|
|
Muhterem İstanbul Tüccarları! |
|
Reşat Nuri Erol resaterol@akevler.org |
NİSAN 2008 |
|
|
|
Dünya Borsası, Türkiye ve Çin (1)
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
06.04.2008
İlginç bir haber: Çinliler Türk tarımı ile ilgileniyormuş...
-Çinlilerin Türk tarımı ile ilgilenmeleri son derece sevindirici...
-Dünyada birlikte yaşıyoruz ve dünya küçüldü; birbirimize muhtacız…
Bu konu günümüz ve geleceğimiz -sadece bizim geleceğimiz değil, bütün dünyanın geleceği- açısından önemli; hem de çok önemli. İnsanlığın yeni dönemi ‘küreselleşme’ veya ‘globalleşme’ kelimeleri ile izah edilmeye çalışılıyor ama bunlar yetersiz kalıyor.
Bu kısa cümlelerden oluşan haber ve değerlendirmede neler olduğunu ve ne demek istediğimizi izah etmemiz gerekiyor. Bugün de bu önemli mesele üzerinde duralım.
***
Sömürü sermayesi ne yapıyor?
Sömürü sermayesi Çin’de ucuz ve düşük kaliteli mal ürettiriyor, dünyaya sevk ediyor, daha çok kendisi kazanıyor... Dünyadaki sanayii çökertiyor, tarımı yok ediyor; bu çöküntü ve yok edişten kendisi yararlanıyor...
Çin ve dünya, bu arada Türkiye geleceğini sömürü sermayesine teslim ediyor...
Bu gidişata karşı almamız gereken tedbirler vardır, bunları tekrar hatırlayalım:
1) Önce ülkelerimizde, sonra uluslararası “mala-mal marketleri” kurmalıyız. Türkiye olarak onlardan yani Çin ve diğer ülkelerden ucuz mal alırsak biz de ucuz mal satmalıyız. “Dolar”la değil de, “Yuan” (Çin parası) ve YTL ile alışveriş yapmalıyız.
2) Çin ve alışveriş yaptığımız diğer ülkelerden ihracat kadar ithalat yapmalıyız; kredi ile mal satın almalıyız. Çin bizden dolar değil kendi parasını istemeli, biz de Türkiye olarak ondan kendi paramızı istemeliyiz.
3) Biz Türkiye olarak “kaliteli mal” üretmeliyiz, Çin’den de “kaliteli mal” istemeliyiz. Bunun için fason işçilik yaptırmalıyız. Makineleri biz vermeliyiz. Ham maddeyi biz vermeliyiz. Gerekirse Çinlileri Türkiye’ye getirip yetiştirmeliyiz. Her şeyi karşılıksız öğretmeliyiz. O zaman bize kaliteli mal üretirler. Onlar da bize aynısını yapmalıdırlar.
4) İpek Yolu’nu yeniden mutlaka tesis etmeliyiz. Deniz güvenliği veya hakimiyeti ABD’nin elindedir ama onlar kara yollarına gelemez. Dolayısıyla sömürü sermayesinden bağımsız iş yapabilmek için uluslararası kara yollarını, özellikle İpek Yolu’nu tesis etmeliyiz. Demiryollarından yararlanmalı, araba vagonları geliştirmeli, ona göre bir vagona sığan TIR imal etmeli, böylelikle nakliyeyi olabildiğince ucuz ve kolay hâle getirmeliyiz.
***
İşte apaçık görüyor ve anlıyorsunuz ki;
Adil Düzen sadece Türkiye’nin sorunlarını çözmez, dünya sorunlarının içinde onlarla birlikte kendi sorunlarını çözer.
Dünyanın sekiz bölgesindeki sekiz kent “dünyanın serbest ticaret kenti” olmalı ve insanlığa hizmet etmelidir.
Mallar vizesiz ve gümrüksüz girmeli, vizesiz ve gümrüksüz çıkmalıdır.
Kişiler buralara pasaportsuz gelebilmeli ve pasaportsuz çıkabilmelidir.
Buralardaki fabrikalar ile diğer üretim ve hizmet yerleri vergiden muaf olmalıdır.
Bu sekiz bölge nereler olmalıdır?
Bu sekiz bölge 1. Ortadoğu, 2. Avrupa, 3. Afrika, 4. Hindistan, 5. Çin, 6. Güney Amerika, 7. Kuzey Amerika ve 8. Avustralya’da olmalıdır.
Böylece buralarda “Serbest Borsa” yani “Dünya Borsası” oluşmalıdır. Dünya ve insanlık böyle bir yapılanmaya gitmelidir.
Devam edeceğiz…
***
Dünya Borsası, Türkiye ve Çin (2)
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
08.04.2008
“Dünya Borsası”nın sağlıklı ve sağlam bir şekilde oluşması için her devletin kendi parası olacak, ancak her ülke dış ticaretini bölge parası ile yapacaktır. Bölgelerarası para ise insanlığın parası olacaktır ve bu para da “altın”dır veya “altın karşılığı çıkarılan para”dır. Bölge parasına uygulanacak sistem için “takas sistemi” esas olmalıdır.
Toprak sahibi olan devletler, topraklarının güvenliklerini sağladıkları için üretimden onda bir veya beşte bir vergi alacaklardır. Onun dışında yeryüzü yani dünya bütün insanlığındır. Herkesin oraya gelip yararlanması hakkı vardır. Toprak sahipleri arazilerinin etrafını çevirirler, su ve diğer girdileri verirler. Dışarıdan gelen işçiler çalışır, üretir ve vermeleri gereken payları verdikten sonra, ürettikleri malları alıp götürür ve değerlendirirler.
