Siyasî sonuçlar
1754 Okunma, 17 Yorum
Mahir Kaynak - Star
Süleyman Karagülle

• Siyasî sonuçlar 5 Haziran 2010 Cumartesi

Siyasî sonuçlar mkaynak@stargazete.com

 

- İsrail ile yaşanan krizde hangi tarafın haklı ya da haksız olduğu tartışılıyor. Bu gibi tartışmalar kamuoyunun desteğini sağlamak için yapılır ve gereklidir. Asıl sorulması gereken soru ise bu sel etkisini kaybedince kalan kumun ne olacağıdır ve genelde bu sorgulanmaz.

- Sermaye ABD dâhil dünyada etkisini yitirdi. Olay ulusların açık denizde ve uluslararası insanî yardıma giden silahsız gemilere karşı yapılmıştır. Türkiye kullanılmıştır. Bu Akdeniz hâkimiyeti iddia eden ABD, AB ve Rusya’ya karşı yapılmıştır. Sermaye benim param var siz kimsiniz diyor.

- İsrail’in bölgedeki rolü Araplara bir düşman yaratmaktı. Böylece bölge halkının başka bir düşman tanımı yapması ve bunun ABD olması engellendi. Filistinlilerin haklı bir savaşı yürütürken gerçekte bu çatışmayı sürdürme rollerini yerine getirdikleri söylenebilir. Bir barış için İsrail ve Filistinlilerin bir siyasi çözümde uzlaşmaları gerekiyordu ama böyle bir yakınlaşma sağlanamadı. Her iki tarafın savaş için harcadıkları para Filistinlilere müreffeh bir hayat sağlamaya yeter ve artardı ama barış sağlanırsa Araplar için öteki kim olacaktı? Bölgedeki denge bu çatışma üzerine kuruldu ve devam etti.

- Sömürü sermayesi önce İsrail devletine karşı çıkmıştır. 1897 Basel kongresinde başaramayınca İsrail devletini kendi sömürü aracı olarak oluşturdu. Ortadoğu’daki karışıklık sonucu bir taraftan kendisi sömürmeye devam ediyor. Diğer taraftan da Filistin’deki İsrailoğullarının zenginleşmesini önlüyor. Hamas’ı finanse eden de Tekel sermayedir. Sovyetleri finanse eden de o idi. Hitleri o finanse etmiştir.

Şimdi bölge yeniden şekilleniyor ve eski denge gereksiz hale geliyor. Bundan sonra Arapların İran’ı karşıt güç olarak algılamalarının istendiği söylenebilir. Bunun doğal sonucu İsrail’in etkisizleştirilmesi ve bir tehdit olmaktan çıkarılmasıdır. ABD İsrail’in güvenliğini sağlamanın ötesinde bir birliktelik görünümü vermeyecektir ve son krizde ABD’nin tepkisinin bunu doğrular nitelikte olduğu gözlenmektedir.

- Türkiye’de başlayan Erbakan hareketi Gorbaçov’la zirveye ulaşmış, Sermaye adım adım gücünü kaybetmiştir. Papalığın yeniden güçlenmesi, Obama’nın seçilmesi Sermayeyi bitirmek üzeredir. Irak teskeresinin geçmemesi Buş’un iktidarına son vermiştir. İran’la olan boğuşma da bitmek üzeredir. Tekel sermayenin can çekişme çırpınışlarıdır. İsrail devleti barışa kavuşturulacaktır. Tekel sermaye de sömürücü olmaktan çıkacaktır. Bu gidişe karşı çıkan Yahudiler mağlup olacaktır. Bu gidişe ayak uyduranlar yine insanlığa hizmete devam edecektir. Olaylar bu yönde gelişecektir.

Ancak bu analizin doğru olması bazı şartlara bağlıdır. Eğer İran yeni karşıt güç olacaksa Türkiye bu dengenin neresindedir? İsrail’e karşı tavır alıp Arapların desteğini sağlarken İran’la iyi ilişkiler kuran Türkiye böyle bir modeli geçersiz kılmaktadır. Bu durumda yeni model bölgede bir İslam dayanışmasının sağlanması ve bunun liderliğini Türkiye’nin üstlenmesi olabilir. Karşı güç, İran’ın istediği gibi ABD olabilir mi? Türkiye önderliğindeki İslam alemi Çin ile ittifak yapıp Batı karşıtı bir konuma gelebilir mi? Ya da Batı içinde bir bölünme yaşanır ve AB ile ABD farklılaşır, Ortadoğu ikisinden biri ile ittifak yapar mı? Türkiye’nin nükleer takas konusunda batının beş büyük ülkesini karşısına alması böyle bir gelişmenin işareti mi? Yoksa yaptığım analiz tümüyle yanlış ve kimse bir denge arayışında değil de doğru bulduğu şeyleri mi yapıyor?

- Sermaye’nin kontrolünde savaştırılan bir dünya artık olmayacaktır. Gelecek dünyası Hinduizm, Budizm, Hristiyanlık ve İslamiyet’in benimsediği hakkı üstün tutan medeniyetin hâkim olduğu dünya olacaktır. Tevrat ve Kur’an’ın şerîat hükümleri hâkim olacaktır. Bunun adı Adil Düzen’dir. Türkiye bunun kültürel merkezi olacaktır. Çünkü bugünkü ilimleri ve Kur’an’ı bilen tek ulus Türkiye’dir. Dünyadaki devletler ikiye ayrılacak. Hakkı üstün tutan devletler. Kuvveti üstün tutan devletler. Hakkı üstün tutan devletlerin adı İslam devletleridir. Bunların Kur’an ehli olması gerekmez. Her Kur’an ehli de barış ülkesidir demek değildir.

- Bu şöyle bir sorunun cevaplandırılmasını gerektirir: Soğuk Savaş bittikten sonra yok olan denge için kimsenin bir projesi yoktu. Olayların doğal seyri, herhangi bir projeye bağlı olmadan, yeni dengenin kurulmasını mı sağlayacak yoksa önceden planlanan bir yere doğru mu gidiyoruz? Geçmişte birbirine karşıt görünen ABD ve Rusya aslında ortak bir denge mi kurmuşlardı ve şimdi eskisinin yerine yenisini kurmakta da anlaştılar mı? Bu düşünceye itiraz edilebilir ve artık ABD’nin en büyük güç olmadığı, belirleyen değil belirlenen konuma düştüğü söylenebilir ve söylenmektedir. Bu durumda gelecek için tahminler yaparken olayların doğal seyrine bakarak neler olacağını kestirmek ve bunun bir projeye dayanamadığını söylemek gerekir.

- Ak Parti’den sonra hakka dayalı Adil Düzen Türkiye’de uygulanacaktır. Bunun en büyük destekçisi Kilise olacaktır. Sonra eski sosyalist ülkeler ve Çin Adil Düzen’i öğrendikten sonra ülkelerinde uygulayacaktır. AB papanın gösterdiği doğrultuda gidecektir. ABD güçlü devlet olmakta devam edecektir. Ama Sermayenin emrinden çıkacaktır. Dünyayı sömürme siyasetinden vazgeçip hizmet siyasetine gidecektir. Filistin İsrailoğullarının olacaktır. Orada yaşayan Filistinliler diğer İslam ülkelerinde yerleştirilecek ve onlar İsrail’le yarışan devlet oluşturacaklardır. Hakkı üstün tutan devletler olacaktır. Ama adım adım onlar mağlup olacaklardır.

- Ben gelişmelerin önceden belirlenen bir planla yapıldığını ama bunun her projenin mutlaka gerçekleşmesi anlamına gelmediğini, öngörülemeyen bazı gelişmelerin süreci etkileyebileceğini düşünüyorum. Ama öngörülenleri bilirsek politikalarımızı daha doğru belirleyebiliriz.

- Planları Tekel sermaye yapıyor. Bir de Allah yapıyor. Allah’ın planı insanlığa hayır getirecektir. Nitekim Sermaye tarihte federal yönetimi krallıklarla yıkmıştır, krallıkları demokrasiyle yıkmıştır. Demokrasiyi sosyalizmle yıkmıştır. Bugün bunlar yeniden dirilmektedir. İnsanlık anayasası bucaklar, iller, devletler ve insanlık hükümlerinin

düzenlenmesidir. Sonuçta Sermayenin yaptıklarının hepsi Adil Düzen’e hizmet olmuştur.

• Siyasi sonuçlar 5 Haziran 2010 Cumartesi

ABD ve Rusya’daki atom silahı III. Cihan Savaşı’nı önlemiştir. Diğer devletler atomu kullanamazlar. İki devlet nükleer savunmayı da geliştirdi. Dünyaya ise Sermaye hâkimdir ve olacaktır. Türkiye aracı olmaktan çıkıp altı devletin güvencesi olduk.

Özet Yorum: Atom sanıldığı kadar güçlü silah değildir. Dünyayı korkutma aracıdır. Nükleer savunmayı her devlet geliştirebilir. Atom silahları da Sermayenin elindedir. Türkiye Obama ile Ahmedi Necat’ın arasını buldu, yerindedir.

• Siyasi sonuçlar 5 Haziran 2010 Cumartesi

Mavi Marmara olayı propaganda aracı olarak sürüyor. Sonra ne olacak? Savaş ABD tarafından yaratılıyor. Araplar meşgul ediliyor. Araplar İran’a düşman ediliyor. İsrail Arap düşmanlığı bitiriliyor. Türkiye nerede? Yoksa İslam ve ABD’de mi? Belirsizlik var. Soğuk savaşta bozulan dbege mi oluşturluyor. Gelişmerler planlı ama uygulada aksmalar var.

Yazı özeti: Sermaye kutuplaşmadaki çatışmalar dengesine dayanmaktadır. Soğuk Savaştan sonra denge kurulamamıştır. Gelecekte barış devletleri ile savaş devletleri arasında denge kurulacaktır. Sermaye değil hakk hâkim olacaktır.

 

 

Süleyman Karagülle


YorumcuYorum
Reşat Nuri Erol
07.06.2010
13:37

İnanılmaz şeyler oluyor

İsmail Küçükkaya, (Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni)

Siyasette hiçbir gelişmeyi ’abartmamak’, hiçbir gelişmeyi de ’küçümsememek’ lazım.

Türkiye gibi bir ülkede dengeleri değiştirecek olayların ’tesadüfen’ meydana geldiğine inanmayalım. Seçim sürecine girildiği günden itibaren akıl almaz şeyler yaşanıyor.

