Unutmadığım mesleki olaylardandır: Pazar konuşmalarıyla ünlenmiş bir yazar, benimle yaptığı görüşmenin son dakika sayfadan kopartılarak çıkarıldığını üzüntüyle aktarmıştı; gazeteye gönderdiği metni arşivim için armağan ederek... Aynı yazar uzun zaman "Beni kimse sansür edemez" diye efelendi ve "Sansürlendiği halde yazmaya devam eden şerefsizdir" türü vecizelerle etrafa meydan okudu.
Yıllar boyu nasıl sansüre tâbi tutulduğunu gazeteden kovulduktan sonra yazdığı kitaba saklayarak...
Gazetelerde, özellikle kendilerini 'merkez medya' diye tanımlayanlarda, her zaman 'sansür' mekanizması çalışmıştır. Bir keresinde, patronun istediği bir yasayı Meclis'ten geçirmek için canla başla çalışan hükümeti eleştirdikleri için, gazetelerden biri, beş yazarının yazılarını aynı gün sansür edivermişti.
Örneğin de gösterdiği gibi, basında uygulanan 'sansür' daha çok patronlar (veya görevlendirdikleri kişiler) tarafından icra edilir bizim ülkemizde. Yazısı sansürlenen yazarlardan pek azı buna itirazda bulunur. Sansüre uğrayan yazarın genel tavrı, kimselere çaktırmadan, sorulduğunda inkârı bile göze alarak, hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmektir.
Basın tarihimiz, sansürlenen yazılar ve sansürlendiğini inkâr eden yazarlar tarihidir aynı zamanda.
Hiç değilse şu yakınlara kadar öyleydi.
Ne olduysa oldu, 'merkez medya'da yazanlar sansüre uğradıklarını ya da kendi kendilerini sansürlediklerini söyleyip yazmaya başladılar. Gün geçmiyor ki, bildik gazetelerden birinden "Yazılarım sansürleniyor" feryadı, ya da "Oto-sansür yapıyoruz" yakınması gelmesin...
Ayıp sayılan ve uzun yıllar boyunca kedinin pisliğini saklaması muamelesine tâbi tutulan 'sansür', merkez medyanın yazarları için neredeyse 'iftihar' vesilesi oldu.
Türkiye'de 'ön-sansür' uygulaması yok; yazılarımızı devlet veya hükümet adına denetlemeyle görevli birilerine gönderip onaylarını almamız gerekmiyor. Yazar yazısını gazetesinin konuyla ilgili yetkilisine gönderiyor; eğer yazıdan bazı bölümler çıkartılıyor veya yazının bütünü yayımlanmıyorsa, bunu gazeteden biri yapıyor.
Ya hukukî açıdan mahzurlu bulunduğundan, ya gazetenin yayın politikasıyla çeliştiği için, ya da patronun müdahalesiyle...
Şimdi durup şu soruya cevap arayabiliriz: Hukuki açıdan mahzur bulunuyorsa hadi neyse, gazetenin yayın politikasıyla çelişme durumu da bir raddeye kadar sineye çekilebilir, ama patronun müdahalesine maruz kalmanın yenilir yutulur bir tarafı var mı? Hele bununla nasıl övünülebilir?
Belki de "Git" demenin kibarcasına muhatap oluyorlar, ama işitmezden geliyorlar...
En başta verdiğim örneğin kahramanı, bir kitabında, gazeteye gönderdiği yazıların eski patronu tarafından hergün sansürlendiğini, bürodaki arkadaşlarının "Sen ne büyüksün abi, seni patron bizzat sansürlüyor" diye kendisiyle şakalaştıklarını anlatır...
Acaba benzer şakalar şimdi de yapılıyor mu?
"Sansüre uğruyoruz" ya da "Kendimize sansür uyguluyoruz" yakınmasında bulunanlar, bunu, hükümete fatura etme çabasındalar. Kimisi bu tür itirafları grup şirketlerine verilen vergi cezalarını bir biçimde dillendirdikleri yazılarında yapıyorlar, aynı kapıya çıkması için...
Özellikle ülkeyi iyi tanımayanlar üzerinde etkili bir taktik bu. Kısa vadede sonuç alabildiğini AB Komisyonu İlerleme Raporu ortaya koyuyor. Ancak orta vadede kendi aleyhlerine gelişecek, uzun vadede gazetelerine ve içinde yer aldığı gruba zarar verecek bir taktik...
Vaktiyle 'ayıp' sayılanın bugün 'iftihar' vesilesi yapılması ayıbı bakalım daha ne zamana kadar sürecek?