Türkiye çok elverişli iklime sahiptir. Her çeşit nebatın ve ziraat ürünlerinin yetiştirilmesine müsaittir. Bunun dışında Türkiye’nin çevresinde, özellikle güneyinde büyük bakir çöllere sahip ülkeler yani kullanılmamış tarım arazileri vardır. Ülkemizdeki suları kullandırır, oralarda ortaklaşa tarım yapabiliriz. Yeryüzü bu varlık ve nimetleri ile bugünkü nüfusun birkaç misli nüfusu yaşatacak durumdadır. Bu da ancak uluslararası ilişkilerin “Adil Düzen”e göre düzenlenmesi ile olur.
***
20. yüzyılda toprak savaşları bitmiş, sona ermiş ve ortadan kalkmıştır. Çünkü insanlık açısından “sanayi dönemi” başlamıştır ve sanayi çağının tarım çağı gibi geniş alanlara ihtiyacı yoktur. Daha dar alanlarda sanayi ürünleri üretilebilmektedir.
Elinde sanayi ve teknolojiyi bulunduranlar toprak sahiplerini sömürerek şimdiye kadar refah ve lüks içinde yaşadılar. Ancak bu sömürü devam etmeyecektir. Bunun sebepleri vardır.
1) Toprak sahipleri de sanayii öğrendiler. Dolayısıyla kendileri sanayi ürünlerini üretebilir ve onlardan alışveriş yapmayabilirler.
2) Toprak artan nüfusa yetmediği için yeni tarım teknolojisini geliştirmek gerekiyor. Tarım ülkeleri bunu da yapmaya başlamışlardır.
3) Tarım ülkeleri artık kendi aralarında ticarete başlamışlar, sanayi sömürüsü yapan ülkeler kenara itilmeye başlanmıştır. Çin ile Türkiye arasında oluşacak tarım işbirliği bunun açık uygulaması olur. Dolayısıyla sanayi ülkeleri sıkıntıya düşebilir.
4) Sanayi ülkelerinin nüfusları azalmakta, ancak dışarıdan göç alarak hayatiyetlerini sürdürme durumuna düşmektedirler.
***
Bütün bu sorunların çözümü “Adil Ekonomik Düzen Çözümü”ndedir.
O çözüm de şöyledir:
Devletler var olacak, ulusal devletler bağımsızlıklarını koruyacak ve ülkelerinin güvenliğini sağlayacaklar; ancak ekonomi bakımından devletler sadece üretimden vergi almakla yetineceklerdir.
Altyapı ve kredileşmeyi gerçekleştirecekler, genel hizmet vakıflarının kurulmasını sağlayacaklardır.
Ancak yeryüzü tüm insanlığındır, bundan dolayı bütün insanların yararlanabileceği bir düzen olmalıdır.
Gümrükler kalkacak, vizeler kalkacak, tüm yeryüzü serbest bölge olacaktır.
Emek, sermaye ve teknoloji ham maddenin bulunduğu yere gidecek ve orada üretim yapılacak, çıkan mahsulden vergi ödenecek, kalan mallar dünyanın her yerinde engelsiz ve kayıtsız dolaşacaktır.
“Adil Dünya Borsası Düzeni” işte böyle kurulacaktır.
Bütün insanlık, küreselleşen ve globalleşen dünya, işte bu “Adil Ekonomik Düzen”in gelmesini bekliyor.
***
Asıl anlaşılması ve anlatılması gereken nedir?
REŞAT NURİ EROL
11.04.2008
Çağımızda dünya ve Türkiye son derece sıkıntılı günler yaşamakta, bu sıkıntılar bünyelerinde her an kriz veya krizlere dönüşme istidadı barındırmaktadır.
Bu sıkıntılı günler sadece zalim güçlülerin kötülüklerinden ileri gelmemektedir.
Şu gerçeği kabul etmeliyiz ki; şayet çağımızdaki medeniyeti kuran o güçlülerin icatları olmasa bugün biz bugünkü modern şartlarda yaşayabilir miydik? Günümüzdeki zalim düzen o güçlüler sayesinde devam etmekte ve dünya ekonomisinin çarkları her şeye rağmen onlar sayesinde dönmektedir.
Bu böyledir ama kriz veya krizler olduğunda da, bu krizler dünyayı ve ülkemizi birden bire vurmaktadır. Çünkü her şey bu zalim düzeni kuran sömürü sermayesinin başarısına bağlıdır. Bu sıkıntılı dönemdeki başarısızlıkların yansıması ise -bugünlerde yaşamakta olduğumuz durumdaki gibi- çok kötü olmaktadır.
Bir başka şey daha; yine süper güçler olmasa dünyada denge kurulabilir mi?
O halde gerek siyasi gerekse ekonomik olaylar sadece o güçleri elinde tutanların bir eseri değil, tarihi gelişmenin tabiî bir sonucudur.
***
Ne var ki ne “faizli ekonomi” ne de “ekseriyet demokrasisi” artık insanlığın ulaştığı merhaleye ve mertebeye yetmektedir.
İnsanlık tarihine bakıldığında dönemden döneme, uygarlıktan uygarlığa geçilmiştir ve çağımız dünyasındaki yeni bedene yeni gömlek gerekmektedir.
