Reşat Nuri Erol
07.06.2010
19:41
|
Yusuf Kaplan
ykaplan@yenisafak.com.tr
07 Haziran 2010 Pazartesi
"TÜRK BARIŞ DÜZENİ"NE DOĞRU... (1)
Mavi Marmara gemisinin, Batılılar tarafından durdurulan tarihi denizden yürütmeyi başardığını söylemiştim.
Elbette ki, tarihin akışını bir gemiyle gerçekleştirilen başarılı bir "operasyon"a yüklemek son derece ucuzcu bir yaklaşım olur.
Benim burada altını çizmeye çalıştığım nokta şu: Mavi Marmara "operasyon"u, tarihin akışını değiştiren bir motor değil, bir kırılma ânına işaret eden dönüm noktalarından biridir.
Mavi Marmara hâdisesi, Türkiye ile İsrail ya da İsrail ile Araplar veya İsrail ile Filistinliler arasındaki gerilimin günyüzüne çıkmasından ibaret değildir. Çok daha köklü, çok daha büyük bir tarihî gerilimin gözle görülür bir niteliğe bürünmesidir bu: Bu hâdise, zorba, haksız, hukuksuz bir dünya düzeninin çöküşünün, daha âdil, daha barışçıl, hak ve hukuk ilkelerine dayanan yeni bir dünya’nın, yeni bir dünya düzeninin doğuşunun habercisidir: Bu yeni dünya düzeni’nin adı, Türk Barış Düzeni’dir...
Abartıyor muyum acaba? Aslâ...
Önce Türkiye’nin mevcut durumuna bakalım: Türkiye, mevcut hâliyle, kendi iç sorunlarını, kendi temel varoluşsal meselelerini kavrayabilmiş bir ülke olmaktan bile bir hayli uzak bir görünüm arzediyor... Gerçekten de, Türkiye, İslâm’la da, tarihî tecrübesiyle de, Batı dünyasıyla da ilişkilerini halledebilmiş, rayına oturtabilmiş değil... Türkiye’nin yönü, yeri, rotası, anlamı konusunda Türk elitokrasisi ve entelijansiyası arasında ürpertici bir kafa karışıklığı kolgeziyor...
Böyle bir ülkenin kurulmakta olan yeni dünya düzeninin kaptan köşküne geçeceğini söylemek, elbette ki, deli saçması bir şeydir...
İyi de, Türkiye, burada resmettiğim tablo’dan mı ibaret yalnızca? Eğer Türkiye’yi yalnızca Batılılaşan bir ülke olarak ya da yalnızca Ortadoğu ülkesi, Ortadoğu’nun lideri olarak görecek olursak, Türkiye’nin yeni bir dünya düzeninin kurulmasına öncülük edecek bir ülke konumuna yükseleceğini söylemek kesinlikle saçma olur/du...
Türkiye, ne yalnızca Batılılaşan, ne de yalnızca Ortadoğu’nun lideri olarak görülebilecek bir ülkedir... Türkiye, hem mevcut dünya düzeninin sürmesinin, hem de tarihe karışmasının imkânlarını elinde barındıran bir dünya aktörüdür... Gerek tarihî derinliği, gerek kültürel tecrübesinin zenginliği, gerekse stratejik konumunun belirleyiciliği açısından mevcut Türkiye’den çok daha büyük ve çok daha belirleyici bir ülkedir gerçek Türkiye...
Hâkim olmak, hükümran olmak tarihi yapmak için yeterli değildir. Tarih yapmayı, hâkim olmak, hükümran olmak olarak görenler, hâkim olmanın, hükümran olmanın bir neden, bir amaç, bir hedef değil, yalnızca bir sonuç olduğunu göremeyecek kadar tarihi insansızlaştıran zavallılardır...
Tarihin, yalnızca modernlikle birlikte, Batı hâkimiyetiyle birlikte, kapitalizmin hükümferma olmasıyla birlikte, hâkim olmak, hükümran olmak, her şeye hükmetmek olarak algılandığını unutmayalım...
Oysa İslâm, tarihi, insanın hükümran olduğu, hükmünü keyfine göre icra ettiği bir tür çatışma alanı olarak görmez, görmemiştir... İslâm, tarihi, insanın insanlığını, yükümlülüğünü, sorumluluklarını gerçekleştirebileceği bir varoluş ve varkılış alanı olarak görür; tarihi boyunca temelde böyle görmüştür...
O yüzdendir ki, yalnızca İslâm medeniyeti tarihinde başka dinlerden, inanç sistemlerinden, felsefelerden insanlar ve toplumlar, bir arada, adalete, hakkaniyete dayalı bir sulh düzeni içinde yaşayabilmişlerdir... Batı uygarlığı tarihi, başka dinlerin, kültürlerin, felsefelerin adalete, hakkaniyete, hukuka dayalı bir sulh düzeni içinde varolabildikleri bir tecrübe üretememiştir hiçbir zaman...
Pax Ottomana denen Osmanlı Dünya Düzeni, Pax Romana, Pax Americana gibi Braudel’in deyişiyle "silahlı barışa dayalı bir zorbalık düzeni" olmamış; sulhe dayalı, öncelikle gönülleri ve ruhları fetheden bir sulh düzeni olmuştur.
