Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012
19809 Okunma, 16 Yorum

“EKIMUS SALAT” (SLT – Namaz)

 

 

Şu’ara 218: Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).

“O, sen kıyam ettiğin zaman seni görür.”

Mü’minun 2:  “Ellezıne hüm fı salatihim haşiun

“Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.”

Mü’minun 9: Vellezıne hüm ala salevatihim yühafizun

“Onlar ki, namazlarını kılmağa devam ederler.”

 

Kur’an da yorumlarla birlikte toplam 87 ayet SLT’a atfedilmiştir. Bu ayetlerin içinde yaklaşık 72 tanesinde doğrudan SLT kelimesi kullanılmaktadır.

 

Hac Suresi 26. Ayette KAIMINE kelimesine dayanarak bunun NAMAZ olduğu şeklinde yorumlanmıştır. Oysa ayet Kıyam edenleri, rükü ve secde edenleri kasdetmektedir. Burada kastedilen şey namaz değildir.

Bakara 43. Ayette ise, Rükü kelimesi SLT ile aynı ayette kullanılmıştır. Ancak orada da bu kelime yani Rükü eylemi yani "eğilenler ile birlikte eğilmek" tanımlaması namaz ile ilişkilendirilmemiştir.

Bunun dışında yorumlanarak namaza (slt) atfedilen ayetler de dahil olmak üzere Hiçbir ayette “rükü” ve “Secde”  SLT ile birlikte zikredilmemektedir.

Namaz konusunda da geleneksel anlayışın etkilerini yok saymak elbette mümkün görünmüyor. Kur’an a baktığımız zaman geleneksel formda dizayn edilmiş bir namazın kastedilen SLT olmadığı açıkça görülebiliyor. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da   Ayetlere rağmen birtakım doğrulama metodlarına başvurulduğu anlaşılıyor.   Ayet varken, bunun dışında herhangi bir doğrulama metodu olamaz. Yani temelde eğer Yaratıcıyı ve   referans kabul ediyorsak, onun önerilerini doğrudan kabul etmemiz gerekir. Çünkü Tanrısal bir öğretiyi doğrulayabilecek başka bir referans yoktur.

Bu konuyu anlatabilmek için meselenin en başına dönmemiz gerekiyor. Çünkü SLT kavramı yaradılış ile doğrudan ilgili bir kavramdır. Sistemi anlamadan SLT kelimesi ile kastedilen şeyi anlamanın da imkanı yoktur.

Hz. Adem’in yaratılışı anlatılırken CAALE kelimesi kullanılmaktadır. Bu kelime var etmek anlamına gelmez. Bu kelime upgrade etmek, fonksiyon yükleme, geliştirmek anlamına gelir. Konumuzla yani namaz ile ne ilgisi var ?  şu ilgisi var: Adem bir evrim geçirdi ise, bu var olan bir varlık üzerinde mümkündür. Bu varlık ise INSAN’dır. Kur’an ın anlattığı varoluşa baktığımız zaman, iki önemli nokta ortaya çıkar. Kronolojik olarak INSAN yaratıldı, Beden şekillendirildi, Ruh verildi, Cennete kondu ve nihayetinde dünyaya gönderildi. Bu kronolojiyi ilerde hatırlamak üzere not etmek lazım.

Birincisi, Adem yoktan var edilmedi, bunun için meleklere secde emredildiği zaman itirazları “yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak bir kavim mi yaratacaksın” noktasında idi. Oysa meleklerin bunu bilmeleri mümkün değildir. Böyle bir öngörüde bulunabilmelerinin tek yolu, geçmişte benzer kavimlerin var olduğunu gösterir.

İkincisi, evrim geçiren Adem, var olan bir varlıktan gelmektedir. Bu varlık nedir? Kur’an bu varlığın INSAN nesli olduğuna işaret etmektedir ve Adem neslinden çok daha eskidir. Bu pek çok ayette vurgulanan bir gerçektir. Buna göre, insan nesli, kainatta vardır ve insan neslinden başka akıllı varlıklar da vardır. Bu noktayı bilmek, sistemi algılayabilmek açısından önem taşımaktadır.

Yine Kur’an’a göre,  Araf suresi 24. Ayet “Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.” Demektedir. Yani Adem ve etrafındakiler adı DÜNYA olmayan başka bir mekandan dünyaya gönderildiler. Çünkü ayette geçen IHBITU kelimesi meseleyi anlamak açısından önemlidir: Bu kelime yüksek bir yerden alçak bir yere inmeyi göstermez. Bu kelime, dikey bir düşüşü işaret eder. (aynı kelime, şeytan isyan ettiğinde yani secdeyi reddettiğinde de kullanılır, bilindiği gibi, şeytan cin neslindendir ve meleklere vaizlik etmekte idi, ayet onun da bulunduğu yerden aşağı düşürmüştür. Tıpkı Ademin dünyaya indirilişi gibi) Kısaca, dünyanın dışından dünyaya geliyor iseniz, mutlaka dünyaya dikey olarak geliyorsunuzdur. Hangi yönden olursa olsun.

Tabii dünyaya geldikten sonra gökten canlıların indirilmiş olması, kumaş ve ihtiyaç olan birtakım eşyaların indirildiğinin açıklanması da bu canlıların ve eşyaların başka bir kaynaktan buraya gönderildikleri gerçeğini de ortaya koymaktadır.

Kısaca, hayatın kaynağı dünya değildir ve aslında varoluşun kaynağı (gerçekleştiği yer)  da değildir. Ayette önemli bir bilgi daha vardır: “bir süreye kadar”, yorumcular bu ifadeyi Kıyamet algısına atfetmektedirler. Ancak bu doğru değildir. Burada bahsedilen sürenin kiyamet kavramı ile ilgisi yoktur. Çok daha kısa bir süre kastedilmektedir.

Yeryüzü, yani yaşadığımız dünyanın geçici bir konaklama yeri olduğudur. Buna göre, günün birinde dünyamızı terk etmek zorunda kalacağımız açıkça anlaşılmaktadır. Peki Allah terk edeceğimiz bu dünyaya niçin bizi hapsetmiş olsun? Niçin dış dünya ile irtibatımızı kesmiş olsun? Ve eğer biz dünyayı günün birinde terk etmek zorunda isek (-ki ayet böyle söylemektedir) nereye gideceğiz? Kainatta neresi bizim için uygun yaşam koşulları sağlar? Veya kimlerden yardım almamız gerek? Veya kimlerle bir araya geleceğiz? Bu soruların üzerinde önemle düşünülmesi gereklidir.

Dünyada varlık ortaya çıktıktan sonra elbette birtakım şeylerin gelişmesi kaçınılmazdır. Ancak bu noktada da önemli ayrıntılar vardır, mesela bilginin transfer edilmesi, (vahiy bunun için önemli bir delildir) bilgi kaynaklarına ulaşılması ve bu bilgilerin kullanılması, gibi. Kur’an da pek çok ayet bu yönde bilgiler verir ve örnekler anlatır. Gelişim, yani terbiye başka türlü mümkün olamaz.

Inşirah suresini dikkatlice incelemek gerekmektedir. Rivayetler veya tarihi kayıtlardan anlayabildiğimiz kadarıyla Resulullah çocukluğunda, peygamberlikten kısa bir süre önce ve peygamberliğinden bir süre sonra operasyon geçirmiştir. Birilerinin göğsünü açtığı ve müdahale ettiği rivayet edilir. İnşirah suresinde de bu anlamda bilgiler bulunmaktadır.

1.Senin göğsünü açıp genişletmedik mi?

2-3 Belini büken yükünü üzerinden kaldırmadık mı?

