Sam Adian
08.04.2012
21:02

Galiba en doğru yöntem, biz yazılarımızı yazalım, siz altına yorumlarınız yapın ciddi eleştirilere de yine makale ile cevap verelim, böylece anlamsız zaman kaybı da ortadan kalkar ve herkes düşünmeye başlar.

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
21:54

Sayın Demirci

İlk yazıdan Şimdi soralım: Allah, Firavun’un Mü’min olanlara uyguladığı cezayı mı emretmektedir? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Elbetteki mümkün değildir ve elbetteki Allah “işkenceyi” emretmez. Firavunun uygulaması farklıydı Ancak unutulamalıdır ki, bizi ilgilendiren geçmiş kitapların uygulamaları olabilir ve Kur’an geçmişin ceza kavramını ağırlaştıran bir kitap değildir, İkinci yazıdan Kur’an Asla “bir zalimin zulmü” ile herhangi bir ceza bildirmez. Her şeyden önce bu prensibi kabul etmek gerekir. Ancak buna rağmen her iki “ceza” şeklini karşılaştırmak da mümkün. Firavn uygulaması ile hırsızlık ile ilgili ayetler karşılaştırıldığında da önemli bir ayrıntı dikkat çekmektedir. Kur’an temelde “Islah” etmeyi amaçlar ve kişilerin vazgeçmeleri halinde cezanın sadece mali yaptırımla sınırlı kalacağını da ortaya koyar. Yorumlardan Firavn'ın uygulaması ile, ayetlerin ifade ettiği mana karıştırılmaktadır. Kur'an ın tarifine göre Firavn'ın ayetin lafzen ifade ettiği şeyleri, yani kolu bacağı kopartması ihtimal dahilindedir. Ancak böyle anlamak da gerekmiyor. Çünkü onun eylemini ayrıştıran önemli bir unsur vardır: "Hurma ağacına asıp idam etmek" Oysa hırsızlık suçu karşılığında böyle bir tehdit yoktur. Oysa kur'an "azab"ı tehir eder. Her koşulda "büyük bir azap" allah'a yani ahirete bırakılmıştır.

xxxxx Buraya kadar yorumsuz.

Dikkat ederseniz, "Firavn uygulaması"nın cezaya esas olamayacağını ısrarla söyledim. (farklılıkları da belirterek) Dolayısıyla o kıssadaki ayetleri hırsızlık veya terör gibi meselede delil almanın imkanı olmadığını, ancak yusuf suresindeki ayetin delil alınabileceğini ve kelimenin Kur'an da diğer kullanılış şekillerinin önemli olduğunu söyledim.

Burada bir çelişki yoktur herhalde. Ayrıca ayetin devamının zaten manaya müdahale ettiğini de belirttim. Referanslarımızın kur'an ın yöntemleri ve usulleri olduğunu bu sebeplerle bu ayete ilişkin cezanın maksimum sınırının yusuf suresindeki ayet ile sınırlı olabileceğini ifade ettim.

Firavn ayeterini dikkate almıyorum ki oradan bir hükme varmış olalım. (Kullanım şekilleri de aynı değildir gramersel açıdan) Firavn ile ilgili gerekçe ise, Kur'an ın Firavn'ın zulümlerine yönelik açıklamaları sebebiyle onun insanları doğramış ve asmış olabileceği ihtimalinin yüksek olduğunu söyledim. Bu kanaate varmamızdaki sebep ise ayetteki ifade değil, firavn hakkındaki kur'an ın anlatımlarıdır.

Vesselam

Sam Adian
08.04.2012
21:58

Yanlış anlamayı önlemek için

Taha 71 ve Şura 49. ayetler, "Hırsızlık" suçuna ilişkin değerlendirilemezler. (Firavn ayetleri)

Maide 33. ayet ile de kıyas mümkün değil çünkü eylemler farklıdır

Saygılar

Sam Adian
08.04.2012
22:38

Sayn demirci

1. Firavn'ın uygulaması ile, ayetlerin ifade ettiği mana karıştırılmaktadır. Kur'an ın tarifine göre Firavn'ın ayetin lafzen ifade ettiği şeyleri, yani kolu bacağı kopartması ihtimal dahilindedir. Ancak böyle anlamak da gerekmiyor

2. bu ayetlerde geçen kelimenin kök itibariyle aynı olduğu doğrudur. Ancak biz bu ayetleri delil olarak almadık. Dolayısıyla bu ayetler üzerinde bir mana vermemiz gerekmiyor (Kelimelerin kullanılış biçimleri de farklıdır)

3. Konumuz ile ilgili olarak referans veya delil kabul etmediğimiz bir bilgide geçen ifadeler de delil olmaz. Bu ayetleri örnek göstermemizin sebebi, verilen cezanın şekli ile ilgilidir. ama hepsi o kadar.

4. Firavn ayetlerinde şekil yaklaşık olarak aynı olsa bile, ayetin önemli bir farkı var o da ne yapılmış olursa olsun kişilerin asılarak idam edildiğidir.

