İSLÂM'DA İKTİSADİ NİZAM
Giriş:
Kainat: Mekanda, zamanın varlığı; -Alemlerin rabbi, zaman ve mekan alemini var edip durduran demektir.- (Fatiha (1), 2)
Maddede, kudretin tesiri; -Rahman, madde ve enerji aleminde tesir etme imkanlarını bahşeden demektir.- (Fatiha (1), 3)
Canlıda, hayatın gayesi; -Rahîm, nebatat ve hayvanatı sayı ile mükafatlandıran, karşılığını veren demektir.-(Fatiha (1), 3)
İnsanda, şuurun idaresi; -Din gününün maliki, insan ve şuurun iradesi ile yaptığı işlerden dolayı suale çekip karşılığını veren kimse demektir.- (Fatiha (1), 4) olmak üzere dört rükne dayanır.
İnsan kainatı değil, kainatın şuura olan tesirini bilebilir. Bildikleri takribi ve ihtimalidir.
İnsan: İlimde, dil ile doğruyu düşünen; -Sana ibadet ederiz, derken, ilmimizle seni tanıyacak ve gösterdiğin yolları öğreneceğiz, öğreniriz demiş oluyoruz.-(Fatiha (1), 5)
İmanda, sanat ile güzeli duyan; -Senden istiane ederiz, derken de imanımızı ve imani kudretimizi senden alırız, sana teslim oluyoruz demiş oluruz.- (Fatiha (1), 5)
İktisatta, teknik ile faydalıyı yapan; -Bize doğru yolu hidayet et, derken, Allah'tan iyi amelleri talep etmiş oluyoruz. İktisadi faaliyetimizin iyi olmasını dilemiş oluruz.-(Fatiha (1), 6)
Cemiyette, hukuk ile iyiyi yaşayan; bir varlıktır. -Gazaba uğrayanların, ne de şaşırmış olanların değil, kendilerine iyilik ettiğin kimselerin, sözü ile de cemiyet içindeki yaşayışımızın sağdakilerle beraber olmasını niyaz ederiz.- (Fatiha (1), 7)
İçtimai müesseseler, ferdi davranışların istatistiki muhassalalarıdır. Fert, bu muhassalalar içinde muhtardır.
Kainat, müspet ilimlerin; insan ise içtimai ilimlerin mevzuudur.
* * *
iktisat, insanların fiili münasebetler neticesinde meydana gelen içtimai müessesedir. Tekniğe dayanır. Mevzuu, istihsal ve istihlaktır. Gayesi, faydayı çoğaltmaktır. İhtimali muhassala esaslarına dayanan kanunları vardır. Hata, kanunu tam olarak bilemeyişimizden, şartları iyi tayin edemeyişimizden veya ihtimali muhassalayı verecek kadar bir çokluğun olmayışından ileri gelir.
Dil, iktisadi münasebetlerde anlaşma vasıtasıdır.
Sanat, arz ve talebe müessirdir.
Teknik, iktisadın mesnedidir. Hukuk, iktisadi faaliyeti düzenleyen nizamdır.
İlim, iktisadi ve teknik faaliyetleri dirije eder.
Din, cemiyette iktisadi ahlakın yapısını kurar.
Teşkilat, iktisadi faaliyetin şekli ve müeyyidesidir.
Usûlü, evvela meseleleri vaz etmek, sonra her meseleye Kur'an'a dayanarak çözüm yolu aramak, çözümleri birleştirerek sistem kurmak ve sistemin içinde diğer çözülmemiş meseleleri çözmekten ibarettir. İslâm müçtehitlerinin yolu budur.
* * *
Kainat, külli bir nizamdır. Her varlığın, her fert, uzuv, şey ve sistemin bu külli nizam içinde yeri ve vazifesi vardır. İnsanın da kainat ve cemiyet içinde yeri ve vazifesi vardır.
İnsan, çalışmak için yaratılmıştır. -"Cin ve insanı bana kulluk etmelerinden başka bir şey için yaratmış değilim. Ben onlardan bir rızık istemiyorum, bana yedirmelerini de dilemiyorum."- (Zariyat (51), 57-58)
İnsana, çalıştığının karşılığı verilir. -"İnsan için sa'yından başka bir şey mevcut değildir, sa'yı ileride görülecek ve sonra karşılığı tastamam olarak verilecektir."- (Necm (53), 39-41)
İnsan, karşılık için çalışır. -"kötülük yapan,kendine yapmış olur." (Yunus (10), 108), "Şükreden kendisi için şükretmiş olur." (Yunus (10), 108), "Şükreden kendisi için şükretmiş olur." (Neml (27), 41), "Arınan kendisi için arınır." (Lokman (31), 12), "İyilik eden kendine iyilik etmiş olur." (Fussilet (41), 36)
* * *
II.
İlk insan aileler halinde yaşıyordu, fert halinde yaşayan insan yoktu. Kadın evde yemek yapıyor, temizlik işleri ile uğraşıyor, çocuk yetiştiriyor ve evde yapılan işlerde kocasına yardım ediyordu. Vücut ve ruhi yapılışı ev işlerini yapmaya müsait olmayan erkek ise dışarıda iş yapıyordu. Av avlıyor, meyve topluyor ve mütecavizlere karşı koyuyordu. Bu ilk insan hürdü, fakat büyük zorluklarla karşı karşıya idi.
Av ve meyve bulamadığı günlerde açlıkla karşı karşıya idi.
Bol av ve meyve topladığı günler ise fazlasını kullanamadığı için atıp çürütüyordu.