Fehmi Koru
f.koru@yenisafak.com.tr
14 Kasım 2010 Pazar
Yorum:
Türkiye’de medya düzenin değişmesi gerekiyor. Fehmi Koru tecrübeli bir gazeteci. Sansürün uygulanageldiğini bu kadar yakından bildiğine göre sebeplerini de apaçık bir şekilde biliyor olması gerekir. Bizde medya insanların görüşlerini özgürce aktarabildikleri, kamunun hakkını aradıkları, kamunun vicdanını temsil ettikleri mecralar değildir. Çıkar ve baskı gruplarının birer işletmesi olarak faaliyet gösteren medya kuruluşları doğal olarak başta belirlenen hedef doğrultusunda yayın yapacaktır.
Sermaye merkezli bir medya sermayenin çıkarları doğrultusunda bir yayına izin vermeyecektir.
İdeolojik bir örgütlenme ile oluşan medyada da ideolojinin kemikleşmiş yapısı ve kemikleşen kadrosu kendi ideolojik yaklaşımları çerçevesindeki yayınlara izin verecektir.
Esas olan çıkar ve/veya ideolojidir, özgürlük, basın yayın ilkeleri vs ise teferruattır. Bunu görmezden gelmeye gerek yok. Kişiler ne kadar dürüst ve idealist olurlarsa olsunlar ücretli işçidirler ve yöneticilerinin/patronlarının çıkarlarına aykırı hareket edemezler. Hemen her kuruluşun bir politik duruşu ve ekonomik öncelikleri vardır. Bunların dışında kalan bir yazar ya o kurumdan ayrılmak zorundadır, ya da geçim kaygısıyla sansüre razı olmalıdır. Sansüre razı olması da ahlaksızlık kabul edilmemelidir, zira herkes yaşamak zorunda. Belki yanlış olan bu duruma rağmen efelik taslamak, özgürlük, bağımsızlık, şövalyelik edebiyatı yapmaktır.
Çözüm nedir?
Çözüm insanların kendilerini temsil eden kişilerin yönetimde bulunduğu bir medya düzeninin tesis edilmesidir. Bunu öncelikle internet üzerinden yayın yapacak bir haber sitesinde denemek mümkündür. İnsanlar sözleşme ile tespit edilecek sayılarda kişinin bir araya gelmesiyle bir grup oluşturur ve kendi içlerinde temsilcilerini seçerler. Bu temsilci de sitenin yönetiminde görev alır. Kayıtlı üye sayısının çoğalması halinde temsilciler derecelere ayrılır. İlk, orta ve yüksek dereceli temsilcilikler oluşturulur. Nihai yönetici konumundaki temsilciler de kendi aralarından seçecekleri bir başkanla beraber yönetim görevlerini yerine getirirler. Muhabirler ve yazarlar hukuki bir mahzur olmadığı ve kuruluş sözleşmesine aykırı olmadığı sürece yayınlarında özgürdürler. Yayınlarının kaldırılmasına veya sansürlenmesine kendi dayanışma grupları karar verir. Herkes kendi dayanışma grubunu seçmekte özgürdür. Herhangi bir ihtilaf ortaya çıktığında taraflar kendilerine birer hakem seçerler. Hakemler de anlaşarak bir baş hakem seçerler. Hakemlerin verdiği karara herkese riayet eder. Karara uymayan kimsenin üyeliği iptal edilir. Kişi karar neticesinde de hakemlere gitme hakkına sahiptir, karar uygulanır fakat gerek görülürse tazmin edilir. Tazmin de gene dayanışma grupları tarafından gerçekleştirilir. Bu sayede insanlar güvendikleri ve aynı önceliklere sahip oldukları insanlarla bir araya gelir ve beraber hareket ederler. Yönetime de gene özgür iradeleriyle seçecekleri temsilciler aracılığıyla katılır ve temsilcilerini istedikleri zaman görevden alabilir veya dahil oldukları grubu değiştirebilirler. Sermaye ve ideoloji böylesi bir sistemde belirleyici olmaktan çıkar. Seçilen temsilciler farklı dayanışma gruplarından geleceği için bu kişiler ancak bir tür toplum sözleşmesi etrafında birleşebilirler. Renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen böyle bir kuruluşun tek bir ideoloji veya çıkar etrafında birleşmesi mümkün değildir. Demokratik bir medya düzeni oluşmuş olur. Yönetici ve patronların çalışanlar üzerindeki egemenliği ortadan kalkmış olur. Herkes özgürce istediği yazıyı yazabilir, haberi yapabilir. Haber ve yazıların izlenme ve takdir edilme oranları çok kolay tespit edildiğinden teveccüh edilenler ile kötü karşılananlar arasında daha fazla veya az yer ayırma meseleleri de basitçe halledilebilir.
Bir yorum yazısına sığdırılamayacak kadar önemli ve geniş bir konu olan bu yeni medya düzenin bir denemesi için www.ehabir.com yakın zamanda takip edilebilir inşallah.