5. Firavn ayetleri konusunda herhangi bir yorum yapmadım. Yapmış olsaydım bu soruyu sorabilirdiniz.

6. Ayetlerdeki ifadelere dikkat edin, kelimeler aynı şekilde kullanılmıyor, sadece kök olarak değerlendirilebilir

7. Eğer yorumlamış olsaydık şöyle yorulardık "ellerideki bütün maddi imkanlardan yoksun bırakılıp her türlü ilişkileri tahrip edilerek ailelerine ve geriye kalanlara da eziyet olacak şekilde hayatlarına son verildiği" minvalinde olabilirdi.

8. Maide 33 ile kıyasladık çünkü ifadelerdeki farlılıkları anlatak istedik. (Lafzen kesmek olarak kabul ettiğimizi hiç söylemedik)

Aynılığa gelince

fe le sevfe ta’lemûn, le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn (Şura 49)

fe le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hilâfin ve le usallibennekum fî cuzûın nahli ve le ta’lemunne eyyunâ eşeddu azâben ve ebkâ (Taha 71)

en yukattelû ev yusallebû ev tukattaa eydîhim ve erculuhum min hılâfin ev yunfev minel ard (maide 33)

Farklılıkları kendiniz görebilirsiniz

Ve dedik ki: Eğer maide 33 te emredilen cezalar gerçekten kol bacak kesmek ise, Allah bize Firavn'ın uyguladığı bir şeyi mi emrediyor? diye sorduk. (sadece meselenin böyle olmadığını anlatabilmek için)

Herhalde anlaşılmıştır

Saygılar

Sam Adian
09.04.2012
14:48

Sayın demirci

Bazı temel noktaları atladığımızı düşünüyorum. Şöyle ki: Firavn ayetlerindeki Kat’a kelimesi ile diğer ayetlerdeki Kat’a kelimesinin aynı anlamda olduğunu farzedelim. Herşeden önce bu kelimenin ne manaya geldiğini bilmemiz gerekiyor. Bunun için ne yaparız.

1. Kelimenin anlaşılan manasına bakarız 2. Kur’an da başka yerde kullanılıp kullanılmadığına, kullanıldıysa hangi manada kullanıldığına bakarız. Sonra da döneriz kelimenin zahiri manasını teyit eden illetlerine bakarız. Ve böylece ayetin ifade ettiği manayı buluruz. (bizim yöntemimiz budur)

Maide 33 teki konusu “Terör” yani bozgunculuk ifade eden Ayet ile, Taha 71 ve şuara 49 daki Firavn uygulamasını anlatan ayetlerdeki ifadelerin dayanağı olan Kat’a kelimesini Kur’an da aradığımız zaman, bu kelimenin pek çok ayette kullanıldığını görüyoruz. Buna göre bir tahlil yaptığımız zaman karşımıza iki sonuç çıkıyor:

1. Yusuf 31. Ayetteki ifade şöyledir “….ve âtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen ve kâletihruc aleyhinn, fe lemmâ re’eynehû ekbernehu ve katta’ne eydiyehunne…” Ayette Kat’a kelimesi kullanılmakla birlikte bu kelimeden kastedilen şeyin ne olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü “Sikkinen” kelimesi ile fiziksel bir kesme olduğu açıklanmaktadır.

2. Kat’a kelimesinin kullanıldığı diğer ayetlerin hiç birinde doğrudan “fiziksel olarak kesme” ifade edecek bir mana ile karşılaşmıyoruz. Maide 33 ve Firavn ayetleri de dahil. Diğer kullanımların hepsi bir “deyim” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Şu halde: Maide 33 teki ayete mana verirken, “Kat’a” kelimesinin “organ kesmek” olarak anlaşılabilmesi için elimizde bir “delil” kalmamış oluyor. Çünkü fiziksel bir kesme ifade edildiğinde bunun bir aletle yapıldığı da yine ayetlerde anlaşılmaktadır. O halde bu ayetlerde de “organ kesme veya fiziksel bir kesme” manası çıkarabilmemiz için illetini aramamız gerekiyor. Bir araç olması lazım.

İkinci problem ise, gerek maide 33 ve gerekse Maide 38. Ayetlerin devamındaki “pişmanlık” şartıdır. Pişmanlıkta cezanın düşeceği ifade edilmektedir. Maide 34’te şöyle bir ifade vardır: “….min kabli en takdirû aleyhim..” Demek ki bir kişi örgütten ayrılır ve pişman olursa ceza uygulanmaz. Ama çatışır ve zorla ele geçirilirse durum değişmektedir. Yine aynı şekide maide 39 ayette “…Fe men tâbe min ba’di zulmihî ve aslaha…” denmektedir. Yani kim tövbe ederse, ıslah olursa….. Bazıları bu ayette geçen “aslaha” kelimesini “çaldıklarını iade ederse” şeklinde çeviriyorlar veya böyle anlamlandırıyorlar. Ancak yine Kur’an ın bu kelimeyi kullanış şekline baktığımız zaman “kişinin hatasının farkına varması ve kendini düzeltmesi” anlamında olduğunu da anlayabiliyoruz. Yani “çaldığını iade ederse” şartının koyabilmenin gerekçesi kalmamış oluyor.

