İSLÂM'DA TOPRAK DÜZENİ
İslâm’da altı çeşit toprak vardır:
1. MAMUR YERLER
Devlet tarafından yaptırılmış ve bakımı devletçe yapılan parklar, yollar, meydanlar, mabetler gibi umuma açık yerlere mamur yerler denir. Bu yerlerden herkes faydalanır, kimseden ücret talep edilemez, şahıslara verilemez, satılamaz. Mesela spor salonlarında, fuar veya gençlik parklarında,umumi tuvaletlerde, mabetlerde giriş ücreti almak İslâm Düzeni'ne aykırıdır. Hatta paralı sinema işletmek,lokanta veya otel açmak, su şebekesini tesis edip parayla su satmak, elektrik enerjisini ücretle dağıtmak meşru sayılmaz. Bütün bunlar devlet tarafından karşılıksız yapılır ve herkesin faydasına arz olunur. Herkes bu gibi yerlerden işgal, taksim ve münavebe usullerine göre ve ihtiyaçları nispetinde bedelsiz olarak faydalanır. Otel ve lokanta hizmetleri, hanlar, kervansaray ve misafirhaneler ile yine ücretsiz karşılanır.
İmar planını devlet yapar, yer ve şeklini belirtir, keşiflerini yapar ve ilan eder. Dileyen müteahhitler yapabildikleri kadar yapar ve birim fiyatına göre bedellerini alırlar. Talip müteahhit olmazsa, bir yıl sonra keşif bedeli artırılır. Talip birden çok olursa, imkan varsa iş taksim olunur ve herkese bir bölüm verilir. Bunun imkanı yoksa, ehliyetlerine göre öncelik tanınır.
İşler gerekli hızla ilerlemezse, müteahhide yaptığı kısmın değeri verilerek iş bıraktırılır. Müteahhit işi kendisi de bırakabilir. Bu takdirde de yaptıklarının hesabı ödenir. Eksik ve kusurları bulunursa bedeli kesilir. İşi zorla tamamlatma olamaz. Gecikme cezası kesilemez. Artırma ve eksiltmeli ihaleler yoktur. Aynı mevsim içinde ihale bedeli değişikliği yapılamaz.
2. MESKUN YERLER
Yapımı ve bakımı şahıslar tarafından yapılan ev, dükkan, imalathane ve depo gibi yerler şahısların mülkü olup, bunlara, meskun yerler denir. Sahipleri bu yerleri satabilir, kiralayabilir ve ölünce de varislerine kalır. Oturulan yerlere yabancılar, devlet kuvveti de olsa giremez. Gerekiyorsa ev dışarıdan sarılabilir, giriş ve çıkış yasaklanabilir, ama, içeri girilemez. Tam bir mesken masumiyeti vardır.
Boş evlere ise faydalanmak için girilebilir, ancak sahipleri gelince tahliye etmek şarttır.
Meskun yerlerden, kirada bile olsa vergi alınamaz. Ancak ticaret hanelerde asgari sermayeyi koymayan tüccar, devletçe dükkandan çıkarılır ve dükkan daha fazla sermaye koyana kiralanır. Dükkanı sahibi çalıştırıyorsa, o da asgari sermayeyi koymak mecburiyetindedir. Bu mecburiyetler sadece ticaret haneler içindir, imalathanelere böyle bir mecburiyet yoktur.
Tüccarlar sermayelerinin % 2.5'unu her yıl zekât olarak veriler.
Meskenler, harap olup yıkılmadıkça istimlak edilemez.
Boş arsaların elde tutulması ancak ödenen vergi ile mümkündür. Devlet on yıl içinde ödenilen verginin -öşrün- on katını ödeyerek boş arsa ve tarlaları istimlak edebilir. Aynı bedelle, mamur veya meskun hale getirecek kimselere devreder.
3. MEKNUZ YERLER
Halk tarafından değerlendirilen yeraltı hazineleri: maden ocakları, taşocakları, yakıt ve kömür ocakları, yeraltı suları gibi yerlere meknuz yerler denir.