İşte Mavi Marmara gemisiyle gerçekleştirdiğimiz "operasyon"la yaptığımız şey, tarihte yaptığımız şeyin yeniden ete kemiğe bürünmesinden başka bir şey değildir: Bugün, şu ân itibariyle, tarihi, dünya tarihini bizim yaptığımızı bilin: Bugün, Batı ülkelerinin başkentlerinin sokaklarında zorbalara haykıran insanların kalpleri ve vicdanları da dâhil, bütün dünya ülkelerinin insanlarının kalplerinde, vicdanlarında taht kuran "şey" yalnızca biziz, biz...
Bunun ne denli muazzam ve muazzez bir şey olduğunu anlayabilmeniz için sadece şu soruyu sorun yeter: Acaba hangi sömürgeci Batı ülkesi, insanlığın kalbinde bu kadar içtenlikli, bu kadar derinlikli bir şekilde taht kurmayı başarabilmiştir?
Bu önemli tartışmaya devam edeceğiz...
|
Reşat Nuri Erol
07.06.2010
19:50
|
Behiç KILIÇbehic@yenicaggazetesi.com.tr
Saadet Partisi’nden "gönülden" destek
Erbakan Başbakan olmuştu..
Daha “olduğu” gün, İsrail derin devleti Ankara’ya hücumu başlatmıştı ve şu malum matbuatı da kullanıyordu..
Manşetler, daha birinci gün Hoca’yı düşürme üzerine atışa başlamıştı ve İsrail’in derin kimlikleri (Alan Makowski gibi) demeçleri ile başrollerdeydi..
İsrail Erbakan Hoca’dan korkuyordu..
Çünkü Hoca İsrail’in “Armagedon planını” bilip deşifre ediyordu..
Sonra malum olaylar.. Hoca düştü..
Aradakileri geçin!..
İsrail kaynakları, ABD’nin Yahudi kökenli Türkiye’deki diplomatları, “birileri ile” yakın temasa geçtiler..Ve bu Yahudi lobilerinin telkinleri ile, uluslararası Yahudi sermayesinin Türkiye’deki acentesi olan sermaye ağaları da, aynı “birileri” ile temasa başladılar..
“Türkiye’ye iktidar yapacaklardı bu birilerini..”
Sonrasına bakın..!
Kimin yıldızı parlayıverdi!!?
Oval Ofis’te kim ağırlandı?!!ABD Yahudi Lobisi kimi taçlandırdı!!?
Yahudi sermayesi, kimin açtığı yolda ilerlemeye başladı?!
Ofer konusu.. Urfa merkezli, GAP hedefli İsrail hesapları.. mayınlı arazilerin kime verileceği konusundaki aşırı çabalar..
Silah anlaşmaları.. TBMM mensuplarının İsrail dostluk birlikteliği, koalisyonu oluşturmada hangi partililerin aşırı çabası?!
Ve gelinen nokta?!.
“One minute!!” nasıl bir hesap?..
İsrail üzerinden, “koltuk koruma gayreti” nasıl bir plan?!!
İslam alemi üzerinde binbir hesap peşindeki Pentagon’un, “Sizden görünen bizim adam!!” stratejisinin gereği oyuna sokulan “BOP’çu oyuncu!!” kim?..
Öncelikli düşman sayılıp, apar topar koltuğundan indirilen Erbakan’ın yerine..
Erbakan’ın hemen dizi dibinden, alınan tohumla yeşertilen, koltuk sahibi edilenlerin, bir anda İsrail karşıtı kesilmelerindeki görüntüde ABD’nin yeri ne?!.
Gazze’ye “sevgi” de bunca haykırış ne kadar yalın..?
Ceberut İsrail yöneticilerine karşı, mazlum Filistin insanının yanında olmanın ötesinde ne olabilir?.. Saadet Partisi’nin “Sustukça Ölüyoruz-İsrail Vahşetine İsyan” mitinginde 10 binlerce kişi İsrail’i lanetledi.. Bu mitinge katılanların da, mitingi düzenleyen Saadet Partisi’nin de çok gönülden oldukları kesindir...
Orada toplananların, Filistin insanına her türlü vahşeti reva gören İsrail’le “izin-anlaşma” temelinde bir buluşmayı akıllarına dahi getirmeyecek kadar samimi oldukları da kesindir.. Hiçbir siyasi rant hesapları da yoktur..
Kendi çizgileri, inanışları doğrultusunjda delikanlıca dimdiktirler..
Ve.. “İsrail’i vurmadan PKK bitmez” diyerek, “İskenderun şehitleri” ile “Filistin şehitleri” diye yan yana anarak, vatan evlatlarına hassasiyetle yanaşmışlardır..
Kendileri samimi oldukları için de, bir yandan İsrail’le çatişan beyanlarda bulunulurken, beri yanda “kafa karıştıran ilişkilerin sürdürülmesi”ni sorgulamaktadırlar..
Saadet Partisi diyor ki; “Hükümet yetkilileri ve diğer siyasiler İsrail’den aldıkları ödülleri geri vermeli.. Askeri ticari ilişkiler kesilmeli.. İsrail’deki Mavi Marmara da hemen alınmalı.. Netanyahu ve Liberman hakkında uluslararsı adalet zorlanmalı.. İsrail Büyükelçisi hâlâ durmamalı..”
Samimiyet test ediliyor.. İslamiyete, insanlığa inanışın samimiyeti!..