Bütün bunlardan sonra ayetleri anlarken “niçin başka yerlerde bu kelime fiziksel olarak kesme manasında kullanılmamış olmasına rağmen burada fiziksel olarak kesme şeklinde anlayalım” şekilnde bir soru sormamız gerekiyor ve devam etmemiz gerekiyor “eğer fiziksel kesme ifade ediyor olsaydı “yusuf 31 de niçin bıçak ile kesildiği” açıklanıyor sorusuna da cevap bulmamız gerekir. İşte bu gerekçelerle biz bu ayetlerin “fiziksel olarak organ kesme” ifade etmediğini söyledik. (kelimelerin deyimsel kullanımları da ayrı bir delildir elbette)

Firavn ayetleri ile Maide 33 arasında iki fark vardır. “azab” (işkence) ve “idam” (hurma dalına asma). Kelimenin manasını aynı alsak bile, bir işkencenin olduğu ve neticede uygulamanın ölümle sonuçlandığı anlaşılıyor. (yoksa firavn ayetlerindeki Kat’a kelimesi de aynı köktendir) Ancak bu durum maide 33 te farklıdır. Burada bizim anladığımız, “azab”ın ertelenmiş olduğu ve olaya müdahale sırasında bir çatışma var ise ona mukabele edileceği ve bu arada ölüm meydana gelmesi halinde bunun meşru sayılacağıdır. Bunun dışında ele geçirilenlerin eylemleri sebebiyle eğer başkalarına zarar vermiş, ktl suçunu işlemiş olmaları halinde ise, bu suçlara ait cezanın ayrıca verileceğidir.

Meselenin cahiliye adeti olduğu veya eski uygulamalarda bu kabil şeylerin olduğu ayrı bir konudur. Bu manada da bir çelişki vardır o da şudur: Eğer bir insanın kolunu ve bacağını keserseniz kan kaybından zaten ölür. Kaldı ki geçmişin dünyasında bunu düşünmeye kalkarsak tıbbın gelişmediği müdahale olanaklarının zayıf olduğu koşullarda “ölüm” ile sonuçlanmasının büyük bir olasılık olduğu da bir vakıadır. Ne var ki, Maide 38. ayet "ölüm" sonucunu doğurabilecek bir ceza öngörmemektedir. Kamu güvenliği veya seçimin engellenmesi gibi gerekçeler manadan sonra tahlil edilmesi gereken şeylerdir diye düşünüyorum. Zaten Hamurabi kanunlarında ve eski Asur kanunlarında benzer cezaların varlığını da görebiliyoruz.

Bunlarla da yetinmiyoruz ve başka karineler arıyoruz. Kur'an ın Ceza Usulu'ne bakıyoruz. Orada da gördüğümüz şey şudur:

1. Suçun misliyle/eşitile mukabele etmek gerektiği

2. Bir suça iki ceza olamayacağı (çünkü Kur'an cezaları ya dünyada veya ahirette olacak şekilde öngörüyor, hem dünyada hem de ahirette bir ceza öngörüsü yoktur.)

3. Aslolan şeyin "hayat" olduğu (kısas'ta bie bu vardır) affetmek ve ıslah etmenin hedeflendiği

gibi temel kuralları da gözardı etmememiz gerekitğini düşünüyoruz.

Biz meseleyi bu çerçevede değerlendirdik.

Saygılar

Hüseyin Kayahan
09.04.2012
18:49

Suçun cinsini yanlış takdir ediyorsunuz. Suç bir kişinin malının yok olması ve dolayısıyla emeğin yok olması değildir. Suç kamu otoritesinin yok olması, güvenliğin delinmesidir. Diğer yerdeki yorumda da belirttim: Gasp suçu hırsızlık kapsamında değildir. Cezası yoktur ve sadece kaybolan malın aslı veya misli tazmin ettirilir. Fail bulunursa ondan, bulunamazsa akilesinden. Akile de böyle oto kontrol ile kendi aralarında böyle iş yapabilecelşeri barındırmak istemez ki, sonra maddi külfetle karşılaşmasınlar.

Saygılarımla.

H.Kayahan

Sam Adian
09.04.2012
19:06

Sayın Kayahan

Gasp suçunun cezası sadece tazmindir. Eğer malın sahibi şiddete maruz kalmamış ve fiziki bir hasar oluşmamış ise. Bunun detayları da vardır, gasb edilen malın kullanılması halinde kimilerine göre kullanımı sebebiyle bir tazmin gerekmeyeceği, kimilerine göre ise kullandığı miktarın kirasını da ödemesi gerektiği gibi. Ama Gasp “Hırsızlık” olarak değerlendirilmemektedir (Fıkha göre) Mal bulunursa iade edilir, misliyle iade edilir veya tazmin ettirilir veya bedeli ödettirilerek mal gasıbın olur vs. Temelde Gasp maide 38 kapsamında değerlendirilmemektedir, bunun da gerekçesi ise çalanın belli olması olarak izah edilmektedir. Ancak bu her zaman mümkün olmaz. Yani çalan tanınmıyor da olabilir.