Bu yerlerden, işletmek şartıyla, herkes faydalanabilir. Açılan ocaklardan faydalanma sahiplerine aittir. Açılan bir ocağın körletecek kadar yakınında başka bir ocak açılamaz. Ancak ocaktan istifade edilemiyorsa, hükümet, yanında ikinci bir ocak açılmasına izin verebilir.
Elde edilen maden ve sıvıların -petrol- beşte biri devletindir. Bu vergi olarak alınanların dışındaki madenler, serbest piyasaya arz edilir.
Devlet, büyük maden ocakları tesis ve madenlerin tasfiyesi için yardım edebilir. Ancak bu tesisler döner sermaye ile, çalışanların sahip olduğu bir şirket halinde çalışır. Devlet buradan kazanç hissesi alamayacağı gibi, zararına da iştirak edemez. Ancak faizsiz kredi açarak şirketi kurar ve iflas ettiği takdirde borçlarını bütçeden kapatır.
Kurulan fabrika ocak sahiplerine yardım edebilir.
Konumuz dışında olduğu için, İslâm’ın bu gibi şirketlerden burada bahsetmeyeceğiz. Yalnız şu kadarını kaydedelim ki, İslâmiyet’te bugünün anonim şirketi ile, iktisadi devlet teşekküllerinin yerini alan bir çarşı şirketi vardır.
Çarşı şirketinde, aynı çarşıda yerleşenler kendilerine göre bir teşekkül kurar ve düzen meydana getirirler. Bunlar o çarşı içinde tamamen muhtar bir idareye sahiptirler. Bu statü bir fabrikaya da uygulanabilir.
Bu sistem, ne devletçilik, ne de kapitalizme ihtiyaç bırakmaksızın büyük tesislerin kurulmasını sağlamaktadır. Geçmişte bütün sanayi hareketleri böyle olmuştur.
4. MEZRU' YERLER
Halk tarafından ihya ve imar edilen tarla, bağ, bahçe, ağaçlık gibi ziraat bölgelerine mezru yerler denir. Bu yerlerin mülkiyeti ihya edenlere aittir.Başkalarına devredebilirler. Varislerine intikal eder.
Yalnız bu yerlerin boş bırakılmaması, üzerinde ziraat yapılması gerekir. Elde edilen mahsulün onda biri devletin hakkıdır, ancak ziraat masraflı oluyorsa bu hak yirmide bire düşer. Bu hak aslında devletin -Allah'ın- olan arazilerin bir çeşit kira bedelidir. Onun için bu vergi, madenlerde olduğu gibi elde edilen -hasıla- üzerinden olup, kazanç üzerinden değildir. Devlet bazı arazilerden elde edilenin onda biri yerine, maktu bir vergi alabilir. Buna haraç denir. Aynı şey maden ve ticarethaneler için de varit olup, fey ve cizye adını alır.
Arazisini işletmeyenlerin elinden arazileri,on yıl içinde ödedikleri verginin on katı verilerek devlet tarafından alınabilir. Devlet, bu aldığı yerleri aynı bedelle toprağı işletecek ve daha fazla vergi verecek kimselere devreder. Ancak beş yıllık vergisini borçlandırır ve araziyi haraciye haline getirir.
Vergiler, mükelleflerin beyannameleri üzerinden tahakkuk ettirilir. Gelirlerini gizleseler de takip olunmazlar. Kredi ve değerlendirme hep bu vergi esası üzerinden yapılacağı için, gelirini gizleyen zarar etmiş olur.
İslâm nizamında bir malın en iyi şekilde değerlendirilmesi önemlidir. Bu değerlendirmede her hangi bir adalet endişesi bahis konusu değildir. Adalet, istihsalde değil, istihlakte gözetilir. Ferdin istihsal ettiği mala sahip olması, adalet fikrinden değil, istihsalin verimli olması fikrinden ileri gelmektedir.
Tarlaların azamı sınırı yoktur, alabildiğine büyük araziye de sahip olunabilir. Ancak bunları layıkıyla kullanmak şarttır. Bu da ancak öşür, cizye ve istimlak müesseseleri ile gerçekleşmektedir.
