Her fırsatta bir adım-22.08.2010
İMRALI hükümdarının, özel itina ile huzuruna getirilen avukatları aracılığıyla son olarak, “İspanya'daki Katalan bölgesi gibi Meclisimiz olmalı, diplomasiyi biz yürütmeliyiz” talimatı verdiği bildiriliyor. Son bir kere daha soruyoruz: Bu adam “Ateşkes ilan edilsin” diyor, PKK bir bahane bulup “eylemsizlik” kararı alıyor.
Bu adam “1 Haziran'dan itibaren kan gövdeyi götürürse bana kimse gelmesin” diyor, PKK her fırsatta saldırıya geçiyor.
Her şey ortada... Bu adam talimat veriyor, PKK uyguluyor.
***
Demek ki neymiş?-24.08.2010
HÜKÜMET ile PKK arasında bir diyalog kurulması iyi midir, değil midir ayrı mesele.
Siz “iyidir” dersiniz, örneğin biz “değildir” görüşünü savunuruz. Ama “Bir diyalog kurulmuş mudur, kurulmamış mıdır?” sorusuna yanıt arıyorsak, “gerçeği”
konuşmamız lazım.
Şimdi mesele bu!
İsterseniz önce PKK'nın Kandil lideri Murat Karayılan'ın 18 Ağustos 2010 günü PKK'ya yakın bilinen Fırat Haber Ajansı'na verdiği demeci okuyalım:
“(...) Açıklanmasında bir sakınca görmediğimiz diğer önemli bir gelişme de; devletin, önderliğimizle (Abdullah Öcalan) geliştirdiği diyalog temelinde ateşkes talebinde bulunmasıdır.
Aslında önderliğimiz aradan çekilmişti, ancak talep üzerine yeniden devreye girerek, hem yapılan çağrıları ve hem devletten doğru gelen istemi de dikkate alarak, bir kez daha barışa ve demokratik çözüme şans tanınması için hareketimize bir mesaj gönderdi.
Değerlendirme sonucunda, hareketimiz barışa bir şans verilmesini yerinde buldu.”
***
Kartlar açılıyor-25.08.2010
LAFIN doğrusunu son sıfatı Demokratik Toplum Kongresi Eşbaşkanı olan Ahmet Türk söylemiş. “Artık Türkiye kırılma noktasına geldi” demiş. Gerçi oradaki “Türkiye” sözü yerine “Başbakan Tayyip Erdoğan” dese daha doğru olurdu. Çünkü gerçekten bir “kırılma noktasına gelmişlik” belirtisi onda var.
Önce bir noktaya değinelim:
Bu Demokratik Toplum Kongresi ne mene bir şeydir anlamış değiliz. Gerçi bu kardeşlerimiz iki ayda bir “parti” kurmaya, istedikleri yerde “parlamento” toplamaya, üç kişiyi yan yana bulunca “konferans” düzenlemeye meraklılar.
***
25 kuruşa simit yok-26.08.2010
ÇOK eski yıllarda gazetelerin birinci sayfasında, “Milli Şef -veya Başvekil hazretleri- şehrimizi teşrif ettiler” yani “şehrimizi onurlandırdılar” başlıklı haberler çıkardı.
Altında da o devlet büyüğünün trenle mi, otomobille mi geldiği, nerede kim tarafından törenle karşılandığı anlatılırdı.
Abdullah Öcalan'ın avukatları ona döndü:
Dünkü haberde bildirildiğine göre:
“İmralı Adası'ndaki yüksek güvenlikli F Tipi Cezaevi'nde ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezasını çeken Abdullah Öcalan'ın avukatları (...) dün sabah 09.20'de Adalet Bakanlığı'nın Mudanya'dan kiraladığı tekne ile Gemport Limanı'ndan İmralı'ya hareket etmiş”ler.
Öcalan'ın avukatları meğer, Tuzla Vapuru ile “İmralı 9” adlı teknenin arızalanması nedeniyle ay başından beri görüşmelere kiralık tekneyle gidiyorlarmış.
***
Af'fı konuşmayalım-28.08.2010
BİZİM siyasi liderlere,partinin “yetkili kuruluna” saygı göstermeyi öğretmek galiba pek de mümkün olmayacak.
Saygınız olmayınca o kurulun yetkisini de yok sayarsınız. Yok sayınca onun yetkilerini siz kullanırsınız. Ve “parti politikalarını”, örneğin Parti Meclisi yahut Merkez Yürütme Kurulu yerine siz belirlersiniz.
Biz Deniz Baykal'ın bu tabiatını çok eleştirdik, ama dinletemedik.
Şimdi bakıyoruz aynı şey CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nda da başladı. Örneğin tuttu Tunceli'de “12 Eylül'de ‘Hayır' deyin, Türkiye'nin önü açılsın. ‘Hayır' deyin Doğu'dan, Batı'dan toplumsal mutabakatla, kardeşlikle genel affın yolu açılsın” dedi.
Yorum:
Anayasa ve Apo
Küçük bir akvaryuma konmuş iri bir balık gibi Türkiye.Sürekli olarak akvaryumunun kenarlarına çarpıyor.Yaralanıp bereleniyor.
