TÜRKLEŞMEK,İSLAMLAŞMAK,MUASIRLAŞMAK- ZİYAGÖKALP- KRİTİĞİ
Süleyman Karagülle
1861 Okunma
USUL

 

TÜRKLEŞMEK,

İSLÂMLAŞMAK,

MUASIRLAŞMAK

Ziya Gökalp’in 1918’de basılan ve I. SEVR günlerini anlatan “TÜRKLEŞMEK, İSLÂMLAŞMAK, MUASIRLAŞMAK” kitapçığı elimize geçti. Bir asır sonra II. SEVR dayatılırken ne değişmiş, onu görebilmemiz için paragraf paragraf değerlendirme yapacağız.

Ziya Gökalp: -Memleketimizde üç fikir cereyanı vardır. Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak.

Süleyman Karagülle/ Reşat Nuri Erol: -Memleketimizde o zaman da, bugün de dört fikrî cereyan vardır: Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak ve Osmanlılaşmak. Şimdi bunların yerini Kemalizm almıştır.

ZG -Bütün basın muasırlaşmanın nâşiridir.

-Basın, bugün olduğu gibi o zaman da Batı tarafından finanse ediliyordu. O zaman olduğu gibi günümüzde de henüz ‘millî basın’ tam olarak oluşmamıştır. I. Sevr günlerinde olduğu gibi II. Sevr döneminde de aynı durum devam etmektedir.

ZG -İslâmlaşmak fikrini Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad, Tükleşmek fikrini Türk Yurdu savunmaktadır.

Batı bütün fikirleri elinde tutar. Bugün İslâmlaşmayı savunan altı gazete vardır: Anadolu’da Vakit, Millî Gazete, Yeni Şafak, Zaman, Türkiye ve Yeni Mesaj. Beş tane de televizyon kanalı vardır: TV 5, Samanyolu, Kanal 7, TGRT ve Meltem. Ne var ki, bunların tamamına yakını şartların izin verdiği ölçüler içinde İslâmiyet’i savunmaktadırlar.

ZG -Tard; milliyetçilik gazete ile doğmuştur, diyor.

-Ulus, aynı dili konuşan kimselerin anlaşmaları ile doğar. İnsanda dört meleke vardır: FİKİR, HİS, İRADE ve ÜNSİYET. İnsan bunları dört müessese ile ifade eder: DİL, SANAT, TEKNİK ve ÖRF. Gazete sayesinde ilişkiler hem sıklaşmış, hem de genişlemiştir. Nüfusları 30 milyon ile 100 milyon arasında olan topluluklar birer devlet kurabilmiştir. Gazete yani medya bu oluşumda yardımcı olmuştur.

ZG -Bir kavimde milliyet fikri uyandıktan sonra komşularda da uyanır.

-Ulusçuluk toplulukları birleştirir ve güçlendirir. Komşuları da aynı akım etki altına alır. Kendilerini savunmak için onlarda da aynı fikirler doğar ve gelişir. Sosyal olaylar uluslararası seviyede bulaşıcıdır.

ZG -Milliyet fikri önce gayrimüslimlerde, sonra Arnavutlarda, en son Türklerde doğdu.

-Türkiye’deki ‘milliyet’ fikri Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayıp yıkmak amacıyla Batı’nın kışkırtması ile doğdu. Türkler kendi devletlerini yıkmamak için milliyetçilik fikrini en sonunda benimsediler; devletin yıkılacağını anladıktan sonra benimsediler. Mustafa Kemal milliyet fikrini Anadolu’da yaşayan ‘Müslüman’ halka “Türk” demek suretiyle geliştirmiştir. Dine dayalıdır, ama Anadolu’daki dine dayalıdır. Yazı dili zorunlu olarak Türkçe yapılmıştır. Kıyafet de Batı kıyafeti esas alınarak birlik sağlanmıştır.

ZG -Türkler, ‘Türklük’ yok ‘Osmanlılık’ var diyorlardı.

-Türkler devletlerini yaşatmak için yeni bir birleştirici unsur aramışlardır. Bu birleştirici unsur din olamazdı, çünkü Osmanlı topraklarında yarı yarıya gayri Müslim vardı. Türklük de olamazdı, çünkü Türklerin sayısı %20’yi bile bulmazdı. Cumhuriyet döneminde de, bilhassa Mustafa Kemal’den sonra Türk Milliyetçiliğini Atatürkçülüğe dayandırmak istemişlerdir. Oysa Mustafa Kemal Türk Milliyetçiliğini vatan, din, dil ve kıyafet birliğine dayandırmıştır.

