29 Ağustos 2010
Bozkurt figürü siyasî kültürümüze 1908'de, II. Meşrutiyet'ten sonra girdi. Osmanlı ve Selçuklu'da kabilevî ölçekte bile kurt sembolüne rastlanmaz.
Cumhuriyet ilk yıllarında panik halinde kendisine köklü bir tarih oluşturmak ve Osmanlı'nın mirasını reddetmek istediğinde İttihatçıların tedavüle soktuğu bu sembolü hatırladı ve kullandı. Sonra?... MHP ilk kurulduğu tarihte Osmanlı'nın sembolü olan ve üç kıtaya hakimiyeti simgeleyen üç hilali, gençlik teşkilatları, yani Ülkü Ocakları ise Bozkurt sembolünü benimsedi.
Gençliğimde, yakamdaki Bozkurt rozeti yüzünden başım epeyce belaya girdiğine göre, aramızda kadim bir ünsiyet mevcut. Elbette semboller, arkalarındaki koskoca birikimi temsil ettikleri için önemli ve değerli. Bozkurt Türkiye'de 40 yıla varan bir gençlik hareketini temsil ediyor. Yakın tarihimiz, bu sembole yer vermeden yazılamaz.
Bu yazıyı şüphe ile okuyanlara peşinen söyleyeyim. Niyetim Bozkurt ile Mankurt arasında bir paralellik kurmak değil. Sadece her kesimi ve meşrebi olduğu gibi Bozkurtları da Mankurt olarak görmeye niyetlenenleri teşhir etmek.
Türkçülük, bir imparatorluğun asli unsurunun milliyetçiliği olduğu için bünyesinde birçok çelişkiyi barındırdı. Bir yandan dağılan bir imparatorluğu bir arada tutabilmek için ateşli bir siyasî bağa ihtiyaç vardı. Bu ateşli bağ, imparatorluğun çatısı altındaki diğer etnik grupları devlet düşmanı haline getiriyordu. Türkçülük, II. Meşrutiyet'ten sonra bu açmazı demokrasi ile aşmaya çalıştı. Müsavat, hürriyet ve uhuvvet üçlemesinin sonuncusu olan kardeşlik, doğrudan milliyetçiliğin karşılığı oldu. Türkiye'de herkes milliyetçi. MHP'den CHP'ye, oradan AK Parti'ye, marjinal sol gruplara kadar hemen herkes az veya çok milliyetçiliği savunuyor. PKK bile kendi milliyetçiliğini yapıyor. Kürt sorununu, Kürt milliyetçiliği olarak tanımlayan Kürtler de mevcut. "Ben milliyetçiyim" demek, kimseyi sınırları ve içeriği belli bir düşüncenin mensubu haline getirmiyor. Tersine her keskin milliyetçilik türü, bir yığın hastalığı içinde barındırıyor.Varlığını korkulara dayandırmış bir devletin vatandaşlarıyız. "Korkma" diye başlayan bir millî marşımız var. Yunan'ın bir vakitler Anadolu'ya çıkıp kısa bir vakit kaldıktan sonra gidişini, halâ utanmadan, sıkılmadan "kurtuluş günü" olarak kutlayan şehirlerimiz ve ilçelerimiz var. Sevres korkusunu temcit pilavı gibi ikide bir önünde bulan bir milletin ufku ne kadar genişleyebilir?
600 yıllık bir İmparatorluğun zengin mirası üzerinde yoluna devam eden bir toplumun köklü asaletinin, özgüveninin ve çevresine hoşgörü ile bakan bir olgunluğunun olması gerekmez mi? Aynı dini ve kültürü, üstelik beş asırlık uyum içinde geçen bir tarihi paylaştığımız Kürtlerle, önümüzde uzanan umut dolu geleceği paylaşamıyorsak, nerede bizim büyüklüğümüz? Sadece ve sadece "ülke bölünecek" paranoyası üzerine parti politikası inşa edenler, bu milletin ufkunu ve gönlünü daraltmıyorlar mı? Nerede köklü devletlere özgü sorun çözme yeteneğimiz?
