İSLÂM DÜZENİNDE KAZANÇ
Asrımız kazanç düzeninde bütün dava nasıl ve ne kadar kazanma çekişmesidir. Bu asırda insanlar arasında "para her kapıyı açar" inancı oldukça yaygındır. Bundan dolayı bu çağa, paranın ve kazancın ilahlaştığı cahiliye çağı demekten çekinmiyoruz.
Kazancın merkez olduğu günümüzde, İslâm’ın kazanç hakkındaki görüşlerini bilmek her Müslüman için elbette bir vecibedir. Yalnız bilmek değil, aynı zamanda bildirmek de…
Avrupa düzeninde kazanç, sermaye ile emeğin toplamına eşittir:
Kazanç = K1 Sermaye + K2 Emek
Burada Ks ve Ke birer katsayı olup, çeşitli değer ve ölçülere göre değişik değer almaktadır.
Mesela kapitalistlerde, kazancın tamamı sermayenin hakkıdır. Emeğin ise sadece bir hayvan gibi doyma hakkı vardır, kazanma hakkı yoktur. Yani bunlarda Ke = 0'dır ve formül, Kazanç = Ks Sermaye' dir.
Komünistlere göre ise, kazancın tamamı emeğe aittir. Sermaye ancak bakım masrafları alabilir, sermaye için bir kâr hakkı mevcut değildir. Yani bu rejimde , Kş = 0' dır ve formül, Kazanç = Ke Emek'tir.
Sosyalizm ve liberalizm rejimlerinde ise Ke ve Ks sıfır değildir, ancak hudutlanmış ve sınırlanmış bir haldedir. Zaruri bir muvazene kurulması istenmiştir. Buna karma ekonomi de denilmektedir.
Kazanç = Ke Emek + Ks Sermaye
Ke ve Ks ye göre bu değişik düzenler ortaya çıkmaktadır.
Bütün bunların mahiyetleri aynıdır. Hepsi kazancı kârın ve sermayenin toplamı olarak görmektedir.
İslâmiyet, bütün bu sistemleri -sağını, solunu, ortasını- kökünden reddeder.Bunun fahiş bir hata olduğunu, tabii nizam ve kanunlara uymadığını ifade eder. Şöyle ki: Tek başına hapishaneye kapatılmış bir adam düşünelim. Bu adam ne kadar güçlü ve çalışkan olursa olsun, ne iş yapabilir, sermayesiz hangi istihsalde bulunabilir? Halbuki yukarıdaki formüle göre bu adama da büyük bir kazanç hakkı tanınmış olmaktadır.
Bunun aksi olarak çok verimli bir tarla düşünelim. Oraya insanın girmesi yasaklansın. Bu durumuyla o tarla ne değer taşıyabilir ve insanlara ne kazanç temin edebilir? O halde Avrupa sistemlerinin kazanç formülü gerçeklere uymamaktadır. Çünkü, asgari limit değerlere tatbik edilememektedir.
Sonra yine Avrupa’nın kazanç formülü ekonomik kanunlarını hiçe saymakta, az bulunanın kıymetli olacağını nazarı itibara almamaktadır.
İslâmiyet’e göre ise, kazanç, sermaye ile emeğin çarpımından ibarettir.
Kazanç = Sermaye * Emek
Bu formüle göre, sermayesiz emek, emeksiz sermaye kazanç temin edemez. Hapsedilen o adamın elinde sermaye olmadığı için kazanç yoktur. -Yani, bir kenarı sıfır olan dikdörtgenin alanı sıfırdır.-
Sonra sermaye veya emekten biri diğerine göre azsa, az olanın değeri artmasınca tesir eder. Yani, az olan daha kıymetlidir. -Dikdörtgenin küçük kenarını arttırmak, çok alan kazanmak için daha kârlıdır.-
En kazançlı çalışma, sermaye ile emeğin eşit miktarda olmasıdır. -Karenin alanı, kenarların toplamına nispetle en büyüktür.-
İslâm’ın koyduğu bu sistem, en tabii sistemdir. Kazanç, eşya ile olur ve insan kazanır.
O halde sermayesiz veya emeksiz kazanç düşünmek dahi mümkün değildir. Bu, en basit insanın bile görebileceği ilmi bir hakikattir.
Şimdi bu esastan doğan neticelerden sadece ikisini arz edelim:
1. Çalışmadan kazanma yoktur.