Bazı malları bol bulabiliyor ve bazı malların sıkıntısını çekiyordu.
* * *
İnsanları bu sıkıntıdan kurtarmak için Allah, peygamberleri gönderdi ve mübadele nizamını kurdu.
İnsanlar akşamleyin eve dönerken ibadet yerlerine gidiyor, hem Allah’a tapıyor, hem ellerindeki malları değiştiriyorlardı. Kendisinden fazla olanı veriyor ve olmayanı alıyordu. Fazla mallarını ise bozulmaz ve çürümez mallarla değiştiriyor, eve getirip depo ediyordu. Sonra av avlayamadığı, meyve toplayamadığı günlerde tekrar mabede gidiyor ve günlük ihtiyacı olan mallarla değiştiriyordu.
Bu değiştirmenin muhite teşmil edebilmesi için haftada bir gün meydanda toplanılıyor, hem haftalık ibadetler icra ediliyor, hem de mallar daha geniş çevre içinde mübadele ediliyordu.
Bu mübadelenin daha geniş olarak memleket halkına teşmil edilmesi için dinler, senede birkaç günü, hac günü olarak ilân etmişti, insanlar, her taraftan gelerek senede bir, bir yerde toplanarak yıllık ayinlerini icra eder ve ellerindeki malları mübadele ederlerdi.
İşte namaz ve hac ibadetlerinin iktisadî manası bu idi.
* * *
Beşeriyet geliştikçe tüccar sınıfı ve para doğdu. Halk, malı pazara götüreceği yerde, tüccar malı iş yerinde alıyor ve halkın ayağına götürüyordu. Erkek, çalışıp elde ettiği malı, hemen ilk fırsatta satıyor ve eve para ile dönüyordu. Sonra satış yerlerine giderek istediği malı satın alıyordu. Böylece ilk iktisadî deveran başladı.
Mal, iş yerinden pazara, pazardan eve geliyor, buna mukabil para evden pazara, pazardan iş yerine gidiyordu. Oradan tekrar eve dönüyordu. Para, mala kanallık vazifesi görüyor, iş yerinde kazanç, pazarda kâr, evde ihtiyaç bu deveranı besliyordu.
Bu mesut nizâma bazı hastalıklar arız oldu:
a. Para pazarda tüccarın elinde toplandı. Halkın elinde para kalmadı ve dolayısıyla iktisadî deveran durdu.
b. Halk, zengin ve fakir diye ikiye ayrıldı ve zenginler fakirleri ezmeye başladı.
c. Halkta işsizlik ve parasızlık sefaleti doğurdu.
d. Zenginlerdeki bol para ise onları sefâhata daldırdı.
Böylece iktisadî çağlardan üçüncünün de ömrü sona erdi
* * *
Allah, yeniden peygamberler gönderdi ve zekât müessesesini tesis etti.
Allah'ın emirleri ile :
l. Ticarî malların saklanıp gizlenmesi yasaklanmıştır.
2. Tüccar sermayesinin kırkta birini her yıl devlete verecektir. Tüccar bunu kazansa da, zarar etse de verecektir. Evinde parayı toplayıp yığanlar da zekâta tâbidir.
3. Devlet toplamış olduğu bu parayı fakirlere ve yoksullara dağıtacak ve yol, kervansaraylar yapacak, borçluların borcunu ödeyecektir ve kölelerin azat edilmesi için harcanacaktır.
4. Mallar israf edilemeyecektir.
Bu emirlerin tatbiki ile yeni bir iktisadî nizam doğdu.
Tüccar, kâr etse de zarar etse de zekâtını vermek mecburiyetinde olduğu için elindeki paralar yavaş yavaş erimeğe başladı. Devletin almış olduğu para halka dağıtıldı. Halk eline geçen para ile pazara gitti. Tüccarlar malını sattı, sipariş aldı. Böylece halk iş buldu. Tekrar eski iktisadî deveran yeniden canlandı. Devlet münâkale imkânlarını da geliştirdiği için bu iktisadî deveran daha da şiddetlendi ve gelişti. Tüccar, servetinin zekâtını ödeyebilmesi için küçük kârlarla ve son gayretle çalışmak mecburiyetinde kaldı. Bolluk ve bereket yine ülkeleri nimetlere gark etti. işte bugünkü dünya medeniyeti bu zekât müessesesinin neticesidir. Ve Allah’ın bir lütfüdür.
Bu devrin altın çağına da hastalıklar arız oldu.
Bu hastalıklara sebep faizdir. Halk mal ticareti yerine para ticaretine başladı. Para vasıta iken gaye haline geldi. Halk tasarrufa meyletti, tefecilik aldı yürüdü. Memleketi karaborsa sardı. Halk tekrar borçlu ve alacaklı diye iki sınıfa ayrıldı.
Ticaret ve iş yerleri tekellerin eline geçti. İşsizlik arttı. Bir taraftan sefahat, diğer taraftan sefalet, bir taraftan vurgunculuk, diğer taraftan iflâslar, israf, enflâsyon ve deflasyon birbirini kovaladı.
Neticede insanlık büyük iktisadî krizler geçirmeğe başladı. Devlet müdahale etmek mecburiyetinde kaldı, devletçilik doğdu, işler yürümedi, diktatörler türedi, halk isyan etti, komünizm doğdu.
Allah, Kur'an’da bu hastalığın şifasını bildirmiş bulunmaktadır :
1. Zekât müessesesi,
2. Karz-ı hasen müessesesi.