Milli Gazete 2008 Yazıları
Reşat Nuri Erol
2008 1.Baskı
1240 Okunma
2008 Mart

 

 

 

 

 

 

Muhterem İstanbul Tüccarları!

Reşat Nuri Erol
resaterol@akevler.org

 

MART 2008

16.03.2006

 

 

 

 

 

 

 

 

Ortaklık işletmelerinin özellikleri  

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

02.03.2008

İki sistem yani Batı ekonomi düzeni ile Adil Ekonomik Düzen arasında önemli farklar vardır.

“Batı ekonomi düzeni”ndeki en büyük sorun, büyük sabit giderlerin olmasıdır. Yeter derecede üretim yapılamadığı zaman kısa zamanda iflas edilir.

“Adil Ekonomik Düzen”deki en önemli özellik, sabit giderlerin sıfırlanmasıdır. Çünkü bütün girdiler üretimden pay alırlar. Girdiler ya insan ya da eşya olur. Üretim girdi ile orantılı olur veya olmaz. Girdiler halk ortaklıkları veya kamu ortaklıklarınca sağlanır.

Böylece sekiz çeşit girdi vardır.

Bu sekiz girdi ürünü ortaya çıkarır. Herkes sabit ücret değil, üründen pay alır. Bunun için her işletmenin bir “işletme senedi” vardır. İşletme içinde para yerine bu işletme senedi işler. Tüm girdiler işletme senetleri ile değerlendirilir, çıktılar da işletme senetleri ile değerlendirilir.

İşletme senedi kasada paraya çevrilir. Bu da faiz değildir, üretimden pay alınmış olur, o da rizikoyu taşır.

Bu sekiz işletmenin her biri “ortaklık”tır. Kamuca yapılanlar “vakıf ortaklıkları”dır, diğerleri ise “halk ortaklıkları”dır.

Halk ortaklıklarında “ücretler” ve “fiyatlar” arz ve talebe göre serbestçe oluşur.

Vakıf ortaklıklarında ise fiyat ve ücretler pay olarak resmidir.

-Özel Tesis Ortaklığı kiraya verilebilen taşınmazlardan veya benzerlerinden oluşur. Üretime katılır, girer ve çıkar ama girdiği kadar üretime katkıda bulunmaz. Üründen bir kira payı alır. Bu pay devre başlarında veya kuruluş senedinde belirtilmiş olur.

-Altyapı Tesisleri; su, elektrik, gaz, yol gibi tesisleri içerir. Bunların bakımı tesis sahiplerine aittir. Vakıf kuruluşlarca işletilir. Kamunun belirlediği bir payı tesis payından alır.

-Emek Ortakları çalışarak üründen pay alırlar. Bunlar ürettikleri kadarından pay alırlar. Sabit kira veya sabit ücret İslâmiyet’te faizdir.

Faizin tarifi; birileri kazanırken diğerleri zarar ediyorsa, bu “faiz”dir.

-Bakım Ortaklığı; bunlar yapı ve makinelere bakarlar. Bunlar emekleri nisbetinde üretime katkıda bulunmazlar. Bunların ücret olarak kendi çalışma saatleri ile orantılı değil, bina veya makinelerin ürettiği ürünlerden pay alırlar. Bunların payları emek payından devre başı anlaşmalarla belirlenir. Gündelikli bakım ücreti verilmez.

-Ham Madde Ortaklığı; işletmeye ham madde temin eder. Bunlar mamul madde oranında girer, pay olarak haklarını alırlar. Her parti mal üretimi için alınacak pay ayrı olarak pazarlıkla tesbit edilir.

-Vakıf İşletmeler; su, elektrik, telefon, gaz gibi üretime katılan ama üretimi halkça yapılmayan girdilerdir. Bunlar vakıf işletmelerince yapılır. Karşılığında üründen pay alınır. Bunlar para ile işletmelere satılmaz; geçmiş yıllarda ödediği kamu payı ile orantılı olarak karşılıksız verilir.

-Faizsiz Kredi Temini; faizsiz kredinin sağlanmasıdır. Dayanışma ortaklıkları kişilere bu imkânı sağlar. Kişiler ödeyemezse ortaklar aralarında taksitle bölüşerek öderler. Bunlar taşıdıkları riziko ile orantılı olarak üretimden pay alırlar.

-Genel Hizmet Ortaklığı; muhasebe, muamele, taşıma, haberleşme gibi ortak hizmetlerdir. Bunları kişiler yaparlar. Üretimi katkıları nisbetinde artırmazlar. İşletmelere ekip olarak katılırlar. Üründen pay alırlar. 25 adet genel hizmet kuruluşlarıdır ve bu değişik alanlarda hizmet ederler.

Sabit ücret vermedikleri veya işletmeleri sabit kira ile kiralamadıkları için bu tür işletmelere “ortaklık işletmeleri” diyoruz.

Bugünkü Batı tipi işletmelere de “faizli işletmeler” diyoruz.

 

 

***

 

 

 

 

ASIL MESELE nedir?

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

03.03.2008

‘Asıl mesele nedir?’ derken…

Bütün temel ekonomik, siyasi ve sosyal sorunları kastediyoruz.

Sorunları çözmelisiniz. Çünkü hayat çelişkiyi kabul etmez. Ya demokrasi veya totaliter rejim olacak; yarım demokrasi olmaz, yarım kurallar olmaz. Bu vesileyle kısaca hatırlayalım; yeryüzünde dört çeşit yönetim şekli vardır.

Birinci yönetim şekli krallık yönetimidir. Kral her türlü yetkiyi elinde toplar, kral lâ yüseldir, sorgulanamaz. Ne var ki ülke çocuklarına kalacaktır diye kral ülkesini en iyi bir şekilde yönetir. Tarihte pek çok krallıklar/saltanatlar gelmiş, halk huzur içinde yaşatmıştır. Nitekim bugün de hâlen birçok krallıklar devam etmektedir. Çağımızda kralların yetkileri azalmıştır ancak, gelecekte sermaye tekeli ortadan kalktığı zaman onların gücü artabilir.

İkinci yönetim şekli tek parti yönetim şeklidir. Halk teşkilatlanmıştır. Tek parti vardır. Milletvekilleri halk tarafından doğrudan seçilmektedir. Böylece oluşan parlamento başkanını seçmektedir. Başkan bürokratik yönetimin başına geçmekte, onların yerlerini değiştirerek yönetmektedir. Bunun çok kötü örnekleri olmuştur. Bugün hâlâ bu yönetimler yeryüzünde epeyce vardır. Yarın gelişebilir. Tek partili yönetim de pekâlâ başarılı olabilir.

Üçüncü yönetim şekli iki veya dört partili sistemdir. Bu sistem sermaye tarafından kurulmuş ve bazı ülkelerde başarı ile uygulanabilmektedir. Sermeye iki parti kurar, bazen bunların yedekleri olan iki küçük partiyi de kurar. Onları destekler. Hepsi sermayenin adamlarıdır. Başka bir partinin ortaya çıkmasını engellemeyi amaçlar. Halka ikisini veya dördünü sunar. Bunlar fikir partisi olarak tek partidir. Aralarında herhangi bir program ayrılığı yoktur. Sadece yöneticileri farklı olduğu için ayrı partiler vardır. Halk hangisini iktidara getirirse o iktidar olur. Ama halkın dediğini değil de sermayenin dediğini yaparlar.

Dördüncü düzen ise çoklu sistemdir. Halk dinî açıdan tarikatlar olarak organize olmuş, on civarında tarikat vardır. Halk iktisadî ve meslekî açıdan çalışma kuruluşları olarak organize olmuştur, çoklu mesleki kuruluşlar yarış içindedir. Halk siyasî açıdan partiler olarak organize olmuştur, çok partili sistem vardır. Nihayet değişik ilmî kuruluşlar olarak organize olmuşlardır. Böylece devlet ilmî, dinî, meslekî ve siyasî sosyal grupların sorumlularından oluşan yüksek şuralar tarafından yönetilir. Bunların başında meclis tarafından seçilmiş ilim veya asker kökenli devlet başkanı vardır, ordunun fiilen başkomutanıdır. Böylece demokratik ve lâik düzen içinde devlet yönetilmektedir.

İnsanlık adım adım bu demokratik düzene doğru gitmektedir. Buna biz “Adil Düzen” diyoruz. Halkın oluşturacağı çoğulcu sosyal gruplar görevlerini yapacaklardır. -Dinî şuralar nelerin yapılacağına karar verir. -İlmî şuralar nasıl yapılacağına karar verir. -Meslekî şuralar kredi dağıtarak kimin ne yapacağına karar verir. -Siyasî şuralar da elde edilen ürünlerin kime ait olacağına karar verir.