ZG -Tanzimatçılar Osmanlıcılığa yeni mânâ yüklediler, Türklerden başka kimse bu yeni mânâyı benimsemedi. Zararlı oldu.

-İnsanların boş kelimelerin arkasında sürükleneceklerini sanmak ahmaklıktır. İnsanlar gerçek idelerin peşinden koşarlar. Nitekim, günümüzdeki Atatürkçüler de böyle boş kelimeler peşinde halkı kandıracaklarını sanıyorlar. Bu konuda kimseyi aldatamıyorlar, sadece kendileri aldanıyorlar.

ZG -Asrımız milliyet asrıdır. “Ben Türk değilim” dememiz sadece karşı tarafı birleştirdi.

-İnsanlar insanlık, ulus, il, bucak ve ocak şeklinde iç içe organize olmuşlardır. Devlet aynı dili konuşan, ülkesine hakim olan, kendisini askeri güçle savunabilen ulusun oluşturduğu sosyal yapıdır. Ulus bir realitedir. Ancak başka realiteler de vardır. Din de bu realitelerden bir realitedir. Meseleyi bu geniş boyutları ile ele almak gerekmektedir.

ZG -Türkler rençper ve memur oldular. Ekonomilerini ve sosyal faaliyetlerini azınlıklara teslim ettiler. Bu sebeple devletlerini kaybettiler.

-Anadolu’ya gelen Türkler bin yıl öncesinde rençper bile değildi, sadece çoban ve askerdi. Yörükler yaylalarda hayvanlarını güderler, kışın köylere inerlerdi. Yerli Hıristiyanların tarlalarının otlarını değerlendirir, oralarda otlattıkları hayvanlarıyla onların arazilerini gübrelerlerdi. Yazın yaylaya çekilir, yerli halka hiçbir zarar vermez, bilakis fayda verirlerdi. Oğuzlar ise askerlik yapar, çok az bir vergi mukabilinde yerli halkı düşmanlara karşı korurlardı. Yerli halkı oluşturan Hıristiyanlar askere gitmez, kendi işeriyle ilgilenirlerdi. Bu karşılıklı uyum Türkleri ve Hıristiyanları Anadolu’da 900 yıl huzur içinde yaşattı. ‘Sanayileşme dönemi’nin başladığı devrede, Osmanlı yaşlanmış olduğu ve dış saldırılara da karşı dayanamadığı için yıkılmıştır. Yoksa Osmanlıları oluşturan halkların o zamana kadar kendi içlerinde bir sorunları yoktu. Artık yeryüzünde imparatorluklar devri sona eriyordu. Nitekim Osmanlılar’dan sonra İngiltere (Büyük Britanya), Avusturya İmparatorluğu ve Rusya (Rus Çarlığı) da aynı şekilde dağılmıştır.

ZG -Memurların istihsalle ilgileri yoktur. Çiftçi ve çobanlar ise tabiî üründen yararlanırlar. Oysa sanayici ve tüccar kendileri üretici olduğu için melekeleri gelişmiştir. Çoban ve çiftçilerden asrî devleti oluşturmak mümkün değildir.

-İnsanlıkta evrim vardır. Kentleşme başladıktan sonra kentler uygarlıkta çok ileri gitmişlerdir. Ancak savaşta geri idiler. İnsanlık tarihinde onbin yıldır kent-kır savaşı dengede gidiyordu. Son asırda sanayileşip de üstün silah gücü elde eden kentlilere karşı kırlarda yaşayanlar dayanamadı. Dolayısıyla kentleşme zaruri hal aldı. Nitekim bugün de bütün dünyada kentleşme hareketi sürüp gitmektedir. Türkiye de1950’den sonra kentleşti. Türkiye’nin kentleşme ve sanayileşme süreci henüz sona ermemiştir. Devam ediyor…

ZG -Devlet esnafa ve tüccara dayanırsa güçlenir, memura dayanırsa zayıflar. Tükler şahsi ahlâklarını korudular, ama sosyal ahlâklarını oluşturmadılar. Devletimiz bundan dolayı çöktü.