Genel manzaraya bakalım:

Uzun zamandır ’sessizlik sarmalına’ kapılan bölücü PKK terörü aniden ’hortlatılıyor’.

Üstelik İmralı’daki elebaşı ’tarih veriyor’, örgüt eylem tarzını değiştiriyor, şehirlere iniyor. Eşzamanlı olarak BDP’den hükümete yönelik en sert eleştiriler geliyor. AK Parti hükümetinin ’içeride gürültü koparma riskini’ üstlendiği ama ’dışarıda güçlü ilgiyle ve destekle karşılanan’ demokratik açılımına yönelik tavır ve yüksek bir duvar örülüyor.

Aynı kader Alevi açılımının başına geldi. Seyfi Oktay’ın Ergenekon kapsamında gözaltına alınması şok etkisi yarattı. Hükümet de onu hissetti, yargıdan karar geri alındı ama hasarı büyük oldu.

Büyük umutlarla ve iddialarla yola çıkılan Ermeni açılımının akıbeti de farklı değil. Hızla akan süreç yavaşladı, şu anda derin dondurucuda.

Bizim ülkemizde iç siyaset sadece kendi dinamikleriyle şekillenmez. Bu her yerde böyledir de Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’nin pozisyonu ve rolü düşünülünce, diplomasiyle uluslararası ilişkiler çok daha belirleyicidir.

GANDİ OPERASYONU

Şu ana kadar saydıklarımız ’çevresel’ gelişmeler.

’Merkezde’, ana zeminde ise CHP’deki yönetim değişikliği yer alıyor.

Baykal’ın gittiği Kılıçdaroğlu’nun geldiği günden itibaren, siyasal coğrafyanın bütün renkleri ve sınırları ’değişebilir’ hale gelmiştir. En başta dediğimiz ’abartılmaması’ ama ’küçümsenmemesi’ de gereken olay budur. Sekizinci yılına giren bir iktidar ve ’akacak mecra bulamayan kitleler’ için CHP, uygun bir kanal haline getiriliyor. Bakın, Kemal Kılıçdaroğlu seçildiğinden beri Türkiye turunda. Her gün bir başka ilde. Artıları da var eksileri de; ama emin olun Kemal Kılıçdaroğlu tıpkı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gibi çok çalışacak. Sırf bu nedenle bile Gandi rüzgarı ’denge sarsıcı’ oldu. Alt zemindeki metinde ise onun Dersimli bir Kürt ve Alevi olması dikkat çekici. O, bu özelliklerine hiç vurgu yapmasa da çeşitli açılımlar için müthiş avantajlı kimlik özellikleri taşımaktadır.

DARBE ERDOĞAN’A

Siyaset ve denge dizaynı zincirinin geçen haftaki halkasına gelince...

Hükümet, o yardım gemilerinin durdurulacağını görüyordu. Ama gayet doğal olarak öngöremedikleri şey, İsrail’in bu kadar acımasızca vahşet uygulamasıydı. Can kaybı tahmin edilemedi. Gazze’ye yardımlar konusunda uluslararası gündem yönlendirilecek, farkındalık yaratılacaktı. Bilinçli mi bilinmez, iç gündemde de Gandi rüzgarı kesilecek, muhafazakar taban yine AK Parti etrafında birleştirilecekti. Aranan heyecan Gazze’de bulunacaktı. Sonuç çeşitli yoruma açık, bekleyelim.

İsrail açısından ise ’güç kullanmak’, son derece bilinçli bir tercih oldu. Onlar yön ve yörünge tayin etmek için bunu kullandılar. Darbeyi Erdoğan hükümetine indirmek istediler. Erdoğan’ı küçük düşürmek, uluslararası kamuoyunda ’İran’dan, Hamas’tan yana göstermek’ planı yaptılar. Batı sistematiğinden koptuğu algısı yaratmayı düşündüler. Kendileri de zarar gördü ama meşruiyet sorunlarını umursayan bir ülke olmadılar ki hiçbir zaman.

GÜLEN’İN MESAJLARI

Deniz Baykal’ın istifa kararını açıklarken yaptığı tarihi vurguyu hatırlayalım: Fethullah Gülen’den gelen ’mesajın samimiyetine inandığını’ söylediği gün...

Sonra da Gazze olaylarıyla ilgili Gülen’in olay yaratan açıklamaları...

Kemal Kılıçdaroğlu’nun, ’Gülen’in bu sözleriyle birlikte sağlıklı bir tartışma zemini oluştu’ yorumu...

Dün onlarca köşe yazarı ’en belirgin özelliği iyi hatip olması olan bu din adamının’, aslında ne söylemediğini anlatmaya çalışıyordu. Komik duruma düşmüşler. Gülen’in o cümleleri Gazze olayından sonra şekillenen havaya, farklı bir renk ve ton verecek kadar önemliydi. Başka bir amacı yoksa bile en azından herkes Fethullah Gülen’in yardım filosunda yaşananlarla ilgili ne düşündüğünü öğrenmiş oldu. Şaşırtıcıydı.

AŞINDIRICI MÜDAHALELER

AK Parti çok güçlü bir iktidar. Sadece içerde değil, Ortadoğu dengeleri için de bu gücü kullanıyorlar. Eleştirenler var, ben de itirazlarım saklı kalmak kaydıyla aktif dış politikalarını destekliyorum. Fakat güç zamanla aşınır ve sahibini aşındırır. ’Yenilmez Armada’ olmadıklarına dair işaretler geliyor. 29 Mart yerel seçimlerinin asıl özelliği buydu. ’Evet, sandıkta gerileyebilir, yenilebilirler’ algısı ortaya çıktı. Sonra Kıbrıs’ta destekledikleri Talat seçimi kaybetti. Ve ilk defa o güçlü bağlarla birbirine yapışmış grupta en kritik oylamada fireler yaşandı. Bunların hiçbiri üzerindeki sis perdesi tamamen kalkmış değil. Şimdi çok hayati bir seçim için geri sayımdayız. En fazla bir yıl içinde sandık var. Mücadele büyük. Sadece Türkiye’de değil; Ortadoğu’da ve okyanus ötesinde de süreci dikkatle takip edenler ve müdahale niyetinde olanlar var. Bakalım kim ve kimler kazanacak? Gelecek bir yılı dikkatle takip edin.

Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:04

Tuzağa kim düştü?

İddia şu: İsrail gemilere sert müdahale ederek Türkiye’yi Ortadoğu’nun dipsiz kuyusuna çekmeye çalışıyor. Aman dikkat: Armagedon’cular yeniden iş başında. Peki, öyle mi? Kim kimi tuzağa çekiyor? iyibilgi analiz

Mavi Marmara’ya saldırı sonrasında kimi yorumcular İsrail’in yaptığı sert müdahaleyi “Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına çekme çabası” oalrak yorumluyor. Ankara “dikkatli olun, soğukkanlı davranın. Bu büyüyen Türkiye’yi bir çatışmaya çekerek küçültme operasyonudur. İran konusundaki tutumu nedeniyle bir cezalandırma yöntemidir” diyor.

Bu yorum şu anlama geliyor: Ankara o saldırıyla tuzağa çekiliyor. Yani Ankara burada gündemi belirlenen bir ülke. Rotası stratejik müdahalelerle dış ülkeler tarafından çizilen, bir stratejisi, politikası olmayan ülke konumunda.

Peki gerçekten öyle mi?

Bu noktada “İsrail neden saldırdı” diye değil, “Türkiye o gemileri neden gönderdi” diye sormak gerekiyor.

Elbette İsrail’in bu şekilde saldıracağı tahmin edilmiyordu. Beklenen gemilerin müdahaleyle limanlara çekilmesiydi.

Ancak o noktada bile israil ululsrarası baskıyla karşılaşacaktı. Yardımlara izin vermeyen bir ülke konumuna düşecek, israil daha fazla gemiyle yüzleşecekti. Dünyanın her bir yerinden yardım gemileri kalkarak rotasını gazze’ye çevirecekti.

Ve konu dünyanın gündemine gelecekti. İsrail, uzun bir süredir uyguladığı utanç ablukasıyla yeniden gündeme gelecekti.

İsrail Türkiye’ye diş biliyecekti, uluslararası kamuoyu önünde Türkiye ile ciddi bir tartışma başlayacaktı.

Çünkü Ankara, israil’le sözlü olarak hesaplaşmak ve ilişkileri germek istiyordu.

Sebebi, evet, kısmen Gazze, kısmen israil’in insafsız sert politikalarıydı.

Ancak asıl sebep, Türkiye ile İsrail’in çıkarlarının çatışmasıydı.

İsrail, bölgede istikrarsızlık kaynağıydı.

Gazze’de yaptıkları ve komşularıyla sorunları Türkiye’nin sıfır sorunla beslenen uluslararası ticarete dayalı önceliklerini tehdit ediyordu.

Türkiye’nin bölgede etkinliği artıyordu.

İsrail bu durumdan da rahatsızdı.

Çıkarlar artık çatışıyordu.

Son olarak İsrail, Türkiye’yi çok zor durumda bırakacak bir hamle yaptı ve Obama yönetimini bu konuda ikna etti. ABD iran’ı israil’in baskısıyla yeniden hedef tahtasına koydu. Türkiye, uygulanacak bir ambargonun ya da çıkacak bir sıcak çatışmanın kendisini riske atacağı, ticaretine darbe vuracağı, İran sınırında güvensizlik yaratarak teröre kapı aralanacağını düşündü. Tahran’da sağlanan anlaşmanın çalışmaları bu yüzden başladı ve başarıyla sonuçlandı. Ancak Türkiye şunu anladı: anlaşma yapılmış olsa da bu noktada israil’i, dolayısıyla ABD’yi yatıştırmak güç.

Birşeyler yapmak gerekiyordu.

Uluslararası toplumun dikkat ve baskısını İran’dan israil’e çevirmek, Türkiye’nin elini rahatlatmak, yakın gelecekte bölgede olacakları engellemek gerekiyordu.

Bir hesap yapıldı.

Gazze’ye yardım gemileri gidecekti.

İsrail bu gemileri engelleyeceğini söylüyordu.

Ancak kan dökeceği mesajı vermiyordu.

Bu dengeli bir “tahrik”ti. İsrail, tahrik edilecek, tartışnma ortamına çekilecek, gazze’ye saldırı, Davos, alçak koltuk krizi gibi konularla başlayan ilişkilerde soğuma ve Tel Aviv’e baskı sürecine yeni bir halka daha eklenecekti.