4.  Senin şanını yükseltmedik mi?

5.  Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

6.  Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır.

7.  Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.

8.  Ancak Rabbine yönel ve yalvar.

Açıkça görülüyor ki, resulullah’ın vahyi kaldırabilecek, o yükü göğüsleyebilecek konumda olması gerekiyordu. Çünkü o da insanlardan bir insandı ve bu ağır yükü taşıyabilecek durumda değildi. Bu konuya daha sonra tekrar döneceğiz.

Peki bütün bunlar, bilgiye erişim, kaynağımızla olan irtibat nasıl sağlanacak? Eğer bir gün dünyayı terk edip gidecek isek, yol haritasını nereden almamız gerekiyor? Gibi sorulara da cevap bulmak gerekir. Eğer bu dünyada geçici isek ve bir gün başka mekanlara gitmek zorunda kalacaksak o halde Allah’ın bize o gitmemiz gereken mekanlar veya irtibat kurmamız gereken varlıklar ile ilgili bilgi vermiş olması veya bunun yöntemlerine işaret etmiş olması kaçınılmazdır.

Bu söylediklerimize itirazlar olabilir. Denebilir ki, "yaratılış dünyada gerçekleşti." Vb. Bu konuyu daha sonraki yazılarımızda açıklamaya gayret edeceğiz.

İşte tam olarak bu noktada önemli bir GÖREV dikkatimizi çeker. O da namazdır. Her Kutsal metin NAMAZ’I zorunlu tutmuştur. Bu sadece İlahi dinlerde değil, Uzak doğunun felsefi dinlerinde de vardır. Mesela çarpıcı bir örnek olması açısından BUDIZM’ de de Kur’an ın tarif ettiği şekle tam olarak uyan bir seremoni vardır. Bir nevi namaz. Allah yeryüzündeki irtibatını zaman zaman peygamberler aracılığıyla vahiy yoluyla kurmuştur. Ancak peygamberlerin olmadığı zamanlar irtibatın kesilmiş olmasını tahayyül etmek mümkün değildir.

Şimdi gelelim Namaz’ın kendisine:

Bilindiği gibi SLT kelimesine DUA anlamı verilmektedir. Bütün metinlerde veya yorumlarda böyle algılanmıştır. Bir bakıma çok yanlış da sayılmaz. Ancak bu çok doğru da değildir ve bu anlam terminolojiktir. Çünkü, Kelimenin geçmişine baktığımız zaman SLT kelimesi sami dillerinde de vardır. Arapça ile aynı guruptaki dillerde de vardır. Eski çağlarda insanlar evlerini yüksek ulaşılması zor olan yerlere yaparlardı. Bu evlere ulaşabilmek için katlanabilir merdivenler kullanırlardı. Evden dışarı çıkan biri bu merdiveni açar aşağı iner ve işine giderdi geri döndüğünde de aşağıda bulunan bir yükseltinin üzerine çıkıp yukarı seslenir ve merdivenin indirilmesini isterdi. Yukarıdakiler de onu tanır ve merdiveni sarkıtarak yukarı çıkmasını sağlarlardı. İşte bu seslenmenin adı SLT dir.

Böyle olunca önemli noktalar ortaya çıkıyor: Yüksekçe bir yere çıkıp seslenmek, Ayakta durmak, tanınır olmak ve yukarı çıkmak. Yani kısaca Namazı tanımlamak için SLT kelimesi boşuna seçilmemiştir. SLT ayetlerine baktığımız zaman ise, hemen hemen bu kelimenin anlamını ihtiva eden her detayı açıklıkla görmek mümkündür.

Öte yandan, Hadis kaynaklarına atıf yapmak suretiyle DIN’i ve NAMAZ’I dizayn eden anlayışın aksine, kur’an namazı son derece açık bir şekilde tarif eder, Kur’an’a göre :

Namaz için abdest alınmalıdır

Mümkünse AYAKTA yerine getirilmelidir

HUŞU içinde yerine getirilmelidir

Ne alçak sesle, ne de yüksek sesle, normal bir sesle okunmalıdır(ses yani frekans)

Düzenli yapılmalıdır

Zamanında yapılmalıdır

İşte namazın temel kuralları bunlardır. Peki soru şudur: “bunları niçin yapmak gerekir?” Allah’ın bizim kılacağımız namaza ihtiyacı olmadığına göre, bunun bir nedeni olmalıdır. “Ekimus Salat” Kıvamında SLT! Nedir Kıvam? Bunun üzerinde düşünmek gerekir.

Burada abdest almanın nedenleri üzerinde de durmak gereklidir. Çünkü Namaz tarif edilirken buna vurgu yapılmıştır. Abdest (ab-ı dest: yüz suyu) ya suyla veya toprakla alınabilen bir şeydir. Neden? Eğer namaz, bildiğimiz haliyle bir eylem ise bu çok anlamlı değildir. Hatta gerekli bile değildir. Eğer namaz bildiğimiz namazdan başka bir şey ise o zaman ABDEST önem kazanır. Şöyle bir soralım: Insan sinirlendiği zaman ne yapmalıdır? Yani rahatlamak için… Mesela ellerini yüzünü yıkadığında rahatlar mı? Veya mesela toprağa temas edince rahatlar mı? Cevabı EVET, çünkü vücuttaki aşırı enerji atılmış olur. Bu durum Namaz’ın nasıl bir şey olduğu konusunda da bize ipuçları vermektedir.

Genel olarak algılandığı şekliyle ABDEST temizlik amacıyla zikredilmemektedir. Basitçe, insanın en çok kirlenmiş olması gereken yeri ayakları olduğu halde, ayakların yıkanması öngörülmüyor? Mesh etmenin yeterli olacağı ifade ediliyor. O halde abdesti TEMIZLIK olarak düşünmek yanlıştır.

SLT kavramının eylem olarak amacını ve hedefini anladığımız zaman, Abdestin niçin önerildiğini de anlamış oluruz.

Al-i İmran Suresi 39. Ayet: “Zekeriyya mihrapta (yüksekçe bir yer) durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle nida ettiler: Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler.”

Ayetten anlaşıldığına göre, Zekeriya Ayakta durmaktadır (namaz için) Melekler ile konuşmaktadır, melekler ona bilgi vermektedir. Burada muhatabın MELEKLER olması, PEYGAMBER sıfatıyla birlikte değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bizim muhatabımızın MELEK olması gerekli değildir. Başka bir varlık da olabilir. Önemli olan orada gerçekleştiği söylenen olaydır.

Başka bir açıdan bakmak gerekirse:

Ahzab Suresi 56. Ayet: “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.”

Yorumcular bu ayette geçen SLT kelimesine NAMAZ anlamı vermekten kaçınıyorlar. Haklı olarak Allah’ın peygamberine namaz kılması tahayyül edilemez. Bu Yaratıcının varlığını sorgulamış olur ki, bütün algıyı sonuna kadar değiştirebilecek bir şeydir. Gerçekte de Allah Namaz kılmaz. Melekler de peygambere namaz kılmazlar. SLT ederler.

Her iki ayeti değerlendirmeden önce bir noktaya daha işaret etmekte yarar vardır:

Bilindiği gibi, peygamberler Vahiy ile muhatap olmuşlardır. Bu sebeple de muhatap oldukları varlık CEBRAIL’dir. Hiçbir ilahi metin, peygamberlerin başka bir kaynakla muhatap olduklarını belirtmez, bu yönde bir işaret de yoktur. Zaten mantıklı da değildir. Ancak bu ayette bir istisna mevcuttur. Dikkat edersen, ayet, Cebrail’den veya vahiyden söz etmez.

