30.06.2009
Bir olay değerlendirilirken kimin haklı kimin haksız olduğu sorgulanır ve herkes haklı olanın yanında yer aldığını sanır. Ben farklı bir açıdan yaklaşırım. Bu olayın sonuçlarının ne olduğunu ve bunun herhangi bir gücün projesine uyup uymadığını araştırırım. 12Eylül öncesinde de aynı şeyi yaptım ve şu sonuçlara ulaştım.
Ülkede sol bir rejim kurmak için mücadele ettiklerini söyleyenler yanlarına almaları gereken halkı canından bezdirdi. Herkes çocuğunun akşama sağ salim eve dönemeyeceği endişesini taşıyordu Esnaf militanların saldırısından korkuyordu. O zaman bunların gerçekte halkın sola karşı nefret duyması için çalıştığını düşündüm ve adını aşı teorisi koyduğum bir model ürettim. Zayıf mikroplar hasta etmez aksine hastalığa karşı bağışıklık oluştururdu. Solu yönlendirenler sol düşüncenin önünün kesiyordu.
Milliyetçileri yönetenler halkın ve devlet kurumlarının komünist bir yönetime izin vermeyeceğini, bir mucize gerçekleşse ve solcular yönetimi ele geçirselerdi bile müttefiklerimizin derhal müdahale edeceğini ve bunun için hukuki zeminin bile hazır olduğunu bildikleri halde çatışmada aktif rol aldılar. Bu tablo çatışmanın darbeye hazırlık amacıyla çıkarıldığını ve her iki tarafın aynı gücün kontrolünde olduğunu gösteriyordu.
Teşebbüs yargı yoluyla engellenemezdi. Devleti yönetenler süreci değerlendirselerdi bedel ödenmez ve hem bir çok insanımız kaybetmez hem de 12 Eylül rejiminin bugüne kadar sürmesi engellenirdi. Yapılacak şeyin bu karmaşayı yaratanlarla siyasi pazarlık yapmak ve içerdeki işbirlikçilerini etkisiz hale getirmekti. Aslında varılmak istenen hedef Türkiye’yi Batı ekonomileriyle bütünleştirmek ve böylece kontrolü güçlendirmekti Yani hedef Özal’ın yaptıklarıydı ve darbeciler inşa edilecek yeni yapının kurulacağı alanı temizleyen dozerler gibiydi. Özal’ın yaptıklarını eleştirmek gibi bir maksadım yok ama bunun için bu kadar bedel ödenmesini kabul edemiyorum. Bugünkü ekonomiye bakışımızın ve uygulamalarımızın temeli o tarihte atıldı. Şikayetçi olduğum gittiğimiz yerin doğruluğu ya da yanlışlığı değil kendimiz gitmeyip götürülmüş oluşumuzdur.
12 Eylül nedeniyle kimse yargılanmamalı ama devletin uluslararası operasyonlara bu kadar açık hale gelmesini engelleyecek tedbirler alınmalıdır. Bunun kolay olmadığını yaşadığımız belge kriziyle yeniden görmüş olmanın üzüntüsü içindeyim. 12Eylül öncesindeki gibi saflara ayrıldık, insanlar kimin haklı kimin haksız olduğunu tartışıyor, taraflar sağ sol kavgası yerine demokrasi ve devleti koydular. Görünüm farklı olsa bile niteliği tıpa tıp aynı.
Bu tartışmalara hiç yabancı değilim. Projenin tek olmadığını, iki farklı projenin iki güç tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldığını ve mücadele ettiğini söyleyen kişilerin, genelde bilinçsiz ama yaptıklarının mükafatını alarak rollerini oynadıklarını düşünüyorum.
Yorum:
Dünyada tek devleti oluşturmak isteyen sömürü sermayesi tüm olayların planlayıcısıdır. 1897 Bazel’deki karara göre 1997 de Türkiye devleti yok olacak, İsrail imparatorluk olacak. Bunun için Türkiye’de :
a) Laiklik - İrtica, Sünni - Alevi, Kürt - Türk, Atatürkçü - Dinci gibi gruplara ayrılacak, çıkarılacak çatışmalar sonunda iç savaş çıkartılacaktır.
b) Türkiye ekonomisi son derece kötüleştirilecek, Türkiye ordusunu besleyemeyecek hale getirilecek ve böylece de savaşsız işgal edilebilecektir.
c) Türk ordusu ile Türk halkının arası açılacak ordu - halk savaşı başlatılacaktır.
d) Komşuları ile kötü edilecek; İran-Türk savaşı ile iki devletin işi bitirilecektir.
