02.07.2009
“Kürt/Türk” diye bölündük, kesmedi...
“Liberal/Cumhuriyetçi” diye bölündük, tutmadı... “Alevi/Sünni” diye bölündük, uymadı... “Darbeci/demokrat” diye bölündük, olmadı... “Laik/şeriatçı” diye bölündük, modası geçti...
Ve işte en son bölünmemiz:
“Askerciler” ile “Polisçiler” bölünmesi...
Türkiye'de artık iki kesim var:
“Rejimin teminatı askerdir” diyenler ile “Rejimin teminatı polistir” diyenler...
* * *
Hani kapatılan Refah Partisi'nin ortaya attığı “Herkes kendi inancının gerektirdiği hukuk sistemine göre yargılansın” tezi vardı ya...
Hani adına “çok hukukluluk” denilen o meşhur tartışma...
İster misiniz, şu “Askerciler” ve “Polisçiler” bölünmesi, “çok hukukluluk” tezini yeniden alevlendirsin...
Mesela “Rejimin teminatı askerdir” diye inananlar askeri mahkemelerde, “Rejimin teminatı polistir” diyenler ise sivil mahkemelerde yargılansın...
Böylece askeri mahkemelerin kararına “İşte en doğru karar” diyenler ile sivil mahkemelerin kararına “Asıl en doğru karar bu” diyenler arasındaki muazzam ihtilaf çözülmüş olmaz mı?
* * *
Şaka bir tarafa...
Galiba en iyisi “Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr” şiirini okumak...
Yorum:
Hz. Muhammed Medine’de İslam devletini kurduğu zaman Yahudiler, Muhacirler, Evs ve Hazrec kabileleri ile beraber bir sözleşme (anayasa) imzaladılar. Bu sözleşmenin bazı maddeleri şöyledir:
1.Bu yazı Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Medineli müminler, Müslümanlar, bunlara tabi olanlara sonradan iltihak edenler ve onlarla beraber cihat edenler içindir.
2.İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet oluştururlar.
10.Yahudilerden bize tabi olanlar, zulme uğramaksızın ve onlara karşıt olanlarla yardımlaşmazlarsa, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır.
19. Yahudiler, müminler gibi savaş sürdüğü sürece harb masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.
20. Beni Avf Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet (toplum) teşkil ederler. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Buna, Mevlaları da dahildir.
22.Beni Neccar Yahudileri de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahiptirler.
24.Beni Şuteybe de Beni Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacaklardır. Kurallara mutlaka riayet edilecek ve bunlara aykırı davranılmayacaktır.
25.Yahudilere sığınanlar bizzat onlar gibi mülahaza olunacaklardır.
26.Yahudilerden hiç kimse Muhammed’in izni olmadan, Müslümanlarla birlikte bir askeri sefere çıkamayacaktır.
28.Bir savaş vukuunda Yahudilerin masrafları kendi üzerine ve Müslümanların masrafları kendi üzerinedir. Bu sahifede gösterilen kimselere harp açanlara karşı, onlar birbirleriyle yardımlaşacaklardır. Onlar arasında iyi davranma olacaktır. Kaidelere mutlaka riayet edilecek, bunlara aykırı davranış olmayacaktır.
30.Yahudiler Müslümanlarla birlikte, beraberce harp ettikleri sürece masrafta bulunacaklardır.
36. Müslümanlar ve Yahudiler arasında Medine’ye saldıracaklara karşı yardımlaşma yapılacaktır.
37. Şayet; Yahudiler, Müslümanlar tarafından bir sulh yapmaya veya bir sulh aktine iştirake davet olunurlarsa, bunu doğrudan doğruya aktedecekler veya ona iştirak edeceklerdir. Şayet Yahudiler, Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olurlarsa, müminlere karşı aynı haklara sahip olacaklardır. Din konusunda girişilen harp vakaları müstesnadır.
Bu anlaşma yürürlükte iken Yahudiler Tevrat ile hareket etmediklerinde:
Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde seni nasıl hakem tayin ederler? (Maide 43)
Kendilerine Tevrat yüklenilenlerin sonra onu taşımayanların meselesi basılı kitapları taşıyan eşeklerin meselesi gibidir. (Cuma 5)
Hz. Muhammed’in hayatında ilk kurulan İslam devletinin nasıl çok hukuklu olduğu görülmektedir.