İnşirah suresinin verdiği bilgi ile birlikte değerlendirildiğinde ise, Peygamberin Vahyi kabul edebilecek yetenekte olması gereklidir. Açıkça anlaşılmaktadır ki, ona müdahale edilmiş, yazılımı yenilenmiş veya ilave aygıtlarla bu veriyi alabilecek pozisyona getirilmiştir.

Yani SLT ile öngörülmüş olan şeyin yerine getirilmesiyle kazanılacak olan yetenek, öyle bir şeydir ki, bu algıyı anlayabilme kodları çözebilmeyi sağlamaktadır.

Al-i İmran 39 ve Ahzab 59. Ayetlerini birlikte değerlendirdiğimiz zaman karşımıza inanılması güç bir sonuç ortaya çıkaktadır. Bu sonuç tek kelime ile İLETİŞİM’dir.

Bu iletişim konusunu biraz daha açmak gerekirse:

İnfitar suresi 10., 11., 12. Ayetler :”Şunu iyi bilin ki üzerinizde bekçiler var, Şerefli yazıcılar. Onlar yapmakta olduklarınızı bilirler.”

Basitçe bu ayetten, gözetlendiğimizi, yaptıklarımız takip eden veya algılayan kaydeden yazıcılar, kaydediciler olduğunu anlıyoruz. Bu kaydediciler nasıl bir şeydir?

Kaf Suresi 16. Ayet :”Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.”

Geleneksel terminolojik çeviri yapanlar, kelimeleri ihtiva ettikleri anlamlar ile değil, vaaz ettikleri anlamlarla çevirme gayretindedirler. Oysa ayette çok ilginç detaylar vardır:

الْوَرِيدِ (VRD) : Damar içi, sinyal üreten, verici

خبل  (KHEBL) ; Bunama, akıl hastalığı, Köken itibariyle: Zihni etkileyen hayvan, ölümcül hastalığa neden olan şey

Bu kelime noktasız olduğunda ise (yani HEBL), ip, ip gibi uzanan anlamlarına gelmektedir. (Her iki halde de bizi anlatmak istediğimiz şey açısından sorun yoktur)

نفس (NEFS) ; Ayni, Benlik

Ayet önemli detaylara vurgu yapar: Damarlar içinde bir vericinin bulunduğu, bu vericinin bir virüs gibi küçücük bir şey olduğu, benliğimizle doğrudan bağlantısı olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Yani içimizde bulunan bu şey Sinyal üretmekte ve bilgi aktarmaktadır. Peki bu bilgiyi nereye aktarmaktadır?

Kaf Suresi 17. Ayet : “Sağında ve solunda onunla beraber oturup amellerini tesbit eden iki de tesbit edici vardır.“(ibn-i kesir)

قَعِيدٌ (KEIDUN) : Devre dışı bırakılmış, devre dışı, istem dışı

متلقي (MUTELEKKI): Alıcı, (MUTELEKKIYANI = iki alıcı)

Bu ayete göre, Her iki tarafımızda alıcılar, kaydediciler bulunduğunu, bahse konu olan kaydedicilerin birer ALICI (mikrofon veya anten) olduğunu ve bu alıcıların kontrolünün bizim elimizde olmadığı anlaşılıyor. KAIDUN kelimesi ise, bu alıcıların bedenimizle doğrudan irtibatlı olmadığını da göstermektedir.

Burada bir başka detayı daha hatırlamakta yarar var: bilindiği gibi KIRAMEN KATIBIN meleklerinden söz edilir. Yani 24 saat peşimizde dolaşan, tuvalet veya cinsel ilişki hariç yanımızdan hiç ayrılmayan melekler olduğu ve bu meleklerin yaptıklarımızı kaydettiği anlatılır. Oysa ayetlerde MELEK kelimesi hiç kullanılmaz. KIRAMEN KATIBIN: şerefli yazıcılar, dürüst doğruluktan ayrılmayan kaydediciler. Anlamındadır. Eğer ayette bahsedilen alıcılar böyle bir şey ise, bunun melek olması gerekmez. Zaten insanın peşinde meleklerin dolaşıyor olması da mantıklı değildir.

Peki bu ALICILAR ne tür bilgileri kaydeder?

Kaf Suresi 18. Ayet :”O, bir söz atmaya dursun; mutlaka yanında hazır bir gözcü vardır.” (ibn-i Kesir)

Ayet’ten, bu sinyal üreten, bilgi aktaran vericiler ve bu sinyalleri kaydeden alıcıların SÖZ, fiil ve eylemleri kaydettiği anlaşılmaktadır. Bu nokta çok önemlidir. Yani, SÖZ ile ifade edilmeyen şey bir bilgi değildir, ifade edilmeyen şey bir eylem sayılmaz. Düşünce serbest bir olgudur ve gizlidir. Düşüncenin açığa çıkması ancak SÖZ ile mümkündür. Bu aynı zamanda eylemi de tanımlar.

Burada yine önemli bir ayrıntıya daha dikkat etmekte yarar vardır: “Ameller niyetlere göredir, niyetin halis ise, eylem olmasa bile aynı sevabı alır” gibi önermeleri bütünüyle anlamsızdır. Sadece bu ayete göre, bir şeyin DEĞERLİ olabilmesi için mutlaka eylem olması gerekir. (Modern hukuk da böyledir) Yani EYLEM haline dönüşmeyen hiçbir şey ne SUÇ sayılabilir ne de IYILIK veya mükafat gerektirecek bir şey sayılabilir. Mutlaka SÖZ ile ifade edilmesi veya EYLEM halinde ortaya konulması gereklidir.

Yorumcular, Kiramen Katibin meleklerinin insanın kalbinden geçirdiği veya düşündüğü şeyleri algılama ve yazma konusunda sıkıntıya düşmüşlerdir. Fakat buna da bir kılıf geliştirmişler ve demişlerdir ki: “İnsan kötü bir şey düşündüğü zaman kötü koku yayar ve melekler bu kokuyu algılayarak kötü bir şey düşündüğünü anlarlar. İyi şeyler düşündüğünde de güzel koku yarar ve melekler de bunu bu şekilde bilirler” gibi akla ziyan açıklamalar getirmişlerdir.

Konumuza dönersek, Eğer mutlaka EYLEM olması gerekiyor ise, (-ki ayetler böyle söylemektedir) o halde bu bilgiler (ortaya çıkan enerji) nereye kaydediliyor? Nerede saklanıyor? Değiştirilmesi veya düzenlenmesi mümkün mü? Bu soruları biraz geniş ele almakta yarar var:

Mutaffifin Suresi 4. Ayet :”Onlar düşünmezler mi ki, tekrar diriltilecekler!”

مبعوثون Elçi, elçiler, vekil, Heyet, البعث BAAS= diriliş (fikri diriliş, aydınlanma)

Ayet’e göre, Bir aydınlanmadan sözedilmektedir. Geleneksel algı yöntemlerine göre  Mealler veya tefsirler MEB’US kelimesini   “Yeniden Dirilmek” şeklinde algılamışlardır. Tabii bu tamamen terminolojik bir algıdır. Gerçekte MEB’US kelimesinin aslı olan BAAS diriliş anlamına gelir ancak bu diriliş, topraktan dirilmek veya yeniden dirilmek değildir, bahsedilen bu diriliş bir aydınlanmadır.  Evrilmedir.

İbrahim 48: “O gün yer, başka bir yere, gökler de başka göklere dönüştürülür ve insanlar bir ve kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.”

Ayetinde olduğu gibi.