O halde bu gemiler yola çıkmalıydı.

Ve çıktı da...

Daha sonra beklenmeyen bir şey oldu. İsrail hem de uluslararası karasularında gemilere kanlı müdahalesini yaptı.

İsrail muvazenesini kaybetti.

Bölgede daha da geriledi.

Türkiye ise etkisine etki kattı.

Gazze’deki abluka hafifledi.

İsrail’in kendisi bile ablukayı sorgulamaya başladı.

Saldırıyla eş zamanlı olarak sadece israil’in kara propaganda araları devreye girmedi.

Türkiye de tarihinde ilk kez sistemli bir kamu diplomasisi atağı başlattı.

Dünyanın önde gelen bazı gazetelerinin başyazılarına müdahale edildi, bazı haberlerin başlığı atıldı.

Ortadoğu’da her sokakta Türk bayrağı dalgalanmaya başladı.

Tahran anlaşmasıyla uluslararası arenada savunma durumuna geçen ve anlaşmayı başkent başkent anlatmaya çalışan Ankara’nın pozisyonu 180 derece değişti.

Ankara savunmadan saldırıya geçti.

Şimdi yeniden soralım:

Gerçekten tuzağa kim düştü? Türkiye mi İsrail mi?

www.iyibilgi.com özel

Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:09

Sessizliği bozanlar

"İsrail askerleri iki prensiple savaşır.."

Richard Goldstone.

Mavi Marmara gemisindeki, hani tırnak içinde yazmaktan büyük zevk aldığınız sivil aktivistlerden biri değildi o.

Sivil aktivizmden anladığı belki bir bildirinin altına internetten imza atmak, iki dakika bir yerde dikilip evine dönmekti. Bir çocuk parkı için ölmek onun için de fazla kahramancaydı.

1,5 milyon unutulmuş Gazzeliye çocuk parkı götürmek için hayatını ortaya koyan, binlerce Afrikalı katarakt hastasını ameliyat ettirip onlardan “gözü açık mücahitler” yaratan bir İHH’lı da değildi.

Hayatında bir kez bile bir kadını dansa kaldırmamış, sakallı, kel, bakımsız erkeklerin Hamas’ı ile de bir ilgisi yoktu.

“2000 yıl önce biz burada yaşıyorduk” diye çıkıp gelenler tarafından terörle evlerinden edilen, açık toplama kamplarında sefalete terk edilen bir halkın, BM kararlarıyla sabit, işgal altındaki toprakları için direnmesi gibi “insanlığa karşı en büyük suçlardan” birini de işlememişti.

Daha da iyisi “AKP’lilik” denen o iğrenç ve korkunç durumla da malul değildi. Türkiye’de yaşasa Nişantaşı’da oturur, CHP’ye oy verir ve Hürriyet gazetesi okurdu.

Sakalı yoktu. Eşi ya da yakın akrabalarından biri de başörtülü değildi. İstenirse en yetkili makamdan anti-semitik olmadığına dair bir rapor bile getirebilir.

O halde sözü gönül rahatlığıyla Richard Goldstone’a verebiliriz.

71 yaşındaki bu Güney Afrikalı beyaz adam, Güney Afrika Anayasa Mahkemesi yargıçlığından sonra önce Yugoslavya ardından Ruanda’daki savaş suçlarını soruşturan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde savcılık yaptı.

BM İnsan Hakları Konseyi, onu İsrail’in, 120’si çocuk, çoğunluğu sivil 1500’e yakın insanı öldürdüğü Gazze’ye yönelik Dökme Kurşun Operasyonu’ndaki savaş suçlarını tesbit için kurulan komisyonun başına getirdi.

Bugün İsrail Mavi Marmara katliamı için uluslararası komisyondan kaçıyorsa bunun sebebi Yargıç Richard Goldstone başkanlığında hazırlanan ve onun adıyla anılan bu rapordur.

Goldstone Raporu’nda İsrail’in sivillere yönelik eylemleri, kullandığı yasadışı, yasal olsa bile insafsız silahlarla ilgili çarpıcı eleştiriler var.

Ortada, her sayfasında suç olan bu kalın raporun tek bir sayfası bile yokken ABD Irak’a girmiş, Somali’ye uluslararası toplum müdahale etmişti.

Böylesine bir rapor İran için yazılsa, raporun yayımlanmasından 48 saat sonra Tahran bombalanmaya başlanırdı.

Bu kahredici adaletsiz dünyada İsrail surunda açılmış bir gedik Goldstone Raporu.

İsrail, ABD ve manidar bir şekilde Almanya’nın ret oylarına karşı BM Genel Kurulu’nda kabul edilen rapor, bugün İslamofobik Türk ve Batı medyasının neredeyse mezarlarından çıkarıp terör suçuyla Guantanamo’ya göndereceği Mavi Marmara şehitlerini de ilk celsede tahliye edecek, Türkiye’yi de bu hukuki mücadelede haklı çıkartacak ayrıntılarla dolu.

(Bu kelimeyi pek sevmesem de Mavi Marmara şehitleri evet. Uzun süredir konfor ve hedonizme batmış insanoğlu içinden iyilik için ölmeyi göze alan kimse çıkmamıştı. Taşıdıkları çocuk parkı için ölenler şehit değilse kim şehit, bu yüzden ölenler cennete gitmeyecekse kim gidecek?)

Raporun, bu aralar Dışişleri Bakanlığı bürokratları tarafından en fazla dikkatle okunması gereken bölümleri İsrail Ordusu’nun savaş talimatlarıyla ilgili birinci elden anlatılanlar.

Birinci elden çünkü rapor eski İsrailli askerler tarafından kurulan “Sessizliği Bozma” örgütünün birebir askerlerin anlatımlarına dayanan savaş itirafları ve İsrail ordusunun Savaşçının Günlüğü protokollerine atıflar yapıyor.

Rapordan İsrail askerlerinin iki prensiple savaştığını öğreniyoruz.

İsrailli askerin tarifiyle ilk prensip şöyle: Bir şüpheli görüp de ateş ettiğimizde bir düşmanı vurmakta duraksamaktansa bir sivile isabet ettirmek daha iyidir.

Bir başka asker tabur komutanının kendisine söylediği bir emirle açıklıyor bu prensibi: Eğer emin değilseniz, vurun. Şüphe yoksa şüphe yoktur.

İkinci prensip Mavi Marmara’daki ölümlerin açıklaması gibi: Bölgede kırımızı çizgiler çek. Kırmızıçizgiler dışına çıkan her şeyi ve herkesi vur.

Raporda bunun pek çok örneği anlatılıyor. Sağa değil de sola yürüyen Gazzeli çocuk, evden çıkma denilmesine rağmen çıkan Gazzeli kadın cesetleriyle dolu rapor.

İsrail anlamak için Filistin Platformu tarafından Türkçeye çevrilen, çok çarpıcı bir dille kalem alınmış bu raporu bulup okuyun. (Filistin Platformu Derneği. Tel: 0212 255 69 52)

Yıldıray Oğur / Taraf

Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:11

Cumhurbaşkanı: İsrail’e dur diyeceğiz

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, nefret ve hınç alma duygularıyla yapılan eylemlerin acı verici sonuçlarının ortada olduğunu belirterek uluslararası barış için bu eylemlere ’dur’ diyeceklerini söyledi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yanlış anlamaların ortaya çıkmasının, sorunların çatışmalara dönüşmesinin önlenmesinin en etkin yollarından birinin diyalog olduğunu belirterek, ’’Bu anlayışla CICA dönem başkanlığımızda Asya’da işbirliğine dayalı diyalog ve güven ortamını oluşturabilmek için çaba sarf etmeyi öngördük’’ dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, Çırağan Sarayı’nda gerçekleşen Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) 3. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, zirveye katılan 40’a yakın ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını, bakanlarını ve yetkililerini 20’e yakın uluslararası kuruluşun genel sekreter ve temsilcilerini selamladı.

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in, 1992 yılında AGİT’e benzer bir yapılanmayı Asya coğrafyasında hayata geçirme düşüncesini BM Genel Kurulu’nda dile getirdiğini anımsatan Gül, Nazarbayev’in bu tarihi önerisiyle başlayan Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) sürecinin zaman içinde uluslararası bir örgüte dönüştüğünü söyledi.

CICA sürecinin başlamasının üzerinden 18 yıl, 2002 senesinde kabul edilen Almatı senediyle konferansın örgüt haline gelmesinin üzerinden 8 yıl geçtiğini anlatan Gül, bu kadar kısa bir sürede bu ölçüde başarılı gelişmelerin sağlanmasının tüm üye devletlerle paylaşılan coğrafyanın huzurlu, istikrarlı ve müreffeh geleceği bakımından memnuniyet verici olduğunu dile getirdi.

-VİETNAM VE IRAK ÜYE OLDULAR-

Cumhurbaşkanı Gül, ’’Az önce Vietnam ve komşumuz Irak’ın katılım törenlerinin gerçekleşmesiyle CICA artık 22 üyeli bir uluslararası örgüt haline gelmiş, CICA ailesi biraz daha genişlemiştir. Vietnam’a ve Irak’a CICA üyesi olarak aramıza hoşgeldiniz diyorum’’ diye konuştu.

Kazakistan evsahipliğinde 2002 ve 2006 yıllarında başarıyla düzenlenen (AİGK/CICA) Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nin ardından en üst düzeyde üçüncü kez İstanbul’da bir araya gelindiğine dikkati çeken Gül, İstanbul zirvesi ile CICA dönem başkanlığı da ilk kez Kazakistan dışındaki bir üye ülke tarafından üstlenildiğini belirtti. Gül ’’Bu bir bayrak yarışıdır. Türkiye’nin 2010-2012 yıllarında üstleneceği bu mühim sorumluluğu önümüzdeki senelerde diğer üye devletlere devredeceğiz’’ dedi.

-DİYALOĞUN ÖNEMİ-

Almatı’da 2006’da yapılan ikinci zirveye Dışışleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak katıldığını anımsatan Gül, orada yaptığı konuşmada 21. yüzyıl ilk yarısında güvenlik kavramının giderek karmaşıklaşan yapısına değindiğini belirterek, şöyle konuştu:

’’Güvenliğin kapsamlı ve bölünmez niteliğine işaret etmiştim. Dünyanın bir yerinde güvenlik ve istikrara yöneltilen bir tehdidin diğer bölgelere de doğrudan etkide bulunduğunu terörizm, örgütlü suçlar, silah, uyuşturucu madde ve insan kaçakçılığının siyasi ve coğrafi sınır tanımadığını kaydetmiştim. Bu tehditlerle baş edebilmek için siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal tedbirlerle teçhiz edilmiş yeni ve kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç bulunduğunu, bunun için de devletler arasında yakın işbirliğine ve diyaloğa önem ve öncelik vermek gerektiğini belirtmiştim.