Evet, gerekmektedir ve onu da insanlığa ulaştıracak olan “Adil Düzen”dir, “denge düzeni”dir; faizli ekonomi yerine “faizsiz kredileşme sistemi” ile kurulmuş ekonomidir; “ekseriyet demokrasisi” yerine “ortak vekilli hicret demokrasisi”dir ve ancak bunlar, sadece bunlar yeni bedenimize uyar.
Ama her ne hikmetse, bu gerçeklere kulak vermesi gerekenler kulak verip dinlemiyor ve inanmıyor, insanlığın yeni uygarlık merhalesine geçtiğini bir türlü sindiremiyor.
***
Ne diyorduk? İnsanlık uygarlaşmakta ve merhaleden merhaleye geçmektedir.
İnsanlık “toplayıcılık”tan “avcılık” merhalesine, “avcılık”tan “çobanlık” merhalesine, “çobanlık”tan “tarımcılık” merhalesine geçmiş.
İnsanlık daha sonra “kentler” kurmuş ve önce “pazar ekonomisi”ne, sonra “tüccar ekonomisi”ne ve çağımızda da “işçilik ekonomisi”ne geçmiştir.
Önce “toprak kapitalizmi”, sonra “altın kapitalizmi”, sonra “sanayi kapitalizmi” oluşmuştur. İnsanlık şimdi de “banka kapitalizmi” içinde...
Çağımızdaki “karşılıksız kâğıt para” insanlığı buraya kadar getirdi.
Bu merhaleden sonra şimdi de “halk ekonomisine, ortaklık ekonomisine” geçilecek.
Geçilmesine geçilecek ama anlaması gerekenler bazı gerçekleri neden anlamıyor?!.
***
Tarihteki uygarlıkları hep peygamberler kurdular.
Doğuda ve batıda, dünyanın herhangi bir yerinde peygambersiz oluşturulan bir ekonomi, semavi kitaba dayanmayan bir uygarlık var mıdır?
Kur’an’a kadar her seferinde yeni peygamber geliyor, mucizesini gösteriyor, halk da ona iman ediyor, peygamberin getirdiği kitabın rehberliğinde yüzlerce yıl süren uygarlık kuruyordu. Kur’an’dan sonra artık peygamber gelmeyecek, kitap ise kıyamete kadar sadece Kur’an olacaktır ve o da bütün çağların uygarlıklarına ait siyasi, sosyal ve ekonomik sorunları çözecek kapasiteyi bünyesinde barındırmaktadır.
Evet, bu böyledir ama bunun önce kendimize, sonra onlara yani karşı cephede olanlara teorik ve pratik yani uygulamalı olarak anlatılması gerekmektedir.
İşte, her şeyden önce asıl anlaşılması ve anlatılması gereken budur.
***
Ekonomik savaş ve KOBİ’ler
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
12.04.2008
Bugün yeryüzünde “ekonomik savaş” vardır. Anayasa Mahkemesi’ndeki parti kapatma davası ekonomik savaşın uzantısıdır; Ergenekon Soruşturması da ekonomik savaşın uzantısıdır. Bu ekonomik savaş, dünyada tekelini kurmuş bulunan Amerika’daki 200 sömürü sermayesi mensubu ailenin ekonomik hâkimiyeti ile halkın direnmesi ile oluşan halk ekonomisi arasında mevcut olan çatışmadır. Dünyada bir taraftan tekel sermaye tüm hâkimiyetini ele geçirmek, herkesi işçi olarak çalıştırmak istiyor, tek dünya devletine götürmek istiyor; diğer taraftan halk ise kendi varlığını ve özgürlüğünü savunuyor.
Bu savaşta bütün dünya ülkelerinde KOBİ’ler oluşuyor. Avrupa’da Türkler tarafından oluşturulan KOBİ’ler vardır, faaliyet gösteriyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nde durumun ne olduğunu fazla bilmiyoruz. Ama eski Sovyetler’de, Çin’de, Hindistan’da illegal da olsa hep KOBİ’ler faaliyettedir.
Sömürü sermayesi KOBİ’leri de kendi hâkimiyetine alma çabası içindedir.
***
KOBİ’ler istenilen başarıyı elde edememektedir. Çünkü bütün dünyadaki ve ülkelerdeki mevcut ekonomi düzeni KOBİ’leri yaşatmayacak şekilde kurulmuştur.
KOBİ’lerin önündeki engelleri şöyle özetleyebiliriz.
-Mevcut düzende öylesine karışık ve muğlak mevzuat ve uygulama vardır ki, küçük firmalar bunları bilememekte, yapamamakta, dolayısıyla sonunda elenip gitmektedirler.
-Faizli düzende küçük firmalar kredi bulamamaktadırlar. Çünkü bankalar küçük firmalarla uğraşmak istemezler. Sonra alacaklarını da tahsil edemezler. Oysa banka krediyi büyük firmalara verir, onlar da o sektörde tekel oluşturur. Böylece banka alacaklarını garanti altına alır. Küçük firmalar ya hiç kredi almazlar, ya da aldıkları kredilerin altında ezilip giderler. Devlet bunlara destek krediler vermekte ise de bunlar da faizli olduğu ve adil dağılmadığı için sonuç alınamamaktadır.
