23.08.2010
PARTİLERİNİN kapısına kilit vurulduğunda bile... Bırakın “korsan eylem” falan yapmayı, legalin de legali bir eylem koyup iki slogan patlatmaktan bile kaçınmışlardı.
Çünkü o zaman bir “dava” vardı ve o “dava”ya zarar gelmemesi her şeyin üstünde tutulurdu.
Yutkunulurdu, “yeter ki davaya zarar gelmesin” diye...
* * *
Ama şimdi “dava” falan yok ortada...
Davanın yerini Erbakan Hoca almış...
“Davaya sadakat” gitmiş, “Hoca'ya sadakat” gelmiş.
Eh, eğer sadakat davaya değil de kişiye gösterilirse...
Sonucu da böyle olur:
İftar vakti Kuran okunan bir salona “hariciler” gibi girilir ve kaba kuvvet gösterisine girişilir...
Numan Bey'in üzerine yürünür... Pakistan Konsolosu'na tuzluk atılır... İftar sofrası dağıtılır...
Ağızlarda lümpenlere layık “Hoca'yı satanı biz de satarız” sloganı ile resmen çetecilik yapılır.
Çete faaliyetini arkadan yöneten Oğuzhan Asiltürk, Şevket Kazan gibi “ihtiraslı abiler” de sanki bir marifet sergilenmiş gibi yüreklerini soğutarak seyrederler olup biteni...
* * *
Ben yine de Erbakan Hoca'ya güveniyorum.
Kendi adına bu pespayeliğe imza atanların ve attıranların kulaklarını çekecektir.
Çünkü Erbakan Hoca, eleştirilecek birçok yönü olmasına karşın, Türkiye'nin en nazik, en centilmen, en patırtıdan uzak, kaba kuvvete en mesafeli, en karınca ezmez siyasetçisidir.
Sanırım hem yancılarına, hem de taraftarlarına “terbiyesizlik yapmayın” demesini bilecektir.
Yazının tamamı için tıklayınız.
Yorum:
Tapınma:
Birçok insan başkasına tapınır. Ama bunun farkında değildir. Tapındığı kimse de genellikle bunun farkında değildir. Tapınılan kimse diri veya ölü olabilir. Günümüzde diri olmayanlara tapınmanın en tipik örneği peygamberleri ilahlaştırmaktır. Önünde eğilenlere eğildikleri için kızan, kendisine efendimiz diyenleri azarlayan peygamberimizin sakalı, hırkası önünde saygı duruşunda bulunur, el açarlar.
Diri olana tapınmanın en önemli belirtisi de o kimseyi hatasızlaştırmaktır. Yaptığı her işin doğru olduğunu iddia etmek, açık yanlışlarının mutlaka arkasında bir hikmet olduğunu savunmak, eleştirilemez konuma getirmek ve onsuz hiçbir iyiliğin gerçekleşemeyeceğini iddia etmektir. İşte bu tipik bir ilahlaştırma ve şirktir. Genellikle tapındığı kimse bundan haberdar değildir ya da haberdardır ama o da bunu tapınma olarak düşünmemekte pür itaat olarak algılamaktır.
İtaat beraberinde eleştiri ile bir arada olmalı, itaat eden itaat ettiğini eleştirebilmeli, hatalarını söyleyebilmelidir. Hz. Muhammed’in hayatı bunun tipik örnekleri ile doludur. Ancak tapınılan kimseye bu yapılmaz. İtaat pürdür, eleştiri kabul etmez, o hatasızdır, her yaptığı doğrudur. İşte bunun adı şirktir.
Vakit’ten Hasan Karakaya’nın yazısı:
SP NEREYE?.. KUR’AN-I KERİM ARASI SLOGAN!
24 Ağustos 2010 04:53
Tek kelimeyle “yazık oldu” diyorum... Hayır, “yazıklar olsun” değil, “yazık oldu” diyorum... Sadece ben değil, olaya tanık olan herkes “yazık oldu” dedi...