Türkiye’nin asıl sıkıntısı nedir? Türkiye Cumhuriyeti 1923’den itibaren 1950’ye kadar saltanatın gölgesinde ama bağımsız bir generalin komutasında kuruldu ve tek parti düzenine geçildi. Parti tek olunca din ve mezhebi de tekti. İslâm dini ve Hanefi mezhebi tek din ve tek mezhep idi. Diğerleri ya yok ya da azınlık sayıldı. Mesleki kuruluşların adı bile yoktu. Eğitim tevhidi tedrisatla tek okul sistemine döndürüldü. Bu düzeni beğenmeyebiliriz ama kendi içinde tutarlı idi, büyük başarılara imza attı.

a) Ülkenin bütün dış borçlarını ödedi.

b) Yabancı sermayeyi millileştirerek ülkeyi ekonomik açıdan bağımsız hâle getirmek istedi.

c) Mübadele ile zimmileri tehcir ederek, Müslümanları ülkeye getirerek üniter bir halk yapısını oluşturdu, Türkiye ulusal devlet oldu.

d) Türkiye’yi II. Cihan Savaşı’na sokmayarak nüfusunu artırdı ve Avrupa’nın büyümekte olan devletleri arasına girmesini sağladı.

Sonunda 1950’den itibaren çok partili sisteme geçildi.

Dinde, ilimde, siyasette ve ekonomide çoklu sisteme geçmeden yöneticiler iktidardan uzaklaştırıldı ve Türkiye çıkmazlara sokuldu. Yabancı sermaye ülkeye akın etti. Ülke ağır borçlara sokuldu. Çok partili sisteme geçildi ama dinde ve ilimde tekel devam ediyor, Türkiye sorunlarını çözemiyor.

İşte, ‘başörtüsü meselesi’ başta olmak üzere, bütün sosyal, siyasi ve ekonomik meselelerde ‘asıl sorun’ budur. Bundan dolayı sorunları çözemezsiniz.

Ne yapılması gerekir?

Asıl meselenin ve bütün sorunların çözümü için her alanda çoklu sisteme geçilmelidir.

 

 

***

 

 

 

 

Dünya düzeni nasıl olmalıdır?

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

05.03.2008

BORÇLAR, İSTİHDAM, İŞSİZLİK, SOSYAL GÜVENLİK sorunları başta olmak üzere, TEMEL MESELELERDE ülkemizin içinde bulunduğu durum, az veya çok bizzat yaşıyor olmak üzere herkesin malumu.

Problemleri birlikte yaşıyoruz.

Devlet veya yönetimdeki hükümet/ler bu sorunları olabildiğince çözüme kavuşturmakla mükellef bulunuyor. Çare ve çözümleri üretip uygulayabilmek için önce bilgi sahibi olmak gerekiyor. Sadece bilgi de yetmez. Bilgiyi uygulamak üzere plan ve projeler üretmek, sonra o projeleri uygulayacak irade ve güç sahibi olmak gerekmektedir.

Kısaca; iktidar olmanın yanında, çok yönlü olarak muktedir olmak elzemdir.

Meseleye sosyal güvenlik açısından bakıldığında, devlet düzeni yaşlanan muhtaç kimseleri, zamanında sigortalı olmadı veya olamadılar diye sokağa atmamalı, onlara az veya çok emekli maaşı bağlamalı, onların asgariden her türlü sorunları ile birlikte özellikle sağlık sorunları ile ilgilenmelidir.

Bu konuyu şunun için hatırlatıyorum. Geçtiğimiz günlerde ağır kış şartlarında ülkemiz karla kaplandığında birkaç yaşlımız donarak öldü. Büyük şehirlerimizde sokaklarda yaşamak zorunda olan kimi vatandaşlarımız toplanarak kapalı alanlarda koruma altına alındı. Bu insanlarla ilgili sorumluluk hepimizin omuzlarındadır, ilgilenmek zorundayız. İlgilenmezsek, vebal altındayız.

Peki, bu ilgilenmenin şekli nasıl olacaktır?

Devlet düzeni öyle olmalıdır ki, kendi yakını ve akrabası olsa bile, yaşlıya bakanlara maaş bağlanmalıdır. Bakıma ve ilgiye muhtaç her yaştaki insanlar sokaklara, oraya buraya, hattâ huzurevlerine bile terk edilmemelidir. Her insana en iyi şekilde yine kendi yakınları ve akrabaları bakar. Yeter ki bu yakınlara gerekli olan maddî ve manevî destek verilsin.

Sistem gayet basittir: İnsan üretici olduğu zaman üretmekte ve geçinmekte, üretici olamadığı zaman malları tevkif edilmekte, seçtiği yakınına gitmekte ve o yakınına maaş bağlanmaktadır. Yalnız yaşlandığı zaman değil, her zaman durum böyledir. Hastalandığı veya çalışamadığı zaman da çalışma kredisi kesilmekte, onun yerine yaşlılık maaşı bağlanmaktadır.

Burada bu vesileyle bir hususu özellikle belirtmekte yarar vardır. Allah kâinatı nasıl idare ediyorsa, biz de topluluğumuzu ona benzer şekilde yönetmeliyiz. Nasıl Allah’ın elçisi varsa, her topluluğun da başkanı vardır, olmalıdır. Nasıl Allah’ın memurları varsa, topluluğun da görevlileri vardır, olmalıdır. Bu sebepledir ki biz kâinatın nasıl yaratıldığını, nasıl çalıştığını ve nasıl yönetildiğini öğrenmek zorundayız. Bir de âhirette olacaklar ile dünyada olanlar arasında vasıf farkı vardır. O halde âhiret hakkında Kur’an’da verilen bilgilere bakarak biz de dünyamızı ve dünya düzenimizi, bizi en sorunsuz şekilde oraya yani âhirete götürecek şekilde düzenlemeliyiz. Allah insanı başıboş olarak bırakmadığı gibi, kişiler de devlet tarafından başıboş bırakılmamalıdır. Demek istediğim odur ki, bütün bunlar bir araya gelmeli ve ona göre “Adil Dünya Düzeni” oluşmalıdır.

Doğan çocuk bakılmalı ve büyütülmelidir. Çocuk hasta olduğu zaman tedavi edilmelidir. İnsan yaşlandığı zaman bakılmalıdır. İşsiz kaldığı zaman aç bırakılmamalıdır. Yani devlet yaşayan bütün insanların her şeylerinden sorumludur. Bunun için Kur’an’da önerilen müesseseler kurulmalıdır. Anne babanın yani ailenin gücü yetmediği zaman devlet insanın imdadına koşmalıdır.

İnsan aç bırakılmadığı gibi işsiz de bırakılmamalıdır. Çalışmak isteyen herkes mutlaka iş ve pazar bulabilmelidir. Bunun için getirilen müessese basittir. Allah kâğıt para olarak büyük bir nimet vermiş, insana bunu öğretmiştir. Çalışana çalışma kredisi verilecek, istediğin işverenin yanında çalış, yevmiyeni gel hafta sonunda benden al denilecek. Böylece işsiz kimse kalmayacak. İşverene diyecek ki, ham maddeyi al, parasını ben ödeyeyim. Böylece sermaye sıkıntısı kalkacak. Ürettiğin malı sattığın zaman bana parayı öde diyecek. Böylece mal stoklanırsa para da stoklanmış olur. Enflasyon olmaz.

Evlilik çağına gelen kimseler evlenebilmelidir. Topluluk onlara ev, ev eşyası ve mobilya vermelidir. Parasını öderlerse o ev çocuklarına kalmalıdır. Yoksa, dünyaya geldikleri için ve insan oldukları için yaşama ve barınma hakları vardır, o haklarından dolayı orada oturmuş olurlar. İnsanlarda çocuklarına mal bırakma arzusu olduğu için çoğu çalışır ve öderler.

İnsanların bedeni ihtiyaçları yanında sosyal ihtiyaçları vardır. İlmî, dinî, meslekî ve siyasî dayanışma oraklıkları kurulmalıdır. Bunlar çoklu olmalıdır. Kişiler bunlar arasında hoşlarına giden yerlere katılmalıdır. Genel hizmetler yapılmalıdır.

