Bir hocanın şu iddiasına nasıl cevap verilebilir: “Peygamberimizin Kur’ân’da açıkça belirtilmeyen bir konuda haram koyma yetkisi yoktur, sadece belli bir süre yasak koymuştur. Mesela altın ve gümüş haram değildir, haram olsaydı kadınlara da haram olması lazımdı. Nebî'nin koyduğu erkeklere altın ve ipek yasağı da asla Kur'ân'ın koyduğu cinsten bir haram kılma değildir. Öyle olsaydı Süheyb-i Rûmî altın yüzük takar, kendisine itiraz edenlere parmağında altın yüzük gördüğü dört sahabiyi sayar mıydı (Ebû Dâvud). Yine ipek yasağı da öyle değil. Zira Abdurrahman b. Avf haşerata karşı alerjik olan vücudunu bahane kılarak Rasûlullah'tan ipek giyme izni istiyor, o da veriyor. Hatta Hâlid gerekçesiz giyiyor. Kur'ânî haramlarda Rasûllullah'ın buna benzer durumlarda asla taviz vermediğini iyi biliyoruz.”
Bismillâhirrahmânirrahîm.
“Peygamberimizin (sav) Kur’ân’da açıkça belirtilmeyen bir konuda haram koyma yetkisi yoktur” diyen bir kimse, bu ifadesiyle Kur’ân’ı öncelediğini anlatmaya çalışmaktadır. Şu halde kendisine karşı yine Kur’ân’dan âyetlerle cevap vermemizin yeterli geleceğini düşünmekteyiz.
Haşir Sûresi 7. Âyette “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.” buyurulmaktadır. Bu hususta başka pek çok âyetlerden de misaller getirmek mümkün olmakla birlikte, bir hususun bir âyette zikredilmesi mü’minler için kâfi gelmelidir. Zira nihayetinde, bu âyetin de, öteki diğer bütün âyetlerin de sahibi Allah’tır. Allah’in bir emrinin bir âyette zikredilmesi ile bin âyette zikredilmesinin hükmü aynıdır. Bu hususta genel kural budur.
Haşir Sûresi 7. Âyet açıkça, Allah’ın Peygamberi olan Hazreti Muhammed’e (sav) helal ve haram kılma yetkisini verdiğini ifade etmektedir. Zira yine Allah’ın ifadesiyle Necm Sûresi 3. ve 4. Âyette “O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. Söyledikleri kendisine indirilen bir vahiydir.” buyurulmaktadır. Kur’ân vahyi metlûv, Sünnet ise vahyi gayri metlûvdur.
Yukarıdaki sorudaki iddialara gelince;
“Peygamber belli bir süre yasak koymuştur” denmektedir. Peki o halde bile olsa, Peygamberin koyduğu yasağın müddetini belirleme yetkisi kime ait olacaktır? Yani bu iddiaya göre Peygamber yasak koyacak, birileri de o yasağı hükümsüz kılacaktır. Böyle bir din anlayışı olabilir mi? Haşir Sûresi 7. Âyet bunun yanlışlığını açıkça beyan etmektedir.
“Haram olsaydı kadınlara da haram olması lazımdı” ifadesi ise çok anlamsızdır. Zira, İslâm’da bazı hususlarda erkek ve kadınlara farklı hükümler getirilmiştir. Mesela bebeği emzirmesi anneye farzdır, babaya böyle bir vazife farz kılınmamıştır. Bakara Sûresi 233. Âyette bu husus “Anneler bebeklerini emzirirler” şeklinde zikredilmektedir.
Altın yüzük hususunda ise bazı sahabilerin uygulamalarının örnek getirilmesi yetersiz kalmaktadır. Zira, Allah Resûlünce “gökteki yıldızlar” şeklinde vasfedilen sahabi efendilerimizin bizzat Allah Resûlünün emir ve yasaklarına karşı durduklarını varsaymak muhaldir. Onların bu uygulamaları bu hususlarda getirilen hükümlerin öncesi dönemlere ait olmalıdır. Yani, bir husus emir veya nehiy edilmeden önceki dönemlerde doğal olarak o hususta serbestlik olmuş, insanlar da bu serbestlik içinde hareket etmişlerdir. Bu ve benzer husustaki rivayetlerin bu bağlamda değerlendirilmeleri gerekmektedir.
İpek giyme hususunda bir sahabenin Allah Resûlünden izin isteyerek bunu yapmış olması, yine Allah Resûlünün helal ve haram kılma yetkisi ile açıklanabilir. Ancak fıkıh usûlü açısından buradaki önemli husus, hükümlerin belli illetlere ve sebeplere bağlı olduğunun anlaşılmasıdır. Yine zaruret meselesine bağlı olarak hükümlerin kişiden kişiye değişebileceğinin anlaşılmasıdır.
“Kur'ânî haramlarda Rasullullah'ın buna benzer durumlarda asla taviz vermediğini iyi biliyoruz” ifadesi ise çok saygısızcadır. Zira bu kabule göre Allah Resûlü bazı kişilere karşı tavizkârca yaklaşmış olmalıdır. Hakka Sûresi 44. ve 45. Âyetlerde böyle bir hususun katiyen gerçekleşemeyeceği beyan edilmiş olmaktadır. Allah Resûlü Rabbinin kendisine tebliğ etmesini emrettiğini tebliğ eder, yine Allah’ın kendisine verdiği yetkiler dahilinde hareket eder, bunun aksi mümkün değildir. İslâmı reformist bir mantık ile değil, içtihâdî bir muhakeme ile anlamaya çalışmak gerekir.