Ne yalan söyleyeyim; o “hazin manzara”yı gördükten sonra, “Keşke gitmeseydim” dedim kendi kendime, “Keşke gitmeseydim de, keşke görmeseydim bu rezaleti!”... Öyle ya, “göz” görmeyince “gönül” katlanırmış... Eğer görmeseydim, herhalde bu kadar etkilenmez, bu kadar “ellerim böğrümde” donup kalmaz, bu kadar “ağlamaklı” olmazdım... “40 yıl sonra” bunları mı görecektim?.. Dün “sevgi ile birbirini kucaklayan” insanlar, bugün “öfke ile birbirlerine mi saldıracak, birbirlerini mi boğazlayacaklardı?” Birbirleriyle “tokalaşmak” ve “musafaha” yapmak için açılan eller, bir “yumruk” olup, birbirinin suratında mı patlayacaktı?.. Kısacası, “bugünleri de mi görecektim?”
Üzüldüm... Çok üzüldüm... Hançerem yırtılırcasına bağırmak; “Heyy gençler, ne yapıyorsunuz, nereye gidiyorsunuz?” diye haykırmak istedim... Ama, dedim ya; sesim boğazımda, ellerim böğrümde donup kaldım... Sustum... “Donuk gözler”le seyrettim olup-biteni!..
Sadece şu sözler döküldü ağzımdan:
“Yazık oldu... Dâvâya yazık oldu!”
SP İFTARINDA OLUP-BİTENLER!
Herhalde Cumartesi akşamı İstanbul Vov Hotel’de verilen “iftar yemeği”nden bahsettiğimi anladınız... Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı tarafından yapılan “iftar daveti”ne; en çok da “eski dostlar”la kucaklaşmak, kısa da olsa “sohbet” etme fırsatı bulurum niyetiyle katılmayı çok arzu ettim... Öyle ya; bu “koşuşturma” atmosferinde, ancak “cenaze”lerde, “düğün”lerde veya böyle “iftar davetleri”nde görebiliyoruz birbirimizi... Başka zamanlarda bir türlü fırsat bulunamıyor işte!..
Bu niyetlerle çıktık yola... Mustafa Karahasanoğlu ağabeyle birlikte yola çıkmadan önce, bir arkadaşım uyardı; “Aman dikkatli ol” dedi; “Bir baskın hazırlığı varmış!.. Dikkatli ol!”
Hiç önemsemedim... Öyle ya; “Saadet Partisi iftarı” bu; “Hiç öyle şey olur mu?”
Yanılmışım... Olurmuş... Geçmişteki “MHP kongreleri”nde yaşanan “rezil” görüntüler, hem de bir “Ramazan günü”nde, hem de “iftar saati”nde bir “Saadet iftarı”nda da yaşanabilirmiş!..
“MHP kongreleri”nde öyleydi ya;
“Legalite”nin sona erdiği, artık “illegalite”nin başladığı ilân edilirdi ya; “tekme”ler, “tokat”lar, “yumruk”lar gırla gider, “sandalye” ve “masa”lar havada uçuşurdu ya, meğer bütün bunlar hem de bir “iftar”da da yaşanırmış!..
Üzüldüm!.. Yıkıldım!.. Şok oldum!..
Tüylerim diken diken izledim olanları!..
KUR’AN OKUNURKEN SLOGAN!
İnanır mısınız, daha “otel girişi”nde açılan “İstifa!.. Hemen şimdi!.. İstifa” afişlerini görmüş olmama rağmen, konduramadım...
“Hayır” dedim, bunlar “Numan Kurtulmuş’u istifaya davet ediyor” olamaz!.. Herhalde, “Heron skandalı”ndan dolayı Org. İlker Başbuğ’u, ya da “iddia”larının “iftira” olduğu ortaya çıkan Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi “istifa”ya davet ediyorlardır!..
Ama, yanılmışım...
Biraz sonra, hem de çok fena yanıldığımı anladım... Ve kendi kendime dedim ki; keşke bu “sessiz protesto” ile yetinselerdi.
İçeriye girdik, masalarımıza henüz oturmuştuk ki, bir “gürültü” koptu, hemen ardından “karışıklık” çıktı...