5. MEŞCUR YERLER
Tabii olarak meydana gelmiş ormanlıklar, çalılıklar, fundalıklar gibi toprak üstü servetlere meşcur yerler denir. Bu yerler tabii olarak meydana geldiklerinden amme malıdır, üzerlerinde fertlerin mülkiyeti bahis konusu değildir. Öyleyse bunların muhafaza ve geliştirilmesi nasıl mümkün olacaktır.
Bu hususta şunlar yapılabilir:
Orman; bakım, koruma, geliştirme ve kesim bakımından ihtisas isteyen bir konudur. Bu yüzden orman işleri ile, ancak ehliyet sahibi kimseler uğraşabilir.
Devlet, hangi sahalarda ne çeşit ormanların meydana getirilmesi, muhafazası veya kesilmesi gerektiğini tespit eden bir plan yapar, bir orman nizamnamesi hazırlar. Buna göre hareket etmeyen ehliyetliler, ehliyetleri ellerinden alınarak cezalandırılırlar.
Belli bir iş karşılığında devlete ödenecek veya devletten alınacak para tespit olunur. Planlar içinde bu da ilan edilir.
Ehliyetliler devlete baş vurarak, belli parçaların bakım, geliştirme ve kesim işlerini üstlerine alırlar. Bir yere iki talip çıkarsa, daha üstün ehliyetli tercih olunur. Bir ehliyetlinin alabileceği azami saha tespit edilir.
Taahhütlerini ifa etmeyenlerin ehliyetleri tenzil, edenlerin tezyid edilir.
Ormandan elde edilen gelirlerin tamamı, yine ormanların yetiştirilme ve bakımı için kullanılır. Buradan ancak orman işletmelerinin masrafları karşılanır. Orman giderleri, devlet bütçesinden karşılanamaz, bu iş için başka gelir de temin edilemez. Devlet orman işletmesine ancak kredi açabilir.
6. MERALAR
Tabii olarak mevcut olan denizler, meralar ve göller gibi boş yerlere mera yerleri denir. Bunlardan faydalanma hakkı ammeye aittir, herkes serbestçe istifade eder.
Devlet bu sahalara salınmış istihsal vasıtalarından kırkta bir alır. Mesela, meraya yayılmış koyunların ve ormanlardaki arı kovanlarının vergisi kırkta birdir.
Burada İslâm Nizamının koymuş olduğu esasları şöylece özetleyebiliriz:
Umuma açık yerlerden vergi hasıladan değil, vasıtadan alınmaktadır: süt, yoğurt, yün, et yerine koyun, deve, vs. Ticarette ve parada da kaide budur; vergi, sermayeden alınır.
Bunun manası, fert kazansın veya kaybetsin, devlete vergi vermek mecburiyetindedir, demektir. Yani, İslâmi vergi gelir değil, sermaye vergisidir.
Umuma açık yerlerden alınan vergiler, ancak nisabın üstünde sermayeye sahip olanlardan alınmaktadır. Sermayenin istatistik dağılışı tespit edilmekte, toplumdaki en çok şahıslardaki ortak para -nisab- bulunarak, nisabın üstünde sermayeye sahip olanlardan alınan vergi -zekat-, nisabın altında sermayeye sahip olanlara verilmektedir.
FAKİR ORTA ZENGİN
İŞÇİ SINIF PATRON
HALK TÜCCAR
BORÇLU MEMUR
Vergi maldan alınır, kimse nakden vermeye icbar edilemez.
Bu suretle azami sermaye kendiliğinden hudutlanmış ve kapitalizmde olduğu gibi servetin tekellerde toplanması önlenmiş olur.
SERVET
Böylece vergiyi, gelir vergisi sisteminde olduğu gibi fakir halk değil, zengin ödemektedir. Bugünün gelir vergisi sisteminde zenginin durumu tahsildarlıktan başka bir şey değildir, devlet içinde devletliktir.
İslâmi sistem, zenginleri yatırıma zorlamaktadır.