-En önemli husus, gelişmiş ekonomilerde markalaşmayan firmalar elenip giderler. KOBİ’lerde yani küçük işletmelerde ayrı ayrı markalaşmak mümkün değildir. Dolayısıyla KOBİ’ler eriyip gitmeye mahkûmdur.
-Küçük işletmeler kâr-zarar hesabını yapamamaktadırlar. Bunun iki sebebi vardır. Mevzuatın ağır olmasından dolayı kayıt dışı çalışmak zorundadırlar. Bunlar da muhasebede gösterilmemektedir. İkincisi ise, küçük işletmeler muhasipleri tatmin edecek ücret veremedikleri için kimse bunların muhasebesini tutmak istememektedir.
***
ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN bu sorunlara çare aramış ve küçük işletmelerde yani “halk işletmeleri”nde neler yapılması gerektiğini ortaya koymuştur.
-İşletmeler kâr-zarar hesaplarını malların artıp eksilmesi üzerinden yaparlar. Böylece faizin baskısından kurtulurlar.
-İşletmeler girdilerin ve çıktıların hesabını üretimden pay üzerinden yaparlar. Böylece sabit girdileri sıfırlarlar.
-İşletmeler kâr-zarar hesaplarını en geç bir hafta içinde hesaplayacak şekilde bir ortaklık oluştururlar ve bunun muhasebesini kurarlar.
-İşletmeler bütün bunları yapabilmek için “mal senetleri” çıkarırlar, “işletme senetleri” çıkarırlar. Bunu kurdukları bir kooperatif içinde yaparlar. Bir anonim ortaklık kurarlar.
“Halk işletmeleri”nin kurulup gelişebilmesi için o hususta bilgi sahibi olmak gerekir. Bilhassa kâr ve zarar hesapları günlük olarak yapılmadıkça halk işletmesi KOBİ’ler çalışamaz. KOBİ’ler faizli kredilere değil ortaklıklara dayanmak zorundadır. Ortaklığın çalışabilmesi için de bir taraftan çok iyi muhasebenin tutulması, diğer taraftan ortaklıkların öyle oluşması gerekir ki günlük kazanç belli olsun.
Vesselam…
***
Sömürü finans sistemi yıkılmak üzere…
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
15.04.2008
ABD Başkanı Carter döneminde Beyaz Saray’da bulunmuş, Federal hükümetin danışmanı, aynı zamanda Amerikan Hazine Bakanlığı’nda, NASA’da, Amerikan Gıda ve İlaç Komisyonu’nda görev yapmış olan, ekonomi ve para politikaları üzerine de birçok kitabı bulunan Richard C. Cook’un, “Dünyayı kim yönetiyor?” başlıklı yazısındaki tesbitleri üzerinde durmaya devam ediyoruz:
FİNANS SİSTEMİ YIKILMAK ÜZERE OLAN BİR PİRAMİD GİBİ/ Bankerlerin Amerikan ulusal para sistemini tamamen kontrol ettikleri gerçeği, yıkılacak durumda olan büyük bir borç piramidiyle sonuçlandı. Para üzerindeki bu ‘kontrol sistemi’ Rockefeller ailesinin para aktardığı Chicago Üniversitesi ekonomistlerinin bir icadı. Problem şu ki, bu piramid yıkıldığında herkes iflas edecek ve nereden geldiği belli olmayan bir yerden para yapan bankalar değerlenecek olan penileri tutmaya çalışacak. J. P. Morgan Chase’in Carlyle Capital ile iş yapmaya hazırlandığı gibi. Finans endüstrisi için kabul edilebilir düzenlemeler hükümet tarafından terk edilmiş durumda. Bu düzenlemeleri yapmak isteyen siyasetçiler, Eliot Spitzer gibi, bir şekilde yok ediliyor. Federal hükümet ve yerel hükümetlerin Amerikalılar üzerine koyduğu toplam vergi yükü gelirin yüzde 40’ını geçti ve bu miktar daha da yükseliyor. Bugün ekonomide gerileme başlarken, Demokratların kontrol ettiği Kongre küçük miktarda yardımları desteklerken, iki yüzlü davranarak vergileri yükseltiyorlar, özellikle orta gelirliler için. Öğrenci kredileriyle vergileri desteklemek bir şekilde iflasçı koruma sistemiyle elimine edilemez.
40 MİLYON AMERİKALI AÇLIK SINIRINDA YAŞIYOR/ Exxon-Mobil gibi şirketler rekor kazançlar elde ederken, gas fiyatları artıyor. Diğer eşya ve gıda fiyatları yavaş yavaş yükseliyor. Tıpkı, bazı ülkelerin neredeyse açlık koşullarını tecrübe etmeye başlaması gibi. 40 milyon Amerikalı resmi olarak açlık sınırında yaşıyor...
***
Evet, çağdaş Amerikan Karun ve Firavunları batmayacaklarını sanmaktadır. Oysa bir gecede onlar da iflas edebilir. Çünkü onların tek sömürü aracı “karşılıksız kâğıt para” yani “dolar”dır. Çin bir gün karar alsa ve ‘ben dolarla mal satmıyorum, kendi paramla satacağım’ dese; Avrupa Birliği karar alsa ve ‘ben dolarla mal satmıyorum, isteyen euro ile alsın’ dese. Biz Avrupa’dan mal alamayacağımız için, Çin’den dolarla mal alamayacağımız için doları elden çıkarmak zorunda kalırız. Bir gecede doların kıymeti dünyada sıfır olur. İşte o zaman “sömürü sermayesi”nin bütün gücü ortadan kalkar, kendileri de servetleri de toprağa gömülmüş olur. Rus çarlığı yıkılınca elde manat vardı. Sovyetler manatı bir gecede yok saydı ve böylece o para geçersiz hâle geldi. Bizim dedelerimizde evlerde sandıklar içinde yığılı işe yaramaz manatlar vardı. Yarın doların akıbeti de aynı olabilir. Eğer Avrupa Birliği de onların eline geçmişse, onun başına da bu gelebilir. Kur’an bize bunu haber vermektedir.