Bir vahşi saldırgan sayesinde, iktidarı korumak mı amaç!!Yoksa mazluma yandaş olmak mı?! Hesabı anlamak, akil olan için mümkün..
|
Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:25
|
08 Haziran 2010
Dünyanın ’en şanslı’ yöneticisi
Felaketten sadece bir ay önce....
BP’ye ait Meksika Körfezi’ndeki “Deepwater Horizon” petrol platformunun 20 Nisan’da çıkan yangınla birlikte batması, sadece ABD’yi değil tüm dünyayı etkileyen bir çevre felaketine dönüşmüştü. Bir türlü kapatılamayan kuyudan sızan tonlarca petrol, ABD’nin meksika körfezi kıyılarında çevre tahribatına yol açarken, Obama yönetimini de zora sokmuştu. BP’nin bir türlü kapatamadığı kuyu hakkında çeşitli komplo teorileri dile getirilmiş, biz de iyibilgi olarak bunların arasında keskin olgulara dayanan bir teoriyi okuyucularımıza iletmiştik. Özetlersek, O teoriye göre bu bir kaza değildi. Bilerek yapılmıştı ve amacı henüz bilinmemekle beraber, doğuracağı sonuçlara bakarak, bazı şeylerin tesadüf olamayacağına dair keskin şüpheler vardı. (Bkz: Dünyanın sonunu bilen adam)
2 gün önce İngiliz Telegraph gazetesinde çıkan bir haber, bize felaketin ’kaza olmadığına dair’ şüphelerimizi daha da arttıracak bazı bulgular verdi. Jon Swaine and Robert Winnett tarafından hazırlanan habere göre, BP yöneticisi Tony Hayward, çevre felaketine dönüşecek ve BP’yi milyarlarca dolar zarara uğratacak petrol platformu kazasından 1 ay önce (17 Mart 2010) sahip olduğu 1.2 milyon sterlin değerindeki 223,288 BP hissesini elinden çıkarmış! Kazadan sonra %30 değer kaybeden BP hisselerini elinden çıkartarak, 423,000 Sterlin kar etmiş, Sayın Hayward. Fakat haberde, şimdilik Hayward’ın önceden edinilmiş bir bilgiye dayanarak satışı gerçekleştirdiğine dair hiçbir bulgu olmadığı kaydedilmiş.
Yani tamamen ’tesadüf’.
Dünyanın en büyük çevre felaketlerinden birinden sorumlu şirketin yöneticisi tam bir ay önce elindeki hisseleri satışa çıkarıyor. Ve kimse bu durumdan şüphelenmesin deniyor.
iyibilgi olarak güvenilir kaynakların verdiği bu bulgular ışığında, sormadan duramayacağız: Ya bu bir kaza değilse? Kim böyle bir çevre felaketinden faydalanabilir ki?
www.iyibilgi.com özel
|
Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:28
|
Bu felaket İngiltere ile ABD’nin arasını açacak gibi!
Petrol sızıntısı Obama’ya ağzını bozdurdu
ABD Başkanı Barack Obama, Meksika Körfezi’ndeki sızıntı yüzünden ‘kimin kıçının tekmelenmesi gerektiğini’ bilmek istediğini söyleyerek, İngiltere’nin dev enerji şirketi BP’nin üzerindeki baskıyı artırmış oldu. Obama’nın ağzını bozmasında çevre felaketinin çirkin yüzünü ortaya koyan fotoğraflar da etkili oldu.
MEKSİKA KÖRFEZİ’NDE YAŞANAN ÇEVRE FELAKETİNDEN KARELER
NBC televizyonunda, Salı günleri yayınlanan “Today” adlı programda konuşan Obama, "Uzmanlarla sorun hakkında konuşmak istemiyorum. Biz o bölgedeki insanlara temasa geçiyoruz çünkü o insanlar bu konunda kimin kıçının tekmelenmesi gerektiğini biliyor” dedi.
Bu sözler, ABD tarihinin en büyük felaketlerinden biri olarak gösterilen Meksika Körfezi’ndeki sızıntıya tepki vermekte geç kaldığı için eleştirilen Obama’nın, şimdiye kadar BP’ye yönelttiği en sert eleştiriler oldu.
Obama ayrıca, bu felaketten etkilenen herkesin zararının karşılanması gerektiğini bir kez daha dile getirdi.
HALK HÜKÜMETE İNANMIYOR
Diğer yandan Washington Post gazetesi ve ABC kanalının ortaklaşa düzenlediği bir anket, ABD’lilerin yüzde 69’nunun hükümetin petrol felaketiyle uğraşma konusunda “başarısız bir işe imza attığına” inandığını gösterdi.
Sızıntının Ağustos ayına kadar tam olarak durdurulması beklenmese de BP son yaptığı açıklamalarla denize sızan petrol miktarının her geçen gün biraz daha fazla kısmını kontrol ettiğine dikkat çekti.
Diğer yandan, Washington’da bugün toplanacak olan Kongre üyeleri, BP ve diğer enerji şirketlerinin daha fazla denetlenmesini konu edinecek bir tartışma gerçekleştirecek.