Ancak hrsızlık suçunun oluşması, başkasının emeğini kendi malını çoğaltmak amacıyla almasına dayanır. Islam hukuku’nun dayanağı budur. Yani “Haksız kazanç” statüsünde değerlendirir. Fıkhın kurallarını benim eleştirmem doğru olmaz. Bana göre ordaki gerekçelerin büyük bir kısmı doğru değil. Bana göre suçun niteliğini veya gerekçesini tayin etmeden önce, suçun çerçevesini belirleek gerekir. (islam hukukunda genellikle bu konuda ortaya konulan gerekçe, malın haksız kazanç olması sebebiyledir. rüşvet, faiz, kumar gibi yasak fiillerle aynı kategoride değerlendirildiği içindir. Bu sebeple de hırsız başkasının emeği ile kazandığı şeyi kendi zenginliğine katmış olması sebebiyle suç sayılır)

Zina ile ilgili olarak size “ayeteri incelemenizi” öneririm. Genel olarak İslam hukukunun dayanağı her ne kadar nesebe dayandırılıyor olsa da, ayetlerin ortaya koyduğu gerekçe farklıdır.

Emir kipinin Vücup ifade etmesi hususu tartışılmalıdır. Özellikle Hırsızlık ayetleri için. (Emir kipi her zaman vücub ifade etmez) Kat’a kelimesi, bu ayetlerde “fiziksel olarak kesmek” şeklinde algılanıyor olmasına rağmen bu kelime Kur’an da pek çok ayette kullanılmaktadır. Hiç birinde “fiziksel olarak kesmek” manasında değildir. Sadece Yusuf 31. Ayette kesmenin illeti de gösterilerek (Bıçak) fiziksel bir kesme olduğu açıklanmaktadır. Hal böyle olunca bu ayetlerde niçi “illa da kesmek” olarak algılanmak istendiğinin sorgulanması gerekir. Kur’an ı bir bütün olarak değerlendirmek ve Ceza usulu anlayışını da göz ardı etmemek gerektiği kanaatindeyim.

Kimin aldığı belli olmayan bir eylemde “had” kime uygulanacak? Bu da ayrıca tartışılması gereken bir meseledir. İkrar gerçekleşmiş olsa bile ikrar eden bu ikrarından vazgeçerse de “had” uygulanamayacağı da kuralın bir parçasıdır. Bilinmeyeni ispat etmek nasıl mümkün olur?

Vesselam

Sam Adian
09.04.2012
19:30

Sayın Kayahan

Anladığım kadarıyla "eydiyehuma" ifadesi sebebiyle fiilin üç kez işlenmiş olması gerekitği sonucuna varıyorsunuz. Yani alışkanlık olması gerekitğini söylüyorsunuz. Ancak Fıkıh böyle demiyor, ilk defa işlediği sabit olursa eli kesilir diyor. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

İkincisi, "Kat'a" kelimesi Kur'an da sadece tek bir yerde "bıçakla kesmek" olarak tanımlanmış ve başka hiç bir yerde fiziksel kesme olarak kullanılmamışken, niçin burada "El kesmek" olarak anlıyorsunuz?

Selamlar

Hüseyin Kayahan
10.04.2012
08:03

Sayın Sam,

Kelimeyi ism-i fail veya sıfatı müşebbehe ile kullanıyorsa bu yoruma gidersiniz. Şarhoşluk için " ... ve in sekertüm..." dediği için için fiilin her işlenişinde ondan sonra gelen hüküm geçerli olur. Ama Yusufun kıssasının anlatıldığı yerde "... şehid...", yani sıfatı müşebbehe kullandığı için bunun gören/görgü şahidi olmadığını, konunun uzmanı olan bir "bilirkişi" olduğunu anlarsınız. Yani bu profesyonelce bu işi bilendir/görendir. Nitekim o da olayı görmediği halde, "şöyle ise, şöyledir, böyle ise böyledir." demiştir. Hırsızlık ve Zinada da benzer şekilde ism-i fail kalıbı kullanılmıştır. Dr. Lütfi buna dikkat çekmişti ama gözden kaçmış demek ki. "men sarake..." demiyor; "sarık ve sarıkeye" diyor. "Zani ve zaniyeye" diyor. fakat siz usule pek aldırmıyorsunuz sanırım. Arada fark yok kabul ediyor olabilirsiniz. Geçmiştekiler nasıl uyguladılar doğrusu pek bilmem ama 1400 yılda sanırım bir elin parmakları kadar insanın eli kesilmiştir. vakıa-yı nadiredendir, zina da böyledir oldukça nadirdir uygulaması. recm cezası zaten kuranda yoktur, söylemeye bile gerek yoktur.