 

 

***

 

 

 

 

Liberaller ne diyor ve neler oluyor? (1)

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

06.03.2008

Amerika’daki 200 kadar Yahudi sermayedarın oluşturduğu Sömürü Sermayesi dünyayı tek sermaye devleti hâline getirmek istemektedir. Bunun için “ekseriyet demokrasisi” diye bir mekanizma icat etmiştir. Bu sömürüyü gerçekleştirmek için iki partiyi kurmakta ve ikisini de kendisi finanse etmekte, her ikisinin başına kendisine tâbi yöneticiler getirmekte, ondan sonra halka; ‘hangisini isterseniz siz seçin, bunlar benim adamlarımdır’ demeye getirmektedir.

Sömürü sermayesi iki partili sistemle dünyayı yönetiyor.  

Ülkemizdeki Taha Akyol gibi kimi liberaller diyor ki: İktidar olmak için halktan “oy almak” gerekir ama sadece oyunu almak yetmez; halktan alınan oyun yanında kendisinin “liberaller” dediği “sömürü sermayesi”nin de onayını almak gerekir!

Ne zaman ki sermaye ile arası açılır, o iktidar gider.

Nitekim Adnan Menderes’in durumu böyledir; gitmiştir. Çünkü onlara “cübbeliler” demiş ve liberallerle arası açılmıştır. Taha Akyol sermayenin gücünü ortaya koyuyor, AKP’ye tavsiyelerde bulunuyor ve şöyle demeye getiriyor:

Oyunu halktan alacaksın ama halkın dediğini değil, halkın çıkarlarını değil, sermayenin dediğini yapacaksın, sermayenin çıkarlarını gözeteceksin; yoksa orada kalamazsın! Kimi partiler gibi yaparsanız, yani ülke birikimlerini sömürü sermayesine peşkeş çekerseniz orada kalırsınız. Aksini yaparsanız iktidardan inersiniz, yerinize Ecevit ve Kemal Derviş gibileri gelir; bugün AKP’nin yaptığını o yapar, hem daha kötü bir şekilde yapar.

Teşbihte hata olmaz diyerek bir örnek verelim: İşkence ede ede öldürme var, bayıltıp acı çektirmeden öldürme var. Kimi iktidarlar kesilecek uzvu uyuşturuyor ve öyle kesiyor. 28 Şubatçılar ise hiç uyuşturmadan bağırta bağırta kestiler.

İşte Taha Akyol buna işaret ediyor.

Halkın oyunu halkı kazıklatarak alacaksınız, yoksa orada kalamazsınız.

Şimdi, bu genel durum tesbitinden sonra, Taha Akyol gibi sermayenin sözde sağcı temsilcilerine şu soruları tevcih edebiliriz:

Başbakan Menderes ve arkadaşları neden asıldı?

Başbakan Adnan Menderes gelmiş geçmiş başbakanlar içinde ABD’nin en çok emrinde olan bir başbakandı. İktidarı zamanında mevcut tüm fabrikaları durdurdu. ABD’nin altyapı taşeronluğunu yaptı. Türkiye’nin günümüzdeki dört temel probleminden biri olan bugünkü dış borçlanma batağı ilk defa onun zamanında başladı. Kore’ye askeri o gönderdi. İranlı Musaddık aleyhinde oy veren o idi. “Cezayir Fransa’nın iç işidir!” diyen o idi. Namaz kılmadı. İçki içerdi. Mazbut aile hayatı yoktu. Batı için ondan daha sadık biri bulunamazdı.

Bütün bunlara rağmen Menderes’i neden astılar?

Taha Akyol gibi liberaller acaba bunu hiç düşündüler mi?

Başbakan Adnan Menderes “cübbeliler” dediği için sermaye ile arasını açmadı, arası durup dururken Amerika’dan gelen talimatla açıldığı için o öyle dedi. Onun söyledikleri darbe yiyen yaralının inlemesinden başka bir şey değildir. İnlediği için darbe yemedi, darbe yediği için inledi.

Halkımızın bilmesi için tekrar hatırlatıyor ve buraya bir kere daha yazıyorum. 1897’de alınan karar gereği Türkiye için 1997 veya en geç 2000 yılına kadar ömür biçilmişti. Menderes’e verilen görev, Türkiye’nin altyapısını hazırlayıp yarın müstevliler Türkiye’yi istila ettiklerinde yolu, suyu, elektriği, telefonu ve benzeri şeylerin hazır olmalıydı. Sömürmek üzere yarın Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi ülkeye yerleşmek için gelindiğinde ayrıca herhangi bir zaman kaybedilmesin diye o krediler verildi. İşte o malum ve meşhur 1 Mart Tezkeresi sonrasında ülkemiz işgal edilecekti, ama olmadı…

Görüyorsunuz işte, mesele önemli ve derin boyutlara haiz.

Devam edeceğiz…

 

 

***

 

 

 

 

Liberaller ne diyor ve neler oluyor? (2)

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

07.03.2008

Başbakan Menderes sömürü sermayesinin verdiği kredileri kullanırken birden bire Türkiye kalkındı. Çünkü bir dolarlık kredi beş dolarlık iş yapar. Bu ekonomik kuraldır. Ama Batı bunu bilmiyordu. Hesapta yanıldı. Türkiye kalkındı ve ülkemizde “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçmeye başlandı. Bunu durdurmak için ABD krediyi kesti.

Krediler kesilmesine rağmen Menderes yönetimi ülkemizdeki kalkınmayı durdurmadı. CHP’nin biriktirdiği altınları sattı ve 1954’te de kalkınmaya devam etti. O da bitince kalkınmayı yine durdurmadı.

Hasan Polatkan enflasyonu icat etti ve kalkınmayı tamamladı. Türkiye “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçti.

Sonra Fatin Rüştü Zorlu İngiliz ve Yunanlılarla anlaşma yaparak Türkiye’yi Avrupalılarla barıştırdı. Bugün onun sayesinde Avrupa Birliği ile iyi ilişkiler içindeyiz. Ama günümüzdeki ana sorun hâlâ sorun Kıbrıs sorunudur. Kıbrıs’ta gözü olan sömürü sermayesi bundan hoşlanmadı. İşte bunun için o üç kişiyi astırdı.

Asılanlardan biri Türkiye’yi tarım döneminden sanayi dönemine çıkardı, diğeri enflasyonu icat ederek Türkiye’yi sömürüden kurtulma yolunu keşfetti, üçüncü ise Avrupa ülkeleri ile Türkiye’yi ve Müslümanları barıştırdı. İşte bunun için asıldılar.

Sonuç ne oldu?

Herkes ölecektir. Onlar da öldüler ama Türkiye sanayileşmiş bir ülke oldu. Borçlu ama istikrarlı bir para politikasında yaşadı. Avrupa Birliği adayı oldu. Öldürenler de öldürtenler de er veya geç öldüler.

Tansu Çiller bir zamanlar, ‘ben ipimi cebimde taşıyorum’ dedi. Başbakan Erdoğan geçenlerde ‘beyazlar giymişim’ yani kefenimle dolaşıyorum diyordu. Menderes’ten sonra Demirel ve Özal da aynı yolu takip ettiler. Türkiye yoluna devam ediyor. Ordu geçmişte arada idi, hükümetlerine sahip çıkmıyordu. Ama bu durum artık değişmiştir. Evren’in oluşturduğu ordu artık devrimler yapmıyor. 28 Şubat askerlerin müdahalesi ile değil, Demirel’in bildik oyunları ile olmuştur. Seksenden sonra artık asker hükümetine sahip çıkıyor.

Sermaye ise artık çökmektedir.

Sermaye nasıl çökmektedir?

Önce sermayenin dayanağı olan masonlar eskisi kadar sermaye ile içli dışlı değildirler. Bunun iki sebebi vardır.

Birinci sebep, masonlar kendi ülkelerinde eski güçlerini kaybettiler. Halk ekonomileri gelişmeye başladı.

İkinci sebebi ise yerli sermaye güçlendi, bağımsızlığını ilan etti. Artık ABD’nin emrinde değildir. Bugün gelişen haberleşme ve ulaşım nedeniyle yerli sermayeye gerek kalmadı. Sömürü sermayesi küçük ve orta sermaye ile doğrudan ilgilenmektedir.

Amerika’da bile sömürü sermayesi artık iktidarları öyle istediği gibi atayamamaktadır. Mahkeme kararı ile sekiz yıldır iktidarda olan ABD Başkanı Bush Cumhuriyetçileri de batırdı. ABD’de bile halk uyanıyor. Avrupa ise çoktan koptu, aldı başını gidiyor. Sömürü sermayesi günümüzde Rusya’ya Çin’e ne kadar hâkimdir?