“Ne olduğunu anlamaya” çalışıyorduk ki, ortalık biraz yatışır gibi oldu... “İftar”a 5 dakika filan kalmıştı ve bir Hocaefendi “Kur’an-ı Kerim” okumaya başlamıştı ki!..
Aaa, o da ne?..
Kürsüden “Kur’an-ı Kerim” okunuyor ama “salona giren 50-60 kişilik grup”tan “slogan”lar yükseliyor:
“Numan istifa!”
“Hocamız nerede, biz oradayız!”
Bir görevli eline mikrofonu alıp, “protestocu gençleri” yatıştırmaya çalıştı... “Burası, hele de şu an sırası değil” dedi!..
Öyle ya, “Allah’ın kelâmı” okunuyor!..
Ama, kim dinler?!?..
“Yumruk olmuş eller havada” ve “öfke patlaması” içinde titreyen bedenler, “slogan” atmayı sürdürüyorlar;
“Hoca’ya sadakat şerefimizdir!”
“Bu kongre ya yapılacak, ya yapılacak!”
Tüylerim diken diken oluyor.
Buz gibi terler basıyor vücudumu!..
“Olamaz” diyorum; “Hoca’ya sadakati şeref bilen gençler” bunlar olamaz!.. Tamam “tepki” göster, “protesto” et, hatta saldır ama, bugün değil!.. Bunun yeri salon değil ki!.. Bunun zamanı, “iftar saati” değil ki?..
“Kur’an-ı Kerim okunurken slogan atmak” da neyin nesi?.. Biz, “şehit cenazeleri”nde “slogan” atan “MHP’li gençleri” yadırgayıp, onlara “dua” etmeleri çağrıları yaparken, “Milli Görüş gençliği”nin şu yaptığına bakın!..
“Kur’an-ı Kerim okunurken, slogan” ha!..
Ne günlere geldik Yarabbi?..
Ne günlere kaldık?..
“Asımın nesli” dediğimiz, “baştacı” ettiğimiz bu gençler... “Hiçbir yasadışı olaya karışmamaları”yla övündüğümüz bu gençler, ne yapıyorlar böyle?..
HOCA’YA SADAKAT, KUR’AN’A HAKARET!
“Allah’ın kelâmı okunurken” bile “slogan” atmayı kesmiyorlar ve Hocaefendi’nin “Kur’an-ı Kerim okumasını bile birkaç defa yarıda bıraktırıyorlar” ise, sormaz mısınız, “İslâm’ın zaferi”ni bu gençler mi sağlayacak, bu gençler mi “Hoca’ya sadakat” gösterecek?..
Bu, ne biçim “Hoca’ya sadakat”tir ki, Hoca’nın ömrü boyunca sadakatle sarıldığı Kur’an-ı Kerim’e saygısızlık yapılıyor?..
Erbakan Hoca, bu manzarayı görse; herhalde aynen benim gibi donar kalır, sırtından buz gibi terler akardı!.
“Hoca’ya sadakat, Kur’an’a hakaret” ha!.. Bunun hangi “kitap”ta, hangi “hitap”ta yeri var Allah aşkına!.
Yaptıkları her şeyi hoş görebilir, anlayışla karşılayabilirim... Hatta “Numan Kurtulmuş’a saldırı girişimi”ni, şu anda “sel felâketi”yle boğuşan Pakistan Büyükelçisi’nin konuşma yapmak için çıktığı kürsüye “masalardaki tuzlukları fırlatmaları”nı da “gençlik heyecanı”na verebilirim... Ama “Kur’an-ı Kerim okunurken slogan atmalarını” asla affedemem!..
Hayır, “Milli Görüş gençliği” bu olamaz!.. “Kur’an kültürü” ile yetişen, “İslâm medeniyeti”ni arzulayan gençler bunlar olamaz!..
Bu, “Erbakan’a sadakat” filan değil; bu resmen ve alenen “Kur’an-ı Kerim’e hakaret”tir!..
Bu kadarını;
Bırakın “MHP’li gençler”in yapmasını, “İşçi Partili gençler” bile bu kadarına cesaret edemezdi!..
Yazık!.. Hem de çok yazık!..
Keşke bunları görmeseydim!..