Büyük, hareketli, renkli, güçlü, taleplerinin ve dertlerinin farkında, bunları dile getiren, çözüm arayan, tartışan, gelişen bir toplum yaşıyor burada.Bu toplum, gelip gelip “devletin” duvarlarına tosluyor.Özgürleşmeyi, büyümeyi, çeşitlenmeyi yasaklamış bir devlet bu.İki önemli ayağı var bu “eskimiş” devletin. Biri ordu, biri yüksek yargı.
Ordunun aslında gerçek bir ordu olmadığı, askerlik dışında işlerle uğraştığı, aklını “kendi iktidarına” taktığı, bu iktidar için her şeyi yapabileceği, darbeler, lahikalar, andıçlar hazırlayabileceği ortaya çıktı.
Kendisini yenilemekte direnmesi, gerçekleri kavrayamaması, gücünü abartması, sonunda toplumun orduyu geriletmesine ve siyaset sahnesinin dışına atmasına neden oldu.Gelişimin önünde tek bir güç kaldı, yüksek yargı. Bu yeni anayasa değişikliği, yüksek yargının, toplumun büyümesini engelleyen duvarlarını yıkacak.Bu yargının “hukuk dışı” gücü de geriletildiğinde Türkiye’nin önü açılacak.Bizim Rasim Ozan’la konuşan Başbakan Erdoğan, “yeni bir anayasa” sözü verdi.
Aslında bu sözü de vermek zorunda.Bugün Türkiye’yi ve burada yaşayan her ırktan, her dinden, her mezhepten, her sınıftan insanı temsil etmeye aday bütün partiler, topluma “yeni” anayasalarını sunma göreviyle karşı karşıya.
Eski usul hamasetle, laf çakıştırmayla Türkiye’nin sorunlarını çözmek mümkün değil, sorunlara çözüm getirmeyen partilerin yaşaması da “eşyanın tabiatına” aykırı.Yaşamak isteyen her parti, yeni bir dünyanın, yeni bir Türkiye’nin şartlarına uymaya, bu yeni Türkiye’nin sorunlarına çözümler önermeye mecbur.Topluma ayak uydurmak istiyorsanız, yeni bir “devlet inşa edilmesinde” rol almak zorundasınız.Yeni bir devlet inşası için yapılacak siyasi yarışta yer almayacak bir parti, Türkiye’nin geleceğinde kendisine yer bulamaz.
Türkiye’nin “yeni bir devlet” kurmasında rol almayan, “eski devleti ve eski yapıyı” savunan her partinin er geç sahneden çekileceğini göreceksiniz.Bu ülke, yeni bir anayasa ve yeni bir devlet yapacak.Buraya kadar söylediklerim aklın ve mantığın icabı.Ama toplumlar, aynı insanlar gibi, sadece akıldan değil aynı zamanda duygudan da oluşuyorlar ve bazen “duygu” aklı yok edebiliyor.
Türkiye için de en büyük tehlike, tam bir akvaryumdan kurtulup büyük denizlere açılmaya hazırlanırken, duygusal nedenlerle intihar etmesi.Yirmi beş yıldır bir savaş yaşıyor bu ülke, bunun biriktirdiği korkunç bir öfke ve intikam isteği var Türklerde Kürtlerde, bu duygusal birikimi yok sayamazsınız.Üstelik, “eskiyi” koruyabilmek için bu duygusal birikimi alabildiğine sömüren güçler de bulunuyor iki yanda.Artık herkes biliyor ki ordu PKK’yı yenemez, bu mümkün değil.
PKK da orduyu yenemez, bu da mümkün değil. Bu gerçek, “iki tarafı” da huysuzlaştırıyor.
Biz bu duygusal barikatı nasıl aşacağız?Bunun ilk adımı savaşı ve ölümleri durdurmak.Bu, “iki tarafın” anlaşmasıyla gerçekleşebilir.Anlaşma için de “kuvvetli bir irade”, silahlılara “sözünü dinletebilecek” bir karizma gerekiyor.
Kürtlerin “silahlı güçlerini” temsil edebilecek tek bir isim var bugün, Apo.Cevat Öneş, Lale Kemal’e, Apo’yla yapılan görüşmeleri açıklamış, bugün okuyacaksınız, Cumhurbaşkanı Gül de dolaylı sözlerle bu görüşmeleri doğruladı.Bunların sürmesi gerekiyor.“Kürtlerin özerkliğinin” de bu “pazarlık masasında” yer almasından daha doğal bir şey olamaz, yeni bir Türkiye kurulduğunda bu, herkes için yeni bir hayat biçimi demek.
Bu toplum tazelenecekse, herkes için, her açıdan tazelenecek.Bunu yapmayabiliriz, her çözüm arayışını reddedebilir ve hep birlikte kendimizi “eski” yapının içine hapsedip, başımızı küçük akvaryumun duvarlarına vura vura yok oluruz.Ama bir de yaşamak var.Yepyeni bir devlet ve yepyeni bir toplumla, herkesin mutlu ve özgür olacağı bir hayatı yaşamak. Hayat da, ölüm de bu toplumun önünde duruyor.Kendi geleceğimizi de, çocuklarımızın geleceğini de biz belirleyeceğiz.Kendi geleceğimizi belirleme gücünü kader bizim elimize verdi.O gücü taşıyacak bilek ve akıl varsa yaşarız, o akıl yoksa hep birlikte savrulur gideriz.
*Ahmet Altan-Taraf