Bu altı çeşit toprağın her birine ait hususi hükümleri yukarıda arz ettik. Şimdi de bunların bağlı bulundukları umumi hükümlerden bahsedelim:
TOPRAK DEVLETİNDİR
Toprak, üzerinde hakimiyet kuran devlete aittir. Nizam ve asayişi de o temin etmektedir. Bundan dolayıdır ki, yabancılar bu topraklar üzerinde mülk edinemezler. İhtilafi dareyn temellüke manidir. Mirasa bile manidir. Yurt topraklarına ancak vatandaşlar sahip olabilirler, bu vatandaşların Müslüman olmaları şart değildir. Toprak devlete ait olmakla beraber, onun üzerinde tasarruf hükümetlere ait değildir. Hükümetler, devleti mutlak olarak temsil etmezler.
Toprakları, işgal eden vatandaşlar kullanır; ihya ve imar edenler ise ona malik olurlar. Vatandaşların bu salahiyetleri hiçbir hükümet tarafından kısıtlanamaz. Hükümetler, devlet adına bu toprakları kullananlardan ancak vergi alabilirler.
Hükümetler, nizaları halleder, malları muhafaza eder, vatandaşlara karşılıksız yardım yaparlar. Hiçbir zaman kazançlı işlere girişemez, ücretli hizmet yapamazlar. Arazileri işletmeyenlerin elinden topraklarını alıp, işletecek olanlara verirler.
PLANLAMA -TAKDİR-
Devlet, arazileri yukarıda zikredilen altı kısma ayırır. Her birinin yerlerini tespit eder, hudutlarını çizer ve haritalarını yaptırır.
Bilhassa imar sahaları ile ormanların planları önemlidir. Buralarda iş yapacak kimselerin bu planlara uyması şart koşulur. Bu şarta uymayanların ehliyetleri ellerinden alınır.
Diğer sahalarda ise, devlet tavsiye mahiyetinde standartlama ve planlamalar yapar. Mesela, imal edilecek malzemenin evsafını tespit eder. Ekilecek alanlarda en elverişli olanları araştırıp, tavsiye eder, kredi tevziinde bu tavsiyeye uyanlar tercih edilir.
Planlamayı, bilhassa imar ve ihya ile ilgili hususlarda devlet yapacaktır. Diğer sahalarda plan yerine serbest teşebbüs hakim olacaktır.
İMAR DOĞRU KAYIŞ
Devlet planlamasına göre tefrik edilmiş arazilerden meralar, ormanlar, tarlalar, ocaklar, meskenler mamur hale getirilebilir. Vatandaşlar, belli yollarla temellük etmek suretiyle üstünde bu tasarrufları yapabilirler. Bunun için herhangi bir yerden izin alma mecburiyeti konamaz.
Buna mukabil, mamur yerler meskun, meskun yerler meknuz, meknuz yerler mezru, mezru yerler meşcur, meşcur yerler mera haline getirilerek ters işlem yapılamaz.
Bu işlemin yapılabilmesi için, devlet planlamasının, yerine daha iyisini ikame etmek suretiyle müsaade etmesi şarttır. Vakıfların satılamaz olması bu sebeptendir.
VATANDAŞ HUKUKU
Dördüncü esas da, toprakların ancak vatandaşlar tarafından kullanılabilmesidir.
İslâmiyet’e göre bütün insanların şahsiyetleri vardır. Herkes İslâm mahkemesine başvurup hakkını arayabilir. Ancak İslâm mahkemelerinin hükmedebilmesi için, ya hadise İslâm topraklarında geçmelidir veya taraflar rızaları ile müracaat etmelidirler.
Memlekette mülk edinme hakkı yalnız vatandaşlara tanınmış olup, esasında vatandaşlık bununla tarif edilmiştir. Kendilerine mülk edinme salahiyeti verilmiş yabancılar, ancak menkul servete malik olabilirler ve bunu da bir yıl içinde dışarıya çıkarmak mecburiyetindedirler. Topraklara -gayri menkule- hiç bir suretle sahip kılınamazlar. Sadece elçilikler, karşılığında memleketlerinde toprak vermek suretiyle toprağa sahip olabilirler ve orada onların hükümranlıkları devam eder.
İşte İslâm şeriatının toprak düzeninin temelleri, esasları bunlardır. Bunların
teferruatı fıkıh kitaplarında mevcuttur ve münakaşaları yapılmıştır.