MÜFSİT değil MUSLİH olmak gerek
Neden?
Nedeni bu ayette yani bu haftaki çalışmamızda…
Bu hafta seminer notlarının sadece başından bir bölüm aktarmış olacağım…
Bir de Üstad 118. ayeti farkında olmadan iki defa yorumlamış, ikinci yorumun da sadece sonunu sizlere iletmiş olacağım...
Seminer notlarının tamamına odaklanabilenler daha çok istifade edip yol haritalarını daha detaylı olarak bellemiş olurlar ki; asıl tavsiye olunan ve yapılması gereken de odur.
Böylece ADİL DÜZEN ÇALIŞANI olan veya olmaya aday olanlar biraz daha bilgi sahibi olarak III. binyılda yürünmesi gereken yolda daha sağlam ve sağlıklı bir yürüyüş gerçekleştirmiş olacaklardır…
Bu haftaki hatırlatmalarım bu kadar!
Selam, sevgi ve dua ile…
REŞAD
***
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ (117)
“Ehli muslih iken Rabbin karyeleri zulüm ile helak eder değildir.”
“Kur’an’ın şiddetle karşı çıktığı varsayım “şirk” varsayımıdır, “küfür” varsayımıdır.
Tanrısızlık anlayışının varlığı kanıtlanmış ama Tanrı’yı kabul etmeyenlere kaşı kâfir ve müşriklere karşı çıkıldığı kadar karşı çıkılmamıştır. Kâinat zıtlıklar içindedir. Yaz var kış var, gündüz var gece var, kurt var kuzu var, sağlam var hasta var, katil var maktul var. O halde kâinatın sahipleri, yönetenleri veya var edenleri çok kimsedir. Bunlar arasında çatışma esastır ve biz de bunlara katılıp sürekli çatışma içinde yaşamak zorundayız.
Bu anlayış “şirk” anlayışıdır.
Diğer taraftan bu çatışma dünyasında ben kendi çıkarımı düşünürüm, yenersem alırım ve ben yaşarım, yenilirsem de o yaşar. Görev ve hak diye bir şey yoktur.
Bu da nankörlüktür, “küfür”dür.
Kur’an’a göre Kâinatta boş bir yaratılış yoktur, gereksiz bir yaratılış yoktur. Helak da gerekli olduğu için vardır...”
*
“Bu durumda zulme biraz farklı mana verebiliriz. Zulmü kötülük, nuru da iyilik kabul edebiliriz. Allah bize şer gibi görünenleri yaptıkça veya yapmaya izin verdikçe onu kötülük olsun diye değil iyilik olsun diye yapmaktadır. Bir ağacı budarsanız kolunu kanadını kırmış olursunuz ama koparılan dalların yerine meyveler verir. Dalını kesmezseniz üretilen madde dalları beslemeye gider. Oysa keserseniz aynı güneşten yararlanılır ama artan ürün ile insanların ve hayvanların yiyeceği ürünler ortaya çıkar. Bunun gibi yeryüzündeki afetler, hatta savaşlar hep bu yenilik ve iyilik için meşrudur. Hiçbirisi zulüm değildirler.
Bir karyenin iki varlığı vardır. Biri toprağı, toprak üzerindeki canlı topluluğu, altyapıları ve binaları; ikinci varlığı ise orada yaşayan halkı, onların oluşturduğu topluluk, sosyal gruplar, ailelerdir. Bu ikisi birden karye olmaktadır.
Karye = Özel Toprak * Orada Yaşayan Halk
Bunların toplamı değil çarpımı karyeyi oluşturur. Biri yoksa, sıfırsa, öbürü de hiçbir işe yaramaz. Bunlardan birisinin helaki diğerinin de helaki anlamına gelir.
Ne var ki halk muslihse, kentin maddi yapısı çoksa bile, arkasından halk yeni kentler oluşturur. İkinci Cihan Savaşı’nda Almanya ve Japonya yıkıldı ama çok kısa zamanda en müreffeh ülkeler haline geldiler. Biz galip geldik ama hâlâ onların seviyesine gelemedik. Bizden ülkemizi terk edip Almanya’ya taşınmış olanlar vardır.