Buna göre, yani kelimenin her iki formuna göre ayeti tercüme ettiğimiz zaman, bir toplanma, aydınlanma gününden söz edilmekte olduğu açıkça anlaşılabilmektedir. Bunun NAMAZ ile ne ilgisi var? Diye bir soru sorulabilir. Eğer günün birinde dünyamızı terk edecek isek, ve eğer bir toplanma veya aydınlanma günü var ise SLT denilen eylem ile istenen şeyin önemi daha da iyi anlaşılabilir olmaktadır

Bu noktada, bu kayıtların tutulduğu yerin neresi olduğu şeklinde bir soru akla gelir.

Mutaffifin Suresi  5., 6., 7. Ayet : “Büyük bir günde. Ki insanlar o gün, alemlerin Rabbının huzurunda duracaklar. Hayır, günahkârların yazısı, muhakkak “Siccîn”dedir.”

جَّارِالفُ (FUCCAR): Zamparalık, çapkınlık, normal olan ile yetinmeyen

كِتَابَ (KATIBUN) : Rezervasyon, kayıt, film

Ayetler, aydınlanma, toplanma zamanını tarif etmektedir. Öyle bir gündür ki, insanlar (sadece Adem nesli değil) yani herkes TANRI’nın huzuruna çıkacaklar. Yine Ayette geçen FUCCAR kelimesini Günahkar olarak çevrilmektedirler, Bu ifade kısmen doğru olmakla birlikte, bu kelime Zamparalık, çapkınlık, normal olan ile yetinmeyen anlamına gelmektedir. Ve yine ayette geçen önemli bir kelime de KATIBUN kelimesidir ki, bu kayıt, film anlamına gelir. Yani hayatın filmi.

Peki bu nerdedir? SICCIN’dedir. SICCIN nedir?

Mutaffifin Suresi  8., 9. Ayet :“Siccîn”in ne olduğunu sen ne bileceksin. Rakamlanmış bir kitaptır.”

مَّرْقُومٌ (MERKUM) Kodlanmış, rakamlanmış, silinemez bilgi

Yani bütün söz, fiil ve eylemler vücudumuzda bulunan sinyal vericileri, etrafımızda bulunan alıcılar sayesinde hissedilerek, kodlanarak SICCIN denilen bir veritabanına kaydedilirler. Böyle olunca, bu bilgilerin kaydedildiği bir merkez veya merkezlerin olması kaçınılmaz olur ve bu merkezleri yönetenlerin olduğu da açıkça anlaşılabilir.

Toparlamak gerekirse, tarif edilen namazın yine tarif edilen iletişim yöntemleri ile belli bir kaynağa ulaşmak veya belli bir kaynakla irtibat kurmanın bir yolu olduğunu anlamak zor olmaz. Aydınlanma günü veya Toplanma günü için bir hazırlık, o aydınlanmaya/evrilmeye giden yoldaki önemli bir araç haline gelir NAMAZ.  Zekeriya’nın namazından başlayarak, ayetleri alt alta topladığımız zaman, geleneksel namazın Kur’an ın tarif ettiği namaz olmadığı açıkça anlaşılmaktadır.

Yine aynı şekilde bütün bu tarif edilen, anlatılan bilgiler çerçevesinde SESSİZ namaz’ın ve anlaşıldığı şekliyle CEMAATLE namazın da mümkün olamayacağı açıkça anlaşılır. Çünkü sessizlik, veya düşünmek bir eylem değildir ve kayıt dışıdır. Çünkü Tarif edilen namaz, Sesli ve ayaktadır. Yani Ses ile namaz eylemi ortaya konur.

Tabii Kur’an ın tarif ettiği namaz, her namaz kılanın bu iletişimden yararlanacağı anlamına da gelmemektedir çünkü, bu kazanılması gereken bir yetenektir. İnsanın kendini eğitmesi, alışkanlık haline getirmesi, bir nevi TRANS haline geçebiliyor olması gerekir. Bu da kendiliğinden olmaz. Nasıl olur: Sabırla, gayretle, düzenli bir şekilde çalışarak olur. Bu yüzden namazın düzenli ve zamanında ve DOSDOĞRU kılınması gerektiği ısrarla vurgulanmaktadır. Bunlar göz ardı edilebilecek şeyler değildir. Çünkü bunlar Ayetlerin bize aktardığı şeydir. Dolayısıyla herhangi bir yöntemle bunları değiştirmek mümkün olmaz.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Kimle iletişim? Nereyle? Veya bahse konu olan yönetim merkezi veya merkezleri neresidir?

Bu soruların cevabı da aslında Kur’an da var. Mesela Necm Suresi 49. Ayette : ”Doğrusu Şi'ra yıldızının Rabbi de O'dur.”

Kur’an da adıyla zikredilen tek gezegen veya yıldız budur Şi’ra yani SIRIUS. (Güneş ve Ay dışında) Bununla ilgili önemli bilgiler de vardır, mesela bu yıldızın tek olmadığı, (3 tane olduğu) bunun üzerinde akıllı varlıkların bulunduğu vs. Zaten ayet, Şi’ra nın da rabbidir derken burada akıllı varlıkların bulunduğuna da işaret eder. Çünkü RABB kelimesi terbiye eden, geliştiren, tekamül ettiren anlamına gelir. Yani Akıllı varlıkları işaret eder. Dolayısıyla eğer bu gezegen veya yıldızda akıllı varlıklar yoksa, RABB’e de ihtiyaç yoktur.

Bunun ne önemi var?

Stephan Hawking “Kainatta bu fizik kuralları varken Tanrı’ya gerek yoktur” demektedir. Bu dğrudur. Yaratıcı her an sisteme müdahale etmiyor. Yaratıcı sistemin de planlayıcısı ve yaratıcısıdır. Ancak uygulayıcılar başkadır. Eğer yaratıcı sisteme sürekli müdahale ediyor ise, meleklere ve benzeri varlıklara, da ihtiyaç yoktur. Bunlar var ise, o halde sistemin bir yönetim merkezinin veya merkezlerinin de olması kaçınılmazdır. Bu aynı zamanda bilginin yönetildiği merkez anlamına da gelir. Tıpkı Levh-i Mahfuz’daki bilginin kaynağı olan kitap gibi. (bu kitap, kainatın sistemidir. Her şeyin tanımlandığı kitaptır.)

Vaazedilen  KADIR-I MUTLAK Tanrı anlayışı Kur’an ın ortaya koyduğu anlayış ile uzaktan yakından ilgili değildir. Bu anlayışa göre, her şey, Allah’tandır ve o nasıl isterse öyle olur. Ve yine aynı mantığa göre, Allah her an, her saniye kainata, sisteme müdahale etmektedir ve her an her saniye bizimle (taibii sadece Müslümanlar ile) birliktedir. Oysa kur’an böyle söylemez.

Enam Suresi 104, 105, 106, 107. Ayet: “Doğrusu size, Rabbınızdan basiretler gelmiştir. Kim, onları görürse; kendi lehine, kim de körlük ederse; kendi aleyhinedir. Ve ben, sizin üzerinize bir bekçi değilim.”

“İşte Biz, ayetleri sana böylece türlü türlü açıklarız. Ta ki onlar; sen okumuşsun, desinler ve Biz onu bilen bir kavme besbelli edelim.”

“Rabbından sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.”

“Eğer Allah dileseydi; onlar şirk koşmazlardı. Hem Biz, seni onların başına bir bekçi yapmadık. Sen, onların üzerine bir vekil de değilsin.”