Bu çerçevede işbirliğine dayalı güvenliğin ortak bir taahhüt olarak istikrar ve ilerleme kaydedilmesi için bir anahtar kavram olarak öne çıktığını işbirliğine dayalı güvenliği uluslar arası ilişkilerin yol gösterici ögesi olarak gördüğümüzü vurgulamıştım. O günden bugüne kadar yaşanan gelişmeler güvenlik alanında işbirliği yapılmasının ne kadar elzem olduğunu defalarca ispatlamıştır.

Güvenliğin ve istikrarın bulunmadığı bir ortamda ekonomik faaliyetlerin yapılmasının ticaret yapılmasının ne kadar zor olduğunu hep birlikte görüyoruz. Karşılıklı güvenin bulunmadığı bir ortamda yanlış anlamaların olması yanlış anlamaların sorunlara yol açması, sorunların çatışmaya dönüşmesi geçtiğimiz yıllarda uluslararası ilişkilerde sıklıkla karşılaşılan durumlar olmuştur. Kanaatimce yanlış anlamaların ortaya çıkmasının sorunların çatışmalara dönüşmesinin önlenmesinin en etkin yollarından biri diyalogdur. Bu anlayışla CICA dönem başkanlığımızda Asya’da işbirliğine dayalı diyalog ve güven ortamını oluşturabilmek için çaba sarf etmeyi öngördük. Dönem başkanımızın yol gösterici ilkesini Asya’da işbirliğine dayalı güvenliğin inşası olarak belirledik. Hep birlikte bu istikamette gayret göstermemiz gerekli siyasi iradeyi ortaya koyabilmemiz gerektiğine samimiyetle inanıyorum.’’

’’GÜNÜMÜZDE ULUSLARARASI HUKUKU HİÇE SAYARAK, İNSAN HAYATINA PERVASIZCA KAST EDEREK, MESELELERİ KABA KUVVET KULLANARAK ÇÖZÜME KAVUŞTURMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR’’

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, nefret ve hınç alma duygularıyla yapılan eylemlerin acı verici sonuçlarının ortada olduğunu belirterek, ’’Bunun acımasız örneklerini maalesef yakın bir süre önce gördük yaşadık. Uluslararası barış ve güvenlik açısından fevkalade kaygı verici bu eyleme muhakkak suretle ’dur’ dememiz lazım gelmektedir’’ dedi.

Cumhurbaşkanı Gül, Çırağan Sarayı’nda gerçekleşen Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) 3. Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin dönem başkanlığındaki çalışmalarının bütünüyle üye ülkelerinin görüş birliği ve konsensüsü temelinde yürütüleceğine işaret etti.

CICA üyelerinin sağlayacağı desteğin, başarıya ulaşmanın anahtarı olduğunu ifade eden Gül, sözlerini şöyle sürdürdü:

’’Güvenliğin tesisi için yürüttüğümüz çalışmalarda sadece ihtilafların ortadan kaldırılmasına yönelik dar tanımlara bağlı kalmamalıyız. Bunun yerine güvenliğin insan unsurunu da eşit derecede göz önünde bulunduran, daha geniş ve kapsamlı bir güvenlik anlayışı benimsemeliyiz. CICA coğrafyasında barışın ve istikrarın çerçevesinin geliştirilmesi sürecinde insan hakları ve demokrasi sorunları gözardı edilmemelidir. Neticede demokrasi ve işbirliği, ihtilafları önlemenin en iyi yöntemini teşkil etmektedir.

Enerjimizi elbette mevcut anlaşmazlıkları çözüme kavuşturmak, barış, istikrar ve refaha hizmet etmek için harcayacağız. Ancak sadece bizim değil, bizden sonraki nesillerin de güvenliği için, mutluluğu için, refahı için asıl yapmamız gereken ihtilafların oluşmasına imkan vermeyecek istikrarlı bir iklimin tesis edilmesidir. Bu iklimi de ancak demokrasi, diyalog ve işbirliği yoluyla paylaştığımız ortak değer ve etkileri pekiştirmek suretiyle tesis edebiliriz.’’

Cumhurbaşkanı Gül, CICA bünyesinde bu alanda kaydedilecek ilerlemeler için örgütün temel belgelerinde yer alan insani boyut ve BM’nin tüm insanlığın ortak iradesiyle geliştirdiği temel hak ve özgürlüklere dair evrensel standartların birer referans teşkil ettiğini söyledi.

CICA’nın ekonomik konularla da kapsamlı bir biçimde ilgilendiğine dikkati çeken Gül, bu alanda şimdiye kadar yapılan çalışmaları devam ettireceklerini dile getirdi.

Küresel ekonomik krizin ortaya çıkardığı sorunların uluslararası mali ve ekonomik sistemde yarattığı dengesizliğin tüm ülkeleri olumsuz etkilediğini ifade eden Gül, bu tarz sorunların çözümü veya sorunların olumsuz etkilerinin azaltılması için kapsamlı bir küresel yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu, bunun için hep birlikte gayret sarf etmenin önemli olduğunu söyledi.

-DÜNYANIN HIZLI DÖNÜŞÜM SÜRECİ-

Dünyanın siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda hızlı bir dönüşüm sürecinden geçtiğini belirten Gül, uluslararası ilişkilere soğuk savaş yıllarında hakim olan anlayışın artık sona erdiğini, soğuk savaş döneminin kalıplarının geçerliliğini yitirdiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:

’’Bundan 20 sene önce Türkiye ve Rusya ortak bir sınırı paylaşıyordu ama farklı bloklarda yer alıyorlardı. Bugün belki Rusya ile ortak kara sınırımız yok ama buna dayanan komşuluk hukukumuzun bir gereği olarak halklarımızın müşterek geleceği ve refahı için kurduğumuz üst düzey işbirliği konseyi çerçevesinde el ele çalışıyoruz.

Bundan 20 sene önce Avrupa kıtası bölünmüş durumdaydı. Artık Avrupa’da geçmişin yapay düşmanlıkları geride kaldı. Asya kıtası enerjisi, dinamizmi, genç ve eğitimli nüfusu ile adeta yeniden doğuyor.’’

Gül, insanlık tarihinin ön yargıların, kutuplaşmaların, hoşgörüsüzlüğün, düşmanlığın ve nefretin yol açtığı acılar, her türlü dini ve etnik ayrımcılığın sebep olduğu bireysel ve toplu trajedilerle dolu olduğunu söyledi.

Cumhurbaşkanı Gül, soğuk savaşın sona ermesine, küreselleşmenin insanları hergün birbirine daha da yakınlaştırmasına, teknolojinin dünyanın en ücra köşesinde yaşananları canlı yayınlarla görmeye, takip etmeye imkan tanımasına rağmen dünyanın özlenen barış ve ortamından hala aynı uzaklıkta olduğunu dile getirdi.

Dünyanın pek çok bölgesinde sıcak çatışmaların sürdüğüne, bu bölgelerden bazılarının Türkiye’nin yanı başında olduğuna dikkati çeken Gül, bütün bu olumsuzluklardan en fazla zararı görenin sivil halk olduğunu belirtti.

-ULUSLARARASI CAMİANIN ORTAK SORUMLULUĞU-

Gelecek nesillerin mutluluğu, huzuru, güvenliği ve refahı için, insanoğlunun tarih boyunca korkunç bir ıstıraba ve tahribata yol açan savaş ve çatışmalardan ibret alınması gerektiğini belirten Gül, bu acıların ve tahribatın tekerrür etmemesinin uluslararası camianın ortak sorumluluğu olduğunu dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Gül, şunları söyledi:

’’Nefret ve hınç alma duygularıyla yapılan eylemlerin acı verici sonuçları ortadadır. Bunun acımasız örneklerini maalesef yakın bir süre önce gördük yaşadık. Uluslararası barış ve güvenlik açısından fevkalade kaygı verici bu eyleme muhakkak suretle ’dur’ dememiz lazım gelmektedir. Günümüzde uluslararası hukuku hiçe sayarak, insan hayatına pervasızca kast ederek, meseleleri kaba kuvvet kullanarak çözüme kavuşturmak mümkün değildir. Dolayısıyla eski nefretleri ve düşmanlıkları yenileriyle ikame etmememiz, barış, istikrar ve refah içinde birlikte yaşayabileceğimiz, halklarımızın mutluluğu için birlikte çalışacağımız müşterek bir anlayış oluşturmamız, birbirimizin acısına hepimizin acısı olarak görmemiz gerektiğine samimiyetle inanıyorum.

Nitekim CICA’nın amaçları arasında farklı kültürler ve dinler arasında karşılıklı anlayışı ve saygıyı teşvik etmek de bulunmaktadır. CICA üye ülkelerinin çoğunluğunun medeniyetler ittifakının dostlar grubunda temsillerinden ve girişimin çalışmalarına aktif katkıda bulunmalarından memnuniyet duyuyoruz. CICA’nın örgüt olarak da dostlar grubuna katılıp medeniyetler ittifakına kendi perspektifini getirebileceğini, deneyimlerini paylaşacabileceğini düşünüyorum.’’

Gül, toplantının CICA coğrafyası ve tüm dünyada barışa ve istikrara katkıda bulunmasını dileyerek sözlerini sonlandırdı.

Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:20

Türkiye-İsrail ilişkilerinin 60 yıllık saklı yüzü!

Başbakan, Dışişleri Bakanı, hatta Ömer Çelik, Mavi Marmara saldırısının ardından gelişen süreçte, işin iki ülke arasındaki anlaşmaları kaldırmaya kadar varabileceğinden kimi zaman zımnen kimi zaman da alenen bahsettiler.

İsrail ve Türkiye ilişkilerinin hallice bir bölümünü de askeri ilişkiler oluşturduğundan, Milli Savunma Bakanı’na da soruldu…

Sayın Vecdi Gönül iki ülke arasındaki askeri anlaşmaların sayısını, “bir hayli fazla” olarak tanımladı.