Süleyman Demirel başbakan olduğu zaman ülkeyi onlar seviyesine çıkarma yerine Avrupa’ya işçi gönderdi; o ileride Türkiye’yi işgal edecek olanlara yani bunu planlayanlara yol, su, elektrik getirdi. Necmettin Erbakan ise yerli sanayi kurmaya kakıştı ama kısa zamanda devre dışı bırakıldı. Turgut Özal da ihracat ve ithalata yönelip ülkeyi Batı’nın pazarı haline getirdi, ona rağmen yaranamadı. R. Tayyip Erdoğan yerli sermayeyi güçlendirdi. Eskiden kamu borçlanıp yatırımlar yapıyordu. Erdoğan yerli sermayeyi güçlendirdi, onlar borçlandı, yatırımları onlar yapmaya başladı, yine yaranamadı.
O halde asıl olan halkın muslih olmasıdır yani birinin yaptığını diğeri yıkmamalıdır...”
***
“Demek ki ihtilaf yalnız topluluklar arasında olmayacak, topluluk içinde de olacaktır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma ortaklıkları olacak ve bunlar arasında ihtilaf olacaktır. İslâmiyet’in “şeriat”, Batılıların “demokrasi” düzeni dedikleri şey budur; her görüşe, düşünceye ve işe imkân veren düzen demkdişr.
Böylece üçüncü binyıl uygarlığının temel dayanağını Kur’an bu sûrede bize bildirmektedir. Bugün insanlık bu düzeni arıyor resmen kabul etmiştir. Nitekim bizim anayasamız da Türkiye devletinin demokratik, laik, liberal ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu söylüyor. “Adil Düzen” ise şeriat, İslâm, hak ve adil ahkâm düzenidir demektedir. Yani Anayasamız bize İslâm düzenini emretmektedir. Ne var ki cumhuriyet anayasası bunları söylemekte ama nasıl gerçekleşeceğini bilememekte, mekanizmasını getirememektedir. İşte, Kur’an bunları öğretmekte, onların yanlışlarını düzeltmekte, eksiklerini tamamlamaktadır.
Muhalefet mücadele değildir. Muhalefette hakem kararlarına teslimiyet vardır. Herkes kendisi için içtihat yapar, başkasının işlerine ve görüşlerine karışmaz. Savunur ama saldırmaz.
Şimdi ben bunları Kur’an’dan alarak sizlere aktarıyorum. İçinizden bazıları diyebilir ki bunlar senin görüşündür, Kur’an’dan bu manalar çıkmaz. Kur’an Arapçasını ve Fıkıh Usulünü bilmeyenler bunu demede mazurdurlar ama onlara bir öneride bulunmak isterim.
Varsayın ki bunları ben uyduruyorum. Olsun! Ben de sizin gibiyim, sizin uydurma hakkınız varsa benim de vardır. Dolar’ın yani Sermaye’nin desteklediği âlimler nasıl uyduruyorlarsa ben de öyle uyduruyorum. Bir an için Dolar yok diye kabul edin. Siz söyleyene değil söylenene bakın ve benim görüşlerimi eleştirin ama ilimle eleştirin.
Ne gezer!
Ona yani ilme gücü yeten biri var mı ki!
İlâhiyatçılar bizim cehaletimiz ortaya çıkar, sen yazma, sen konuşma diyorlar!
Ben burada dört “Rabbüke” kelimesine ayrı mana verdim, siz de başka dört mana verin, siz sizin verdiğiniz manaya ben benim verdiğim manaya uyayım. Ama siz Allah’ın Kitabını bir kenara attınız da Dolar aldatmacalarına takılıp gidiyorsunuz...”
Ve’s-SELAM ve’d-DUA ale’l-MUSLİHÎN ve’s-SALİHÎN…