Bizim günümüzdeki yöneticilere bazı tavsiyelerimiz vardır:

Her şeyden önce iyi bilsinler ki, bunları onların kendi dünyevî ve uhrevî çıkarları için tavsiye ediyoruz. Ey yönetici! Halktan aldığın oyla sermaye taşeronluğu yapma. Sömürü sermayesi giderek zayıflıyor ve çöküyor; yakında boğulacaktır. Onunla beraber olursan sen de onunla beraber boğulursun. Bu hâlinle de onlarla mücadele edemez, kendini savunamazsın. Gel inadından vazgeç. Adil Düzenin bir ucundan tut. İmanını tecdit et. Hele hele gömleğini sakın çıkarma, çıplak dolaşma. Tam tersine daha iyi bir ceket, daha iyi bir palto, daha iyi bir kürk al da giy ki, iki cihanda aziz olasın...

Vesselâm…

 

 

***

 

 

 

 

Kayıt dışı ekonominin sebep ve sonuçları

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

11.03.2008

Batı, dünyayı kendi tekeline alabilmek için içinden çıkılmaz mâli mevzuat icat etmiş ve bir şekilde getirip bu mevzuatları/kanunları ülke yönetimlerine yerleştirmiştir.

Küçük işletmeler binlerce sayfadan oluşan bu mevzuatları/kanunları ya bilemeyecekleri veya iyi bilen elemanları istihdam edip çalıştıramayacaklarından, sonunda ezilip giderler ve meydanı büyük sömürü sermayesine bırakırlar.

Batı, bir taraftan işte bu içinden çıkılmaz mâli mevzuatı, diğer taraftan  faizli sistemi ile sömürüsünü sürdürmektedir.

Dayatılan bu mevzuatın/kanunların sonucunda neler olmaktadır?

Paranın kârından para olarak vergi ödetmektedir. Oysa parayı halk basamayacağına göre nasıl kâr edilecektir?

Birisi zarar edecek ki diğeri kâr edebilsin.

Zarardan vergi alınamayacağına göre, bu uygulama sebebiyle devlet bütçesine yeterli gelir gelmez. Ya para basılır, bankerlerin faizleri ödenir, o da enflasyona sebep olur; ya da dışarıdan borç alınır, enflasyon ertelenir ama ülke borç batağına batmış olur.

Aynen ülkemizde olduğu gibi...

Bütün bu yapılanların nihai ve asıl amacı nedir?

Sömürü sermayesi işte bu yanlış ve sakat uygulamaları bir şekilde dayatarak tüm dünyanın ekonomisini çökertip kendi hâkimiyetini kurmak istemektedir.

***

Batı dünyasının sömürmek istediği veya hâlen sömürmekte olduğu ülkelere empoze ettiği mâli mevzuat yani maliye ile ilgili kanunlar işte böyledir.

Sadece mevzuat mı bu şekildedir?

Hayır!

Bu şekilde oluşturulan veya dayatarak mevzuata dayalı olarak yaptırdığı uygulamalar da maalesef böyledir; aynen ülkemizde olduğu gibi.  

Bu mevzuat ve uygulamalardan kurtulmak amacıyla işletmeler ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Bunu tabiî sonucu olarak işletmeler bu mevzuattan ve o mevzuatın getirdiği yükümlülüklerden kaçabildiği oranda kaçmaktadır. Bu kaçış ve kaytarmaların tabiî sonucu olarak o ülke ekonomilerinde bilinen kayıt dışı ekonomi oluşmaktadır.

“Kayıt dışı ekonomi”nin önce o işletme, sonra o ülke ekonomisi için ne demek olduğunu ve zamanla o işletme ve o ülkeyi değil “ekonomik kriz/lere” adeta “ekonomik tufanlar” mesabesinde felâketlere götürdüğü, ekonomi uzmanlarınca çok iyi bilinmektedir.

Bilinmesine bilinmekte ama bu çarpık yapılanmadan ve uygulamalardan bir türlü vazgeçilmemekte, bunun sonucu olarak da ekonomik uçurumlara yuvarlanılmaya devam edilmektedir; aynen ülkemizde olduğu gibi...  

***

Bir taraftan mevzuat, diğer taraftan zoraki olarak yapılması gereken uygulamalar sonucunda yani kayıt dışı ekonomi sebebiyle hesaplar tutamayınca işletmeler büyüyememekte, ortaklıklar kurulamamakta, küçük ve orta ölçekli işletmeler yaşayamamaktadır. Bunun önce halka sonra bütün ülkeye verdiği zararlar ise zamanla öylesine büyümektedir ki, nihayetinde pek çok devlet yıkılmakla karşı karşıya kalmaktadır.

İktidarda olanlar bunları düzeltmeye kalkışırlarsa ya iktidardan indirilirler, ya da orada kalabilmek için o malum birilerinin isteklerini yapmaya devam ederler.

Yakın geçmişimizde yaşananları şöyle bir düşünürseniz, buraya kadar anlattıklarımızdan ne demek istediğimizi daha iyi anlayıp idrak etmiş olursunuz.

Konu ile ilgili tesbit ve teşhis böyledir de…

‘Peki, çare ve çözüm nedir?’ diyenlerdenseniz…

Çare ve çözümleri yarın görüşelim, inşaallah…

 

 

***

 

 

 

 

Kayıt dışı ekonomiden kurtulmanın yolları

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

12.03.2008

Dünkü yazımızda ne diyorduk?

Batı, dünyayı kendi tekeline alabilmek için içinden çıkılmaz mâli mevzuat icat etmiş ve ülke yönetimlerine yerleştirmiş… Küçük işletmeler bu mevzuat/kanunlar sebebiyle ezilip gider ve meydanı büyük sermayeye bırakırlar...

Batı, bir taraftan bu mâli mevzuatı, diğer taraftan faizli sistemi ile sömürüsünü sürdürmektedir.

Dayatılan mevzuatı/kanunları biz iyi öğrenip doğru yorumlarsak, o zaman işletme olarak kendimizi bu etkilerden ve o etkilerin ölümcül sonuçlarından kurtuluruz.

***

Çare ve çözüm ya da kurtuluş için şunları yapmamız gerekmektedir.

1. Muhasebe kooperatifleri oluşturup hesapları kooperatif muhasiplerine tutturmalıyız.

Kooperatifler işletmelerden cirodan bir pay alacak ve muhasiplere bölüştürecektir. Küçük büyük işletmeler eşit şekilde hizmetlerden yararlanacaklardır.

Bilinen çalışmalarla alternatif çözümler geliştirip uygulamalar yapmaya gayret eden kooperatif, kurum ve işletmeler, işte bunu yapmaya çalışmaktadır.

2. Türkiye Cumhuriyeti mevzuatı esaslı bir şekilde hukukçularla beraber ele alınıp incelenmeli ve öğrenilmelidir.

Bunların yorumları için bakanlıktan muktaza istenmelidir.

Gerektiğinde suni olarak oluşturulan işlemlerle yargıya gidilmeli ve yargıdan olumlu kararlar istihsal edilmelidir. Bunların bütün masraflarını kooperatifler karşılayacak ve rizikolar hizmet kooperatiflerinin olacaktır.

Bildiğimiz kadarıyla, ülkemizdeki bir şehirde buna benzer bir çalışmayı imar işlerinde yapan bir kooperatif çok başarılı sonuçlar elde etmiştir.

3. Kooperatif teminatlı muhasebe tutacaktır.

Şöyle ki, muhasebe bütün kişilerin ibraz ettikleri belgelere ve beyanlarına dayanacaktır. Belge ve beyanlardan dolayı gelecek cezalar kişiye ait olacaktır.

Ama muhasebe kayıtlarındaki eksiklikler, yanlış kayıtlar, gecikmeler, ihmaller ise kooperatif dayanışmasından ödenecektir; muhasipler ödeyecektir.

4. Kayıtlı ekonomiye dayanan işletmeler kurulacak, başarılı sonuçlar alınınca piyasadaki işletmeler kooperatife kaydedilecek ve halkımız “kayıtlı ekonomi”ye geçecektir.

Bu konuda zorluk çıkaran bürokratlar olacak, ayrıca medya saldırısı, ihbarlar ve şikayetler olacak, yöneticiler sıkıntı çekebileceklerdir.

Ne var ki, siz bu hususta uğraş verdiğinizde bürokratların içinde sizin yanınızda yer alacak olanlar olacaktır.

Ayrıca, mevzuatı/kanunları tam kavrayıp haklarınızı iyi savunduğunuzda, yüzde seksen oranında hakimler sizin lehinize karar vereceklerdir. Geriye kalan yüzde yirmisine de dayanışma içinde katlanacaksınız.

***

Bu konularda teorik ve pratik çözüm çalışmaları yapılmalı, örnek olabilecek veriler elde edilmeli, bunlar halkımızla paylaşılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.