Bununla birlikte, petrol sızıntısının kıyı şeridinin 193 kilometresini etkilediği belirtildi. Louisiana ve Mississippi ile Alabama adalarındaki vahşi yaşam alanlarını mahveden sızıntı, aynı zamanda Florida’nın 1 milyon kişiye iş imkanı sağlayan ve yılda 60 milyar dolar gelir elde edilen kıyılarını da etkisi altına almaya başladı.
|
Reşat Nuri Erol
09.06.2010
13:59
|
Amerikalı Yahudi’den ilginç makale
Amerikalı Yahudilerin en fanatiklerinden olan Öğretim Üyesi Barry Rubin, AK Parti’nin başa geldiğinden bu yana İsrail’le bir tek askeri anlaşma imzalamadığını ve krizin sebebinin de bu olduğunu belirtirken, “Erdoğan olduğu sürece bize rahat yok” dedi. Rubin, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu ise “Erdoğan’ı uzaklaştırmak için bir alternatif” olarak niteledi.
Filistin’in Gazze Şeridi’ne yardım götüren Mavi Marmara gemisinde 9 vatandaşımızı katleden İsrail’in Türkiye düşmanlığının gerekçesini Amerikalı Yahudilerin en fanatiklerinden olan Barry Rubin açıkladı. “AK Parti başta olduğu sürece Türkiye-İsrail ilişkileri düzelmeyecek” diyen Rubin, iki ülke arasındaki krizin ne Gazze saldırısıyla ne de Mavi Marmara saldırısıyla başladığını belirterek, AK Parti’nin başa geldiğinden bu yana İsrail’le bir tek askeri anlaşma imzalamadığını ve krizin sebebinin de bu olduğunu yazdı.
Aralarında Avrupa ülkelerinin olduğu 32 ülkeden barış gönüllülerini taşıyan yardım gemisine saldıran İsrail’in Türkiye’nin iç işlerine de karışmaya çalıştığı ortaya çıktı. “Türk monşerlerinin yakın dostu” olarak bilinen ve bir dönem Türk-İsrail Parlamentosu Dostluk Grubu Başkanı olan Barry Rubin, “Türkiye Rejimi Batı’dan Doğu’ya Doğru Yön Değiştiriyor” başlıklı makalesinde, Türkiye ve Başbakan Erdoğan’a karşı ağır ifadeler kullanırken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu ise “Erdoğan’ı uzaklaştırmak için bir alternatif” olarak niteledi.
ERDOĞAN OLDUĞU SÜRECE BİZE RAHAT YOK
İsrail’in ABD’deki en önemli seslerinden biri kabul edilen ve hala İsrail’in Herlziya kentindeki Bilim Merkezi’nde öğretim görevlisi olan Rubin, Pajamas Media’da yayınlanan makalesinde Türkiye’nin başında Erdoğan olduğu sürece İsrail’e rahat olmayacağını kaydederek, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmesiyle işlerin yolunda gittiğini ancak yardım gemisindeki olayla birlikte Erdoğan’ın yeniden popüler olduğunu yazdı. Makalesinin sonunda “Türk okuyucular için” başlığıyla bir not da yazan Rubin, “Bazılarınızın benim ilişkilerin bozulmasında Türkiye’yi suçladığımı söylediğinizi duyuyorum. Ben Türkiye’yi suçlamıyorum, hükümetini suçluyorum. Birçoğunuz bana İsrail’e karşı çok kızgın olduğunuzu, çünkü bu durumdan mevcut hükümetin yararlı çıkacağını söylediniz” ifadelerini kullandı.
DOST TÜRKLERLE KONUŞMUŞ
Rubin, hangi Türklerin kendisine ’Bu saldırı AK Parti’nin ömrünü uzattı’ dediğini açıklamadı. Askeri çevrelere yakınlığıyla bilinen Gazeteci Mehmet Ali Kışlalı daha önce Barry Rubin’den övgüyle bahsetmişti. Rubin makalesinin sonundaki ’Türk okuyucularına’ notunda ayrıca “Ülkenizin ne yaptığını düşünün. Cenazelerde şehitler kutlanırken, bireysel olarak bazı Türkler ülkenin uluslararası politikasını başka ülkenin askerlerine saldırarak sürdürüyorsa, ’Dünyada ve Türkiye’de barış’ yerini cihada bırakıyorsa, bu durum 60 yıldır Arapları götüren yola sokmuyor mu?” ifadelerini kulandı.
AK PARTİ BİR TANE ASKERİ ANLAŞMA YAPMADI
Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilerin ne Gazze filosundaki krizle ne de 2008-2009’da Gazze’deki ’İsrail-HAMAS savaşıyla’ bozulduğunu söyleyen Rubin, ilişkilerin bozulmasının sebebinin AK Parti Hükümeti’nin başa geldiğinden beri İsrail’le bir tane bile yeni askeri anlaşma imzalamaması olduğunu yazdı. Türkiye ve İsrail arasındaki ’özel’ ilişkilerin bittiğini ve bunun sorumlusunun da Türkiye’deki İslamcı hükümet olduğunu öne süren Barry, “Ankara’daki laik bir hükümet İran, Suriye ve Saddam Hüseyin’in Irak’ın ana tehdit olarak gördüğü zaman İsrail’e ihtiyaç duyuyordu. Ne zamanki bir hükümet İran ve Suriye’yi yakın müttefik görmeye başladı, İsrail düşman oldu” dedi.