Tahmin etmesi kolay olduğu üzere; bu anlaşmaların belli bir bölümünün “gizli” olduğu kestirilebilir.

Anlaşmaların niteliği, tarihsel derinliği ve o derinlikteki konjonktürel gelişmelerle bağları merak edilmeyecek gibi değil.

Şimdi bu anlaşmaların akıbeti, usul usul İsrail aleyhine dönmeye başlayan küresel kamuoyunun bakışları altında Tel Aviv’in tercihiyle belli olacak.

Yani görünen şu: Ya İsrail Türkiye’nin şartlarını yerine getirecek ya da anlaşmalar lağvedilecek!

Öyle değil mi?

* * *

Benzer olayların zaman zaman her ülkenin başına gelebileceğinin farkındalığıyla, en ufak müstehzilik kırıntısına prim vermeden, farkındalığı artırmak adına yazıyorum…

“Ağlayan yüzleri ve donlarına kadar sıyrılmış pantalonlarıyla İsrail’in en seçkin askeri birliklerinin, uluslararası sularda” Mavi Marmara’ya saldırıları 31 Mayıs sabahı saat 04.30’da gerçekleşti.

Tarihsel hassasiyetiniz yoksa, tarihi Haziran’a dahi yuvarlayabilirsiniz.

Ben şimdi sizlere “13 Mayıs” tarihinde Avrupa’da yayınlanmış, kamuya açık bir metni aktarıyorum;

“Tel Aviv ve Ankara gizli paktı bozuyor. İsrail ve Türkiye’nin bozulan ilişkilerinin gizli bir yönü var: 60 yıllık gizli askeri ittifak, iki ülke savunma ve istihbarat işbirliği sona eriyor. Türkiye’nin İslamist-eğilimli Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından başlatılan bu ayrışma, İsrail savunma gruplarını en sadık müşterisinden yoksun edecek.”

Benzeri metinleri/haberleri bugün bir çok Batı kaynağında okuyabilirsiniz.

Ama bu 13 Mayıs tarihli.

Ayrıca “gizli pakt”-ki “anlaşma” olarak da çevirebiliriz-ne demek?

Ayrıca 60 yıllık öykü-ki 1950’den bu yana oluyor-acaba nasıl bir şey?

Anlaşmalar kaldırılınca, (yoksa kaldırıldığına göre mi demeliyiz) içeriklerini öğrenebilir miyiz acaba?

İngiltere!

Gazze’ye uygulanan İsrail ambargosunun kaldırılması konusunda Londra bağlantılı bazı sorular var…

1) İngiltere, ablukanın kaldırılmasını istiyor mu?

2) İstesin veya istemesin (!), ABD ile beraber mi?

3) İngiltere ile Fransa ile aynı görüşte.. Şimdi Paris’e Kahire de eklemleniyor gibi. Onlar da ABD ile aynı çizgide mi, değil mi?

4) Bu olayda-medyada değil de fısıltı gazetesinde-neden bu kadar çok İngiltere’nin adı geçiyor?

5) Ah Ashton ah!

Nedret Ersanel

nedretersanel@iyibilgi.com

Reşat Nuri Erol
08.06.2010
19:33

GAZETECİLER ARASINDA FETHULLAH GÜLEN KULİSİ!

Geceye özellikle Fethullah Gülen’in İsrail’le ilgili sözlerine dair tartışma damgasını vurmuş. Kütahyalı gazeteciler arasında nabız yoklarken ilginç bazı gözlemler yapmış. Gülen hareketine yakın durmuş bazı gazetecilerin de son açıklamalardan hiç de memnun değil anlaşılan.

İşte Rasim Ozan’ın o yazısında o bölüm:

Fehmi Koru’nun evindeki hava da bu yöndeydi... Bir yandan yazılmamak kaydıyla olan özel konuşmalarda birçok isim Gülen’e karşı burukluğunu belirtiyordu, bir kısmı şaşırmıştı. Burukluğunu ve sitemlerini anlatanların bir kısmı Gülen’den çok içten biçimde “Hocaefendi” diye bahsetmeye devam ediyordu, çünkü Gülen’le manevi gönül bağları vardı. Öte yandan kimi isimler Gülen’i eleştirmeye çekindiklerini de ifade ettiler... “Eskiden böyle değildi, Gülen’e dair daha rahat yazılıyordu, şimdi herkes söyleyeceğini yutuyor” dedi bir davetli, “Gülen’in geçmişte de buna benzer çıkışları oldu” diyerek birkaç örnek verdi... Buradaki “çekinti” Türkiye’nin çıkarını düşünerek olan bir çekinti de değil, bildiğiniz korkuya benzer “Acaba başıma bir şey gelir mi?” duygusuyla karışık bir çekintiydi bu... İslami kesim içinde bile Fethullah Gülen ve hareketine dair bu hisler yükselmeye başladıysa durum iyi değil demektir. Gülen’e dair ulusalcılar tarafından uydurulmuş şehir efsanelerinden İslami kesimde de kimilerinin fazla etkilendiğini düşünüyorum. Bu hisler bana göre paranoyakça... Bu hissiyattan ne Fethullah Gülen ne de gönüllüler hareketi memnun olur, olabilir. Buna eminim... Sevgi ve hoşgörü merkezli bir hareket, kendine çok yakın ideallere sahip kimi insanlar tarafından bile çekinti ve korkuyla anılıyorsa, burada durup düşünmek gerekir... Bugün bir yandan Ergenekon’un tezgâhlarına karşı vicdan ittifakı olarak hareket edilmeye devam edilmeli ama bir yandan da bu vicdan ittifakı ilkesi gözetilerek dileyen dilediği eleştirel manşeti atabilmeli, yazıyı yazabilmeli... Öbür türlü karnından konuşmalar, içinden geçeni saklamalar artıyor, bu gelecek için de olumlu bir şey değil...

Bu davetten izlenimlere, Gülen-AKP meselesine ve kimi isimlerin açıklamalarına yarın devam edeceğim...

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
12:35

ERDOĞAN’I NASIL TASFİYE EDECEKLER?

Global Ergenekon tezini tartışmaya açıp CHP’de lider değişikliğiyle başlayan operasyonda nihai hedefin Recep Tayyip Erdoğan veya zayıf koalisyon olduğunu söylediğimde kıs kıs gülenler, bakıyorum, aynı çizgiye geldiler.

Video komplosuyla CHP’de koltuğunu Kemal Kılıçdaroğlu’na bırakmak zorunda kalan Deniz Baykal da bu gerçeğin farkında. Yani kendisinden sonra sıranın Erdoğan’a geleceği senaryosunu zayıf bir ihtimal olarak görmüyor. Baykal, komplonun ortaya çıkarılmasının şahsının aklanmasından öte Erdoğan’ın varlığını koruma açısından da önemli olduğu kanaatinde.

Baykal’la yaptığım uzun telefon sohbetinden çıkardığım izlenim bu yöndedir. Benden farklı olarak, bu komplonun hükümetin bilgisi dahilinde gerçekleştiği iddiasında ısrarlı.

Abdullah Öcalan’ın İmralı’da avukatları aracılığıyla verdiği mesajlarda da Erdoğan’a yönelik tasfiye operasyonu öne çıkıyor. Turgut Özal, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit dönemlerinde Kürt meselesine ilişkin çözüm iradesi ortaya çıktığında üç liderin tasfiye edildiğini öne süren Öcalan, Erdoğan için de aynı tehlike çanlarının çalmaya başladığını söylüyor.

Yani, daha önce üç kez devreye giren savaş lobisi, yine sahnede...

O dönemleri Milliyet ve Sabah’ta başbakanlık muhabiri olarak yakından izlemiş bir gazeteci sıfatımla, bu tezin önemli ölçüde haklı olduğunu belirtebilirim. Kürt meselesinin çözümüne ilişkin girişimlerin yoğunlaştığı dönemlerde iktidarların hedef tahtasına oturtulduğu gerçeği yerinde bir tespittir.

Ancak, sonucu kökten etkileyebilecek dünle bugün arasında çok önemli farklılıklar olduğunu, oyun kurucuların dünkü tasfiye yeteneklerini bugün büyük ölçüde kaybettiğini görüyoruz.

Dün: Çözüm arayışı liderlerin fantezisinden ibaretti. Bugün: Bir devlet politikasıdır.

Dün: PKK, uluslararası bir enstrümandı. Bugün: Ayak bağıdır.

Dün: İstihbarat örgütleri iç içeydi. Bugün: Ayrışmıştır.

Dün: Sepetteki sıcak para tek merkezliydi. Bugün: Körfez sermayesiyle çeşitlenmiştir.

Dün: Refleksleri kaybolmuş bir dış politika hakimdi. Bugün: Dünyaya açılmıştır.

Dün: Ensesine vurulunca lokması alınan Türkiye vardı. Bugün: Jeostratejik oyuncu vardır.

Dün: Türkiye yolgeçen hanıydı. Bugün: Enerji koridorudur.

Dün: Koalisyonlar vardı. Bugün: Güçlü iktidar var.

Bu karşılaştırmayı daha da kapsamlı hale getirmek mümkündür. Bu dengeler bozulmadıkça, tasfiye projesi iç ve dış dinamiklerin ortak paydası haline gelmedikçe asla mümkün değildir. Pentagon merkezli, MOSSAD-PKK işbirliğiyle pişirilmiş, Ergenekon destekli bir plan tek başına sonuç vermez.

Provokatif eylemler artabilir, kapatma davası açılabilir, siyaset yasağı konmak istenebilir, akla hayale gelmedik senaryolar üretilebilir ama nafile...

stayyar@stargazete.com

ŞAMİL TAYYAR

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
12:53

Batı basını ipini çekti

El üstünde tutanlar şimdi yerden yere vuruyor!

(VATAN gazetesi)

Bir zamanlar AKP’yi el üstünde tutan Batı basını Türkiye’nin Gazze ve İran politikası nedeniyle şimdi Erdoğan’ı yerden yere vuruyor...

Bir zamanlar AKP’nin yayın organı gibi çıkan, Erdoğan’ın ve kurmaylarının en çok röportaj vermeyi sevdiği gazete New York Times "Türkiye’yi nasıl hizaya getiririz?" sorusu sorulmaya başlandığını yazdı. Türkiye hakkında onlarca övgü dolu makale yayınlayan Financial Times’da bugün çıkan yazıda "Amerika, Başbakan Erdoğan’ın güzergâhından rahatsız" denildi.