Batı ekonomi modelinde kâr vergiden hesaplanmakta ve vergi paradaki artıştan alınmaktadır. Hâlen ülkemizde bu model uygulanmaktadır. Üzerinde çalışılırsa, zulme uğramadan  kayıtlı ekonomi”ye geçebilirsiniz, her şeyi kaydedebilirsiniz.

Evet; yeter ki önce niyet, sonra irade ve gayret olsun, başarılamayacak şey yoktur.

Vesselâm…

 

 

***

 

 

 

 

12 milyar dolar çözüm değildir (1)

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

17.03.2008

Başbakan Erdoğan Amerika’daki bir gazeteye verdiği beyanatta; PKK sorununu askeri müdahaleler dışında da çözeceğiz, Güneydoğu’da 12 milyar dolarlık yatırım yapacağız dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, New York Times ile yaptığı söyleşide; önümüzdeki 5 yılda Güneydoğu’ya 11-12 milyar dolarlık yatırım yapılacağını, bu çerçevede iki büyük baraj, sulama kanalları sistemi ve yolların yapılacağını, Suriye sınırındaki mayınların temizleneceğini açıkladı.

Sayın Başbakan bizimle görüşmüyor, bizi dinlemiyor!

Niçin görüşmüyor, niçin duymuyor, niçin dinlemiyor?

İşte böyle hatalar yapsın diye görüşmüyor ve dinlemiyor.

Batı dünyası iyi iş yapılıyor diye gösterir ve onunla oyalar.

Doğu’ya özel yatırım PKK’nın daha da güçlenmesine sebep olur.

Bunun sebeplerini bir bir sayalım; bu arada çözümleri de hatırlatalım.

***

Bir

Türkiye yirmi yıldan fazladır yatırımların çoğunu zaten Doğu’ya/Güneydoğu’ya yapıyor. Bunlar başarılı birer yatırım olsaydı oraya göç olurdu; oysa hâlâ Doğu’dan Batı’ya göç var. Çevremizde karın tokluğuna çalışan Doğulu vatandaşlarımız var. Memleketine bir şey göndermek şöyle dursun, memlekete gidecek paraları bile yok!

Neden yok?

Çünkü yapılan yatırımlar sömürü üzerine kurulmuştur. Yerli sermaye ile sömürü sermayesi anlaşmış, elde edilen rant onlar arasında bölüşülüyor, halk yine sefil, halk yine perişan, halk yine fakir, halk yine yoksul...

***

İki

Farz edelim ki bu 12 milyar dolar doğru dürüst kullanılacak ve halk yararlandırılacaktır. Bir defa bu mevzuatla ve bu bürokratlarla bu işi yapamazsınız. Çünkü onlar sadece sömürü düzenini biliyor ve mevcut mevzuat da onu emrediyor.

O halde böyle bir temenni boş bir temennidir.

Başörtüsünde karşılaştığınız direnmenin on katı direnişe oranın her maddesi için karşılaşırsınız. Bunu ancak halk girişimciliği ile sağlayabiliriz. Onun bilgisi de yalnız bizde var. Bu çözümlere kulaklarınızı tıkarsanız başarı şansınız olmaz.

***

Üç

Bizi dinleseniz; biz de gidip Doğu’daki yatırımları halkın yararına olacak şekle çevirsek, Doğu’yu kalkındırsak, halkımız refaha kavuşsa...

Sorun yine çözülmez.

Demek ki isyan eden, karşı gelen taltif ediliyor, mükâfatlandırılıyor...

İtaat eden ve PKK gibi örgütleri beslemeyenler cezalandırılıyor...

Bunların hakkını onlara aktarıyorsunuz. Bu onları şımartır. Daha çok güç sahibi oldukları için size karşı daha güçlü savaşırlar.

İnönü için söyledikleri bir söz vardır: Halk yoksulluktan bir köyden diğer köye gidememeli ki ülkede güven olsun. Bu zannedildiği kadar yabana atılacak bir söz değildir.

Bu sefer diğer bölgeler de isyana başlayacak ve onlar da terör örgütleri kuracaklardır. Böylece tüm ülke anarşi yuvası hâline gelecektir.

Yapılacak iş; kalkınma ülkenin tamamında birlikte olmalıdır. Ama maddi refahın yanında sosyal düzen, adil yargı ve güvenlik sistemi de o şekilde geliştirilmelidir.

Bir 12 milyar dolar da yeni anayasa yapımında harcanmalıdır.

Bir solcu profesörü milletvekili yaparak sorunları çözmeyi düşünen bir başbakan, PKK’nın yuvalandığı bölgeye 12 milyar dolar bulabiliyor!..

Daha bitmedi, devamı var...

 

 

***

 

 

 

 

12 milyar dolar çözüm değildir (2)

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

18.03.2008

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’deki değil de Amerika’daki bir gazeteye (New York Times) verdiği beyanatta, özetle; ‘PKK sorununu askeri müdahaleler dışında da çözeceğiz, Güneydoğu’da 12 milyar dolarlık yatırım yapacağız’ dedi.

Biz de diyoruz ki; -Sayın Başbakan bizimle görüşmüyor, bizi dinlemiyor! -Niçin görmüyor, niçin görüşmüyor, niçin dinlemiyor? -İşte böyle hatalar yapsın diye görüşmüyor ve dinlemiyor.

Ayrıca; ‘Batı dünyası iyi iş yapılıyor diye gösterir ve onunla oyalar, Doğu’ya özel yatırım PKK’nın daha da güçlenmesine sebep olur’ dedikten sonra; bunun sebeplerini bir bir sayalım ama bu arada çözümleri de hatırlatalım dedik. Devam ediyoruz…

***

Dört

Daha önce saydığımız üç maddeyi de geçelim, dördüncüye gelelim. Adilane yatırım olsa, ülkenin her bölgesine 12’şer milyar dolar yatırım yapılacak. Demek oluyor ki ülke 120 milyar dolar daha borçlanacaktır. Bu arada borcumuz, dış borcumuz bilmem kaç milyar dolara çıkacak; sadece dış borcumuz 500 milyar doları geçecektir. Yüzde 10 faizle verseler 50 milyar dolar faiz ödeyeceğiz. Bunu bugün çalışan nüfus olan 15 milyon ödeyecek, yani 4000 dolar sadece faiz ödeyecek! Bugünkü asgari ücret bu kadar dolar etmektedir. Demek ki borçların yalnız faizi bile artık karşılanamayacak durumda olacaktır.

Sayın Başbakan! Boşuna uğraşıyorsunuz, bu şekilde onlara refah temin edemezsiniz.

Dış yatırımlarla refah ve kalkınma mümkün değildir. İç yatırımlarla da bu mümkün değildir. Bu sefer içtekiler sömürürler. Yapılacak iş halk sektörünü oluşturmak’tır. Bunun için mala mal marketleri kurmak, işletme senetlerini oluşturmak gerekmektedir.

Adil Düzen Ekibi bir pilot bölgede size uygulama örneği yapmaya hazırdır.

***

Beş

Sorunlar bitmedi.

Şimdi Güneydoğu’ya 12 milyar dolarlık yatırım yaptığınız zaman halk o yatırımlarda kendilerine geçici olarak iş bulacak, yeter derecede gelir temin edecek...

Artık tarlasını ekmeyecek, atölyesini kapatacak... Yerli fabrikalar kapanacak ve paslanacak... 12 milyarlık dolarlık yatırım bittiği zaman, orada çalışacaklar iş bulamayacak... Neden? Çünkü yapılan yatırım halkın yararına yatırım değil, sermayeye rant getiren yatırımdır. Kurulan fabrikalar yaptıkları ürünü dışarıya satamaz durumda olurlarsa işçi de çalıştıramayacaklar. Şimdiye kadar yapılan yatırımlar onun için bir sonuç vermedi.

Asıl yapılması gereken nedir?

Doğu’da 12 milyar dolarlık yatırım yapacağımıza, birkaç milyon dolarlık “araştırma merkezini” kuralım. Doğu kendi kendine nasıl kalkınabilir, kendi imkanları ile nasıl gelişir, onun çözümlerini bulalım; sadece Doğu’nun değil, tüm Türkiye’nin kalkınması çözümlerini üretelim. Sömürü sermayesinin çözümleri sömürü yapan ülkelere aittir, sömürülen ülkeler o çözümlerle gelişemezler.

Adil Düzen Ekibi bu çözümleri ürettiği iddiasındadır.