MHP milliyetçiliği 70'li yıllarda anti-komünizmin dar ve derin devletle iç içe geçen dünyasına hapsedildi. Bugün PKK karşıtlığı milliyetçiliğin neredeyse bütün cephanesini oluşturuyor. Milliyetçilik bu kadar kısır bir ideoloji mi? Şu PKK olmasa MHP lideri ne konuşur, neden bahsederdi? MHP yönetiminin Türkiye'yi sıkıştırdığı o daracık "şehit cenazeleri" ile "bölücülük siyasallaşıyor" çıkmaz sokağında dolaşmaya mecbur muyuz?
Kurt korkusuz bir yaratıktır. Mankurtluk ise korkunun üzerine inşa edilen çarpık bir köleliktir. Sağdan soldan gelen bilgi kirlenmesi yüzünden gideceği istikameti tayin etmekte zorlanan kurt, içgüdülerine güvenir. Şayet birileri size sürekli korku aşılıyorsa,her sorundan bir paranoya üretiyorsa bilin ki o, sizi Mankurtlaştırma peşindedir. Basit bir altın kural: Kurt korku ile karar vermez, harekete geçmez. Kurt'u Çakal'dan ayıran cesaretidir.
Bölünme korkusunu sürekli gündeme getirenlerin peşine takılırsanız ülke bölünür. Bu ülkenin yer yarılsa, gök çökse tek parça halinde kalacağına iman ederseniz, hiçbir güç bu ülkeyi bölemez. Sahi neden MHP, peygamber hakkı için bir tane bile olsa fikir adamı çıkartamıyor; milliyetçiliği bir fikir hareketine dönüştüremiyor? Bu korkular yüzünden olmasın?
Korkularla yaşayan ve yönetilenler Mankurtlardır, Bozkurtlar değil.
YORUM
İnsanların belli bir aile, belli bir kabile ve kavme mensup olması doğal bir olgudur.
Kur’an’ ın ifadesiyle gezegenimizin en üstün canlısı olan bütün insanlar Hz. Adam ve Hz. Havva çocuklarıdır. Kâinatın Yaratıcısı ve Rabbi olan Allah insanı başta akıl ve muhakeme yeteneği olmak üzere inanma, düşünme, irade ve birlikte yaşama (ünsiyet, toplu yönsüme) kabiliyetleri ile donattı. İnsana tercih özgürlüğünü verdi. Başlangıcı ve sonu belli olan dünya hayatında insanı imtihana tabi tuttu. İmtihanın nasıl kazanılacağını peygamberler ve gönderdiği kitaplarla öğretti.
İnsanı, yaradılış gereği hayatını başta aile olmak üzere ayrı, yarı kabile(belde) ve kavimler(ulus) içinde sürdürmek zorunda olan bir canlı kıldı. İnsanların farklı kabile ve kavme mensup olması çatışmak için değil; doğruyu bulma, iyi ve güzel öne çıkartma, faydalı ve yararlı olanı üretme ve sosyal hayatta adaleti tesis etmede yarışmaları içindir. Peygamberler, farklılığın çatışma için değil; birbirlerimizle tanışmanın ve yardımlaşmanın temel dinamiği olduğunu öğrettiler. Tevhide anlayışına göre farklılık birliği gerektirir.
İmtihan farklı alternatiflerin bulunduğu bir ortamda anlam ifade eder.
Akıl sahibi olan insanın önünde iki yol bulunmaktadır.
Yollardan biri sosyal hayatta hukukun üstünlüğünü esas alan ve nimet- külfet paylaşımının adil olmasını amaçlayan tevhid ve adalete giden yoldur. Bu yolun önderleri peygamberler ve onları rehber edinenlerin yoludur.
Diğeri yol ise kuvvetli olmayı haklı olmanın nedeni kabul eden; sosyal hayatta bazı kişi ve zümrelere ayrıcalık tanıyan tahakküm ve baskı yoludur. Bu yolun rehberleri Nemrutlar, Firavunlar; despot ve tahhümcülerin yoludur.
Birinci yolu takip edenler, yani tevhid ve adaleti esas alanlar, insanlık tarihinde sosyal hayatta barış ve dayanışmayı sağlamışlardır. Bu yolda birlikte yaşamak insanların irade ve rızalarına dayanır. Sosyal hayatta korku değil, sevgi ve güven hâkimdir. Bu yolu takip edenler hep hak ve adaleti amaçlayan değer ve ilkelere göre sosyal ilişkileri tanzim etmişlerdir.