TÜRK GENERALLERE SİTEM ETTİ
Türk ordusunun bir zamanlar rejimin önemli bir parçası olduğunu ve hem askeri teçhizat kaynağı hem de İslamcı ve radikal Arap rejimlerine karşı olduğu için İsrail’le müttefik olduğunu yazan Rubin, ordunun bastırıldığını ve generalleri yabancı müttefiklerinden (İsrail) mahrum bırakmanın AK Parti Hükümeti’nin bir önceliği olduğunu belirtti. Türkiye’nin İsrail’e ABD ile ilişkilerinde ihtiyaç duyulan bir ülke olarak gördüğünü ancak ABD’nin AK Parti’yi kabul etmesi ve İsrail’i bırakmasından sonra bu ittifakın bozulduğunu belirten Rubin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Bölge barışına en önemli tehdit İsrail’dir, İran değil” şeklinde ifadeler sarfettiğini kaydetti.
DAVUTOĞLU’YLA DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI DA FETHEDİLDİ
AK Parti’nin İsrail karşıtlığının önceleri anlaşılmadığını, ancak ikinci kez seçilip kendisine güven duyunca bunu açığa çıkardığını yazan Rubin, hükümetin kendisini eleştiren yüzlerce kişiyi tutuklattırdığını medyanın yüzde 40’ını satın aldığını ve bürokrasiye kendi gibi düşünen insanlar aldığını ileri sürdü. Gazze’de çocukların öldürülmesini ’İsrail güvenliği için gerekli’ diyen Şimon Peres’i ’en güvercin kişi’ diye tanımlayan Rubin, Erdoğan’ın Davos’ta demogoji yaptığını ve ülkesine döndüğünde büyük bir popülerite kazandığını ifade etti. Başbakan Erdoğan’la birlikte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da İsrail’le bozulan ilişkilerin sorumlusu olduğunu yazan Rubin, “Davutoğlu’nin yazdıklarının tercüme edilmemiş olması birr kayıp. Çünkü Davutoğlu İngilizce yazdığı zaman Türkiye’nin herkesin dostu olmak istediğini söylüyor. Ama Türkçe versiyonunda hedefinin Batı’dan nefret edenlerle dost olmak olduğunu söylüyor. Davudoğlu’nun atanması AK Parti’nin İslamcılık’tan nefret eden bir başka kurum olan Dışişleri Bakanlığı’nın da fethedildiğini gösteriyor” dedi.
KEMAL KILIÇDAROĞLU BİR UMUTTU
Kemal Kılıçdaroğlu gibi popüler bir ismin muhalefetin başına geçmesinin AK Parti rejiminin düşeceğine dair umutları arttırdığını, ordunun nötr kalmasından sonra seçimlerin Türkiye’yi İslamcılardan kurtarmanın tek yol olduğunu kaydeden Rubin, “Ancak, İsrail askerlerine saldırdıktan sonra öldürülenlerin cesetleri, büyük ihtimalle AK Parti’nin zaferini ilan edecek. Bir Türk yazarın dediği gibi AK Parti üçüncü kez başa gelecek. ABD ve Batı’nın desteğini yitirmeyeceği için AK Parti’nin İsrail’in ticaret ve turizmini kurban etmesi önemli birşey değil” diye yazdı.
REFERANDUM KABUL EDİLİRSE YARGI DA GİDECEK
12 Eylül’de yapılacak referandumla Anayas değişikliğinin kabul edilmesi halinde hükümetin ele geçirilmemiş tek yer olan yargıyı da ele geçireceğini yazan Rubin, ismini vermediği bir ’Türk meslektaşınının “Türk halkı Batı’nın ve İsrail’in düşmanı değil. Onlar sadece yolcu. Asıl problem rejimin kaptanı ve ekibi” dediğini belirtti. AK Parti içinde de bazı ılımlı kişilerin bulunduğunu ve kendisinin Türk-İsrail parlamentolar arası dostluk grubunu misafir ettiğinde bu kişilerin iyi ilişkiler için çok içten olduğunu yazan Rubin, hükümetin organize ettiğini iddia ettiği Gazze filosuyla birlikte İslamcılık ve milliyetçilik duygusunun pekiştiğini belirtti.
HAMAS’A DESTEK YÜZDE 100 OLDU
“Bu hükümet milliyetçilik karşıtı bir hükümet ve Atatürk Cumhuriyeti’ni parçalıyor” diyen fanatik yazar, “Ancak yine de kendisini Türk bayrağına sarmayı başardı. AK Parti’ye ve HAMAS’a destek veren yüzde 30’dan daha az bir oran şimdi yüzde 100’e dönüştü. Her yerde Filistin bayrakları sallanıyor ve ’İsrail’le askeri işbirliğine son verin’, ’Tüm İsraillileri öldürün’, ’Allah-ü Ekber’, ’Yahudilere Ölüm, ’İsrail’e Saldır’ sloganlarının atıldığını ileri sürdü. İslamcı gazete Zaman’da çıkan bir makalede İsrail’in PKK’ya Türkiye’nin İskenderun’daki deniz üssüne saldırması emri verdiğini yazdığını kaydeden Rubin, “Muhalefet partileri bile ya ikna edilmiş ya da bu milliyetçi trend karşısında korkutuldu. Tüm partiler parlamentoda İsrail’le ilişkilerin kesilmesi çağrısı yaptı. Türk medyası barış seven göstericilerin zalimce saldırıldığını yazdı” ifadelerini kullandı.