Başka çözüm iddia edenleri de dinleyerek bir yüksek kurul kurun; Kalkınma Yüksek Kurulu kurun. Partilerden bu kurula aldıkları oylar nisbetinde ilim adamları alın. Bunlara 12 milyar dolar değil, bunun sadece onda biri, yüzde biri kadar bir sermaye verin. Yarışmalar açın. İhaleler yapın. Çözüm üreten size getirsin.

İşte o zaman asıl alınması gereken olumlu sonucu ve gerçekçi çözümü göreceksiniz; 12 milyar dolara yaptıramadığınızı bir-iki milyar dolara yaptırmış olacaksınız.

Vesselâm…

 

 

***

 

 

 

 

İşletmelerde uyum ve özellikler

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

21.03.2008

İki ekonomi düzeni yani “faizli Batı ekonomi düzeni işlemeleri” ile “faizsiz halk ortaklık işletmeleri”nden söz ediyorduk. Ayrıca halk ekonomisi işletme girişimlerinin uygulaması gereken ilkeleri ve uyumu anlatıyorduk.

Uyumun sağlanması için neler yapılmalıdır?

Her şeyden önce ortak muhasebe kurulmalıdır.

İşletmeler ve ortaklar için hesaplar açılacak ve bu ortak hesaplarda işletmeler arası aktarmalar işlenecektir. Bilgisayarın tuşuna bastığınızda işletmeler birliğinin ve ortaklarının hesapları hemen çıkacaktır. Herkesin borcunu, alacağını, nerelerde ne malların bulunduğunu, kimlerle ne anlaşmalar yaptığını ve taşınmazların kimlerin elinde olduğunu bilmesi gerekmektedir. Ortak muhasebe işletmeler arasında beraberliği sağlar.

Ortaklar arasındaki sorunlar mahkemelerde değil, hakemler yoluyla çözülmelidir.

Hakemler kurulu olacak, ortaklar ve üyeler hakemleri bu kurul üyeleri arasından seçeceklerdir. Ondan sonra davacı bir hakemi, davalı başka bir hakemi seçecek, o iki hakem de baş hakemi seçecek ve bunların verdikleri kararlar kesin olacaktır. Hakemlerin verdikleri kararlara uymayanlar müeyyide olarak ortaklıktan çıkarılmalı, ayrıca ortaklık işletmelerinde hiçbir iş yapamamalıdırlar.

Dayanışma ortaklıkları kurulmalı, bu aynı zamanda aidatsız sigorta olmalıdır.

Ortaklardan birine beklenmedik bir âfet veya kaza gelirse, ortaklar bunu hep beraber karşılayıp oluşan zararı bertaraf etmeli, olabildiğince hafifletmelidir. Ortaklar birbirlerine kefil olmalıdır. Kişiye garantili meslekî ehliyet verilmeli, aidatsız sigortalı olmalıdır.

İşletme senetleri çıkarılarak ortaklar arasındaki ekonomik ilişkiler dışarıya karşı bağımsız hâle getirilmelidir.

Örnek verilirse, yüz kadar arkadaş bir araya geliyor ve bir ortaklık kuruyor. Herkes ayda 100’er YTL veriyor ve 40 gram altınla ortaklığa ortak oluyor. Daha önce sözleşmede belirledikleri teşebbüslerde bulunuyor ve işletmelerini kurup faaliyete geçiyorlar.  

***

İşletmelerin özellikleri neler olmalıdır?

*İşletmeleri küçükten kurmalısınız.

-Her işin acemiliği vardır. Acemilikleri kısa zamanda gidermelisiniz.

-Her iş bir çevrede yapılır. Çevre edinmek için zamana ihtiyacınız vardır.

-İş yapacak elemanlar arasında uyum sağlanmalıdır. Bu zamanla mümkün olur.

-İlk acemilik dönemini en az zararla kapatır ve mümkün olan en kısa zamanda kâra geçersiniz.

*Kendi imkânlarınızla işe başlamalısınız.

-Bir yerden kredi alarak işe başlamamalısınız; birilerinden kredi almamalısınız.

-Büyük sermayenin sermayesi ile işe başlamamalı; borç almamalısınız.

-Başkalarına değil, kendinize güvenerek işe başlamalısınız.

-Başlangıçta işletmeden geçinmeyi düşünmemelisiniz.

*Yaptığınız işte sebat etmelisiniz.

-Dünyada kârlı olmayan iş yoktur. Kârlı olmazsa kimse o işi yapmaz, yapamaz.

-Her işin kriz dönemleri vardır. Zarar kârın kardeşidir. Sebat ederek krizi atlatırsınız.

-Kriz sebat edenler için kârlıdır. Dayanabildiniz mi piyasa açılınca rakipsiz olursunuz.

-Sebat ettiğiniz işte çevre edinir, bilgi sahibi olur, ekipleşirsiniz. Zararınız yeni iş kurma kadar olmaz.

*Diğer işletmelerle uyumlu hâle gelmelisiniz.

-Her şeyden önce ortak muhasebe sistemini kurmalısınız.

-Hakemlik sistemini kurup uygulamalısınız.

-Dayanışma ortaklıklarını kurmalısınız.

-İşletme senedi çıkarmalısınız.

 

 

***

 

 

 

 

İki ekonomi düzeni ve halk işletmelerinde ilkeler

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

22.03.2008

“Batı düzeni”nde ya da “faizli düzen”de “gelişmiş ekonomi” demek, “tekelleşmiş ekonomi” demektir; “gelişmiş ekonomi” demek, “sabit giderleri olan ekonomi” demektir.

Faizli Batı ekonomi düzeninde sabit giderlerin karşılanması için işletmelerin “büyük işletme” olması gerekir. Küçük işletmeler sabit giderleri karşılayamaz. Ayrıca işletmenin markalaşması ve her yerde teşkilatının olması gerekir. Sermaye ne kadar büyükse maliyetler o kadar düşmektedir.

Faizli Batı düzeninde, sonunda diğer küçük ve orta ölçekli işletmeler elenmekte ve büyüklerin tekeli oluşmaktadır. Bu gelişme bazı yönleriyle halk için yararlı olmakta, halk bu büyük işletmelere işçi olabilmekte ve bunlardan ucuz bir şekilde mal almaktadır. Adam Smith tarafından savunulan bu görüşlere karşı çıkılmış, bunun ancak devlet tekeli olması hâlinde geçekleşeceği belirtilmiş, böylece Marksizm ortaya çıkmıştır.

***

ADİL EKONOMİK DÜZEN ise buna karşı çıkmış, tekel ekonomilerin sömürü düzeni olduğunu, kendi kendilerini yıkacağını ortaya koymuş ve alternatif olarak “halk ekonomisi sistemini” getirmiştir. Halk ekonomisi sisteminde Genel Hizmet girdileri ile büyük sermayenin yaptıklarının da yapılacağı görüşünü savunmuştur. Uygulamalarda bulunmuş, Anadolu Holdingleri ile bu görüşteki isabetini ortaya koymuştur. Bazı eksiklikleri nedeniyle siyasi darbeler ve çeşitli saldırılar sonucunda “halk ekonomisi işletmeleri” ve halk holdingleri çökertilmek istenmiş ise de başarılamamıştır.

“HALK EKONOMİSİ” demek, bankadan faizle alınan para ile değil de, halkın ortak olması ile işletmenin kurulmasıdır. Bunun dünyadaki ilk uygulaması Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın önderliğinde Gümüş Motor’la gerçekleştirilmiştir. Halk ekonomisinin teorik ve pratik olarak uygulamasını yapıp hâlen yaşayan kuruluşlar olarak Akevler kooperatifleri başta olmak üzere pek çok işletme örneği vardır.

Halk ekonomisine devlet eliyle geçilememektedir. Çünkü iktidarda olanlar ya bunu uygulamaktan vazgeçiyor, ya da bir yıl içinde iktidardan indiriliyorlar. Halk ekonomisinin zaferi ancak halk girişimciliği ile başarılacaktır. Küçük ve orta ölçekli işletmeler kendi kendilerini idare eder hâle geldikleri zaman tekel ekonomi kendiliğinden kalkacaktır.

***

Halk ekonomisi işletme girişimlerinin uygulaması gereken ilkeler vardır.

Halk işletmeleri kurulurken küçükten başlanmalıdır. İşletme küçükten başlayarak kendisi büyümeli, zamanla büyük olmalıdır. Baştan büyük işletme kurulmamalı, ancak büyümeye müsait işletme kurulmalıdır. Örnek verirsek; önce küçük bir market işletmesi Adil Ekonomik Düzene göre kurulup işletilmeli; sonra sırasıyla önce İstanbul’da, sonra Anadolu’da onlarca/yüzlerce küçük market işletmeleri kurulmalıdır. Ne zaman kurulmalıdır? Şimdilik onu bilemeyiz. Halkın göstereceği teveccühle bu halk işletmeleri kurulmuş olacaktır.