Yukarıda anlatılan, kur’an ın tarif ettiği sistem burada da teyit ediliyor ve üstelik ALLAH DILESEYDI kavramını da açıkça ortaya koyuyor. Yani Allah bizim başımıza bekçi olmadığı gibi, peygamber de bizim başımıza bekçi değil. Ve iman özgür irade ile gerçekleşmesi gereken bir anlaşmadır. Çünkü Allah dileseydi elbette şirk koşanlar da şirk koşmazlardı. Ama öyle değil. Ve üstelik, geleneksel anlayışın aksine, Ayetlerin açıklanmaya muhtaç olmadıklarını da söyler. Ve sadece VAHYE uymak gerektiğini de.

Netice itibariyle, biz bu yaşadığımız dünyada var edilmediysek, günün birinde dünyayı terk edip gitmek zorunda isek, bir aydınlanma ve toplanma günü var ise, o halde dünya dışı gerçeklerden arındırılmış olmamız düşünülemez. Irtibatın kesilmiş olması tahayyül edilemez. Eğer Allah, böyle bir sistem dizayn ettiyse (-ki kitabında böyle söylüyor) o halde bunun yöntemlerini de açıklamış olması, araçlarını bildirmesi gerekmez mi? Elbette gerekir ve zaten açıklıyor.

Son olarak cemaat ile namazın neden mümkün olamayacağını kısaca özetlemekte yarar var:

Nisa suresi 102. Ayette: “Sen de içlerinde bulunup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar, silahlarını   alsınlar, böylece  secde ettiklerinde arkanızda olsunlar. Sonra henüz namazını kılmamış olan   diğer gurup gelip seninle beraber namazlarını kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kafirler arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer size yağmurdan bir eziyet olur yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz Allah, kafirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”

Topluca namazı tarif etmektedir. Ancak bu ayet bir istisnadır. Çünkü ayette bahsedilen namaz, bir savaş ortamındaki namazdır ve yine ayette bir imamet veya cemaat söz konusu değildir. Sadece bir arada namaz kılınması gerektiği söylenir. Dikkat edilirse, Peygamberin IMAM’lık yaptığı gibi bir işaret veya açıklama da yoktur. Elbette savaş alanında savaşanların silahlarını bırakıp namaza durmaları beklenemez. Elbette namaz kılanların korunmaları gerekir. Elbette bunu topluca yapmak gerekir çünkü tek tek etrafa dağılıp namaz kılmak demek, kolaylıkla hedef olmak demektir.

Bu ayetten yola çıkarak CEMAAT ile namazı üstün tutmaya kalkmak veya geleneksel anlamda CEMAAT halinde namaz kılmak mümkün değildir. Bir kere IMAN denilen şeyin, BIREYSEL bir anlaşma olduğu unutulmamalıdır. Özgür irade ile, bireysel olarak, nedenlerini bilerek iman etmek öngörülür. Bu bir anlaşmadır ve kişisel bir tercihtir. Kaldı ki, Ayetlerde tarif edilen eylemin SÖZ ile gerçekleşeceği ve IMAM’ın arkasında duran cemaatin bir eyleminin olamayacağı da anlaşılır. IMAM’ın sesli okuması kendi eylemini ortaya koyar, cemaatin eylemini değil. (Bazı vakitlerde)

Bunun ötesinde, Yine Kur’an hiçbir yerde topluca namaz kılmayı önermez. Aksine, Evlerde namaz kılacak yerler yapılmasını, bireysel namazı, binek üstünde veya yolda yürürken bireysel olarak namaz kılınabileceğini vs. söyler. Çünkü bunun zamanı önemlidir. Kaldı ki, SESLI OKUMAK bir kuraldır ve bu şekilde zaten CEMAAT ile namaz kılmak mümkün olmaz.

Askerlik yapanlar bilirler: Muhaberat bölüklerinde bir araç vardır, telsiz aracı, uzak mesafelerle iletişimi sağlayan bir araç (hala var mı bilmiyorum, benim zamanımda vardı) Bu araç her gün aynı saatte çalıştırılır ve iletişim kurulurdu. Mesaj alınıp verilirdi. Basit bir ordu birliği bunu yapmayı gerekli buluyor ise, muhteşem bir sistemi ortaya koyan Allah’ın bu sistem içerisinde bir iletişim mekanizması kurmuş olması gerekmez mi? yani Namaz ile bizden istenen şeyin neden farklı olması gerekiyor? Neden her gün aynı zamanlarda namaz kılmak gerekiyor? Ordudaki basit bir birlik, her gün aynı saatte çok uzak mesafelerden MESAJ almak için o aleti çalıştırırken, neden bizim Namazımız eğilip kalkmaktan ibaret olsun?

Bütün bunların ışığında, geleneksel formda namaz kılmanın kimseye bir yararı olmadığını herhalde anlamak zor değildir. Zaten bu namaz da değildir.

Ben namaz ile ilgili olarak bize önerilen şeyin bu bilgi ağına, Networke katılmak iletişim kurmak şeklinde tarif ediyorum. Kimileri beni çok fazla teknokrat bulabilir. Veya teknoloji ile kafayı bozmuş da diyebilir. Ancak bunu söylemeden önce, ayetleri de okumak ve anlamak gerekir.

ISLAM’ı DINCE dizayn etme çalışmaları Resulullah’ın vefatından 350 yıl kadar sonra başlamış ve yavaş yavaş mecrasından çıkmıştır. Geleneksel etkiler, efsaneler, alışkanlıklar DIN sayılmaya başlanmış, FARKLI olmak adına ISLAM dizayn edilmeye çalışılmıştır. Sonuçları da ortadadır.

İnşirah Suresini yeniden hatırlamakta yarar vardır. Peygamber normal bir insan. Ancak vahiy iletişimini kaldırabilmesi için yeni bir yazılım yüklenmiş apaçık. yazılımın yenilenmesi, yavaş çalışan bilgisayarını hızının yükseltilmesi, geleni yük,ağırlık olarak algılamaması, sonunda anlama kapasitesinin yükseltilmesinden bahsediyor. bunun da teyiden, biz zorluk aşamasından sonraki kolaylık olduğunu  söylüyor. O halde insan için boşluk anı oluşunca hemen kendi atamanı yap, dikil, ve rabbine rağbet et diyor. Demek ki bizim anlama kapasitemizi yükselten, yükümüzü hafifleten, olaylara bütüncül bakma açısını getiren, bizim hikmeti öğrenmemizi sağlayan fonksyon SLT’tır.

Referans Kaynağı sadece kur’an dır ve o MÜBIN yani APAÇIK, EKSİKSİZ ve TASTAMAM bir kitaptır. Bu Kur’an’ın kendi iddiasıdır ve bunun üstüne herhangi bir referans konulamaz.

Yazmaya bu konudan başlamamızın nedeni, SLT kavramının sistemin tam ortasında duran bir eylem olmasından kaynaklanıyor. Yaradılıştan nihai hedefe varana kadar bizim yegane bağlantı noktamız, sistemi anlamak için bilgiye ulaşmanın temel yolu olması açısındandır.

Bu konuyu öncelikle tartışmak ve anlamak açısından eleştirilerin önemi de büyüktür.

Vesselam.

 


YorumcuYorum
Mete Firidin
02.02.2012
22:08

yazınız güzel fakat bazı noktalara dikkat çekmek isterim. Göğsün genişletilmesi diye bir şey yoktur. O olay muhtemelen uydurmadır. Orada bahsedilen kafadır. aslında beynin korteksidir. zihin kapasitesidir.