Türkiye’nin AB yolundaki en büyük destekçilerinden biri olan İngiliz The Guardian gazetesi, Türkiye’yi ağır bir dille eleştirerek ülkenin giderek ABD’ nin düşmanı olmaya doğru ilerlediğini kaydetti.

İşte daha önce Türkiye ve AKP yanlısı yazılarıyla öne çıkan ünlü gazetelerde bugün yayınlanan makaleler:

NEW YORK TIMES: EN UYSAL MÜTTEFİK TÜRKİYE DİKENE DÖNDÜ... KENDİ ÇIKARLARI DOĞRULTUSUNDAKİ ORTADOĞU POLİTİKALARIYLA AMERİKA’YI PROVOKE EDİYOR.

Türkiye’nin bu yeni politikaları Erdoğan’ı Arap dünyasından bir kahraman haline getirirken Council on Foreign Relations’tan Steven Cook’a göre Türkiye giderek artan bir şekilde Washington’da, "Ortadoğu’da büyük güçlerin istekleriyle çatışan şeyler yapan bir ülke" olarak görülüyor. Cook’a göre şimdi ABD’de, "Türkiye’yi nasıl hizaya getiririz?" sorusu sorulmaya başladı. Davutoğlu’nun vizyonu Washington ile çatışma yaratıyor. Özellikle İran konusunda... Üst düzey bir Amerikalı yetkili, "Evet hedefleri var ve bu onlara dünya arenasında önemli bir rol veriyor. Ama Amerikalılar’ın Türkler’in yaptığını kabul etmeme ihtimali var ve bu da ABD-Türkiye ilişkilerini etkiler" diyor. Pragmatik bir kişi olmasına rağmen dindar bir Müslüman olan Erdoğan, bir sokak kavgacısı fiyakasıyla krizlerde çok daha sesini çıkartan bir kişiliğie sahip. Hilal ve yıldız kitabının yazarı olan Amerikalı Türk uzmanı Stephen Kinzer’a göre "Türkler Amerika’ya soğuk savaş bitti artık daha işbirlikçi bir yaklaşım sergilemeniz gerekiyor. Biz de size yardım edebiliriz" diyor. Ancak Kinzer’a göre "Amerika bu teklifi kabul etmeye hazır değil." Türk ve Amerikalı yetkililer aralarındaki farklılıkları önemsiz göstermeye çalışıyor. Ancak özellikle Hamas ve İsrail’in güvenliği konusundaki kaygılar aşılamaz engeller olarak görülüyor ve bazı Amerikalı yetkililer Türk devletinin gerçekleri görmediğini söylüyr.

GUARDIAN: ERDOĞAN’IN KAVGACI VAAZLARI AKLIN HAYALİN ÖTESİNDE

Arap dünyasında Türkiye’ye destek tüm zamanların zirvesinde. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı sultanına ve halifesine bağlı olan kişilerin Türk bayraklarıyla Ortadoğu’da yürümesinin ardından ilk kez Ortadoğu halkı Türk bayraklarıyla yürüyor. O zaman halife cihad ilan etmişti. Şimdi yüzünü doğuya dönen Erdoğan İsrail’le ilişkileri feda edip İsrail’e karşı cihad ilan ederek Arap dünyasının en popüler lideri haline geldi. Erdoğan ve Davutoğlu sınrı tanımıyor. Erdoğan’ın kavgacı vaazları aklın hayalin ötesinde. ABD dünya liderliğine oynayıp Erdoğan gibi liderleri terk etmezken Türkiye’nin bu şekilde davranacağını kimse beklemezdi. Türkiye için hala umut var. Belki eski çeşit Kemalizmin değişmesi gerekir ama bunu yapacak olan kişi Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Türkiye şimdi bir kez daha Müslüman dünyadsında liderlik ediyor ancak bir yandan da medeniyetler çatışmasını teşvik ediyor. Stratejik olarak ABD ile yarış halinde. Şu an Amerika’nın düşmanı değil ama "dost-düşman" arasında bir yerde...

FINANCIAL TIMES: AMERİKA, BAŞBAKAN ERDOĞAN’IN GÜZERGÂHINDAN RAHATSIZ

Washington ile Ankara arasındaki ilişkiler geçen hafta İsrail’in Gazze’ye yardım gemisine yönelik saldırısında dokuz kişinin ölmesi nedeniyle gerildi ama ilişkiler, asıl İran oylaması nedeniyle gerilecek. Amerikalı yetkililer, yaptırım taslağı konusunda Ankara’nın en fazla çekimser oy kullanmasını bekleyebileceklerini söylüyor ama bu bile Washington’un İran karşısında uluslararası bir söz birliğinin altını çizme çabasını zorlaştıracak. Türkiye ile böylesine kritik bir konuda ihtilaf yaşanması ise Obama’nın geçen yılki ifadesiyle "model bir ortaklığa" darbe vurabilir. O zamandan bu yana Amerika, Başbakan Erdoğan’ın güzergâhından rahatsız. İran’la ilişkileri güçlendiren Erdoğan, bu ülkenin Amerikan dış politikasına ilişkin bazı görüşlerini de aksettirdi. Erdoğan, Amerikan karşıtlığının Pakistan’la kıyaslanacak hale geldiği bir ülkeye liderlik ediyor. Ancak Amerika’nın eski güvenlik danışmanlarından Zbigniew Brzezinski ise genel anlamda bölgede Türkiye’nin daha aktif bir rol oynamasının, son derece yapıcı olabileceği yorumunu yaptı.

WASHINGTON POST: "HERKES İSRAİL KONUSUNDA ENDİŞE EDİYOR, AMA ERDOĞAN KONUSUNDA DA DÜNYA LİDERLERİNİN ENDİŞELENMESİ GEREKİR...

Türkiye’nin Washingon Büyük elçisi Namık Tan’a bir makale yazdıran Washington Post gazetesi aynı günkü sayısında Türk hükümetine ve Erdoğan’a yönelik bir başyazıyla cevap verdi. Batılı ülkelerin İsrail’in yarım gemilerine yaptığı saldırıdan endişelenmelerinin haklı olduğuna vurgu yapılan başyazıda, "Ancak batılı ülkeler aynı zamanda bir haftadır islamcı militanlara destek vererek NATO üyesi bir ülkeye yakışmayan tavırlar sergileyen Erdoğan Hükümeti hakkında da endişe etmelidir" yorumunda bulundu. Başyazıda şu görüşlere yer verildi:

> Bir karşı sayfada Türk diplomat Namık Tan, Yardım gemisinde masum insanlara saldırıldığını bunlar arasında Nobel ödüllü ve soykırımdan kurtulan insanların da bulunduğunu dile getirdi. Ancak gemideki bu insanlara hiç dokunulmadı bile.

> Tüm çatışma Mavi marmara’nın güvertesinde yaşandı. Ölenlerin hepsi islamcı "yardım" kuruluşu IHH üyesiydi.

> IHH ile Erdoğan arasındaki ilişki yapılacak soruşturma kapsamında dikkate alınmalıdır.

> Bu vakıf 2008 yılında ABD tarafından terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ilan edilmiş olan "Union of God" koalisyonu üyesidir.

> Erdoğan İsrail’e karşı saldırı sonrasında çok ağır sözler sarfetmiştir. Ancak geçen yıl İran’daki muhalifler öldürüldüğünde hiç sesi bile çıkmadı.

> Erdoğan gitti Ahmedinad’la bir olarak BM yaptırımlarını baltaladı. Obama yönetiminden PKK konusunda Ermeniler konusunda taleplerde bulundu. Ama şimdi İsrail’e saldırarak Amerikan çıkarlarını tehlikeye atıyor. Erdoğan’ın bu davranışının bir bedeli olmayacak mı?

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
12:54

‘Türkiye bölünüyor’

ABD gazetesinden ilginç yorum

ABD’nin Wall Street Journal gazetesi, Türk vatandaşları öldürüldüğünde tek vücut olan Türkiye’nin, hükümetin olayı ele alma tarzı konusunda bölündüğünü yazdı.Amerikan Wall Street Journal gazetesi, Türkiye’de baskına reaksiyonda çatlak ortaya çıktığını belirttiği haberinde, “Geçen hafta gelişmelerin karşısında Gazze’ye yönelen bir gemide Türk vatandaşları öldürüldüğünde tek vücut olan Türkiye, hükümetin olayı ele alma tarzı ve yardım konvoyunu düzenleyen İslamcı yardım kuruluşunun rolü konusunda ise bölünüyor” diye yazdı.

Erdoğan’ın “Türkiye-İsrail ihtilafında ateşi körüklediğini” öne süren WSJ, baskınla ilgili kuşkuların, Fethullah Gülen’in eleştirilerinin ardından hız kazandığı belirtildi. Gazete, “Analistler, hükümetteki birçok kişinin büyük saygı duyduğu bir şahsiyetin devreye girmesini, İsrail karşıtı duygu fırtınasının kontrol dışına çıkması riskinin bulunduğu uyarısı olarak gördü” diye yazdı.

Newsweek dergisine konuşan Ortadoğu Dörtlüsü Özel Temsilcisi Tony Blair, “Geleneksel müttefikler olan İsrail ve Türkiye’nin zamanla uzlaşacağını umuyorum” dedi.

Jerusalem Post: Hamas’a destek Filistin Yönetimi’ni kaygılandırıyor

İsrail’deki Jerusalem Post gazetesi Türkiye’nin Hamas’a artan desteğinin Filistin Yönetimi’ni kaygılandırdığını öne sürdü. Bir Filistinli yetkili gazeteye, Filistin Yönetimi liderliğinin, Gazze Şeridi üzerindeki ablukanın “koşulsuz” olarak kaldırılması doğrultusunda, Türkiye’nin Hamas’a yönelik politikasından hoşnutsuzluk duyduğunu ve “Türkiye’nin izlediği politikanın, Hamas’ı cesaretlendirirken Filistin Yönetimi’ne zarar verdiğini söyledi.

Levy: İddialar yalan

Haaretz gazetesi, Yahudi Fransız filozof ve gazeteci Bernard-Henri Levy’nin “İsrail’i şeytan gibi göstermekten vazgeçmenin zamanı geldi” başlıklı makalesini yayımladı. Levy Gazze’ye ablukanın İsrail’in yanı sıra Mısır tarafından da uygulandığını ve ılımlı Arap ülkelerinin de bu durumu desteklediğini belirtti.