OBAMA, TÜRKİYE’Yİ CESARETLENDİRİYOR
Şimdiye kadar Türkiye’ye ses çıkarmayan ABD’nin Washington Post gazetesinde Erdoğan’ı eleştiren yazının çıkmasıyla tavır değişikliğine gittiğini yazan Rubin, Obama’nın CNN’deki röportajında Türkiye’yi övmesi bu ülkeyi cesaretlendirdiğini de yazdı. Rubin ayrıca, gemideki saldırıdan sonra bazı Türk yazarlarının ’Başka bir ülke Türkiye’den PKK’ya yardım etmek isterse ne olacak?” şeklinde İsrail’i savunan yazılarına benzer bir analoji kurarak, “Türkiye 1993’ten beri Azerbaycan’ı desteklemek için Ermenistan sınırını bloke etti. Eğer insani bir konvoy sınırı geçmek isterse ve Türk askerlerine saldırırsa ne olacak? Türkiye birçok kez Kürt isyancılara saldırmak için Kuzey Irak’a girdi” ifadelerini kullandı.
AK PARTİ BAŞTA OLDUĞU SÜRECE
“Türkiye ve İsrail’in sıcak ilişkilerini kurtarmaya dair bir fikir AK Parti hükümette olduğu sürece bir illüzyondan ibarettir” diyen Amerikan Yahudilerinin en fanatik yazarlarından Rubin, “AK Parti hükümette olduğu sürece, bu Batı’ya bir ihtilafın sadece başlangıcı olacak. Rejim (Türkiye), İsrail’in suçlu bulunmasını, tazminat ödemesini ve ABD’nin de bu kararı desteklemesini istiyor. Eğer bu olmazsa, Erdoğan daha fazla yumruk sallayacak ve on binlerce kızgın gösterici Türkiye’nin caddelerini dolduracak” dedi.
AK PARTİ’NİN DEVRİLMESİ İÇİN...
Rubin, AK Parti’nin devrilmesi temennisini ise şu sözlerle açıkladı: “Türkiye için umut edilecek en iyi şey şu anda bir başka partinin başa gelmesi. İsrail-Türkiye ilişkileri kolay bir şekilde eski sıcaklığına hemen dönmeyebili ancak normal bir durum ilişkilere egemen olacak. Eğer AK Parti uzun bir süre iktidarda kalmayacaksa, Türkiye’nin İsrail’i terketmesi de sürekli olmayacaktır. Burada ortaya çıkan soru şu: Türk hükümeti Türkiye-ABD menfaatleri aynı doğrultuda olmadan öcen daha ne kadar Amerikan menfaatlerine sabotaj düzenleyecek? Türkiye’nin Batı’yı bırakması büyük bir stratejik değişiklik ve demokrasi için bir kayıp olacaktır” dedi.
|
Reşat Nuri Erol
10.06.2010
09:45
|
Asıl hedefleri: Filistin doğalgazı
İsrail’in derdi başka...
Bakın, Mavi Marmara’nın öncülüğünde Akdeniz’in uluslararası sularında gerçekleştirilen bir “insani direniş”, yüzyılın en büyük hırsızlığını nasıl ortaya çıkardı: İsrail, Gazze’de yaşayan 1.5 milyon masum sivili, bir açık hava hapishanesinde, yine onlara ait doğalgazı çalmak için yaşatıyor!..
Lafı uzatmadan anlatalım:
Filistin Devleti’nin doğalgazı
Bölgede herşey, İngiliz doğalgaz şirketi British Gas’ın, 1999 yılında, Akdeniz sularında, Gazze Şeridi’nin yakınında çok büyük bir doğalgaz yatağı bulmasıyla başladı.
Yapılan çalışmalardan elde edilen ilk sonuçlar, bölgede yaklaşık 6 milyar dolar değerinde 2 trilyon metreküp doğalgaz olduğunu ortaya koydu.
British Gas, yanına, merkezi Atina’da, Lübnan’ın iki güçlü ailesi Sabbagh ve Koury aileleri ortaklığında Consolidated Contractors International’ı alarak, dönemin Filistin lideri Yaser Arafat ile bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşmaya göre Birleşmiş Milletler tarafından da “Filistin’e ait olduğu” tescillenen doğalgazın işletmesinden doğacak karın yüzde 60’ını British Gas, yüzde 30’unu Lübnanlılar, yüzde 10’unu da Filistin’in kalkınması için kurulmuş özel Filistin Fonu alacaktı.
Kuyular açıldı
British Gas, aldığı bu onay sonucunda Gazze açıklarında iki kuyu açtı: Gaza Marine-1 ve Gaza Marine-2. Planlama, çıkarılan gazın öncelikle İsrail’e satılmasıydı. Fakat 2001 yılında yapılan seçimler, iktidara Ariel Şaron’ • getirdi. Şaron’un yaptığı ilk açıklama ise “İsrail’in asla Filistin’den gaz almayacağı” yönündeydi. Nitekim, 2003 yılında bu yöndeki bir planlamayı tartışmadan veto etti.
2006 yılında yapılan seçimlerde Gazze’de zaferi Hamas’ın kazanması, zaten bütün herşeyin başlangıcı oldu.
Asıl hedef: İşgal
MOSSAD Başkanı Meir Dagan’ın (ki kendisi, Ariel Şaron’un 1982 yılında Beyrut’ta tezgahladığı, binlerce
Filistinli’nin ölümüyle sonuçlanan Sabra ve Şatila mülteci kampları katliamlarının ünlü albayıdır) “Gazze’den alınacak gaz, bölgedeki terörist faaliyetleri güçlendirir” yönündeki raporu İsrail’in hedefinin başka olduğunu gösteriyordu.