Allahın insanların namazına ihtiyacı yoktur. Kulun namaza ihtiyacı vardır. Namaz yani salat yükselmedir. Allaha yaklaşmadır. Davranışlarımızı düzeltmemiz için bir feyz almadır. disipline olmadır. Bir rejenerasyondur. Namaz Ademden itibaren vardır. bütün dinlede de vardır. Mesela tevratta da vardır. Musa yüz üstü düştü der. Oysa Musa secdeye gider. samirilerde günde 5 vakit abdest ve namaz vardır. kendilerine ait tevratları vardır. Mandeanlarda da abdest ve namaz vardır. Budizim ve hinduizim ,hristianlık, yahudilik ve bu günkü müslümanlık vs dejenere olmuş islam dinidir.

Adem dünyada homo sapiensden tesviye edilmiştir. Homo sapienslerin peygamberidir. Soyut düşüncenin ilk kez görüldüğü kişidir. Güzel ahlakın başlatıcısıdır. Hz. Muhammed ise tamamlayıcısıdır. Toplu namaz vardır. Sünnetde tereddüt olmaz . Sünnetler topluma mal olmuştur. değiştirilemez. fakat hadisler değiştirilebilir veya asılsız olabilir.

Lütfi Hocaoğlu
02.02.2012
22:51

Sitemize hoşgeldiniz, hayırlı olsun.

Yazınız ayrıntılı ve güzel.

Ben de bazı noktalara dikkat çekmek isterim.

Aslında yazının başlığı namazın toplu kılınacağının delilidir.

Ekimû-s Salate denmektedir. Ekimû çoğul emirdir. Salat ise tek namazdır. Yani çok kişi tek namazı kılarlar. Aksi halde teker teker kılınma emredilseydi ekimû-s Salavat denmesi gerekirdi. İstisna olarak bir yerde Ekim Salat denmektedir. Yani tek başına kılmanın da caiz olduğunu anlarız.

Allah ve melekleri sal ederler ayetine gelince oradaki ifade sülasi babdan değil, tef'îl babından gelmektedir. Salata verdiğiniz anlam çok güzel. Bu anlam Allah ve melekleri sal ederler ayeti için uygundur. Çünkü bab tef'ildir ve bu etimolojik anlam uygundur. Yani Allah ve melekleri nebiye destek olurlar, siz de ona teslim olarak destek olun şeklindedir. Oysa salat kelimesi Kuran'la beraber asıl anlamının dışında ıstılahi yani terminolojik anlam kazanmıştır. Tıpkı zekatın temizlik iken vergi, savmın tutma iken oruç, Haccın gidip gelme iken hac ibadeti anlamı kazanması gibidir. Bu nedenle ıstılahi anlamı dışındaki anlam bize sadece etimolojisi konusunda bilgi verebilir.

Sam Adian
02.02.2012
23:20

Sayın Fridin

Uyarınız için teşekkür ediyorum. Ancak "Göğsün genişletilmesi" sadece bir rivayet değildir. Inşirah suresi 1. Ayet: "E lem neşrah leke sadrek" Demektedir. Yani göğsünü açıp şerhetmedik mi (genişletmedik mi)? demektedir. rivayetler her ne kadar güvenilir olmasa bile, Ayetin aktardığı bilgiyi dikkate almamız gerektiği kanaatindeyim.

Namaz daha doğrusu SLT'ın niteliği ile ilgili detayı bügünkü yazıda bulabileceğinizi umuyorum. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyiniz.

Sam Adian
02.02.2012
23:28

Sayın Hocaoğlu

Değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum. Ortak aklın oluşması açısından önemlidir.

Ancak "Ekimus Selate" kavramına getirmiş olduğunuz yoruma ne yazık ki katılamıyorum. Bildiğiniz gibi EKIMU keliesi KURMAK, OLUŞTURMAK anlamlarına geldiği gibi, KIVAM anlamına da gelmektedir. Kelimenin çoğul oluşu eylemin CEMAATE tahvil edilebileceği anlamına gelmez diye düşünüyorum.

Daha iyi anlaşılabilmesi açısından SLT kavramını biraz daha irdelemek gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Fridin için de bir not eklemek isterim: Insan bedeni sadece bir robottur. Emirleri yerine getiren bir makinede, bir çeşit elektronik devreden başka bir şey değil. Beden insanın asli varlığı olmadığı gibi zorunlu da değildir. Bu konuyu daha sonra açıklamaya gayret etmeyi arzuluyorum. Sizin bulgularınız eşliğinde.

Mete Firidin
03.02.2012
07:18

Sadr kelimesi göğüs değildir. en üst kısım kafa, elit, veya kabuk anlamına gelir.

Kuranda Allah hiç kimsenin cefinde iki kalp yaratmadı diyor. yani boşluğunda iki kalp yaratmadı diyor. Sadr ise korteks anlamında kullanılıyor.

Kalp kelimesi merkez anlamına gelir. Cefteki kalp "heart" dır. Sadrdaki kalpler ise "centrumlar" dır. Yani beynin çeşitli merkezleridir. Bu nedenle çoğuldur.

Sn arkadaşım Sitede bu konu ile ilgili bir yazım var okursanız sevinirim. Ayrıca Adem ve havva yazısınıda okursanız sevinirim.

Sam Adian
03.02.2012
13:11

Sayın Fridin SADR konusunda size katılmıyorum. SADR: Çıkarılmış, ihraç edilmiş, Verilen, Çıkarılan anlamlarındadır SADRK: Göğüs, Sandık, Üs, Akciğer anlamlarına gelir. (lisan-ül Arab) İnşirah suresi 1. Ayette, Kalp veya Kafa anlamına gelebilecek herhangi bir atıf yoktur. Burada yalın bir ifade vardır. O da şudur: resulullah'a operasyonel bir müdahalee yapıldığı gerçeğidir. Ben yazımda Rivayet aktarmamın nedeni de budur. Unutmayınız ki bütün yalanlar bile doğrulardan arınmış değildir.

Kalp konusuna başka yerlerde yapılan atıfları ayrıca değerlendirek gerek. Bu konuda tartışmak gerek. Gerçek ile Algı arasındaki farkı anlayabilmek için test etmek gerekir.

Beyin, fiziksel bedenin şofor mahallidir. Ancak kozmik baz istasyonu değildir. Bu konuyu daha geniş olarak tartışmak gereklidir. Sizin bahsettiğiniz konu çok daha farklı bir alandadır. Bu noktaya SLT kavramı içerisinde atıf yapmak çok doğru görünmüyor.

Mete Firidin
03.02.2012
19:02

Sadrazam ne demek?

Sam Adian
03.02.2012
21:10

Sayın Fridin

Sadrazam kelimesinden yola çıkarak SDR'ye mana verilemez. Hem doğru değildir, hem lafza da uygun değildir. Kaldı ki, osmanlı kültürü bu açıdan bir referans da olamaz. Gerek Vahye olan uzaklığı ve gerekse uygulamalarındaki Islah edilmiş yorumları sebebiyle ciddiyetle üzerinde durmak gereken bir konudur. Sadrazam kavramı ortada yokken, SDR kelimesi kullanılıyordu ve onun bir anlamı vardı.

Bilindiği ISTILAH kavramı, resulullah'tan yaklaşık 300 yıl kadar sonra ortaya çıkmış ve arapçayı da derinden etkileyerek tefsir yoluyla günümüze gelmiştir. Kelimelerin orjinal anlamlarını bir kenara bırakıp yakıştırılan anlamları ile yorumlanmaya kalkılmıştır. Kelimelerin asli anlamları dururken Islah edilmiş manaları ile hareket etmek, lafzı da tahrif etmek anlamına gelmez mi? Bu aynı zamanda "Yerine Geçme" anlamına da gelir ki, Yaratıcı, kullandığı kelimelerin ne anlama geldiğini veya nasıl anlaşılacağını bilerek kullanmıştır. Onlara anlamk yükleek yerine, var olan anlamları ile hareket etmek gerekir.