Keşke bunları yaşamasaydım!..
KONGRE SALONU DEĞİL, İFTAR SALONU!
Bir ara, Ekrem Kızıltaş’la birlikte dışarı çıktık... Öyle ya, ruhumuz daralmıştı... Birkaç dakika sonra geri döndüğümüzde, ne oturduğumuz “masa” vardı yerinde, ne de “bardak” ve “tabak”lar!..
“Masa”lar devrilmiş, “bardak ve tabak”lar kırılmış, “ayran”lar akıyordu halıların üzerine!..
Bereket ki, “ayran” dökülmüştü, Allah korusun “kan” da dökülebilirdi!.. Gençler, o kadar “öfkeli”, o kadar “çıldırmış gibi”ydi ki, “kan” da dökülebilirdi.
Baktım Numan Kurtulmuş da kalkıp gitmiş yerinden!.. “Protokol masası”nda oturanlar da dağılmış!.. Öyle ya; insanlar oraya “yemek” yemeye ve “konuşma” dinlemeye geldi, “slogan” dinlemeye ve “dayak” yemeye değil!..
Bir kenara çekilip, izlemeye başladım...
“Sıkılı yumruklar” havadaydı ve “sahneye dizilmiş kameralara” doğru habire “slogan” atıyorlardı.
“Hocamız nerede, biz oradayız!”
“Hocamıza canımız feda!”
“Numan Kurtulmuş istifa!”
O kadar “hiddetli”ydiler, o kadar “kin, nefret ve öfke” yüklüydüler ki, slogan atarken, adeta “zangır zangır titriyorlar”dı!..
İşte amaçlarına ulaşmışlardı!..
“50-60 kişilik bir grup” olarak “yemek salonu”nu basmışlar, “iftar yemeği”ni “zehir” etmişler ve “salona hakim” olmuşlardı!..
Peki, “neyin kavgası”ydı bu?..
“Paylaşılamayan” neydi?..
Saadet Partisi “iktidar” olmuştu da, bu gençler “dışlanmış” mıydı?..
Değilse, neydi bu “öfke”nin sebebi?..
“Gözlerinden kıvılcımlar fışkırarak Numan Kurtulmuş’un üzerine yürümeler”, onu “salonu terketmeye mecbur bırakmalar” niçin?.
BU, NEYİN KAVGASI?
Söyleyin Allah aşkına;
“Neyin kavgası” bu?..
“Kur’an-ı Kerim okumayı bile yarıda kestirten bu gözü dönmüşlük” neden?..
Numan Kurtulmuş, nihayetinde “içinizden biri” değil mi?.. Onu seçen siz değil misiniz?.. Eğer beğenmiyorsanız, bir dahaki kongrede indirirsiniz aşağı!.. Şimdi, hem de “Ramazan Günü”nde ve tam da “iftar saati”nde bu yaptığınız ne?..
Kutlarım sizi;
“Kartel medyasına iyi malzeme” oldunuz!.. “Koskoca dâvâ”yı, “ele-güne rezil” ettiniz ya, afferin size!..
Bizim kültürümüzde “isyan” yoktu!..
Bizim kültürümüzde “itaat” vardı!..
Siz var ya, siz;
Kültürümüze, “isyan”ı da soktunuz!..
Bravo size!!!..
O kadar “dinsiz, imansız” varken, onlara “çıt” çıkarmadınız da, gelip “içinizden biri”ne “isyan” ettiniz ya, bravo size!.. “Harun gibi gelip, Karun gibi gidenlerden olmayacağım” diyen birinin üzerine saldırdınız ya, diyecek söz bulamıyorum.
Sadece ve sadece;
“Yazık oldu” diyorum... Üzülüyorum, kahroluyorum!.. 40 yıl sonra bunları da mı görecektim, bunlara da mı şahit olacaktım?..
Keşke görmeseydim, keşke yaşamasaydım!..
Ama, “kaderin tecellisi” işte!..
“Bir dâvânın çöküşü”nü de gördüm!..
Yazık oldu!.. Çok yazık!..
“Sebep olanlar” utansın!..
Ya da, kına yaksınlar!..