Kat'a kelimesine gelince; sizin anladığınızın tam tersine kat'a kesmek demektir. Başka türlü anlaşılmasın diye de orada bir örnek vermektedir. Sizin verdiğniz diğer manalar, sizin şiddetle karşı olduğunuz ıstılahi manalardır ama hayretle görüyorum ki, hep ıstılahi manaları kullanıyorsunuz. "çoğunlukla kullanılan karşılıkları" diye bir kriter kullanıyorsunuz ama bunun ıstılahi mana olduğunu fark etmiyorsunuz.

Saygılar.

H.Kayahan

Sam Adian
10.04.2012
10:09

Sayın Üstat

Çoğunlukla karşılık gelen diye bir ifade nerde kullandım hatırlamıyorum. Ancak kelimenin ingilizce karşılığı için Disconnect The karşılığını niçin kullandığımı anlatırken kelimeye karşılık gelen mana olarak bu kelimenin ağırlıkta olması sebebiyle idi ama bu da yeterli değildi, Kat'a kelimesi Kur'an da onlarca ayette kullanılır, hiç birinde "Fiziksel olarak kesmek" manasına gelmez. Evet Türkçede buna karşılık gelen mana kesmektir. Çünkü başka kelime yoktur. İngilizcede disconnect bir kelimedir bunun Türkçe karşılığı da Kesmektir. Ama bu kelime bağlantıyı kesmek manasına gelir. Kat'a kelimesinin sözlük karşılıklarına baktığınız zaman birkaç kelienin karşılık gelidğini görürsünüz. bunların içinde iki şekilde Disconnect ifade edilir ve birer kere de başka şekilde. Ağırlıklı manadan kasıt bu idi ama bu ingilizce karşılığı ile ilgiliydi.

İkincisiş, Kat'a kelimesinin kur'an da kullanıldığı yerlerden bir tanesinde Yusuf 31. ayette Kat'a kelimesi kullanılır. Oradaki mananın "Fiziksel olarak kesmek" olduğu anlışılsın diye "Bıçak" ile kesildiği de anlatılır. Başka hiç bir yerde "Kesmek" manasında bu kelime Kurr'an da kullanılmaz. Bu çerçevede nasıl Istılah kullandığımı anlamadım. (Daha doğrusu kelienin kullanıldığı manalar itibariyle "kesmek" olarak algılanıyor olmasına rağmen Yusuf 31. de kastın fiziksel olarak kesmek olabilmesi için Sikkin" kelimesi kullanılır. ) Evet kelimenin manası kesmektir Türkçe'de başka karşılığı yoktur. Ama bu eli kolu kesmek anlamında değildir. Sizin söylediğiniz gibi bu kelimenin FİZİKSEL OLARAK ORGAN KESMEK ifade ediyor ise delili nerdedir? Herhalde kelienin kendisi değildir çünkü bu kelimenin Kur'an da kullanılış şekli bu değildir. O halde delil nerdedir?

Yusuf suresindeki ifade de sanırım yanlış anlaşılıyor. Orada işaret edilen şey görgü tanığı değil, "Hukuku bilen" kişidir. (bana göre tabii)

Fıkıh ile ilgili söylediklerinize bir şey demek istemem. Ama meselenin gerekçesini "gizli" yapılmaya bağladıınız zaman Gasp'ı suç kabul etmezsiniz. Fıkıh da bunu yaptı. Çünkü Gaspı suç kabul edebilmek için elde delil kalamış oldu. Zaten gasp da yaygın ir suç değildi ve araplar başka şehirlerde gasp yapayı normal sayarlardı. Kendi aralarında zorla mala el koyayı meşru görmeseler bile başkalarının mallarını zorla almayı bir cesaret olarak görürlerdi. Kaldı ki aynı usul, Manayı da başka gerekçelere göre belirliyor. ve size bu manayı vereceksiniz diyor. Istılah burdan çıkıyor. Siz de şimdi kur'an a mana verirken Istılah'ın ortaya koyduğu mananın dışına çıkamıyorsunuz. Dolayısıyla Usul'un ortaya koyduğunun dışına çıkamamış oluyorsunuz. Bu ayette yani hırsızlık ile ilgili olarak da böyledir. Bu yüzden mananın "el kesek olmayabileceği" aklınıza gelmiyor. İsm-i fail kullanılması ile el kesme arasındaki irtibatı çözemedim. Bir suç varsa bunun ispatı için zaten tanık gerekir veya suçlunun itiraf etmesi gerekir. itiraf bile her zaman yeterli olmaz. Ceza usulunde bu son derece açık bir şekilde konmuştur. Yani Kur'an da. Fakat önemli bir noktaya da temas etmiş oldunuz, hırsızlık, zina suçtur. İçki içmek suç değildir. Aradaki fark buradan ileri gelir.

