Darbe endişesi vehimden mi ibaret?
“Bütün bunları yaptıran vehim, darbe olacağı vehmi” diye yazıp çizenler var ya, belki de adamlar doğru söylüyorlar, ne malum? En ufak kıpırtıya 'darbe' hazırlığı olarak bakma kuruntusu Ak Parti'ye hâkim olamaz mı?
Askeri yargının görev alanını daraltan iki maddelik yasa değişikliği sonrasında, CHP sözcüleri ile CHP'nin basındaki sözcüleri, “Ak Partililerin vehminin sonucu” diye yazıp çizdikçe benim içimde de bir ses, “Ya doğru söylüyorlarsa?” hatırlatmasını yapıyor.
Özellikle Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un son basın toplantısında birkaç kez tekrarladığı “Demokrasi-dışı formüller peşinde koşanları Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde barındırmayız” sözü de, hemen ardından eklediği “Genelkurmay Başkanı olarak sarf ettiğim bu sözün teminatı benim” teyidi de kulaklarımda çınlayıp duruyor.
İnsanın gönlüyle akıl ve mantığının çatıştığı konular olur ya, bu da benim için onlardan biri: Gönlüm 'vehim' tezine çok yatkın, “Artık bundan sonra darbe olmaz” teminatı da doğrusu gönlümü okşuyor... Ancak yarım asrı aşan kendi ömrümün bütününde bizzat tanığı olduğum olaylar aklımı ve mantığımı kolayca esir alabiliyor; sonunda gönlümü okşayan 'tez' mantığıma fazla inandırıcı gelmiyor.
Adnan Menderes'in Genelkurmay Başkanı (Gen. Rüştü Erdelhun) da muhtemelen benzer yatıştırıcı sözler sarf ediyordu; büyük ihtimalle samimi görüşünü de yansıtıyordu o sözler... Oysa alttan alta çalışan bir 'cunta' onu da Yassıada'da yargılayacak bir hazırlığın içerisindeydi.
'9 Subaylar Olayı' diye bilinen bir cunta faaliyeti, içlerinden birinin (Samet Kuşçu) ihbarıyla ortaya çıktığında, “Benim ordum darbe yapmaz” diyen Adnan Menderes'in tavrı sonucu, cuntacılar 27 Mayıs'ı gerçekleştirmek üzere serbest bırakılırken 'ihbarcı' hapse gönderilmişti.
Süleyman Demirel'in 12 Eylül'e (1980) gidilen süreçte Cumhurbaşkanı Vekili olarak Çankaya'da oturan TBMM Başkanı İhsan Sabri Çağlayangil'i dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren'in ağzını yoklamakla görevlendirdiği, darbenin bir gün öncesinde bile, “Öyle bir niyetleri yok” raporunu aldığı da biliniyor...
12 Mart (1971) müdahalesi öncesinde Milli Savunma Bakanı Ahmet Tahtakılıç görevlendirilmişti aynı sebeple; her seferinde aldığı “Ortalık süt liman” yatıştırıcı bilgisi Süleyman Demirel'in basiretini bağlamıştı.
“Benim ordum darbe yapmaz” diye düşünmeyi engelleyici en çarpıcı örnek ise Milli Mücadele'nin ikinci büyük komutanı İsmet İnönü'nün, 1960 sonrası başbakanlığı döneminde, sonuca varamamış iki darbe girişimine muhatap olmasıdır; TSK içerisinde örgütlenmiş bir 'cunta' İsmet Paşa'nın tarihî kişiliğine aldırmaksızın eli silâhlı olma gücünü kullanmaktan çekinmemişti...
27 Nisan 'e-muhtırası' Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) yolunda emin adımlarla yürüdüğüne inandığımız bir zaman diliminde (Nisan 2007) Genelkurmay internet sitesine konmadı mı? Şimdilerde “Metnini bizzat yazdım” diye övünen komutan (Org. Yaşar Büyükanıt), görevi sırasında 'demokrasi-yanlısı' mesajlar vermiyor muydu?
Vardığım sonuç şu: Askeri yargının yetkilerini darbecileri sivil mahkemelerde yargılamayı da içerecek biçimde tırpanlayan iki maddelik yasa değişikliği galiba vehim veya kuruntu eseri değil; somut olaylardan hareketle alınmış bir tedbire benziyor.
Son bir soru: Diyelim ki, 'tez' doğru, TSK içerisinde 'darbeci' bir filiz kalmadı; bu durumda -nasıl olsa kimseye uygulanması gerekmeyeceğine göre- o iki maddede yapılan değişiklik neden bu kadar büyütülüyor?
Bir de mülâhaza: Genelkurmay başkanlarını da sivil mahkemede yargılamaya kalkan olur endişesiyle mi değişikliğe itiraz ediliyor? O endişeyi giderecek yasal hazırlık sürüyor, ama şunu da unutmayalım: Şimdilerde bu endişeyi duyanlar, kısa süre önce, Sincan yargıcı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü yargılamaya kalkıştığında hiçbir tepki vermemişlerdi...
05 Temmuz 2009 Pazar/Yeni Şafak
Yorum: Türkiye’de “askeri darbe” muğlak, soyut bir “öcü” değildir. Askeri darbe dediğimiz, ülkemizde çeşitli sebeplerle yaşanmış tarihi olaylardır; yani gerçektirler! Öncelikle bunu teslim etmek lazım. Bugün açıkça dillendirilmese de iki tez var ortada: birincisi “darbe tehlikesi vardır” derken diğeri “darbe endişesi bir vehimden ibarettir” diyor. Her iki tez doğru da olabilir yanlış da. Asıl yanlış olan şey, askeri yargının alanını daraltmaya yönelik yasa değişikliklerinin bu bağlamda ele alınması.
Yasalar tek başına toplumu şekillendiremezler. Eğer şekillendirmiş olsaydı cumhuriyetin ilanından sonra batılı ülkelerden alınan hukuki düzenlemeler Türkiye’yi bir batı ülkesi haline getirirdi!
Sorulması gereken kritik soru şu: yasa ile darbe engellenebilir mi?
Kimse darbe yapmak istemiyorsa yasanın çıkmasında bir sakınca yok deniyor. Fakat darbe çıkacak herhangi bir yasa ile durdurulamayacaksa yasa niye çıkartmak neye yarar?
Darbe derken silahlı ve cebri bir uygulamadan bahsediyoruz. Böylesi bir hareketi yasa ile durdurmak nasıl mümkün olabilir? Herhalde ancak başarısız girişimleri yargılamak mümkün olacaktır. Ama onlar da zaten darbe değildir, sadece başarısız darbe girişimleridir.
Ülke yönetiminde etkin olan üst düzey kurumların ve güç odaklarının bir birine güvenerek, huzur içinde çalışmasının yolu herhangi bir yasal düzenleme olamaz. Bu sistematik bir sorundur. Hayati önemdeki bu sorun çözülmeden hiç kimse ülke çıkarları için elinden geleni yapamaz. Çatışma ortadan kalkmadan kimse gerçek sorunlara odaklanacak kadar güçlü olamayacaktır. Ve bu da sorunların kronikleşmesine yol açacaktır ki bizim de geldiğimiz nokta budur.
Papatya falı bakar gibi darbe tartışması yapmaktansa sorunun sistematik boyutunu görmek, ve buna yönelik çözüm önerileri geliştirmek daha sağlıklı olacaktır.