Avrupa’nın kazanç formülünde insanlar, çalışsın çalışmasın, iş yapsın yapmasın sadece emeklerini koymakla ücrete hak kazanırlar.
Bir memur, iş olsun olmasın daireye gidip geldikçe devletten ücret alır. Devlet ona 'işim yok, gelme' diyemez.Bir işçi için de hal böyledir. İş yapsın veya yapmasın işe geldi mi patronu ona ücretini vermeye mecburdur. Hatta patron, işim yok diye işçisini çıkaramaz.
Patron, işçisi ister iş yapsın ister yapmasın asgari de olsa bir ücret vermeye mecburdur. Elde ettiği randımanın düşük olmasından dolayı yevmiyesini düşüremez. Çünkü Avrupa anlayışında, emek, başlı başına kazanç kaynağıdır.
Gerçi Avrupa’nın kötü niyetli veya cahil düşünürleri bunu sosyal adalet kisvesi altında yapmaktadırlar, ama, bunun hakikatle hiç bir ilgisi yoktur. İşçi ve memurun hayatını ve çalışmadan kazanmasını garantiye alan bir nizam -Avrupa nizamı- işçi ve memur olmayanlar için aynı sosyal adaleti niçin düşünmemektedir. Sonra çalışmayan küçük, yaşlı ve hastalara yaşama hakkı tanımayan bir cemiyet nasıl payidar olabilir?
İş bulanların asgari ücretlerini tahdit eden kanun, iş bulamayan acizlere hiç bir yardımda bulunamamaktadır. Buna kanun değil, zulüm ve işkence aracı demek daha doğru olur.
İşte İslâmiyet’te bu şekilde bir memur ve işçi teminatı yoktur. İş varsa devlet ehline verir, yaptırır ve ücretini öder. Devlete ait iş yoksa vatandaş rızkını başka yerde arar. Devamlı memur olarak devlete tapulanmış kimse yoktur.
Patron iş varsa verir ve pazarlıkta tespit edilmiş ücreti öder. İş yoksa veya ücreti beğenmemişse, vatandaş başka yerde iş arar. Devlet, işverenle işçi arasına katiyen giremez.
Devletin 'muhtaçlara yardım fonu' vardır. Bir kimse iş bulamamışsa, geçinmek için serveti de yetmemiş ise, devlete müracaat eder. Devlet de bütçesinden ona geçim yardımında bulunur. İşte esas sosyal adalet budur. Bunu memur, işçi, köylü, şehirli ayırımı yapmaksızın her vatandaşa aynı şekilde uygular. Çünkü İslâmiyet’te yaşamak yalnız çalışanların değil, bütün vatandaşların, hatta yabancı da olsalar bütün insanların hakkıdır. Çalışma karşılığı olan kazançtır, yaşama hakkı değil. Yaşama, insan olma karşılığıdır. İnsanlar yaşamak için değil, kazanmak için çalışırlar.
Bütün bu neticeler, kazancın emek ve sermaye çarpımından meydana gelmiş olmasından çıkmaktadır.
2. Çalıştırmadan sermayeye kazanç yoktur. -Faiz yasağı.-
Kazancın bir unsuru olması hasebiyle sermayenin kâr etmeye hakkı vardır. Ancak emeksiz sermaye iş göremeyeceği için, hiç bir suretle sermaye kazanca hak kazanamaz. Yapılan bir işte elde edilen kazanç, sermaye ile emek arasındaki serbest anlaşma neticesinde paylaşılır. Kazanç olmadığı zaman emek ücrete hak kazanamaz. Buna mukabil, Zarar edildiği zaman da, emek hiç bir şekilde zarara iştirak etmez. Çünkü sermaye zarar etmiştir. Çalışanın da, mesela kolu kırılırsa hiç bir tazminat talep edemez. Kazanç olursa, kazanca giren iki unsurdan her biri bunu paylaşırlar. Unsurlardan birinde bir eksilme olursa, diğeri onu tazmin etmez.
İşte sermayeye tanınan kazanç, bu riziko karşılığıdır.Emeğe tanınan nafakasından fazla kazanç da yine kendi rizikosu karşılığıdır.
Bu konuda son hükmü bildirelim:
İslâmiyet’te faiz ve garantili maaş müessesesi yoktur. Çünkü bunların her ikisi de kazanmanın formülüne, yani:
Kazanç = Sermaye * Emek
Formülüne aykırıdır.