07 Haziran 2009
"Gazeteciler.com" adlı internet sitesinde, "Dindar kesim medya işinde niçin başarısız oldu" başlıklı bir yazı yayınlandı. Yazarı: "B. Ahmet Yavuz". (Eyvah! Sanırım yine bir takma isim olayı... Eyvah! Bu takma isimde de "Ahmet" var...)
Sevdim bu yazıyı... Çünkü içeriden bir dille yazılmıştı, isabetli saptamalar vardı, bilgi vericiydi ve tarihe ışık tutan cinstendi...
Ama ne yazık ki "kalkış noktası" yanlış olduğundan, "varılan sonuç" da yanlış olmuştu...
Çünkü bu meseleye, "Dindar kesim medya işinde niçin başarısız oldu" diye başlanamaz.
Başlanacaksa, "Dindarların medya işinde başarısız olması niçin kaçınılmazdır" noktasından başlamak gerekir...
* * *
Benim bu konuda en az 45 gerekçem var...
Ama sanırım ilk üçünü yazdığımda, "Gerisi kalsın, yazmana gerek yok" diyeceksiniz...
BİR: Dindarlık ile gazetecilik arasında iflah olmaz çelişkiler vardır... Din "abartma" der, gazetecilik "abart" der... Din "gizliyi, saklıyı araştırma" der... Gazetecilik "araştır, araştır" der... Din "kusurları ört" der... Gazetecilik "kusurları aç" der... Din "fazla meraklı olma" der... Gazetecilik "fazla meraklı ol" der... Kısacası, dindarlık ile gazetecilik arasında yapısal fark vardır...
İKİ: Türkiye’de maalesef bir "dindar medya geleneği" yok... Ya da şöyle söyleyeyim: Gelenek yanlış başlamış... 40 yıl önce çıkan Milli Gazete, "parti bülteni" olarak konumlandırıldığından, dindar kesimde "partiden bağımsız yayın organı" fikri oluşmamış... Bu kesimin zihin dünyasında "gazete", partinin topçu birliğidir... Ötesi yoktur...
ÜÇ: Türkiye’de her sabah bayiye gidip parayla gazete satın alma alışkanlığı, bu kesimde yok... Belki de bu nedenle merkez medya bazen "aşırı laik / aşırı anti-AKP / aşırı türban karşıtı" falan takılmasına rağmen, tiraj kaybetmiyor... Ya da tersini yapan yayın organlarının tiraj almayışı bundan...
Yorum: Ahmet Hakan’ın bu yazısında bahsettiği konuya Kur’an açısından bakılırsa ilk akla gelen ayet şu olmaktadır:
يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلاَ تَجَسَّسُوا وَلاَ يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ
Ey iman edenler, zannın çoğundan kaçının. Kesinlikle zannın bir kısmı kötülüktür ve casusluk yapmayın ve bazınız bazınıza gıybet etmesin. Sizden bir kimse kardeşinin etini yemeyi sever mi? Hoşunuza gitmedi. (Hucurat/12)
Bu ayetle şu üç durum emredilmektedir:
1.Zannın kötü olanından kaçınmak
2.Casusluk yapmamak
3.Gıybet etmemek (Gıyabında kötü konuşmamak)
Diğer bir ayette ise:
لاَ يُحِبُّ اللَّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ
Allah sözden kötü olanın açıkça söylenmesini zulme uğrayan kimse(nin açıkça söylemesi) dışında sevmez. (Nisa/148)
Bu ayetle de kötü sözlerin ve kötü olayların söz olarak söylenmesi istenmemektedir. Zulme uğrayanın söylemesi kendisine yapılan kötülüğün cezasının verilmesi amacıyla dava açma hakkından dolayı gereklidir. Ona bu kapı açık bırakılmaktadır. Kötü olayların ve kötü sözlerin açıkça söylenmesi kötü insanlara yapacakları kötü işlerde örnek oluşturmaktadır. Bunun örneği defalarca görüldü. Medyanın yaygınlaşması ile beraber yaşanılan kötü olaylar insanlara bir kere değil defalarca gösterilmeye başlandı (izlenme oranı kaygısı, tiraj kaygısı) ve sonunda o işlenen kötülükler toplumda normal işler gibi görülmeye başlandı. Bu ayette Yaratıcı, kötü işleri toplum nezdinde normale dönüştürme, bazı insanları teşvik etme işlevi göreceğinden dolayı açıkça söylenmesini istememektedir.
Ahmet Hakan bu yazısında gazeteciliğin din ile çeliştiğini söylemektedir. Gazetecilik mesleğini dini açıdan haram duruma düşürmektedir. İslam dini tarafından istenmeyen kötü zan, casusluk, gıybet, kötü işlerin ve sözlerin açıklanması olmadan gazetecilik yapılamaz mı? Bunun için Adil Düzende Genel Hizmetler konusunun basın bölümüne bakmanızı öneririm.