Levy, Gazze ablukasının silah ve silah yapımında kullanılan malzemeleri içerdiğini, “Gazze sokaklarında insanların açlıktan öldüğü” iddiasının yalan olduğunu yazdı. Levy, Başbakan ?Erdoğan’ı eleştirerek, “Ermeni soykırımını hatırlatma cüretini gösterenleri hapse atan ancak, anti-semitik sloganlar atan binlerce göstericinin önünde İsrail’in ‘devlet terörünü’ kınamaktan çekinmeyen başbakan” ifadesini kullandı.

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
13:04

Netanyahu ne kadar direnebilir?

Türkiye’yi gelecek yüzyılın süper güçleri arasında gösteren uluslararası strateji uzmanı George Friedman, İsrail’in Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan gemilere yaptığı operasyonu değerlendirdi.

Sabah’a konuşan ABD’nin önde gelen stratejik araştırma kuruluşlarından STRATFOR’un kurucusu ve başkanı George Friedman, "Operasyon fiyaskoyla sonuçlandı. İsrail dünyada giderek yalnızlaştı. Baskılar artarsa Netanyahu hükümeti krize girebilir" dedi.

Türkiye’yi gelecek yüzyılın süper güçleri arasında gösteren uluslararası strateji uzmanı George Friedman, İsrail’in Gazze’ye yardım götürmek üzere yola çıkan gemilere yaptığı operasyonu SABAH gazetesine değerlendirdi. ABD’nin önde gelen stratejik araştırma kuruluşlarından STRATFOR’un kurucusu ve başkanı Friedman, İsrail operasyonunu büyük bir fiyasko olarak nitelendirdi. 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı operasyonun İsrail’i uluslararası arenada yalnızlaştıracağını söyleyen Friedman, Türkiye-İsrail ilişkilerinin de artık çok farklı bir seyir izleyeceğini söyledi.

MECLİSİ "BYPASS"

"Ablukanın delinmesine karşı koyma kararı ile gemilere askeri operasyon düzenleme kararı birbirinden tamamen farklı şeylerdir" diyen Friedman, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun bu işte gerekli karar mekanizmalarını devreye sokmadan hareket ettiğini öne sürdü. Askerin hiçbir zaman böyle bir operasyon istemediğini söyleyen Friedman, "Netanyahu, Savunma Bakanı Ehud Barak’la birlikte, diğer karar mekanizmalarını bypass ederek hareket etti" dedi. İsrail’in uluslararası toplum nezdinde yalnızlığa mahkûm edilmesinin sorumlusu olarak gösterilen Netanyahu hükümeti üzerindeki politik baskı giderek artıyor. Bu noktada Friedman, yakın zamanda bir hükümet değişikliği beklemediğini söylüyor, en azından bu kriz yüzünden. "Ancak geçtiğimiz hafta şahit olduğumuz uluslararası tepkiler bir süre daha devam eder ve İsrail kendini tamamen izole edilmiş hissederse o zaman bir siyasi kriz beklenebilir" diyen Friedman, bu açıdan bakıldığında da Amerikan kamuoyu ve bunun neticesi olarak da Obama’nın tavrının oldukça belirleyici olacağını söylüyor.

HUKUK NE DİYOR?

Friedman’a göre Amerikan kamuoyunda bir kanat İsrail’in provokasyon kurbanı olduğunu düşünüyor, bir kanatsa İsrail’in bu saldırıyla artık çizgiyi aştığını. Friedman’a göre İsrail, Gazze’de resmen abluka ilan etmiş bir ülke. Bu ablukanın delinmesini istemiyor. Bunu önlemek için de uluslararası sulardaki bir gemiyi yolundan çevirmek isteyebilir. Hukusuz bir ablukaya dayanarak açık denizde gemiye müdahale etmeyi haklı çıkarma çabası uluslararası hukuk uzmanlarınca paylaşılmıyor. Friedman da ablukanın belli şartları oldugunu kabul ediyor. Deniz Savaşları hukukunda ablukanın yeri olduğunu dile getiren ilk uluslararası belge niteliğindeki 26 Şubat 1909 tarihli Londra Deklarasyonu, ablukanın ancak savaş durumunda uygulanabileceğini karara bağlıyor. 12 Haziran 1994 tarihli San Remo Akdi’nin 97. maddesi de bu kararı destekliyor.

"GAZZE’DEKİ STATÜKO ARTIK SÜRDÜRÜLEMEZ"

"Küba krizinde Amerika, ablukayı delmek isteyen gemilere açık denizde müdahale etmişti" diyen Friedman, "Belli kurallar çerçevesinde bir devletin bir başka devlete abluka ilan etmesi uygulanan bir model. Fakat Gazze’nin statüsü farklı. Karşımızda savaş ilan etmiş eşit şartlarda iki devlet yok. Gazze ablukasının hukuken nasıl savunulacağı meçhul" diyor. Princeton Üniversitesi Uluslararası Hukuk Profesörü Richard Falk ise "Silahsız bir yardım gemisine saldırmanın açıklanabilir hiçbir tarafı yoktur" diyor. Gazze ablukasının ise BM kararları çerçevesinde tamamen hukuk dışı olduğunu söyleyen Falk, ablukanın sürdürülemez olduğunu vurguluyor.

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
13:09

Castro da İsrail tartışmasına katıldı

’İsrail’i yöneten aşırı gericiler...’

Küba lideri Fidel Castro, İsrail’deki hükümetin İran’a nükleer saldırı düzenleyeceğinden endişe ettiğini yazdı.

Yerel basınla internetteki Cubadebate.cu adresinde yayımlanan yazısında Castro, İran’a yeni yaptırımları oylaması beklenen BM’nin “olayların akışını değiştiremeyeceğini” ifade etti ve “çok kısa bir süre sonra İsrail’i yöneten aşırı gericiler İran’ın direnişine çarpacak.

İsrail de, ABD tarafından yaratılan dikkate değer nükleer gücünü bağımsızca harekete geçirmek ve kullanmaktan çekinmeyecek. Başka türlü düşünmek gerçeği inkardır” ifadesini kullandı.

İsraillilerin, “İran’ın uranyumun bir kısmını zenginleştirdiği tesisleri yıkmayı deneyeceklerinin açık olduğunu” söyleyen Castro, “İsrail’in Gazze’ye yardım götüren insani yardım filosuna saldırdığı zamanki gibi, yani her zamanki gibi, faşist fanatizmle hareket edeceği açıktır” dedi.

Fidel Castro, iktidarı sağlık nedenleriyle kardeşi Raul Castro’ya devrettiği 2006’dan beri halka görünmedi. Küba, 1962’den beri Amerikan ambargosu altında bulunuyor ve 1973’ten beri İsrail ile diplomatik ilişki yürütmüyor.

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
13:31

Nihal Bengisu Karaca

Hatlar karıştı ama manzara çok net

09 Haziran 2010 Çarşamba

KASET skandalı ve Pensilvanya selamı üzerine yazmıştım. Kumpasın asıl hedefi AK Parti’siz bir siyaset denklemi yaratmaktır. Bunun arkasında Türkiye’nin İsrail’e mesafe alarak Suriye’ye, İran’a ve hatta Rusya’ya yaklaşmasından endişe eden ulusal ve uluslararası aktörler var. Eksen kaymasından tek endişe edenler de Kemalist, laikçi CHP çevresi değildir.

Çok geçmeden, Mavi Marmara gemisine bir saldırı düzenlendi ve Fethullah Gülen, WSJ’ye çok tartışılan görüşlerini açıkladı.

Gazze’ye yardım için düzenlenen kampanyayı “otoriteye başkaldırı” olarak nitelemesi ve İsrail’den izin alınması gerektiğini söylemesi, mütedeyyin camiayı ikiye böldü. Hatlar karışmış durumda ya da tam tersine yerli yerine oturuyor. Garip bir durum var.

HANGİSİ DAHA ROMANTİK?

Hocaefendi, itikadi ve varoluşsal meselelerde aydınlatıcı bir misyon üstlenmiş, kitlelerin gönlünü kazanmış önemli bir kanaat önderi. Önderi olduğu hareket aslında dini referansları merkeze alan, “Mümin kardeşliği” ekseninde ilerleyen bir “gönül hareketi- ”dir. Fakat şimdi fazlasıyla seküler bir devlet adamı dilini kuşanırken görüyoruz onu.

Türkiye’yi eksen kaymasına uğrattığı yolunda sık sık eleştirilen Başbakan ise biliyoruz ki aslında bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmayı “ekonomik krizin son etkilerini de aşmak” için istiyordu. “Paris’e hiçbir halt satamam, ama müteahhitlerimin Tahran’da, Şam’da alabileceği binlerce iş var” mantığı. Bölgede ve ülkemizde bulunan kadim “dini, kültürel bağ” paydasına yaslanarak alabildiğine “rasyonel, paragmatik” adımlar atmayı planlayan bir girişimdi söz konusu olan.

Şimdi, a) Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleriyle bölgesel bir güç olmasını istemeyen, b) Türkiye’nin sorunlarının çözümünün başka yerde olduğunu düşünen, c) Bu türden bir bölgesel güç olmanın getirdiği yüklerin, getirdiği kazanımlardan fazla olacağına inanan, d) Tayyip Erdoğan’ın karizması ve kimi zaman takındığı uzlaşımsız tavırlar altında ezilen iş çevreleri için Erdoğan’sız ya da AK Parti’siz “eski güzel günler” Türkiye- ’sine dönmeyi mümkün kılacak bir imkân belirdi: “Fethullah Gülen ve hareketi.”

Hocaefendi kaset skandalı patladığında Baykal’ı arayarak ya da aratarak “Bizim çocuklar yapmadı” mesajını verdi. Mavi Marmara olayı vuku bulduğunda da bu kez dünyaya dönüp aynı anlama gelecek bir mesaj daha verdi: “Bizim çocuklar yapmadı.” Neresinden baksanız, içeride ve dışarıda çizilen bir hatta, bir stratejiye tekabül ediyor durum.

GÜLEN’İN BÜYÜK İDEALLERİ

Bir değişim, bir kopuş ya da bir ayar verme hadisesi var. Peki neden?

Birincisi, tahminlerime göre Hocaefendi’nin Erdoğan’ın üslubu ve siyaset etme tarzıyla başı hiç hoş olmadı. Erdoğan’ı, yeterince sağlam bir kaideye basmadığı halde, öyleymiş kadar çok diklenen ve bağıran bir siyasetçi olarak gördüğünü tahmin edebiliyorum.