Çağdaş Karun, Firavun, Hamanları yani “sömürü sermayesi”nin sahipleri, bu durumdan kurtulmak için Kur’an’da belirtildiği şekilde bu varlıklarını artık müsbet yönde kullanmalı, yani sömürüden vazgeçip çıkar paralelliği içinde insanlık için tekelsiz bir ortak çıkar sistemine geçmek amacıyla kullanmalıdır.
Richard C. Cook’un tesbitleri son derece doğru. Dolar ve ABD finans sistemi de mukadder akıbetini bekliyor. Hiç kimsenin şüphesi olmasın, bu olacaktır; ne zaman olacağını bilemiyoruz ama olacaktır. Dolar artık enflasyonist para olmaya başlamıştır ve bunun oranı yüzde onu geçmiştir. Bunun sonu yüzde ellilere doğru yol alma demektir. Dolar bugünkü bu hâliyle artık uluslararası para olmaktan çıkacaktır demektir. Doların yıkılışı demek, ABD’nin yıkılışı demektir. Ama ABD’deki federe devletler yaşamaya devam eder ve daha bağımsız hâle gelirler, belki de her biri zamanla kendi paralarını çıkarırlar.
Richard C. Cook’un bu önemli tesbitleri üzerinde durmaya devam edeceğiz…
***
‘Dünyayı kim yönetiyor?’
REŞAT NURİ EROL
18.04.2008
Richard C. Cook, ABD Başkanı Carter döneminde Beyaz Saray’da bulunmuş, Federal hükümetin danışmanı. Cook aynı zamanda Amerikan Hazine Bakanlığı’nda, NASA’da, Amerikan Gıda ve İlaç Komisyonu’nda görev yapmış bir isim. Cook’un, ekonomi ve para politikaları üzerine de birçok kitabı bulunmaktadır.
İşte o Richard C. Cook, bizim bu yazımızın da ana konusu olan, “Dünyayı kim yönetiyor?” başlıklı makalesinde önemli tesbitlerde bulunuyor: ROCKEFELLER’İN 1991’DEKİ KONUŞMASI/ Wikipedia’da Rockefeller ile ilgili olarak kendisinin Haziran 1991 yılında Almanya’nın Baden Baden kentindeki Bilderberg konferansının açılışında söylediği iddia edilen konuşması yer alıyor. Rockefeller: “Bizler 40 yıldır Washington Post, New York Times, Time ve diğer medya gruplarından bizim toplantılarımıza katılan yöneticilerin, konferanslarımızla ilgili sırları saklayacaklarına dair verdikleri sözü yerine getirdikleri için minnettarız. 40 yıldır minnettarız. Bu 40 yıl içerisinde eğer toplantılarımızla ilgili kamuoyuna bilgi verilseydi, dünya için yaptığımız planlarımızı geliştirmemiz mümkün olmazdı. Dünya, bir dünya hükümetine doğru gitme konusunda daha sofistike ve hazır duruyor. Bu plana göre, artık dünya savaş nedir bilmeyecek, tüm insanlık için sadece refah ve barış olacak. Entelektüel seçkinler ve dünya bankerlerinin ulus üstü egemenliği, önceki yüzyıllarda olan ulusal egemenliğe tercih ediliyor.”
Richard C. Cook değerlendirmelerine şöyle devam ediyor: “Rockefeller’in ‘biz’ dediklerinin nihai hedefi, ‘Entelektüel seçkinlerden ve dünya bankerlerinden oluşan bir ulus üstü egemenlik’ oluşturmaktır. Rockefeller’in söylediğine göre, bu hâkimiyet artık savaşın ne olduğunu bilmeyen bir dünya hükümetine doğru giden yoldur.”
***
Kur’an, Ankebut Sûresi’nin 39. âyetinde; sırasıyla önce Karun, sonra Firavun, sonra da Haman’ı zikrediyor. O zamanın süper gücü ve medeniyet merkezi kadim Mısır’da, Hz. Yusuf ve Hz. Yakup döneminden başlamak üzere, Hz. Musa ve Hz. Harun dönemine kadar, tam 430 yıl İsrail oğulları vardı. O zama zengin olan Yahudiler sarayda yer alıyor, Firavun ve adamları ile işbirliği yaparak kendi kavimlerini eziyorlardı.
Bugün de Amerika’daki sömürü sermayesi ABD yöneticileri ile işbirliği hâlindedir ve sadece insanlığı değil, bugünkü İsrail oğullarını da ateşte eziyor. Bugünkü Amerika’da da Karun yani sermaye baştadır; ondan sonra hükümet ve meclis gelir; ondan sonra da CIA ve ordu gelir. Demek ki o zaman da bugünün aynısı varmış. Haman Firavun’un veziridir. Karun ise Firavun’un patronudur; köledir ama patrondur. Nitekim bugün de öyledirler.