İkincisi, Tarihte bu cezanın uygulanışının "vaka-ı nadire"den olması, yapılan cürmü haklı çıkarmaz. Kuralı da haklı çıkarmaz.

Benim hayretle gördüğüm şey şudur: Kur'an Kat'a kelimesini hiç bir yerde "Fiziksel olarak kesmek" manasında kullanmıyor iken, niçin bu ayete gelindiğinde illa da "elini ayağını koparıp atmak" olarak ıstılahın anlamak istediğidir. Başka vahim bir mesele daha vardır, Hırsızlık suçunun cezasına ilişkin örnek de Kur'an da vardır. Sizin bahsettiğiniz Kesmek manasına geldiğinin anlaşılması için verilen örnek nerdedir? Yusuf 31 de Kat'a fiili sikkin ile birlikte kullanılır. Eğer kat'a kelimesi fiziksel olarak kesmek manasına geliyor ise, niçin burada bıçak ifadesi kullanılmış ve ellerini kestiklerinin anlaşılması istenmiştir? Açıkça anlaşılıyor ki, Kur'an bu kelimeyi yaygın olarak kullandığı halde Fiziksel olarak kesmek manasına gelmediğini de böylece açıklamış oluyor.

Usul algısı konusunda farklı düşündüğümüz doğrudur, aa ism-i fail olduğunu atladığımı nereden çıkarıyorsunz. Suçun bireyselliğini nereden çıkardık? IStılah olabilmesi için mesela sözlük HMR kelimesine MAYA der, Istılah ise ŞARAP der. Istılah budur. Yoksa başka bir şey midir? Benim sorduğum soru meselenin Fıkhi boyutuyla ilgili idi. Siz "Gizli"lik ilkesine dayandırdınız. Bu sebeple sormuştum.

Vesselam

Sam Adian
10.04.2012
10:15

Sayın Kayahan

Bu meselede başka hukuki bir durum daha var. Zina örneği verdiğiniz için devam edelim.

Bildiğiniz gibi zina had gerektiren bir suçtur. Yani bedene uygulanan bir ceza tayin edilmiştir. Orada kişinin "pişman olması, tövbe etmesi" halinde cezanın düşeceğine dair herhangi bir ifade yoktur. Fıkıhta da yoktur. Yani ceza her halukarda uygulanır.

Eğer hırsızlık suçunun karşılığı da zina da olduğu gibi had gerektiren bir ceza ise, ve kastedilen şey eli fiziksel olarak koparıp atmak ise, nasıl oluyor da Pişmanlık halinde ceza düşebiliyor? Bunu hukuk ile açıklaanızın imkanı yoktur.