İkincisi, “eksen kayması” eleştirisinin Gülen’in tasavvurunda tekabül ettiği yer. Nuriye Akman’a 2004 yılında verdiği röportajda, “Bugün İslam dünyası diye bir dünya yok” demişti. Bunun anlamı şuydu: İslam dünyasının adresi Ortadoğu olmamalı. İslam’ın yeniden yükselişinin yeri, adı terör ile özdeşleşmiş ülkeler olmayacak. İslam kendini Batı’ya doğru anlatmalı ve oradan yükselmeli.

Bana göre, Gülen’i Gazze’ye duyarlılık meselesinde fazla ölçülü, soğukkanlı davranmaya yönlendiren asıl etmen bu tasavvurdur.

Bu tasavvur şimdi, Gazze hassasiyetine “romantizm” diyen, ama umutsuzca ve delicesine bir “karasevda” yüzünden Batı’ya tutulmuş, karasevdalı ve bu sevda uğruna işlevsiz, çekingen bir Türkiye’ye razı olanların minik vizyonları ile örtüşüyor, akraba oluyor.

Bunun dolayımında özde pragmatik ve reel politika yapanlar şimdi “İslamcı” olarak, İslamcılık üzerinden tukaka edilmeye çalışılıyor. Özde idealist ve misyoner olan, tümüyle dinsellik eksenli olan tutum ise “gerçekçi, soğukkanlı ve samimi” olmakla taltif ediliyor.

Hayırlısı mı diyelim, oturup ağlayalım mı, bilemiyorum.

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
13:32

Nihal Bengisu Karaca

Hatlar karıştı ama manzara çok net

09 Haziran 2010 Çarşamba

KASET skandalı ve Pensilvanya selamı üzerine yazmıştım. Kumpasın asıl hedefi AK Parti’siz bir siyaset denklemi yaratmaktır. Bunun arkasında Türkiye’nin İsrail’e mesafe alarak Suriye’ye, İran’a ve hatta Rusya’ya yaklaşmasından endişe eden ulusal ve uluslararası aktörler var. Eksen kaymasından tek endişe edenler de Kemalist, laikçi CHP çevresi değildir.

Çok geçmeden, Mavi Marmara gemisine bir saldırı düzenlendi ve Fethullah Gülen, WSJ’ye çok tartışılan görüşlerini açıkladı.

Gazze’ye yardım için düzenlenen kampanyayı “otoriteye başkaldırı” olarak nitelemesi ve İsrail’den izin alınması gerektiğini söylemesi, mütedeyyin camiayı ikiye böldü. Hatlar karışmış durumda ya da tam tersine yerli yerine oturuyor. Garip bir durum var.

HANGİSİ DAHA ROMANTİK?

Hocaefendi, itikadi ve varoluşsal meselelerde aydınlatıcı bir misyon üstlenmiş, kitlelerin gönlünü kazanmış önemli bir kanaat önderi. Önderi olduğu hareket aslında dini referansları merkeze alan, “Mümin kardeşliği” ekseninde ilerleyen bir “gönül hareketi- ”dir. Fakat şimdi fazlasıyla seküler bir devlet adamı dilini kuşanırken görüyoruz onu.

Türkiye’yi eksen kaymasına uğrattığı yolunda sık sık eleştirilen Başbakan ise biliyoruz ki aslında bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmayı “ekonomik krizin son etkilerini de aşmak” için istiyordu. “Paris’e hiçbir halt satamam, ama müteahhitlerimin Tahran’da, Şam’da alabileceği binlerce iş var” mantığı. Bölgede ve ülkemizde bulunan kadim “dini, kültürel bağ” paydasına yaslanarak alabildiğine “rasyonel, paragmatik” adımlar atmayı planlayan bir girişimdi söz konusu olan.

Şimdi, a) Türkiye’nin Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleriyle bölgesel bir güç olmasını istemeyen, b) Türkiye’nin sorunlarının çözümünün başka yerde olduğunu düşünen, c) Bu türden bir bölgesel güç olmanın getirdiği yüklerin, getirdiği kazanımlardan fazla olacağına inanan, d) Tayyip Erdoğan’ın karizması ve kimi zaman takındığı uzlaşımsız tavırlar altında ezilen iş çevreleri için Erdoğan’sız ya da AK Parti’siz “eski güzel günler” Türkiye- ’sine dönmeyi mümkün kılacak bir imkân belirdi: “Fethullah Gülen ve hareketi.”

Hocaefendi kaset skandalı patladığında Baykal’ı arayarak ya da aratarak “Bizim çocuklar yapmadı” mesajını verdi. Mavi Marmara olayı vuku bulduğunda da bu kez dünyaya dönüp aynı anlama gelecek bir mesaj daha verdi: “Bizim çocuklar yapmadı.” Neresinden baksanız, içeride ve dışarıda çizilen bir hatta, bir stratejiye tekabül ediyor durum.

GÜLEN’İN BÜYÜK İDEALLERİ

Bir değişim, bir kopuş ya da bir ayar verme hadisesi var. Peki neden?

Birincisi, tahminlerime göre Hocaefendi’nin Erdoğan’ın üslubu ve siyaset etme tarzıyla başı hiç hoş olmadı. Erdoğan’ı, yeterince sağlam bir kaideye basmadığı halde, öyleymiş kadar çok diklenen ve bağıran bir siyasetçi olarak gördüğünü tahmin edebiliyorum.

İkincisi, “eksen kayması” eleştirisinin Gülen’in tasavvurunda tekabül ettiği yer. Nuriye Akman’a 2004 yılında verdiği röportajda, “Bugün İslam dünyası diye bir dünya yok” demişti. Bunun anlamı şuydu: İslam dünyasının adresi Ortadoğu olmamalı. İslam’ın yeniden yükselişinin yeri, adı terör ile özdeşleşmiş ülkeler olmayacak. İslam kendini Batı’ya doğru anlatmalı ve oradan yükselmeli.

Bana göre, Gülen’i Gazze’ye duyarlılık meselesinde fazla ölçülü, soğukkanlı davranmaya yönlendiren asıl etmen bu tasavvurdur.

Bu tasavvur şimdi, Gazze hassasiyetine “romantizm” diyen, ama umutsuzca ve delicesine bir “karasevda” yüzünden Batı’ya tutulmuş, karasevdalı ve bu sevda uğruna işlevsiz, çekingen bir Türkiye’ye razı olanların minik vizyonları ile örtüşüyor, akraba oluyor.

Bunun dolayımında özde pragmatik ve reel politika yapanlar şimdi “İslamcı” olarak, İslamcılık üzerinden tukaka edilmeye çalışılıyor. Özde idealist ve misyoner olan, tümüyle dinsellik eksenli olan tutum ise “gerçekçi, soğukkanlı ve samimi” olmakla taltif ediliyor.

Hayırlısı mı diyelim, oturup ağlayalım mı, bilemiyorum.

Cüneyt Özcan
09.06.2010
18:22

Reşat bey, Keşke siteyi sabote etmek yerine bilgilendirici, akıldaki sorulara cevap verici kendi yorumlarınızı ekleseniz. Sizi bir yazar seçip yorumlarınızla dergiye katkı sağlamaya, kendi yorumlarınızla bizlerin de sizden faydalanmamıza yardımcı olmaya davet ediyorum.

Reşat Nuri Erol
09.06.2010
22:28

CEVAP: Kendim yazar olup yazılarımın bir kardeşimiz tarafından seşilmesi sebebiyle, site yönetimi yazar seçip yorum yapmamı uygun görmedi.

Ben de görüşlerime kısmen yakın yazarları, yorumları, haberleri seçip katkıda bulunmaya çalışıyorum.

Kendi "makalelerim"de ve "SEMİNERLER" kısmında zaten yeteri kadar görüşlerim ve katkılarım var. Ayrıca, bir de böyle katkıda bulunuyorum.

Yaptıklarım nasıl sabote oluyor, anlayamadım...

Vesselâm...

REŞAD

Cüneyt Özcan
10.06.2010
10:35

Benim belirtmek istediğim. Kendi yazılarınız olmadığı halde kopyala-yapıştırla siteyi sabote ettiğinizdir. Diğer katkılarınız hakkında olumsuz bir düşüncem yok ancak bu yolla site için fasid bir yol açıyorsunuz. Nitekim ben vakti zamanında bu yüzden Karagülle hocam tarafından başkalarının yazılarını ekleme hususunda uyarılmıştım. Bu şekilde siteyi ifsat etmemenizi ve buna kapı aralamamanızı rica ediyorum.

Reşat Nuri Erol
10.06.2010
20:55

Süleyman Hocam, Lütfi Bey ve diğer arkadaşların dikkatine:

Arkadaşın dediği doğruysa, bundan sonra iktibaslarımı koymayın.

Vesselam...

REŞAD





Sayı: 52 | Tarih: 6.06.2010
Mahir Kaynak
Siyasî sonuçlar
1754 Okunma
17 Yorum
Süleyman Karagülle
Ahmet Hakan
Boşuna ölmediler
1400 Okunma
4 Yorum
Lütfi Hocaoğlu
Reşat Nuri Erol
Kapitalizm çöküyor...
1337 Okunma
9 Yorum
Ilker Ardic
Hayrettin Karaman
Hedef ambargoyu kaldırmak
1256 Okunma
Hilmi Altın
Toktamış Ateş
Mavi Marmara
1214 Okunma
Osman Eskicioğlu
Ruşen Çakır
Mavi Marmara İskenderun Limanı’na uğradı mı?
1132 Okunma
Tayibet Erzen
Derya Sazak
Gülenin uyarısı
1105 Okunma
Serdar Turan
Mehmet Şevket Eygi
Bu İşin Sonu Üçüncü Dünya Savaşıdır
1102 Okunma
Emine Hocaoğlu
Fikret Bila
İsrail Kaybetti
1093 Okunma
Harun Özdemir
Dücane Cündioğlu
Gazze'nin Ekonomi Politiği
1093 Okunma
Abdülkadir Altınhan
Ebubekir Sifil
Halk İradesi Mi? Sivil Toplum Mu?
1088 Okunma
Zafer Kafkas
Reşat Nuri Erol
Kapitalizm çöküyor...
1084 Okunma
Ilker Ardic
Zülfü Livaneli
Kriz
1077 Okunma
Ali Bülent Dilek
Oktay Ekşi
Yalnızlaşıyor
1014 Okunma
Vahap Alma