-Bürokratik yönetim geçici yönetimdir, zamanla ortadan kalkacaktır. Bürokrasinin yerini serbest meslek hizmetleri alacaktır, hizmet nöbetleri tutulacaktır. Ziya Gökalp doğru bir tesbitte bulunmuş; Türklerde ‘şahsi ahlâk’ güçlüdür, ama ‘sosyal ahlâk’ çökmüştür. Çünkü Tanzimat’tan beri uygulanagelen bugünkü sosyal yapı Müslüman Türklere yabancıdır. Dayatılmış suni bir yapıdır. Osmanlı Devleti bundan dolayı yıkılmadı, ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu suni sosyal yapıdan dolayı gelişemedi; hâlen de yeterice gelişemiyor...

ZG -Türklük, İslâmiyet ve Osmanlılığın hakiki istinatgâhıdır.

-Emeviler halkı zorla Müslüman yapma yolunu tutmuşlardı. Abbasilerden beri İslâm devletleri işgal ettikleri yerlerde Hıristiyan ve diğer dinde olanları serbest bırakır, onlardan sadece vergi alırlardı. Osmanlı Devleti de aynı uygulamayı yapmıştır. Tanzimat’tan sonra azınlıklara da eşit haklar tanındı. Haraç kaldırıldı ve normal vatandaş muamelesi uygulamasına başlandı. Bu uygulama iç çatışmayı beraberinde getirdi. Sonunda yıkılan Osmanlı toprakları üzerinde İslâm devletleri kuruldu, bir de zayıf Balkan devletleri oluştu. Türkiye’de ise azınlıklar tamamen kendi kendilerine tasfiye oldular. Evet, ‘Türklük’ Osmanlı İmparatorluğu’nu dağıttı ama, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni oluşturdu. Türkiye’yi İslâmiyet bakımından saflaştırdı. Türklük İslâmlaşmaya yaradı, ama Osmanlılığı ortadan kaldırdı. Bu da tarihin normal akış çizgisidir. Allah’ın takdiridir.

ZG -Yazı dili ıstılahlarla oluşur. Halk dili ile ıstılahlar yapılamaz. Bundan dolayı ıstılahların kaynağı dini kitaplar olur.

-Ziya Gökalp ana dil ile uygarlık dilinin oluşamayacağı görüşündedir. Bir bakıma doğrudur. Arapça medeniyet dili hâline ancak 400 yıl sonra ulaştı ve sadece Kur’an’a dayanıyordu. Ama halk artık o dili konuşmuyordu. Her Arap ülkesi kendi Arapça lehçesini konuşuyordu. Dünyada iki uygarlık dili vardır: Arapça ve Latince. Biri Kur’an’a, diğeri Tevrat ve İncil’e dayanır.

ZG -Batı’da Yunanca’nın tesiri ile gelişmiş olan Latince uygarlık dili olmuştur.

-Uygarlık bir tek ulusun çabaları ile oluşamaz, uluslararası katkı, katılım ve gayretlerle gelişir. Oluşan bu uygarlık da ‘ortak bir metin’e dayanmalıdır. Bu metin önceleri Tevrat ve İncil olmuş, son olarak da Kur’an olmuş; bundan sonra da kıyamete kadar uygarlıkların ana kaynağı Kur’an olacaktır. Uygarlığı oluşturan kavimler o ortak dil ve metin ile anlaşarak o çağın medeniyetini meydana getirirler. İslâm Medeniyeti’nin olutuğu ilk asırlarda, önce Yunanca’dan Arapça’ya tercümeler yapılmış, sonra Arapça’dan Latince’ye tercümeler yapılmış ve böylece bu iki uygarlık dili (Arapça ve Latince) birlikte uygarlıkları oluşturmuşlardır. Bundan sonra da bu iki dil, insanlığın uygarlık dilleri olarak kalacaklardır. Başka uygarlık dili oluşmayacaktır. Çünkü vahiy olarak artık yeni kitap gelmeyecektir.

ZG -Batı Uygarlığı’nı alırken bugün dahi Arapça ve Farsça kelimeler uyduruyoruz.