Vesselam

Sam Adian
11.04.2012
01:44

Sayın Demirci

Biz müşkilerin ne olduğunu söyledik. Emir kipinin klasik anlayışın dayanağı oduğunu düşünüyoruz. Ama bizim gerekçemiz bu değildir. Kadı ki klasik anlayışta da sadece emir kipi olması vücup için yeterli değildir. Kur’an ın ceza usulu, öngördüğü müeyyide yöntemleri dikkate alınmadan sonuca varılamaz. Kaldı ki, kelienin fiziksel kesmek konusundaki ısrarı da anlamakta zorluk çekiyorum. Çünkü bu kelie onlarca yerde kullanılakta ve hiç birinde “koparıp atmak” anlamına gelmemektedir. Neye dayanarak böyle söylenmektedir. Sizin bahsettiğiniz tıbbi yöntemler vs. dayanaksızdır. Ayet “şimdi sizin için geçerli değildir, tıp geliştiğinde geçerlidir” demiyor. Bu tamamen cahiliye adetinden kaynaklanan bir uygulamadan başka bir şey değildir. Suç bireyseldir. Genelleştirilemez. Zina da böyledir. Hırsızlık da böyledir. Hırsızlık için “örnek olsun” diyor, yani teşhir edin diyor. Zina da da ceza alenidir. Teşhiri amaçlar. Fark nerededir ? Klasik anlayışa göre çaldığını iade etmesi yetmiyor. Yine de elini kesmek gerekiyor. Burda da çelişki vardır. Biz bunu anlamıyoruz. Çaldıklarını her halukarda tazmin ettirmek gerekir. Bu konuda bir problem yok. Islah olması tövbe etmesi yaptığını tazmin etmeyeceği anlamına gelmez. Hem tazmin ettirip, teşhir edip hem de elini niye kesiyor? Ne diyelim, siz kesin, bu sizin anlayışınız veya anladığınız ise bizi için bir problem yoktur. Biz bu anlayışta olmayız. Sadece bunun için yeterli delilin olmadığını, illetin bulunmadığını söyledik. Gerisi sizin bileceğiniz bir şeydir. Eğer kelime “Fiziksel olarak” kesmek manasında olsaydı Yunus 31. Ayette BIÇAK kelimesi kullanılmasına gerek yoktu. Oradaki eylem öyle hipnoz falan değildir. Heyecana dayanır. Topluluk içindedir, alenidir. Ama o ifade “hırsızlık” için değildir. Başka sebepledir ve hırsızın da bıçakla eli kesilir denemez. Geçmişin uygulaması bizi ilgilendirmiyor diyorsunuz ama, tıbbın gelişmediği bir dönemde bu yasak vardı. Bunu göz ardı ederek hareket edemezsiniz. Şimdi tıbbın gelişmiş olması geçmişin yaptığı şeyi haklı çıkarmaz. Eylemde kamunun sorumluluğu başka bir şeydir. Bu sebeple el kesemezsiniz. bu dünyada cezası şu ahirette de şu şeklinde bir çok ayet Bu ifadenizin delili yoktur. Tekelleşme, kriz vs. sizin varsayımınızdır. Onlar bir ceza değildir. Kur’an a göre tefeciliğin cezası yoktur. Allah’a kalmıştır. Ceza ahrete bırakılmıştır. Dünyada biri tefecilik yapıyor diye öldüremezsiniz. Hırsızık ayrıdır, yaralama ayrıdır. Yaralama sebebiyle de el kesemezsiniz. Nasıl yaraladıysa ona göre ceza verirsiniz. Yaralama veya diğer suçlar ayrıdır. Biz Hırsızlığı konuşuyoruz. Tövbe etmek, ıslah olmak kişisel bir eylemdir. Kim nasıl ispat eder? Zaman içinde tekrarlamayarak ispat edebilir. “Hadi ispat et” denemez. Bunun için zamana ihtiyaç vardır. Topluluğun yapması gereken, şartları ve gerekçeleri ortadan kaldırmaktır. Yine de hata varsa bunu cezalandırmaktır. Ama bunun da bir ölçüsü vardır. Haddi aşamazsınız. Tazmin başkadır, fiziksel tazyik başkadır. Fiziksel tazyikte bulunuyorsanız tazmin ettiremezsiniz. Tazmin ettiriyorsanız fiziksel tazyikte bulunamazsınız. Bu eşitlik ilkesine aykırıdır. Ne ile bağlantıyı koparıyorsunuz? Bir kişinin elini kesmekle bağlantıyı koparamazsınız. Aksine psikolojik şiddeti doğurursunuz. Daha çok eyleme yöneltiş olursunuz. Hırsızlık yapmasını el keserek nasıl engelleyeceksiniz? Bunun mantıklı bir yanı yoktur. Bağlantıyı kesmekten kasıt, kişi ile eylemi arasındaki bağlantıyı kesmektir, şartları ortadan kaldırmaktır. Kat’a kelimesinin hakiki manasının ne olduğunu Kur’an söylüyor. “el kesmek” olmadığı çok açıktır. Diyelim ki Sirkat ile ilgili ayette karine yoktur. Kesmenin karinesi nerdedir? Kelime kesme ifade eder deyip geçmek mümkün değildir. Bu ağır bir cezadır ve neredeyse Kısas ile aynıdır. Bunu açıklamanız gerekir. Bugüne kadar da kimse açıklayamamıştır. İlla da kesmek istediğiniz zaman, hiçbir örneğin değeri olmaz. Kur’an ne yapsın. Ona değersiz, buna değersiz dersiniz ve yine bildiğinizi yaparsınız. Buna yapacak bir şey yok. Çok doğru, kesmenin vasıtası yoksa kesmek de yoktur. Dolayısıyla işlemin kendisini sorgulamak gerekir. Biz de bunu söylüyoruz. Kaldı ki orada beyan edilen ceza, genel cezadır. Kıtlıkla veya başka bir şeyle ilgili bir şey değil. Ayet son derece açıktır. Kur’an i delilleri göz ardı ettikten sonra istendiği gibi yorum yapılabilir. Zaten yapılıyor. Siz kabul etmekte zorlanıyorsunuz ancak Fıkıh Gasp suçuna bir ceza öngörmemektedir. Sadece alınan malın iadesi veya tazmini yeterlidir. Gasp hırsızlıktan daha hafif bir suç mudur ki burada hiçbir ceza verilmiyor da hırsızlıkta elini ayağını kesiyor? Allah en doğrusunu bilir elbette Vesselam