Halk işletmelerinde ikinci ilke kendi imkânları ile oluşmasıdır. Ortaklıklar kurulacak, ortakların küçük katkıları ile bir güç oluşturulacak. Bu güçle kurulup genişleyecek, bir yerden faizsiz de olsa kredi almayacak. Büyük sermayenin iştirakini de istemeyecekler. Kendi yağları ile kavrulacak, ortaklar çoğalacak ve halk iştirakleri artarak büyüyeceklerdir.

Halk işletmelerinin üçüncü ilkesi ise sabır ve sebattır. Bir işe başlandığında çeşitli zorluklarla karşılaşılır, inişli çıkışlı durumlar olur. Girişimciler hiçbir zaman ümitlerini kaybetmeyecek, sabır ve sebat göstereceklerdir. Öylesine sabır ve sebat gösterilecektir ki, bu özellik nesilden nesile, babadan oğula, dededen toruna geçecek ve böyle sürüp gidecektir.

Halk işletmelerinde dördüncü ilke, küçük işetmelerin bağımsız kalarak entegre olmalarıdır. Her işletme kendisi ayrı bir işletme olacak, ancak diğer işletmelerle birlikte onlarla uyumlu çalışacaktır.

İşte bunlar başarıldığında gerçek faizsiz halk işletmeleri kurulmuş olacaktır.

 

 

***

 

 

 

 

AKP’ye çözüm önerileri sunduk ama…

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

25.03.2008

1960’ların başından itibaren ve daha sonrasında, önce Türkiye’de halkın temsilsisi olan Demokrat Parti’ye saldırılmış; partinin sadece kapatılmasıyla iktifa edilmemiş, başbakan ve iki bakanı asılmıştı. Türk milleti o dönemde siyasette legal çalışmakla başarıya ulaşılamayacağı hissine kapılmış, yeraltı örgütleri oluşmaya başlamıştı. O günleri yaşayanların hatırlayacağı üzere solcular, milliyetçiler ve daha nice gruplar oluşmuş, bunlar yeraltı faaliyetlerine dalmaya başlamışlardı.

Millî Görüş Lideri Erbakan ve arkadaşları ise açık, şeffaf, meşru ve takiyyesiz faaliyetlere geçilmesi görüşünü savunmuş, ilk siyasi partileri (MNP ve MSP) kurmuştu.

Millî Görüşçülerin iddiası şuydu: Türkiye Anayasası’nın değişmez ikinci maddesine sımsıkı sarılmalı, Anayasa ile İslâmiyet arasında uzlaşma sağlanmalıdır. İslâm düşmanı bir demokrasinin Türkiye’de başarı şansı olmadığı gibi; demokrasiyi kabul etmeyen bir İslâm anlayışının da varlığını sürdürmesi mümkün değildir.

Devran döndü, bilinen değişim ve gelişmeler oldu, bugünlere geldik. AKP iktidara geldi veya getirildi ve ülkeyi yönetmeye başladı. Biz AKP’ye baştan beri çözüm önerileri sunduk.

AKP yöneticilerine sunulan çözüm önerileri neydi?

1. Baştan kendilerine dedik ki; faizli sistem sömürüye dayanan sistemdir. Türkiye sömüren ülke olsa faizli sistemle gelişme mümkün olur. Ama sömürülen sistemde faizle sömürülmekten kurtulmak ve gelişip kalkınmak mümkün değildir. Mutlaka “faizsiz ekonomi”yi tesis etmemiz gerekir. Biz bunun teorisine ve kısmen de pratiğine sahibiz; yararlanın.

2. Demokrat Parti gibi yapmayın, mevcut Anayasa ile iyi işler yapacağınızı zannetmeyin, anayasayı değiştirin. Bunun için askerlerin kurduğu gibi yirmi kişilik “Anayasa İlim Heyeti”ni oluşturun. Buraya her parti aldığı oy oranında ilim adamını versin. Demokratik yoldan demokratik anayasayı hazırlayın ve seçimlere öyle gidin.

3. KİT’leri özelleştirmeyin, ülkemizin seksen yıllık birikimlerini yabancılara peşkeş çekmeyin; bunun yerine KİT’leri özerkleştirin; bağımsız işletmeler hâline getirin, küçük işletmeler hâline getirin, hisse senetleri ile halka satın. Böylelikle devletin üzerinden yük kalksın. Dayatmacılara biraz uyun ama milletin mallarını tamamen heder etmeyin.

5. Dış siyasette tüm önemli kararlarınızı askerle birlikte alın. Anayasayı da onların olurunu alarak değiştirin. Ama iç işlerinde orduyu işe karıştırmayın. Bunu başaracak olan da sadece asker kökenli bir cumhurbaşkanıdır, öyle birini cumhurbaşkanı seçin, sivil birisini oraya oturtmayın. Siz kesinlikle cumhurbaşkanı olmayın.

6. Hiç zaman kaybetmeden yargıyı bağımsız hâle getirin; tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargıyı oluşturun. Bunun için soruşturma, bilirkişi, savunma, hakemler yüksek kurullarını kurun. Bu kurullara siyasi partilere aldıkları oy nisbetinde üyeler atanmasını sağlatın ve bağımsız yönetim oluşturun. Bunlar demokratik olsun ama ekseriyetin hakim olduğu kurullar olmasın.

7. “Merkez Bankası Yüksek Kurulu”nu kurun ve bu yüksek kurul da yukarıda anlattığımız şekliyle demokratik yoldan oluşsun; yani siyasi partiler halkımızdan aldıkları oy oranlarında bu kurula üye göndersin. Böylece Türk Lirası’nı yabancıların Türkiye’yi yıkma aracı olmaktan çıkarın.

8. Ülkeyi işsizlik belâsından kurtarmanız için “çalışana faizsiz kredi” verin. Emek sahipleri istediklerii işverenin yanında çalışsın, ücretini siz ödeyin. İşveren ham maddeyi alsın, parasını siz ödeyin. Faizsiz ve icrasız kredi verin. Ülkede işsiz tek bir insan bile kalmasın.

9. Medya meselesi çok önemlidir. Basın kooperatifleri kurun. Yazarları bağımsız hâle getirin. Hattâ yazarların maaşlarını devlet versin ve her yazar istediği yerde yazsın. Dağıtımı siz yapın. Vergiden muaf tutun. Basını sömürü sermayesi bağımlısı olmaktan çıkarın.

10. Dış borçları derhal, hemen, acilen, hiç beklemeden tasfiye edin. Döviz borcunu YTL borcuna çevirin. Faizli borcu kredileşme borcuna çevirin. Para borcunu mal borcuna çevirin. Borcu iştirake/ortaklığa çevirin. Türkiye’yi faizden ve faizli dış borç belasından kurtarın. Faiz yatırıma dönüşsün ve gelecekse ülkemize öyle gelsin.

 

 

***

 

 

 

 

Endişeye mahal yok! (1)  

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

26.03.2008

Tarihte neler olduysa, bundan sonra da sadece o olacaktır.

Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak isteyen dış güçler II. Abdülhamit’e I. Meşrutiyet’i ilan ettirmiş ve azınlıkların güçlü bir şekilde yer aldığı bir meclis kurdurmuşlardı. Bin sene önceki ilmihalleri anlamadan ezberleyen mollaları emirlerine alarak imparatorluğu yıkacaklardı. Abdülhamit meclisi kapattı, onun yerine okullar ve üniversiteler açtı. Batılılar buna karşı çıktılar.

1900’lara gelindiğinde Türkiye’de artık hem Batı’yı hem İslâmiyet’i bilen bir kadro yetişmişti. Açılan mecliste artık azınlıkların borusu ötmüyordu. Çünkü iki uygarlığı da bilen kadro göreve gelmişti. En önemlisi, bu kadronun her iki uygarlığı bilmesi sayesinde Türkiye’de “III. bin yıl uygarlığı”nın temellerini atan aydınlar yetişti. Bugünkü Türkiye işte bunların devamı olanlar tarafından yönetiliyor.

1910’larda imparatorluğu yıktılar. Batılılar savaşarak yıktılar. Osmanlı Hanedanı’nı tasfiye ettiler. Çünkü artık imparatorluklar dönemi sona ermişti. Türk halkı “kuvvayı milliye” olarak teşkilatlandı, kişilere değil kendisine güvendi. Böylece bugünün demokrasisinin temeli o zaman atıldı. Çünkü o teşkilat sonra savaşı kazanacak, cumhuriyeti ve demokrasiyi getirecektir. Bugünkü demokrasi mücadelesi de o “kuvvayı milliye ruhu”nun devamıdır.