-Osmanlılar Batı Uygarlığı’nı Arapça dili üzerinden almaya çalıştılar. Birçok yeni kelimeleri Arapça olarak ürettiler. Harf inkılâbı ile bu uygulamadan vazgeçildi. Türkçe kelimeler üretilmek istendi. Tabii ki mümkün olmadı. Dilimize Latince kelimeler girdi. Yani, şimdi Türkçe’de hem Arapça hem de Latince kelimeler kol geziyor. Aslında bu olumlu bir gelişme olmuştur. Çünkü iki uygarlığın sentezi sayesinde Yeni Bir Medeniyet projesinin gerçekleştirilmesi, ancak böyle bir birikim sayesinde mümkün olacaktır. Kur’an Arapçası ile çağımızın uygarlığını dillendirdiğimizde yeni uygarlığı kurmuş oluruz.

ZG -Gazete milletleri oluşturur. Din kitapları ise medeniyetleri oluşturur.

-Ulusal dil ulusu meydana getiren kültürü oluşturur. Bunlar DİL, SANAT, TEKNİK ve HUKUKtur. Din kitapları ise uygarlıkları oluşturur. Bunlar İLİM, DİN, EKONOMİ ve YÖNETİMdir. Anayasadır. Kur’an’dan sonra yeni kitap gelmeyecektir. İnsanlığın bugün beklemekte olduğu yeni medeniyet, Kur’an’ın müsbet ilimlere göre yeniden yorumlanması ile doğacaktır. Bizim “Millî Görüşçüler” olarak bugüne kadar yaptığımız ve bundan sonra yapacağımız budur; “Adil Düzen” projesi de budur.

ZG -Muasırlaşmak demek, asrın ulaştığı sanayiye ulaşmak demektir. Aletleri kendimiz yapmalıyız.

-Bir sahada gelişen veya gelişmeye başlayan bir topluluğa arkadan yetişmek mümkün değildir. Batı dünyası ekonomi ve sanayide bizden asırlar öncesindedir. Biz onların arkasından koşabiliriz, ama onları geçemeyiz. Batı dünyası bu sahada en ileri günlerini yaşıyor. Artık daha ileri gitmek onlar için bile mümkün değildir. Batı çökmeye başlamıştır. Hiç çökmekte olanın arkasından gidilir mi? Doğu yani biz doğudakiler HUKUK ve YÖNETİMde yenilik yapmalıyız. Yani, ‘ekonomik yapı’da değil, ‘sosyal yapı’da inkılâp yapmalıyız. Ekonomide ve teknikte ise onlardan yararlanmalıyız ama onları geçeceğiz diye bir düşüncemiz olmamalıdır. Osmanlıların ve Cumhuriyetçilerin yanıldıkları hususlar bunlardır. İnsanlık bugün yeni tekniğe değil, YENİ HUKUKA, YENİ YÖNETİME ve YENİ SOSYAL YAPIYA muhtaçtır.

ZG -Türkleşmek ve İslâmlaşmak ile çağdaşlaşmak arasında bir çelişki yoktur.

-Türklük ulusun benliğidir. İslâm ulusun ruhudur. Muasır yani çağdaş uygarlık ise ulusun giysisidir. Dolayısıyla aralarında çelişki yoktur. Tam tersine, bunlar birbirine dayanmakta ve destek vermektedir. Ne var ki, muasırlaşmak yerine ‘muasır medeniyetin fevkine çıkmak’ hedeflenecektir. Mustafa Kemal bu hedefi Cumhuriyet’in onuncu yılında, 1933’te söylemiştir.

ZG -Avrupa’dan yalnız ilmi ve tekniği alacağız, dinde ve milliyetçilikte bizim Avrupa’ya ihtiyacımız yoktur.

-Bir ulus DİLİ, SANATI, TEKNİĞİ ve HUKUKU kendisi için kendisi üretir. Komşulardan etkilenir. İLİM, DİN, YÖNETİM ve EKONOMİ ise uluslararasıdır. İnsanlığın ortak değerleridir. İlimde Avrupa bizden ileridir ama dinde biz Avrupa’dan ileriyiz. Onlardan ilmi alırken, biz de onlara dini vermeliyiz. Bu da şudur. Her din varlığını sürdürecektir. Ancak her din müsbet ilmin verilerine göre kendisini yenileyecektir. Bunun metotlarını Fıkıh Usûlü İlmi ile İslâmiyet ortaya koymuştur. Bu ilim bizde vardır. Batı dünyası henüz bu ilmin ne olduğunu bile bilmemektedir. İnsanlığa bunu öğretmeliyiz.