Çok Yorumlanan Makaleler
Mete Firidin
Kuran'da Kölelik
27.12.2013 64019 Okunma
86 Yorum 08.01.2014 17:16
Lütfi Hocaoğlu
Fahişe ve Fahşâ
20.08.2015 40240 Okunma
81 Yorum 16.09.2015 00:08
Mete Firidin
Hz. Adem’in Kaburgası
25.04.2012 23280 Okunma
59 Yorum 28.04.2012 13:42
Hüseyin Kayahan
RUH, NEFİS ve DİĞERLERİ
4.05.2012 15691 Okunma
58 Yorum 13.05.2012 06:56
Mete Firidin
Miras ve Kelale Ayetleri
13.02.2014 28582 Okunma
53 Yorum 28.02.2014 13:04
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27288 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Mete Firidin
Nuh’un Gemisi ve Cudii
12.01.2014 24725 Okunma
45 Yorum 05.02.2016 23:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15385 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13617 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Lütfi Hocaoğlu
Bilgisayardan Kuran Öğrenmek. Ruhu-l Kuran Projesi
1.08.2009 16959 Okunma
34 Yorum 27.01.2024 09:00
Cengiz Demirci
Sam Adiyanı hakeme davet ediyorum
10.07.2012 14137 Okunma
34 Yorum 15.01.2013 10:44
Mete Firidin
Adem'in ve Havva'nın Hatası
2.03.2014 30409 Okunma
34 Yorum 10.03.2014 00:48
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12971 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK
27.07.2012 12253 Okunma
32 Yorum 15.08.2012 10:48
Mete Firidin
Amen ve Senetin
15.11.2012 35427 Okunma
31 Yorum 30.11.2012 13:47
Harun Özdemir
Evlenme hakkı üzerine
11.07.2012 12023 Okunma
30 Yorum 18.07.2012 19:12
Mete Firidin
Nuh’un Üvey Oğlu!
25.10.2015 31794 Okunma
28 Yorum 12.01.2020 17:30
Süleyman Karagülle
ABD Başkanlık Seçimi
19.11.2016 41491 Okunma
28 Yorum 19.12.2016 21:41
Mete Firidin
Homohabilis Havva ve Havvalar
20.04.2012 30799 Okunma
27 Yorum 15.04.2020 09:47
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34700 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-2, TANRININ AÇMAZI
2.08.2012 11169 Okunma
25 Yorum 06.08.2012 22:06
Cengiz Demirci
İlk karzı hasen kooperatifi
3.01.2013 21533 Okunma
25 Yorum 06.02.2013 20:31
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14560 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12344 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Mete Firidin
Nutfetin Emşâcin (99)
14.05.2013 29607 Okunma
24 Yorum 17.05.2013 15:16
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10621 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14116 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ YORUMLAR: SALSAL VE TUFAN HK.
13.10.2013 13171 Okunma
22 Yorum 18.10.2013 15:10
Mete Firidin
El Tur ve Tur-i Sina?
24.03.2013 38469 Okunma
21 Yorum 23.06.2021 12:46
Cengiz Demirci
Süleyman Akdemir'in Erbakan Vakfına Teklifi
4.02.2015 17063 Okunma
21 Yorum 17.02.2015 09:32
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53370 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50
Hüseyin Kayahan
ORUÇ ve RAMAZAN
29.06.2014 9843 Okunma
19 Yorum 20.07.2014 07:59
Mete Firidin
Hınzır
12.11.2018 12449 Okunma
19 Yorum 31.01.2021 23:14
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12424 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11518 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Mete Firidin
Şeriata Göre Kadınların Dövülebilmesi?
16.03.2014 20982 Okunma
18 Yorum 20.03.2019 10:45
Mete Firidin
Kuran’da Tasavvuf ve Lahid Köklü Kelimeler
8.05.2014 14432 Okunma
18 Yorum 10.05.2014 11:22
Süleyman Karagülle
D E R G I !
29.04.2017 9365 Okunma
18 Yorum 16.05.2017 08:11
Harun Özdemir
Adem Tiflis'te insan oldu!
26.06.2012 10482 Okunma
17 Yorum 05.07.2012 21:40
Mete Firidin
Cennetteki Khamr
28.05.2015 21149 Okunma
17 Yorum 29.05.2015 19:00
Reşat Nuri Erol
Türkiye, Adil Düzen ile Endülüsleşmeyi önler-2
1.04.2023 1513 Okunma
17 Yorum 01.04.2023 12:41
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-8
15.04.2023 1362 Okunma
17 Yorum 15.04.2023 05:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-11
24.04.2023 1263 Okunma
17 Yorum 24.04.2023 16:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-12
28.04.2023 1385 Okunma
17 Yorum 28.04.2023 10:03
Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012 19809 Okunma
16 Yorum 28.05.2024 14:30
Sam Adian
SLT ve SISTEM Toplu değerlendirme ve cevaplar
19.02.2012 11454 Okunma
16 Yorum 24.02.2012 01:08
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14409 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Mete Firidin
Adet Görmekteyken Kadın Namaz Kılabilir mi?
14.06.2018 13035 Okunma
16 Yorum 17.04.2020 16:27
Reşat Nuri Erol
Hocaların Hocası Ali Yakup Cenkçiler Hoca - 4
29.05.2021 3621 Okunma
16 Yorum 30.05.2021 17:12
Reşat Nuri Erol
Kur’an Nizamı açısından Millî Görüş Hareketi-5
27.03.2023 1452 Okunma
16 Yorum 28.03.2023 03:38


© 2024 - Akevler