Sam Adian
03.02.2012
21:30

SADR Kelimesinin en temel anlamlarından biri Ön, Bir şeyin önü anlamlarıdır.

SADR-I AZAM anlamı ise, EN ÖNDE OLAN , EN ILERDE OLAN anlamlarında BAŞ denimiştir ki, bu bir şeyin BAŞI anlamında değidir. Çünkü Devletin başı Padişahtır.

البعير الصدر Devenin Gööğsü anlamına gelir. (Veya ظهر البعير الصدر) Böyle denmesinin sebebi ise, göğsün ilerde olmasından kaynaklanır.

Terminolojik anlamlar benzetmelerden türetilmişlerdir. Bu eşyanın tabiatından ileri gelir.

Vesselam

Tayibet Erzen
03.02.2012
23:51

Sadr kelimesinin bir anlamının da ‘kafa’ olduğunu dikkate aldığımız zaman Mete Bey’in yaklaşımını daha doğru bulduğumu söyleyebilirim.

Namazın cemaatle kılınmamasına gelince Lütfi Bey’in de ifade ettiği gibi gramersel olarak tek bir namaz ikiden fazla kişiye emredildiğinden cemaatle kılınabileceği manası doğrulanmış olur. Zaten Nisa 103. Ayette “Huzur bulduğunuzda namazı kılın. “ denmekte ve tehlike geçince de çoğula hitap etmektedir, bu sebeple sizin 102. Ayeti delil gösterip tehlikeyi topluca namaz kılmaya gerekçe göstermeniz, bana göre geçerliliğini yitirmiş oluyor.

Benim asıl takıldığım nokta ise niyet ile amel arasındaki ilişkidedir. Şöyle bir ifade kullanmışsınız:

“Burada yine önemli bir ayrıntıya daha dikkat etmekte yarar vardır: “Ameller niyetlere göredir, niyetin halis ise, eylem olmasa bile aynı sevabı alır” gibi önermeleri bütünüyle anlamsızdır….”

Kuranda Enfal suresinin 70. Ayetinde Rabbim der ki:

يَاأَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ فِي أَيْدِيكُمْ مِنَ الْأَسْرَى إِنْ يَعْلَمِ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِمَّا أُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ Bu ayetten anladığım kadarıyla niyet önemlidir, eyleme dönüşmemişse bile.

Sam Adian
04.02.2012
00:53

Sayın Ezen

SDR (SADR) kelimesinin “kafa” daha doğrusu “beyin” anlamına tahvil edilmesi tamamen ALGI ile ilgilidir. Benim kanaatime göre, bu kelimeden kastedilen şeyin geçmişte anlaşılmamış olması sebebiyle işaret edilen hususlar beyin denilen organın kafada olması sebebiyle böyle anlamlandırılmıştır.

Küçük bir ayrıntıyı daha hatırlatmak gerekir sanıyorum: inşirah suresinde kastedilen şeyin bir UPGRADE olduğu açık. Kelimenin anlamını “kafa” olarak kabul etsek bile neticeyi değiştirmiyor. Bu açıdan şimdilik önemli olmamakla birlikte, SADR kelimesinin neden KAFA anlamına gelemeyeceği ile ilgili bir makalemiz olacak, sırasıyla sitede okuyabilirsiniz.

SLT ile ilgili yazılarımız devam edecek. Cemaat de bu konunun içindedir. Ancak kısaca ifade etmek gerekirse: Benim kasdettiğim şey, BIR ARADA namaz kılınamayacağı değildir. IMAM-CEMAAT ilişkisi şeklinde namazın yerine getirilemeyeceğini söylüyorum. Teknik olarak da zaten bu imkansızdır.

Mesela Bakara 208. Ayette “Ey iman edenler, hep birlikte barışa girin…” denmektedir. Yani Çoğula hitap ediyor olması, herkes için geçerli olduğu anlamına gelir. Tek bir namazı herkes kılamaz. Herkes ayrı ayrı tek bir namaz kılabilir. Nisa 102 bir istisnadır. Kaldı ki orada da Imam-Cemaat ilişkisi söz konusu değildir.

Dikkat ederseniz ben “söz veya fiille ifade edilmemiş hiçbir şey değerli değildir” dedim. Sizin kasdettiğiniz (enfal 70) “ya'lemillâhu fî kulûbikum” ifadesi olmalıdır. Ancak bu bir “niyet” ifade etmez. Eğer bir şey kalbe ulaşmış ise bu mutlaka bir eylem/bir hareket sonucudur. Yani algılanabilir bir frekansa sahiptir. Dolayısıyla bunun bilinmesi de normaldir.

Ancak itiraf etmeliyim ki bu kadar yoğun eleştiri beklemiyordum. Açıkçası teşekkür ederim. Elbette ben de yanılabilirim. Umarım eleştiriler her konuda devam eder.

Tayibet Erzen
04.02.2012
11:25

Niyet kavramına yaklaşımınızı doğru bulmuyorum. Sizin tarif ettiğiniz şey bana göre niyet değil, algının kendisidir. Niyet henüz gerçekleşmemiş bir yönelmeyse normal olarak eylem ifade etmemeli. Eğer bilinmesi normal olmuşsa zaten niyet eyleme dönüşmüştür.

Reşat Nuri Erol
10.02.2012
08:03

HOŞ GELDİNİZ...

HEYECANLAR GETİRDİNİZ...

*

aklıma ve gönlüme çok şeyler geliyor ama...

sonra yazarım inşaallah...

*

selam ve dua ile..

reşad

Mete Firidin
12.02.2012
15:08

veritas vos liberabit

korhan
03.05.2020
12:00

selam, 8 yıl geçmiş yazı ve yorumlar üzerinden. umarım herkes sağ salimdir. salat kavramını araştırırken denk geldim. teknokrat denebilir ama sakıncası yok çünkü ayetlerle temellendiriliyor ve kişisel idrak ile yorumlanıyor. açıkçası bütüncül bakış açısına ters düşen bir nokta yok. kendi düşüncemle örtüşen bir izah olmuş. 

ekleme yapacağım bir konu düşünce / niyetle ilgili. düşüncenin yapı ve sürecine baktığımda zihnin otomat bir işlevi gib görünse de, bir düşünceye odaklanıp onu kurgu ve plan boyutuna taşımak bir eylemle desteklenmese de bunun kayda alınmayacağı fikrine şüphe duyuyorum. Ceza kanununda da cinayetin önceden kurgulanmış olması suçun değerini arttırır. veya bir cinayete niyet eden biri ya da uyuşturucu almak için evden çıkan biri bu eylemi yolda öğrendiği bir bilgiden dolayı ( kurbanın zaten ölümcül hasta olduğu, torbacının dün hapse girdiği vb) vazgeçerse ile Allah'a sığınarak vazgeçmesi aynı olamaz gibi geliyor. bu da niyet ya da düşüncelerden sorumlu olduğumuzu gösterir gibi geliyor bana. 

Bizim açığa vur(a)madıklarımızı, en gizli düşüncelerimizi ve göğüslerimizdekini de bildiğini beyan eden Allah, bununla bir farkındalık kazandırmaktadır. 

Bunun bana faydası ise düşünce ve niyetlerin kedini kandırma konusunda bir araç olarak kullanmanın önüne geçmesidir.

selamlar...

Sam Adian
28.05.2024
14:30

Our views on SALAT have become very different from the views we express in this article. We therefore no longer hold the views expressed here.

SALAT is one of the social mechanisms and represents an institution.