Çağımızın Firavun’u Başkan Bush, Haman’ı CIA ve Karun’u da “sömürü sermayesi”dir; ve dünya üzerinde yapmak istedikleri zulüm de o zamankinin yani Firavun döneminde yapılanların aynısıdır.
***
Karun benzeri zengin olan çağdaş sermaye sahipleri yani “sömürü sermayesi” mensupları daima mal yarışındadırlar, kendilerinin zengin olduğunu gösterme peşindedirler.
-Kendilerine özgü mahalleleri vardır...
-Kendilerine özgü yaşam alanları ve şartları vardır…
-Kendilerine özgü evleri, arabaları, uçakları ve lüksleri vardır...
-Kendilerine özgü ve halktan tamamen kopuk giyim-kuşamları vardır...
Halk 5-10 liralık ayakkabı giyerken, onların ayakkabıları 500 liralıktır. Halk 10-15 bin liralık arabalara biner, onların arabası 100 bin ile 1 milyon lira değerindedir. Daima varlıklarını ve güçlerini göstererek üstünlüklerini ortaya koyma peşindedirler.
Kritik soruyu soralım:
Dünya Karun, Firavun ve Haman’a kaldı mı?
Sorunun cevabını sizler de çok iyi biliyorsunuz; kalmadı!..
Konuyu irdelemeye devam edecek ve ‘Dünya çağdaş Karun ve Firavunlara kalır mı?’ sorusunun cevabı üzerinde duracağız…
***
Tarım, gıda ve isyan!..
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
22.04.2008
Dünyada ve ülkemizde uygulanmakta olan yanlış ve sakat ‘tarım politikaları’ sebebiyle oluşan ve sonunda patlama noktasına gelen ‘gıda ürünlerindeki sıkıntı, yokluk, fiyat artışları’ maalesef başka şeylerin yokluğuna ve pahalanmasına benzemiyor. O malum maksatlı ve yanlış tarım politikalarının tabiî sonucu olarak hep yükselmeye devam eden ve son aylarda iyice tırmanan gıda ürünleri fiyatları, bazı ülkelerde ciddi sorun olmanın ötesinde patlama aşamasına geldi ve pek çok ülkede ‘gıda isyanları’ başladı.
Bu isyanların ülke içi veya ülkeler arası savaşa dönüşmeyeceği ne malum?
Nitekim geçtiğimiz aylarda gıda fiyatlarındaki yüksek artış Kamerun, Mısır, Etyopya (Habeşistan) , Haiti, Endonezya, Fildişi Sahili, Madagaskar, Moritanya, Filipinler ve daha birçok ülkede gösterilere neden olmuştu. Pakistan ve Tayland’a tarlaların ve depoların yağma edilmesini önlemek üzere ordu devreye girmiş, Burkina Faso’da ise genel grev yapılmıştı.
Bu gösterilerin ve sıkıntıların tamamı, hâlen uygulanmakta olan yanlış ve sakat tarım politikaları devam ettiği müddetçe, sadece küçük bir başlangıç.
Dünyada ve ülkemizdeki bu duruma bir anda gelinmedi.
Gıda fiyatlarına son aylarda artan talep, bazı ülkelerde olumsuz hava koşullarının rekolteyi düşürmesi ve biyoyakıt için ürün yetiştirilmesine kullanılan arazinin artması yüzünden hızla yükseldi. Temel gıda ürünleri olan buğday, pirinç ve mısır fiyatlarının yükselmesinin son üç yılda tüm gıda fiyatlarının yüzde yüze yakın artmasına yol açtığını belirten Dünya Bankası verilerine göre, geçen yıla göre buğday ve pirinç fiyatları iki mislinden daha fazla arttı. Ekonomi kanalı Bloomberg’e göre, Mart 2007-Mart 2008 döneminde mısırın fiyatı yüzde 31, pirincin fiyatı yüzde 74, soyanın fiyatı yüzde 87 ve buğdayın fiyatı yüzde 130 yükseldi...
***
Geçen gün, ABD Başkanı Carter döneminde Beyaz Saray’da bulunmuş, Federal hükümetin danışmanı, aynı zamanda Amerikan Hazine Bakanlığı’nda, NASA’da, Amerikan Gıda ve İlaç Komisyonu’nda görev yapmış olan, ekonomi ve para politikaları üzerine de birçok kitabı bulunan Richard C. Cook’un, “Dünyayı kim yönetiyor?” başlıklı yazısındaki tesbitlerin bir bölümünden söz etmiştim. Bugün, Richard C. Cook’un özellikle ‘tarım politikaları’ ile ilgili görüşlerine bakarsak, dünyayı bu hâle getirenleri açıkça görürüz:
CLINTON VE BUSH AİLE TARIMCILIĞINI YOK ETTİ/ Bill Clinton ve George Bush tarafından kararları uygulanan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması sonucu Amerika’da üretim yapan milyonlarca iş elendi ve Amerika’daki “aile tarımcılığı”nın yerini “küresel tarım sektörü” aldı. Dünya Ticaret Organizasyonu bünyesinde gerçekleştirilen benzer serbest ticaret anlaşmaları nedeniyle, milyonlarca üreten iş gücü Çin ya da başka yerlere ihraç edildi. Büyük şirketlerin su ve mineral kaynaklarını kontrol etmesi, kamuda bulunması gereken birçok şeyi bulunmaz hâle getirmiş bulunuyor.
AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERDEKİ TARIM YOK EDİLDİ/ NAFTA tarafından aile tarımcılığının yok edilmesi (Aynı şekilde Meksika ve Kanada’da da aile tarımcılığı yok edildi), IMF ve Dünya Bankası’nın başka milletlere uyguladığı siyasetin bir benzerini oluşturuyor. “Washington Konsensüsü” tarafından yapılan baskılar sonucu dünyada kendi kendine yetebilme durumu, ihraç edilen ürünlerin yetiştirilmesiyle yer değiştirdi. Tarımsal alanlardan göç, az gelişmiş ülkelerin kentlerinde büyük gettolar oluşturdu...
Richard C. Cook’un sadece bir kısım tesbitleri böyle.
Dünyayı yöneten küresel güçlerin yanlış ve sakat ‘tarım politikaları’ sonucunda gelinen nokta nedir? Tarımın -özellikle aile tarımının- yok edilmesi, gıda fiyatlarında fahiş artışlar, birçok ülkede gıda isyanları ve olması beklenen daha kim bilir neler…
***
Tarım, gıda, sorun, demokrasi, savaş ve …
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
27.04.2008
Millî Gazete başta olmak üzere, bugünlerde bütün gazetelerde tarım ürünleri ve gıda fiyatları etrafında kopan fırtınalar ile ilgili gelişme, haber, değerlendirme ve yorumları okuyoruz. Tarım ve gıda fiyatları ile bunlara bağlı olarak ekonomi haberleri pek birinci sayfada yer almazdı ama; son zamanlarda bırakınız birinci sayfa, manşetlerden inmez oldu. Bu durumun nerelere varabileceğini ise dünyanın ve ülkelerin bu hallere düşmesinin baş müsebbibi olan bizzat IMF Başkanı Strauss-Kahn açıkladı:
Dünyada yükselen gıda fiyatlarının, hükümetlerin yıkılması ve hatta savaşların patlak vermesi gibi korkunç sonuçları olabileceği uyarısında bulundu, Strauss-Kahn.
Meselenin özeti tek cümlelik ama, kimi ince detayları özel olarak değerlendirilmeyi hak ediyor. Ne dersiniz; biz de adım adım ilerleyerek daha açık bir şekilde ne denmek istendiğini ve asıl neyin yapılmaya çalışıldığını anlamaya çalışalım mı?
*
BİRİNCİ ADIM
IMF Başkanı Strauss-Kahn, Fransız Europe-1 radyosuna verdiği demeçte, yüksek gıda fiyatlarının Haiti, Mısır ve başka ülkelerde ayaklanmaları ve isyanları ateşlemesinin “ciddi bir sorun” teşkil ettiğini söyleyerek, “Dünya bu sorunu çözmeli” dedi.
-Dikkat ediyor musunuz; sorunun baş müsebbibi IMF’in bizzat kendisi, dünya bu sorunu çözmeli diyen de yine kendisi! IMF önce sorunları üretiyor, sonra insanlığı sorunları ile baş başa bırakıp çözüm üretemiyor ya da maksatlı olarak üretmiyor!
*
İKİNCİ ADIM
IMF Başkanı Strauss-Kahn, bu tarım ve gıda fiyatları sorununun, hükümetlerin vatandaşlarına yardım edebilmek için elinden gelen her şeyi yaptığı ülkeler dahil olmak üzere “demokrasileri tehdit edebileceğine” de dikkati çekti.
-Evet, evet, işte bu! IMF Başkanı nihayet baklayı ağzından kaçırıyor ve “demokrasileri tehdit edebileceğini” de hatırlatıyor. Nerelerde? Mesela, özellikle sık sık müdahaleler yapılan ve parti kapatma davaları açılan bazı ülkelerde! Yani Türkiye’de!..
*
ÜÇÜNCÜ ADIM
Bu sorunun savaşlara yol açıp açmayacağına sorusuna ise IMF Başkanı Strauss-Kahn bakınız nasıl bir cevap vermiş: “Bu mümkün. Tansiyon yükselmeye devam ettiğinde ve dahası demokrasi sorgulanmaya başladığında savaş riski vardır. Tarih, bu tür sorunlar yüzünden çıkmış savaşlarla dolu.”
Neymiş ve nasılmış? Adımlar nasıl atılıyormuş?
-Birinci adımda “ciddi bir sorun” üretiliyor…
-İkinci adımda özellikle “demokrasileri tehdit” ediyor…
-Üçüncü adımda “savaşların patlak vermesi” hedefleniyor…
-Dördüncü adımda ise “sömürüye dayalı yeni bir dünya düzeni” isteniyor…
Fransa’da 1997-1999 yıllarında Maliye Bakanlığı yapan Strauss-Kahn, geçen yıl IMF’nin başkanlığına getirildi.
Dünyada geçen yılın ortasından bu yana gıda fiyatları yüzde 40 arttı.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) göre, gıda fiyatlarındaki artış en çok gelişmekte olan ülkelerde tüketim harcamasının yüzde 60 ila 80’ini gıdaya ayıran yoksul insanları etkiledi. Gelişmiş ülkelerde insanlar tüketim harcamasının sadece yüzde 10 ila 20’sini gıdaya ayırıyor. Yoksul ülkeleri ve insanları açlıkla etkilemeye, dünyaya bu şekilde yön vermeye çalışıyor, adım adım ilerliyorlar; tarım, gıda, sorun, demokrasiye müdahale, savaş ve …
Dördüncü adımda hedeflenen “sömürüye dayalı yeni bir dünya düzeni”ne karşı “ADİL DÜZEN” ile “ADİL EKONOMİK DÜZEN”i bir kere daha hatırlamanın tam zamanı.