1920’lerde ise Türkiye beklenmedik başarılara imza attı: 1) İstiklal Savaşı’nı kazandı. 2) Lozan Anlaşması’nı yaptı. 3) İnkılâpları tamamladı. 4) En önemlisi, 900 yıllık Anadolu’yu İslâmlaştırma mücadelesinin sonucunu aldı. Türkiye’nin yarısı azınlıklardan oluşurken, yüzde doksanının Müslüman olduğu halk hâline geldi. Bugün bu nisbet yüzde 99’u geçmiştir. İnkılâplarla İslâmiyet baskıya alınmış ama halkı Müslümanlardan oluşmuştu. Sonra bu baskı artacak ve Türkiye hem inkılâplarla Batı’yı öğrenecek, hem de İslâmiyet’i terk etmeyecek, hattâ İslâmiyet’i daha iyi anlayacaktı.

1930’lara geldiğimizde yeni hamle yapılmıştır. “Muasır medeniyetin fevkine çıkılması” hedefleniyordu. Bu hedef ve karar basit bir karar değildir. Çünkü imparatorluk yıkılmış ve Lozan’la Türkiye Anadolu’ya hapsedilmişti. Böylece Türkiye etkisiz basit bir devlet hâline getiriliyordu. Oysa III. bin yılda etkin devlet olmak için büyük toprağa değil büyük ilme ihtiyaç vardı. Hedef netleşti; yurtta sulh cihanda/dışarıda sulh. Türkiye artık toprak genişletme siyasetinden vazgeçmişti. Türkiye uygarlıkta muasır medeniyetin üstüne çıkacaktı. Türkiye artık müsbet ilimde dünyaya ışık saçacak ve etkin devlet olacaktı. Bu siyaset Türkiye’yi İkinci Cihan Savaşı’na sokmadı, böylece bugün nüfus bakımından Avrupa’nın büyük devletleri arasında yer aldık.

1940’lara geldiğimizde Türkiye Batı tarafında kaldı. Demokrasiyi benimsedi. Böylece Türkiye artık tek partili dayatmacı devlet olmaktan çıkıp demokratik devlet olmayı kabul etti.

1950’lerde CHP’yi çökerttiler ve Demokrat Parti’yi getirdiler. Türkiye yabancı sermayeyi getirecek, yeniden borçlanacak ve böylece bu devlet de elli sene sonra yıkılacaktı. Ayrıca ahlâksızlık yaygınlaştırılarak Türk halkı İslâmiyet’ten uzaklaştırılacaktı. Türkiye bu dönemde sanayi dönemine geçti. Başbakan Adnan Menderes de “Türkiye Müslümandır, Müslüman kalacaktır.” dedi. Kendisi idam edildi ama Türkiye onun dediği gibi oldu.

1960 darbesi halka karşı yapıldı ama biz halk olarak o dönemde ilk teşkilatlanmalarımızı oluşturduk; partiler, kooperatifler, vakıflar ve dernekler kurduk.

1970 darbesi de bize karşı yapıldı ama ondan sonra biz iktidara ortak olduk.

1980 darbesi özellikle bize karşı yapıldı, hapishanelere gittik ama ondan sonra Turgut Özal hükümeti kurdu; Özal bizim milletvekili adayımızdı. İktidar bize geçmişti.

1990’lerde iktidarı biz kurduk...

2000’lerde anayasa ekseriyetiyle iktidar olduk...

2010’larda “Millî Görüş ve Adil Düzen” iktidar olacak demektir.

 

 

***

 

 

 

 

Endişeye mahal yok! (2)  

REŞAT NURİ EROL

resaterol@akevler.org

27.03.2008

AKP yöneticileri ayakta kalmak istiyorlarsa, onlara 5-6 seneden beri yaptığımız önerileri değerlendirir ve gereğini yaparlar.

AKP yöneticileri ayakta kalmak istiyorlarsa, Avrupa’nın faizci ve zinacı anlayış ve düzenlerinin peşinde koşmazlar.

Başsavcı Amerika’daki otel odalarında hazırlanan bir plan gereği harekete geçmiştir.

Gaye ve hedef nedir?

Bu operasyonun gayesi çok açıktır.

1960’lardan itibaren yapılan her darbede olduğu gibi Türkiye’nin gelişmesini durdurmak, Türkiye’nin istikrarını bozmak, ülkemizi olabildiğince karıştırmak...

Ama Türkiye her seferinde bunları atlatmış ve hep daha da gelişmiştir.

***

1910’larda imparatorluğumuz yıkıldı ama;

1920’lerde kapitülasyonlar kalktı, ekonomik açıdan özgürleşmeye başladık .

1930’larda ilk KİT’lerimiz kuruldu ve ekonomik hamlelerimiz başladı.  

1940’larda borçlarımız ödendi, bütün yabancı sermayeyi tasfiye ettik.

1950’lerde Türkiye “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne geçti.

1960’larda Anadolu’da altyapı yatırımları yapıldı, ülke kalkındı.

1970’lerde Anadolu Erbakan’ın önderliğinde sanayileştirildi.

1980’lerde özel sektör kalkınma hamlelerinde devreye girdi.

1990’larda Türk sermayesi biraz da mecburiyetten dışarıya açıldı.

2000’lerde enflasyonsuz bir ekonomi oluşturuldu ama ağır bedeller ödedik.  

İşte, net ve açık olarak görülüyor ki; Türkiye’ye on senede bir darbe vuruluyor ama her darbeden sonra daha çok Müslümanlaşmış, demokratikleşmiş, güçlenmiş bir ülke ortaya çıkıyor. Her darbe sonrasında ekonomisi daha güçlü bir Türkiye oluşuyor.

O halde ne siyasi ne de ekonomik bakımdan bir endişeye mahal yoktur.

***

Son söyleyeceğimiz şudur:

Bugün de ülkeye çok büyük bir darbe vurulmuştur.

Bu darbe rejime vurulan bir darbedir.

AKP yöneticileri bizim çözüm önerilerimize kulak verirlerse bu merhaleyi çok kolay atlatabilir; dinlemezlerse AKP tarih olur.

Sonra görev başka güç sahiplerine geçer.

Niçin?

Çünkü iktidar gücünü ellerine geçirenler iktidar olmuş ama muktedir olamamışlardır.

Bundan sonra ülkeyi yönetecekler tavsiyelerimiz olacaktır:

‘Gelin, hele bir “Adil Düzen”i öğrenin, ondan sonra yapmayın’ diyeceğiz ama; mümkün değil, bir öğrenseniz bizden çok daha ilerisini yaparsınız.

Faizci ve zinacı ABD veya AB ekonomisi Türkiye’yi kurtaramaz.

Onların ekonomisi sömüren ekonomidir. Biz ise sömürülen ülkeyiz.

Bizi ve sömürülen ülkeleri sömürüden kurtaracak “Adil Ekonomik Düzen” teorisi ve kısmî pratiği bizdedir. Amerika’ya kurmaylarınızı gönderip Batı ekonomisi okuttunuz. Şimdi de görevlendirin de bizim ekonomiyi öğrensinler. Bizi tanıyın; dostunuz isek dost olarak tanıyın, düşmanınız isek düşman olarak tanıyın ama biz ne söylüyorsak onu duyun, bilin, öğrenin ve uygulayın... “Vur ama dinle” sözünü size bir kere daha ve tekrar hatırlatıyoruz.

Hakkın, halkın, hakikatin ve ilmin bu sesine kulak vermezseniz; o zaman sizin akıbetiniz de Osmanlıların akıbeti olur ve biz Türkiye halkı olarak yeniden ikinci cumhuriyeti kurarız. Ama bu yüce milleti bir kere daha buna yapmaya mecbur etmeyin.

Hakkın, halkın, hakikatin ve ilmin sesine verin...

Vesselâm…

 

 

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Milli Gazete 2008 Yazıları
1-2008 Ocak
1200 Okunma
2-2008 Şubat
1195 Okunma
3-2008 Mart
1240 Okunma
4-2008 Nisan
1174 Okunma
5-2008 Mayıs
1176 Okunma
6-2008 Haziran
1219 Okunma
7-2008 Temmuz
1302 Okunma
8-2008 Ağustos
1255 Okunma
9-2008 Eylül
1104 Okunma
10-2008 Ekim
1180 Okunma
11-2008 Kasım
1197 Okunma
12-2008 Aralık
1207 Okunma

© 2024 - Akevler