NAMAZ is just a fabrication of paganists. It has nothing to do with the Quran. This issue is briefly explained in the study "The theory of Islamic Economic System". Anyone who wants can learn from there.




Çok Yorumlanan Makaleler
Mete Firidin
Kuran'da Kölelik
27.12.2013 64019 Okunma
86 Yorum 08.01.2014 17:16
Lütfi Hocaoğlu
Fahişe ve Fahşâ
20.08.2015 40240 Okunma
81 Yorum 16.09.2015 00:08
Mete Firidin
Hz. Adem’in Kaburgası
25.04.2012 23280 Okunma
59 Yorum 28.04.2012 13:42
Hüseyin Kayahan
RUH, NEFİS ve DİĞERLERİ
4.05.2012 15691 Okunma
58 Yorum 13.05.2012 06:56
Mete Firidin
Miras ve Kelale Ayetleri
13.02.2014 28581 Okunma
53 Yorum 28.02.2014 13:04
Sam Adian
FINANSMAN MESELESI VE ZEKAT
8.11.2012 27288 Okunma
46 Yorum 28.05.2024 13:53
Mete Firidin
Nuh’un Gemisi ve Cudii
12.01.2014 24725 Okunma
45 Yorum 05.02.2016 23:06
Sam Adian
IŞLEVSIZ TANRI...!
9.09.2012 15385 Okunma
43 Yorum 28.05.2024 14:10
Sam Adian
EN IYI ANAYASA YAZILI OLMAYANDIR.....
7.07.2012 13616 Okunma
35 Yorum 28.05.2024 14:26
Lütfi Hocaoğlu
Bilgisayardan Kuran Öğrenmek. Ruhu-l Kuran Projesi
1.08.2009 16959 Okunma
34 Yorum 27.01.2024 09:00
Cengiz Demirci
Sam Adiyanı hakeme davet ediyorum
10.07.2012 14137 Okunma
34 Yorum 15.01.2013 10:44
Mete Firidin
Adem'in ve Havva'nın Hatası
2.03.2014 30408 Okunma
34 Yorum 10.03.2014 00:48
Sam Adian
KAT'a ve NEFY - KAVRAMLAR
7.04.2012 12971 Okunma
32 Yorum 09.04.2012 18:02
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK
27.07.2012 12253 Okunma
32 Yorum 15.08.2012 10:48
Mete Firidin
Amen ve Senetin
15.11.2012 35427 Okunma
31 Yorum 30.11.2012 13:47
Harun Özdemir
Evlenme hakkı üzerine
11.07.2012 12023 Okunma
30 Yorum 18.07.2012 19:12
Mete Firidin
Nuh’un Üvey Oğlu!
25.10.2015 31794 Okunma
28 Yorum 12.01.2020 17:30
Süleyman Karagülle
ABD Başkanlık Seçimi
19.11.2016 41491 Okunma
28 Yorum 19.12.2016 21:41
Mete Firidin
Homohabilis Havva ve Havvalar
20.04.2012 30799 Okunma
27 Yorum 15.04.2020 09:47
Sam Adian
BIR EYLEM OLARAK ZINA
14.07.2012 34700 Okunma
25 Yorum 28.05.2024 13:42
Hüseyin Kayahan
ALLAH'I TANIMAK-2, TANRININ AÇMAZI
2.08.2012 11169 Okunma
25 Yorum 06.08.2012 22:06
Cengiz Demirci
İlk karzı hasen kooperatifi
3.01.2013 21533 Okunma
25 Yorum 06.02.2013 20:31
Sam Adian
SOSYAL KAPITALIZM.
21.03.2012 14560 Okunma
24 Yorum 28.05.2024 14:39
Sam Adian
Varlığın Rabbi....
28.08.2012 12344 Okunma
24 Yorum 05.09.2012 10:43
Mete Firidin
Nutfetin Emşâcin (99)
14.05.2013 29607 Okunma
24 Yorum 17.05.2013 15:16
Sam Adian
DARB-I MESEL VE YETKI GASPI
8.03.2012 10621 Okunma
22 Yorum 11.03.2012 16:10
Sam Adian
KAT'A ve NEFY
31.03.2012 14115 Okunma
22 Yorum 11.04.2012 01:44
Hüseyin Kayahan
GECİKMİŞ YORUMLAR: SALSAL VE TUFAN HK.
13.10.2013 13171 Okunma
22 Yorum 18.10.2013 15:10
Mete Firidin
El Tur ve Tur-i Sina?
24.03.2013 38469 Okunma
21 Yorum 23.06.2021 12:46
Cengiz Demirci
Süleyman Akdemir'in Erbakan Vakfına Teklifi
4.02.2015 17063 Okunma
21 Yorum 17.02.2015 09:32
Sam Adian
HAMR ve HUMR
25.02.2012 53370 Okunma
19 Yorum 28.05.2024 13:50
Hüseyin Kayahan
ORUÇ ve RAMAZAN
29.06.2014 9843 Okunma
19 Yorum 20.07.2014 07:59
Mete Firidin
Hınzır
12.11.2018 12448 Okunma
19 Yorum 31.01.2021 23:14
Sam Adian
HMR ve SONUÇ
16.03.2012 12424 Okunma
18 Yorum 16.03.2012 18:08
Sam Adian
HADIM'DAN ZINAYA
12.07.2012 11518 Okunma
18 Yorum 13.07.2012 10:00
Mete Firidin
Şeriata Göre Kadınların Dövülebilmesi?
16.03.2014 20982 Okunma
18 Yorum 20.03.2019 10:45
Mete Firidin
Kuran’da Tasavvuf ve Lahid Köklü Kelimeler
8.05.2014 14432 Okunma
18 Yorum 10.05.2014 11:22
Süleyman Karagülle
D E R G I !
29.04.2017 9365 Okunma
18 Yorum 16.05.2017 08:11
Harun Özdemir
Adem Tiflis'te insan oldu!
26.06.2012 10482 Okunma
17 Yorum 05.07.2012 21:40
Mete Firidin
Cennetteki Khamr
28.05.2015 21148 Okunma
17 Yorum 29.05.2015 19:00
Reşat Nuri Erol
Türkiye, Adil Düzen ile Endülüsleşmeyi önler-2
1.04.2023 1513 Okunma
17 Yorum 01.04.2023 12:41
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-8
15.04.2023 1362 Okunma
17 Yorum 15.04.2023 05:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-11
24.04.2023 1263 Okunma
17 Yorum 24.04.2023 16:37
Reşat Nuri Erol
Adil Düzen ve “Erbakan’ın mirasçıları” yazısı-12
28.04.2023 1385 Okunma
17 Yorum 28.04.2023 10:03
Sam Adian
EKIMUS SALAT - Namaz bir Ritüel midir?
1.02.2012 19809 Okunma
16 Yorum 28.05.2024 14:30
Sam Adian
SLT ve SISTEM Toplu değerlendirme ve cevaplar
19.02.2012 11453 Okunma
16 Yorum 24.02.2012 01:08
Sam Adian
UTANMAZLIK ZINA MIDIR?
13.07.2012 14409 Okunma
16 Yorum 14.07.2012 21:14
Mete Firidin
Adet Görmekteyken Kadın Namaz Kılabilir mi?
14.06.2018 13035 Okunma
16 Yorum 17.04.2020 16:27
Reşat Nuri Erol
Hocaların Hocası Ali Yakup Cenkçiler Hoca - 4
29.05.2021 3621 Okunma
16 Yorum 30.05.2021 17:12
Reşat Nuri Erol
Kur’an Nizamı açısından Millî Görüş Hareketi-5
27.03.2023 1452 Okunma
16 Yorum 28.03.2023 03:38


© 2024 - Akevler