Refah partisi Adil Düzen projesi ile çok hukukluluk sisteminin gelmesi gerektiğini savunduğunda bunun olamayacağı iddia edildi ve birçok yerde alay konusu yapıldı. Ancak çok hukukluluk Avrupa’da veya Amerika’da eyalet sistemi ile uygulanınca modernlik olarak algılanır. Bunun İslami olduğu söylenince ne hikmetse gericilik deniyor ve uygulanamaz olduğu söyleniyor. Hukuk konusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından beri örnek olarak alınan İsviçre’de çok hukukluluk sistemi uygulanmaktadır. Yüzölçümü ülkemizin on dokuzda biri, nüfusu onda birimiz olan bu küçük ülkede 26 kanton vardır ve bu 26 kantonun her birinin kendi anayasaları, parlamentoları, hükümetleri ve mahkemeleri vardır. Bizim batıcılarımız çok hukukluluğu batı yapınca ilericilik olarak görmekte, ancak İslami olursa gericilik demektedirler. Bir işi birisi yapınca iyi, başkası yapınca kötüdür demenin adı küfürdür. Kâfirlik buna denir.
Tek hukukluluğu uygulamanın bir yolu vardır: çoğunluk (ekseriyet) sistemi. Çünkü hangi kanunu çıkaracaksanız çıkarın o kanuna mutlaka karşı çıkan, bu kanundan hoşlanmayan bir grup olacaktır. Yani bir grubu zorla diğer grubun istediği kanuna uymak zorunda bırakacaksınız. Oysa şu iki ayet bunun ne kadar yanlış olduğunu göstermektedir:
Eğer yerde olan kimselerin çoğunluğuna itaat edersen, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar yalnızca zanna uyarlar ve onlar yalnızca kafadan atarlar. (En’am-116)
Dinde (düzende, sistemde) hiçbir zorlama yoktur. (Bakara 256)
Çok hukuklulukta herkes istediği şekilde yaşar, tek hukuklulukta bir grup diğer grubun istediği gibi yaşar. Buna da demokrasi derler. Nasıl oluyorsa? Hatta diğer grubun istediği şekilde yaşayan grup genellikle toplumun azınlık kesimi değildir, çoğunluktur. Bunun için seçimlerde önce oylama yapılır. Oylamaya bir grup katılmaz veya katılamaz. Diğer taraftan çoğunluk sisteminin açmazlarını kapatmak için baraj denen sistemler getirilir. Böylece oy verenlerin önemli bir kısmının oyları da boşa gider. Sonra bakarsınız ki oy verenlerin % 30-35’ini alan bir grup anayasayı değiştirecek ekseriyetle mecliste koltuk sahibi olur. Ancak iktidar olmak için bu kadar bir orana bile genellikle ihtiyaç yoktur. Seçim tamamlanır ve vekiller yerlerine oturur. Sonrasında bir kanun çıkarılacağı zaman, bir bakarsınız ki vekillerin üçte ikisi mecliste yok. Üçte biri gelmiş ki bu oran kanun çıkması için yeterlidir. Bunlarında yarısının bir fazlası evet oyu verirse kanun çıkar. Bu durum da gösteriyor ki bazı kanunları halkın % 10’unu temsil edenler çıkarıyor. Ekseriyet demokrasisi ne kadar güzel değil mi? !
Önce Allah’ın dediklerine kulak verelim. Söyleyene değil söylenene bakalım. Söyleyen Refah Partisi olunca yanlış oluyor, İsviçre olunca doğru oluyorsa, bu davranış küfürden başka bir şey değildir.
Sistemi bir bütün olarak değerlendirmek gereklidir. Bugün mahkemeler sivil ve askeri diye ikiye ayrılmaktadır. Oysa Adil Düzende hakemlik vardır, herkes kendi hakemini seçer. Bu durumda atanan hâkimler değil, kişilerin özgür iradesi ile seçtiği hakemler karar verir. Bunun için dergimizin ikinci sayısında Süleyman Akdemir tarafından Ertuğrul Özkök’ün yazısına yapılan yorumu okumanızı tavsiye ederim.
Allah’ın bize gösterdiği yolda yürümek duasıyla.