Tevhid ve adalet merkezli bu ilkelere göre esas olan sosyal hayatta iyi ve güzeli yaymada, doğruları ortaya koymada, adaleti sağlamada, faydalı ve yararlı olanı üretmede yarıştır. İnsanlar arası yarışta söylem ve eylemlerini üstün değer ve ilkelere dayandıranlar üstündür. Üstünlük insanın rengi ve kanından kaynaklanmaz. Üstlük insanın haklının hakkını korumak ve adaleti tesis eden eylemlerde bulunmakla sağlanır. Bu değerler, tarih boyunca üstün değerler (superior values) olarak kabul edilmiştir. Erdemli insan bu değerleri söylem ve eylemlerine yansıtan insanlardır. Bu değerleri söylem ve eylemlerine yansıtanlar, her yerde ve dönemde sevgi ve dayanışmayı öne çıkartmışlar; yeryüzünü imar ve ıslah etmişlerdir. Selçuklu ve Osmanlı Devletleri bu değerlere göre kuruldukları için toplumun katmanları arasında ayrıştırıcı, çatıştırıcı ve bölücü zihniyetlere dayalı bir yönetim tarzı sergilememişlerdir. İnsana hidayet ve feraset kazandıran bu anlayış ıslah ve imar edici bir anlayıştır.
Kuvveti haklı olmanın gereği kabul eden zihniyet de despot ve dayatmacıların zihniyetidir. Bu zihniyete göre siyasi veya iktisadi gücü elinde tutan egemenler her zaman haklıdır. Çünkü onlar oyunun kurallarını belirlerdir. Onların yönettikleri toplum onlar ve ötekilerden oluşur. Sosyal hayat dayanışma zorla ve korkuyla sağlanır. Bu zihniyet ırkçı, tahakkümcü, bölücü ve ayrıştırıcıdır.
Egemenler toplumu katmanlara ayırır. Korkutur, çatıştırır, ayrıştırır ve yönetir. Bu değerler, çatışma, haksızlık ve korkuyu esas aldıkları için geri ve adi değerler (inferior values) olarak kabul edilir. Bu değerlere sahi olanlar, bulundukları yerde ve dönemde hep bozgunluk (fesat) yapışlardır. Onlar yeryüzünde hep savaş ve çatışmalara yol açmışlardır. Kaynakları israf etmişler ve insanların büyük bir bölümünü yoksulluk ve sefaletle baş başa bırakmışlardır.
Hak ve adaleti esas alan insanlar, bulundukları yerde birlik ve dayanışmaya ortam hazırlarlar, kaynakları verimli kullanarak bulundukları yeri ve ülkelerini imar etmeye çalışırlar.
Kuvveti hak nedeni kabul eden haksız ve zorbalarda bulundukları yerde ve ülkede tefrikaya yol açar; sürekli çatışma ve bozgunculuğa öncülük ederler.
Mankurtlaşma demek üstün değerleri terk etmek ve çatışmacı değerlere sahip olmaktır. Her çağda tevhid ve adaletten ayrılan ve zorbalardan medet umanlar mankurtlaşmışlardır. Yaradılış gayelerinden uzaklaşmışlardır.
Meşhur Kırgız yazarı Cengiz Aytmatof’un eserindeki anlattığı mankurtlaştırılan genç, kendi dini ve manevi değerlerinden uzaklaştıran; üstün değerlerden koparılan ve aşığı değerlerin zor ve baskıyla benimsetilen gençtir.
Mevcut eğitim sistemimizi vakit geçirmeden değiştirmeliyiz. İnsanımızı mankurtlaştıran değil; ıslah edici değerleri öğreten bir eğitim sistemi geliştirmeliyiz. Bu coğrafyada birlik ve dayanışma ancak tevhid ve adalete dayanan değerlerle sağlanır.
Bin yıldan beri bu topraklarda birlik ve dayanışmanın harcı tevhid ve dalat merkezli dünya görüşü ve değer ölçüleri olmuştur.