İşte bu planın gereği Türkiye’de on senede bir müdahale yapılmalıdır. Hedef Türkiye’yi geri bırakmak, iç savaş çıkartmak, komşuları ile kötü etmek, orduyu etkisiz hale getirmek.
Bir devletin iç güvenliği hukuk düzeni içinde sağlanır. Devlet budur. İç güvenliği yargı sağlar. Türkiye’de ise yargı bağımsız değildir. Tarafsız değil, etkin değil, saygın değildir.
Bağımsız değil çünkü savcı hakimin yanında oturuyor ve ona talimat veriyor. Tarafsız değil çünkü yargı devlet tarafındadır. MİT’in baskısı altındadır. Hakim faili meçhul cinayete kurban gitme tehlikesiyle her an karşı karşıyadır. O cinayetlerin failinin devlet olduğu bugün artık anlaşılmış olmalıdır. Saygın değil çünkü sokakta yürüyen adam yargıya güvenmiyor ve yargıdan korkmuyor. Bunun haklı sebebe dayanması gerekmez. Bu böyledir. Etkin değil çünkü yirmi sene süren davalardan mahkum olanların, halk bilincinde ne caydırıcılık etkisi olacaktır.
İşte bağımsız, tarafsız, etkin ve saygın yargı oluşturamadığınız müddetçe iç ve dış mikroplar azacak ve devlet uçurumun kenarına geldiğinde asker ister istemez imdada koşacaktır.
O halde adil yargıyı nasıl gerçekleştirebiliriz?
1) Dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Tüm dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Yüce divan mecliste hakemlerden oluşmalıdır. Hakemleri parti grupları seçmelidir. Yüce divana gelen dava tarafların bu kararda seçtiği hakemlerle bu hakemlerin seçtiği başhakem yargılamalıdır. Milletvekilleri, bakanlar, valiler, rektörler, orgeneraller, yüksek hakimler, bakanlar ve milletvekilleri emekli olsalar da bu yüce divanda yargılanabilmelidir yahut dokunulmazlığı kaldırılabilmedir.
2) İllerde yüksek il mahkemeleri kurulmalıdır. Bunlar da il özel meclisi tarafından aynı şekilde hakemler yoluyla yargılanmalıdır. İldeki dokunulmaz tüm kişiler bu mahkemede yargılanmalıdır veya bu mahkemeler dokunulmazlığı kaldırmalıdır.
3) Hukuk muhakemeleri usulü kanununda küçük değişiklik yapılmalıdır. Taraflar aksini tasrih etmemişlerse mahkemelere değil, hakemlere gitmelidir.
4) Avukatlık müessesesi hakemlik müessesesine dönüştürülmelidir. Ücretlerini devlet ödemelidir.
5) Savcılık mesleği kaldırılmalı kamu avukatlığı ya da kamu hakemliği müessesesine dönüştürülmelidir.
6) Ceza hukukunda bilirkişi raporları esas olacaktır. Bilirkişilerden birini bir taraf diğerini diğer taraf seçecektir. Baş bilirkişiyi bilirkişiler seçecektir.
İşte bu reformlar gerçekleştikten sonra tarafsız, bağımsız, etkin ve saygın yargı oluşacaktır. Herkes kendisini güven altında hissedecektir. Hakim de kedisini güven altında hissedecektir. Ordu dış savunma ile meşgul olacaktır. Yine de güvenlik sağlanmazsa sıkıyönetim ilan edilecek, yönetim askere teslim edilecek hükümet artık karışmayacaktır.
Savunma konularında hükümet müdahale etmemelidir. Bunun için Cumhurbaşkanı askerden olacaktır. Dış siyasette ve savunmada başkanlık sistemi iç güvenlikte ve yönetimde başbakanlık sistemi uygulanacaktır.
Mahir Kaynak’ın yazılarını bu dergide ben Süleyman Karagülle olarak değerlendirdim. Önerilerimi tartışmalıyız. Bize ambargo koyanlardan korkmadan ortak görüşlerimizi kamuoyuna duyurma görevi size düşmektedir. Adil Düzen yakında gelecektir. Ambargo koyanlara Allah ambargo koyacaktır. Milli Görüşü silmek isteyen partiler siyasetten silinmiştir. Şimdi Milli Görüş anayasa ekseriyetiyle iktidardadır.