Nitekim, British Gas ile yapılan anlaşma asla işlemedi!.. Şirket, bunun üzerine, Ocak 2008’de İsrail’deki temsilcilik ofisini kapattı...
Aynı günlerde İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İsrail ordusuna altı ay içinde devreye sokulacak bir “Gazze işgal planı” yapması talimatı veriyordu.
Ne oluyor, ne olabilir?
Filistin şu anda, “anasının ak sütü gibi helal” doğalgazını çıkarıp, özgürce satıp paraya çeviremiyor. Özellikle abluka altında yokluk içinde kıvranan Gazze halkı şu anda büyük bir servetin üzerinde oturuyor!..
Bölgeden doğalgaz çıkartan tek devlet, İsrail. Teksas merkezli Amerikan şirketi Noble Energy’ nin, Filistin’e ait yataklara yakın bir noktada açmış olduğu Mari-B kuyusundan doğalgaz Ashkelon limanına pompalanıyor. Aynı şirket Ocak 2009’da Hayfa’ya 50 mil mesafede açtığı Tamar-1 kuyusunun da büyük bir doğalgaz kaynağına ulaştığını açıkladı.
Şimdi sıkı durun: Noble Energy, zengin petrol ve doğalgaz yataklarının yakınına kuyu açıp “yatay delme” yöntemiyle “komşunun yataklarına ulaşıp” bu kaynaklardan “hırsızlama yapma” konusunda uzman olarak tanınan bir şirket... İsrail firmaları İsramco Negev 2, Delek Drilling, Avner Oil Exploration ve Dor Gas Exploration ile birlikte çalışan Noble Energy, bölgede yeni kuyuları da açmayı sürdürüyor.
Tel Aviv’in yakında, “Gazze’de abluka kalkar ama, bölgenin askeri sınırları yeniden çizilir” demesi de bekleniyor...
Bu tür bir teklif, kağıt üstünde İsrail’in terörizme karşı mücadele zemini gibi görünse de esas olarak bölgedeki doğalgaz ve petrol yatakları üzerindeki askeri hakimiyetinin sınırlarını oluşturacak.
Şimdiden uyarıyorum...
Ardan Zentürk / Star
|
Eray ŞIK
10.06.2010
14:20
| Ahir zaman alemine doğru yöneldiğimiz bu zamanda,Açıkça görülüyor ki,Artık insanlık bir uyanış içine girmiştir..Diğer yandan bakıldığında ise;Buhrana sürüklenen milyonlarca insanın olduğunu görüyoruz.Elbette Allah nurunu tamamlayacak,Elbette Hak Batıla galip gelecek..Fakat Hak Batıl mücadelesinde gaflete kapılıp batıla hizmet edenlerin hali içler acısı olacak..
Günümüzün en tehlikeli düşmanı Şüphesiz siyonizmdir..Siyonizm Yüzyıllardır İslam dinini yok etmek için mücadele etmektedir..Malesef kısmen başarılı olmaktadır.Ancak Siyonizme karşı direnenler azınlıkta kalmış,Siyonizm gerçeğini haykıranlar da oyunlara uğrayarak yok olmmaya çalışılmaktadır..
Bir diğer tehlike de Yalnışın en büyüğü Doğruya en yakın olanıdır ibaresidir..Günümüzde bazı kurum-kuruluşlar..Dernekler,Cemaatler bunu uygulamaktadırlar..İnsanlarda Onların yönlendirmesi ile büyük bir yalnışın içine girmektedirler..
1100 Yıllık tarihi olan bu Vatan toprakları geçmişte olduğu gibi günümüzdede birçok oyun ve savaşın içinde olacaktır..Ve yine Hak batıla galip gelecektir..Umarız Hakkı hak bilip batılın karşısında dur deme feraseti hep içimizde olur...Saygılarımla....
|
Reşat Nuri Erol
12.06.2010
12:51
|
Gerçekten kaza mı sandınız?
21 Nisan günü Meksika Körfezi’nde Deepwater Horizon Petrol Platformu battığında, benzersiz çevre felaketinin hem BP hem de ABD Başkanı için talihsiz bir süreç yaratacağını kestirmek mümkün değildi.
Değildi çünkü petrol sızıntısının bu kadar uzun süre durdurulamayacağı beklenmiyordu.
Kuşkusuz bu tablodan en ağır yarayı bölgenin doğası aldı ve bunun üzerinde bir zarar düşünülemez.
İkinci sırada ise BP var ve güçlü şirketin artık ne kadar güçlü olduğu bilinmiyor. Sızıntıyı durdurmak için harcadığı bir milyar dolar civarındaki para, hisse senetleri ve şirketin güvenliği yüzünden gidecek paranın yanında devede kulak.
Ve üçüncü sırada Barack Obama yani ABD Başkanı var. Ve garip biçimde siyasi bir fatura-üstelik yüklüce-ödeyeceğinden neredeyse herkes emin.
Biz de bu haberimizde meselenin bu yönüne bakacağız. Tabii ilk handikap artık seçim sath-ı maaline giren ABD’de kamuoyunun akşam televizyonlarda petrol batağına saplanan hayvanların can çekişmelerini izledikten sonra, taa işin başında Başkanlık seçim kampanyalarında “çevre” için büyük duyarlılık vaadeden Obama’ya oy veren seçmenlerin kızgınlığı.
