13. “İSLÂM ZİRVESİ” vesilesiyle…
“İSLÂM” Arapça dilinde “silm” kökünden “barış” demektir.
Arapça dilinin oluştuğu Arabistan çöllerinde yani Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinin tam da arasındaki topraklarda, iki medeniyet diyarları arasında gidip gelen iki insan birbirleri ile karşılaştıkları zaman “selâm” verir ve alırlar, dünyanın en gelişmiş dili olan Arapça ile sohbetlerini yapar, sonrasında “barış” içinde yaşarlardı...
Bu iki insan silm/barış yapmazsa, kılıçlarını/silahlarını çekip birbirlerine saldırılardı.
Selâmlaşıp barış içinde yaşayanlara “müslim” denir.
Silahlarını sarılıp saldıranlara “müşrik” denir.
Hazreti Âdem’den beri insanlar “MÜSLİM” ve “MÜŞRİK” olarak ayrılmışlardır.
Hazreti İBRAHİM bu ismi (silm/islâm/Müslim) kullanarak insanları “müslim milletler” ve “diğerleri” olarak ayırmıştır. İnsanlık tarihi incelendiğinde, insanlığın ilk dönemlerinde İslâmiyet’i oluşturan örnek kavimler vardır. İnsanlığı oluşturan bütün beşeriyet Kur’an, İncil ve Furkan ehli olmak üzere Hz. İbrahim’in milletindendir.
İnsanlık tarihinde Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İsa ve Hazreti Muhammed, aralarında ortalama biner yıl olmak üzere, geçmiş binyıllarda insanlık için İslâm nizamının banileridirler. Bu binyıllarda kurulan İslâmî nizam dönemlerinde “Müslimler” aralarında çıkan nizaları “savaşarak” değil, “hakemlere” giderek uzlaşma ile hallederlerdi. Sadece silm/islâm/barış yetmez; bir adım daha atmak gerekir; ondan sonra birlikte yaşamanın sistemini/düzenini kurmak gerekir ve en sonunda da bu nizamı/düzeni zirveye çıkarıp bütün beşeriyete örnek olacak bir “MEDENİYET” hâline getirmek gerekir.
İşte, yukarıda isimlerini andığım beş PEYGAMBER her bin yılda bir bu görevi yerine getirdiler yani kendi dönemlerindeki İSLÂM MEDENİYETLERİNİN banisi oldular.
Konu buraya gelmişken, şu çok önemli noktayı da hatırlatmam gerekiyor: Artık peygamber gelmeyecek ama onların yerine kaim olan insanlar kıyamete kadar var olacak; onlar da hadis-i şerifte buyrulduğu üzere peygamberlerin vârisi olan âlimler olacaktır.
“İSLÂM”dan sonra madem ki “MEDENİYET” de dedik; bu kelime/kavram üzerinde de duralım. “Medeniyet” kent anlamında olan “medine” kelimesinden ileri gelir; birbirine yaklaşma, yan yana yaşama demektir. Kur’an da buna “ÜMRAN” demektedir. Tüm insanlık tek medeniyete, uygarlığa, ümrana sahiptir ki biz bunlara “İBRAHİMÎ DİN/DÜZEN, FAİZSİZ EKONOMİ, MÜSBET İLİM VE ADİL SİYASET/YÖNETİM/İDARE” diyoruz. Yine Kur’an insanlığı kavimlere ayırmakta ve ona da “İRFAN” demektedir ki bize göre “DİL, SANAT, TEKNİK ve ÖRF” irfanı oluşturmaktadır.
İnsanlarda FİKİR, HİS, İRADE ve ÜNSİYAT melekeleri vardır.
Fikirler DİLLER ile, hisler SANAT ile, irade TEKNİK ile, ünsiyet ÖRF ile birleşir.
Yukarıda sözünü ettiğim bu iki ana kelime/kavram bir araya geldiğinde “İSLÂM MEDENİYETİ” tanımı oluşmaktadır ki; o da “savaş” değil “BARIŞ MEDENİYETİ/UYGARLIĞI” demektir. Müslümanlar olarak bizim ANA HEDEFİMİZ BÜTÜN BEŞERİYETİ/İNSANLIĞI BARIŞ İÇİNDE UYGARLAŞTIRMAKTIR.
MEDENİYET ayrıca şöyle de tanımlanmaktadır: Birbirine benzeyen ama aralarında ilişikleri olmayan topluluklardan, birbirine benzemeyen ama aralarında ilişkileri olan topluluğa geçmedir yani insanlar arasında işbölümü yapmak demektir. Yeryüzündeki tüm insanlar, ayrı ayrı yerlerde yaşayacak, ayrı dillere, ayrı sanatlara, ayrı tekniklere ve ayrı hukuklara sahip olacak ama anlaşma içinde birbirleri ile kaynaşma ve dayanışma içinde birleşmiş olacaklardır.
Bunları neden yazdım?
Türkiye, G20 Zirvesi’nden sonra, şimdi de İslâm İşbirliği Teşkilatı (İİT) 13. İslâm Zirvesi’ne ev sahipliği yapacak ve iki yıllığına bayrağı devralacak… Ne dersiniz; başta Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan ve ilgili bakanlar için yukarıdbuaki hatırlatmalarımız bir şeyler ifade eder mi?.. “Bize düşen mübin/açık tebliğdir.” (Kur’an, Yasin; 36/17) Devamı var