ZG -Türkleşmeyi, İslâmlaşmayı ve çağdaşlaşmayı birlikte ele almalıyız.

-Tarihte uygarlıklar bin senede bir yenilenmiştir. Bu uygarlıklar da iki medeniyetin sentezinden doğmuştur. III. Bin Yılda da uygarlık yenilenecektir. Bu YENİ MEDENİYET de Avrupa Uygarlığı ile İslâm Medeniyeti’nın sentezinden doğacaktır. Türkler Allah tarafından adeta özel olarak bunun için hazırlanmışlardır, bundan dolayı bu gürevi onlar yapacaklardır. III. Bin Yıl Uygarlığı ileri uygarlık olacaktır. Artık tarih olmuş I. Kur’an Medeniyeti’ndan farklı ve ileri bir II. Kur’an Medeniyeti olacaktır. Kur’an’a dayanacaktır. Ama yeni medeniyet olacaktır. Hem Batı hem Doğu uygarlıklarının verilerinden güç alınacak ama sentez yapılarak yeniden dizayn edilecektir. Şunu atalım, şunu alalım şeklinde ortaya çıkmayacaktır. ‘Dinde lâiklik’ veya ‘dindar lâiklik’ ilkesini atamayız. Lâiklik içinde Türk ve Müslüman olacağız. Irkçılığa dayanan Türkçülük de tarih olmuştur. ‘Devletin hakimiyetinde din’ veya ‘devlete hakim din’ anlayışı da artık tarih olmuştur.

Ziya Gökalp: -Türk milleti Ural- Altay ırkına, İslâm dinine ve Avrupa Uygarlığı’na mensuptur.

-Devlet dışa karşı savunma gücüne sahip bir organizasyondur. Ben kendi dinimi yaşayacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi dilimi konuşacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi örfümü yaşayacağım, devletim bunu koruyacak; ben kendi istediğim işleri yapacağım, devletim bunu koruyacak. Yani, devlet ortak dış savunmaya dayanır. Yalnız bunun için iki şeye ihtiyacımız vardır: Birinci olarak ortak bir ‘yurdumuz’ olmalıdır. Yukarıda saydığımız bu haklarımızı ancak orada, ortak yurdumuzda kullanabiliriz. İkinci olarak da ortak bir ‘dilimiz’ olmalıdır. Birbirimizle ancak ortak dilimiz sayesinde anlaşabiliriz. Birlikte ortak dilimizin olması, her birimizin ayrı dili olmasını engellemez. Türk vatandaşı olmak için Türkçe bilmek gerekir ama, başka dil bilmek Türk vatandaşı olmaya mâni değildir. O halde ‘Türkleşmek’ demek, ortak bir yurda ve ortak bir dile sahip olmaktir. ‘İslâmlaşmak’ demek, herkesin kendi din ve mezhebinde hür olması yani lâik olması demektir. ‘Muasırlaşmak’ demek ise uluslararası gümrüklerin ve vizelerin kalkması, halkın diğer ulus halkları ile yakın ilişki kurması demektir.

Demek ki, Ziya Gökalp’in ilkelerini şöyle sıralayabiliriz: a) Uluslaşmak. b) Lâikleşmek. c) İnsanlaşmak. (Uluslararası sosyal engellerin kalkması.) Biz buna dördüncü bir ilkeyi ekliyoruz. d) Uygarlaşmak. (Muasır medeniyetin fevkine çıkmak.)

Görülüyor ki, 1918 Yılı mantığı ile III. Bin Yıl mantığı hayli değişmiştir.

 

 

 


TÜRKLEŞMEK,İSLAMLAŞMAK,MUASIRLAŞMAK- ZİYAGÖKALP- KRİTİĞİ
1-GİRİŞ
6239 Okunma
2-USUL
1861 Okunma
3-LİSAN
1686 Okunma
4-ANANE VE KAİDE
2535 Okunma
5-HARS ZÜMRESİ-MEDENİYET ZÜMRESİ
4743 Okunma
6-TÜRK'LÜĞÜN BAŞINA GELENLER
2184 Okunma
7-TERBİYE
1718 Okunma
8-MEFKURE
2246 Okunma
9-TÜRK MİLLETİ VE TURAN
2033 Okunma
10-MİLLİYET MEFKURESİ
1683 Okunma
11-MİLLİYET VE İSLAMİYET
1877 Okunma

© 2024 - Akevler