Konu bu kadar da değil. Dahası şu; Geçtiğimiz Mart ayında Obama-daha yeni yani-Amerika’nın geniş bir kıyı kesimini petrol ve gaz aramalarına açmıştı.
Beklenmeyen bu davranış çevrecileri ayağa kaldırmış, Obama’nın “da” büyük petrol/enerji şirketlerine ve hem Senato hem de Temsilciler Meclisi’ndeki lobilerine boyun eğdiğini düşünmüşlerdi.
Öte yandan bu karar inanılmaz büyük bir ekonomik pasta ve dinamizmin kapılarını açıyordu. Üstelik ABD’nin enerjide dışa bağımlılığına da biraz olsun ket vurabilirdi.
Nisan 21’de platform battı, Mayıs’ta ise Obama bu kararını askıya aldı.
Şimdi durum şu: Birkaç ay sonra seçim var. Hem ABD’de inanılmaz güce sahip olan kimi petrol/gaz firmaları kızgın hem de neredeyse tamamı Obamacı olan çevreciler.
www.iyibilgi.com
|
Reşat Nuri Erol
12.06.2010
12:54
|
Mahir Kaynak’ın son yazısını okuyacaksınız.. Ama önce yukarıdaki değerlendirmeyi okuyun.. Ve Mahir Kaynak’ın son cümlesine dikkat: "Son zamanlarda ABD kıyılarını tehdit eden petrol sızıntısı ne güzel bir tesadüf değil mi?" (RNE)
Dengeler altüst olabilir
Dünyada büyük bir değişim yaşanıyor...
Başbakan Erdoğan, Nükleer Takas anlaşmasından önce BM Güvenlik Konseyi üyelerine bilgi verildiğini ve onların desteğinin sağlandığını söylüyor. Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlara hayır demesinin, bu durumda, normal karşılanması gerekiyor. Çelişki Türkiye’den değil Güvenlik Konseyi üyelerinden kaynaklanıyor. Bu durumun doğru değerlendirilmesi ileride karşılaşacağımız sorunları anlamamızı sağlayacaktır.
İyimser bakış açısıyla, ülkemizin bölgesel bir güç olmasını kendi çıkarlarına uygun görenler, İran’la yaşanacak gerilimlerde ülkemizi dışarıda tutmak, böylece İran’ın ülkemize yönelik ekonomik baskılar uygulamasının önüne geçmek istemiş olabilirler. Bu arada Araplara yönelik açılımımızdan İran’ın endişelenmesi de engellenmiş olur..
Başka bir bakış açısına göre bu çelişkinin gerçekte ABD’nin iç politikasındaki farklılıklardan ve çekişmelerden kaynaklanmış olmasıdır. Obama yönetimine karşıt olanlar hem onu hem de onunla yakın gördükleri ülkemizdeki iktidarı aynı çizgiye çekerek tek kurşunla vurmak istemiş olabilirler.
Yapılacak analiz dünya ölçeğinde olmadıkça ülkemizin karşılaşacağı sorunları anlamak mümkün değildir. Şu anda bölgesel bir güç olmamız yönünde gelişen ve hem ABD hem de Rusya tarafından desteklenen politikalar, özellikle ABD içinde güç değişimi ve buna bağlı politika değişimiyle, ters yüz olabilir.
Dünyada büyük bir değişim yaşanıyor ve yeni bir denge oluşuyor. Bu denge nasıl olacaktır sorusu cevaplandırılmadan ve günlük olayların akışına göre yapılan yorumların gerçekleşmesi analizin doğruluğundan değil şanslı olmaktan kaynaklanır yani tesadüfidir. Bazıları önümüzdeki dönemde dünyadaki ekonomik güç sıralanmasında Çin’in ilk sırayı alacağını, ABD’nin ikinci sıraya gerileyeceğini söylüyor. Bu tahmin mi yoksa temenni mi? Ya da yaşanan gelişmelerin bu sonucu doğuracağı söylenerek ABD ve Rusya tehdit mi edilmektedir?
ABD içindeki politik dengeler dünyayı ve ülkemizi etkilediğine göre bunu bilmek zorundayız. Herhangi bir iddiada bulunmadan izlenimlerimi aktarabilirim. ABD’de Obama politikalarına karşı çıkanlar petrol lobilerinin desteklediği Neo Con politikalardır. Burada iki görüş çatışmaktadır. Petrol lobileri petrolün daha uzun süre kullanılabileceğini ve alternatif enerji kaynaklarına geçişin zamanının gelmediğini düşünmektedir. Diğer kanat petrol kullanımının yarattığı çevre etkisini de kullanarak alternatif enerjiye geçişin zamanın geldiğini düşünmekte ve alternatif enerji kaynaklarının en önemlisi olan nükleer enerjiyi kontrol altına almaya çalışmaktadır. İran’ın nükleer faaliyetleri bu kontrol mekanizmalarının kurulması için fırsat olarak değerlendirilmektedir. Bazen rastlantılar da çevre bilincinin yayılmasına katkıda bulunmaktadır. Son zamanlarda ABD kıyılarını tehdit eden petrol sızıntısı ne güzel bir tesadüf değil mi?
Mahir Kaynak / Star
|