***
Çatışma yeni başlamadı
REŞAT NURİ EROL
resaterol@akevler.org
29.04.2008
Bugünlerde tarım ve gıda ürünleri sebebiyle olmak üzere, pek çok vesilelerle çeşitli çatışmalar, mücadeleler, isyanlar, spekülasyonlar, hattâ savaşlar vardır. Bu çatışmalar durup dururken bugünlerde başlamadı, bundan beş asır önce tohumları ekilmeye başlandı.
Bugünlere nasıl geldiğimizi kısaca hatırlayalım.
Avrupa henüz tarım döneminde kentleşme öncesi hayat merhalesini yaşıyorken, Haçlı Seferleri sırasında İslâm âlemi ile askerî ve ticarî ilişkilere girmiş ve “köylerdeki tarım derebeyleri” yanında “kentlerde esnaf beyleri” doğmaya başlamıştır. İşte tam da bu dönemde, o zamana kadar hor görülen ve dışlanan Yahudiler ticareti iyi bildikleri için “kentlerdeki esnaf beyliklerini” kurmaya başlamışlardır. O zamandan beri Avrupa’daki “tarım derebeyleri” ile “esnaf beyleri” arasında çatışma vardır ve bu çatışma günümüzde de devam etmektedir. İşte o zamandan beri başlayan çatışma ve mücadele, günümüzde dünyanın pek çok ülkesinde “gıda krizlerine ve isyanlarına” sebebiyet verecek seviyeye ulaştı.
*
Bu kritik meseledeki ince bir detayı hatırlayalım.
Avrupa’daki derebeyleri halkın desteklediği beyler idi. Kilise de onlarla işbirliği hâlindeydi. Kentlerdeki esnaf beylerinin köylerdeki tarım beylerini yenebilmesi için kilisenin gücünü yok etmek, ardından halkı dinsizleştirmek gerekmekteydi. Çünkü derebeyleri ile halk arasındaki birliği din adamları sağlıyordu. Eğer kilise yani din adamlarının gücü yok edilirse, derebeyleri de kendiliğinden yok olacaktı.
Sömürü sermayesi bunu çok büyük bir ustalıkla başardı. Haçlı Seferleri sayesinde doğuda öğrenip batıya taşıdığı müsbet ilimlerin verilerini sanayileşmeye uygulayarak gelişme ve ilerleme sağladı. Tarım derebeylerine ve din adamlarına karşı mücadeleyi kazanıp dini kilise duvarları arasına hapsetti. Doğuyu da batının sanayisi ile yenerek zaferini ilan etti. Sömürü sermayesinin plan ve hesaplarına göre 20’inci yüzyılın sonunda artık dine inanan kimse kalmayacak, “sosyalizm” ve “kapitalizm” bu işin sonunu getirecekti.
Ancak ‘evdeki hesabın çarşıya uymaması’ misali, beklenmedik olaylar cereyan etti ve 20’inci yüzyılın sonunda dinler yeniden dirilmeye ve halk nezdinde kazanmaya başladı. Dinler servet veya silahla zafer kazanmıyor, insanların gönlünü fethederek zafere doğru gidiyor. Ne var ki, para ve silah gücünü elinde tutan din düşmanı sömürü sermayesi teslim olmuyor; çıkmamış candan ümit kesilmez diyerek çırpınmaya ve mücadelesini sürdürmeye devam ediyor...
*
Evet, yeryüzünde “halk ekonomisi” ile “küresel tekel ekonomi” arasındaki büyük bir çatışma vardır. Yüzyıllar öncesinde başlayan bu çatışma günümüzde de devam ediyor. Nitekim bugünlerde başsavcının iktidar partisine karşı açtığı dava bu çatışmanın bir parçasıdır. İsyan derecesine varan “gıda krizleri ve isyanları” da bu çatışmanın bir parçasıdır. Bu çatışmalar bazı ülke ve bölgelerde savaş seviyesine ulaşabilme potansiyeline sahiptir.
Bu çatışmaları körükleyen küresel sömürü sermayesinin ana hedefi nedir?
Küresel sömürü sermayesi dünyayı “tek ekonomi işletmesi, tek dünya devleti” hâline getirmek istiyor Hiçbir zaman gerçekleşmesi mümkün olmayan böyle bir ütopyanın peşindedir. Aklı sıra bu gerçekleştiğinde herkes bugünkü karşılıksız kâğıt paranın işçisi olacak, ülke orduları onun bekçileri olacak, devletler ve hükümetler onun kâhyaları ve taşeronları olacaktır. Böylece güya yeryüzünde çatışma ve savaşlar kalkacak, açlık ve sefalet de kalkacaktır. Çünkü o herkese iş verecek, üretilen ürünleri sadece o paylaştıracaktır...
Özgürlük ve adalet sevdalısı insanlar, işte bu anlayışa ve bu çarpık düzene karşı direniyor; yeni bir dünya ve adil bir dünya düzeni kurmak için mücadele ediyorlar…
Özgür insanların bu direnişinin detaylarını gelecek yazılarda inceleyelim.
***