( Ahmet Altan; “şaşırdınız demek…”
Taraf Gazetesi; 07.01.2011)
DİRENEN EGO, KANAYAN VİCDAN,
“Kahraman düşükünlüğü, korku diyarlarının çocuklarını büyütür.”
İnsanlık, genişliği, ihtiyaç ve acizliği kadar olan, yolunu açarak ilerler. O yolun şeritleri deneyim, acı ve başarılarıyla çizilir; ilerleyişinin süratini, başarıları; duruşunu korkuları etkiler. Arızalanmaları ise, hem türlerinin kurtluğundan (insan insanın kurdu dur) çıkar.
Hesaplaşma,
Devrimle gelen devrimden korkar. Değişimin kaçınılmazlığına direnen iktidar ve kurumları
yerini devirdiği mevcuttan daha sağlam kılmak ister. Bu tutum, kendi inşanda beslendiği unsurlardan kaynaklanır.
Tercihler, geleceğin binasının oturduğu temelleri oluşturur. Binanın yükseltilmesinden sonra donatımında kullanılan teknik ne kadar modern olursa olsun, asıl dayanak temelde belirlenmiştir.
Sistemimiz değişime direnişini, kuruluşundaki ruhu çağırarak yapmaya çalışıyor. Kendi ruhunun güncel ile yozlaştığını bildiği için, daha saf diye bellediği ve millete bellettiği metafizik alanları şamanca öne alma gayretine giriyor.
Olgular, ürünler veya etkileşimler, dönemlerinden koparılarak, yaşatılmaya çalışılması onların özlerine zarar verir, yozlaştırır. Bu da hem içerde hem dışarıda olumsuzu sonuçlara sebep olur. Suçlu bulma hastalığı depreşip, özün dışındaki her şey suçlu ilan edilir ve cephe alınır.
Oysa, devletlerin sistemlerin, kuruluşundaki haklılık ve olumsuzuluklar nasıl dönemsel ise, bu dönemin haklı isteklerine, o dönemin haklılıklarıyla karşı konulması; o haklılıklara haksızlık etmek demektir.
Milletin iyiliğine, zenginliğine ve mutluluğuna dönük her girişim, devletin, sistemin kuruluş ilkeleriyle çatıştırılıp, ihanet yaftasıyla cepheler kazılması; tüm milletin zararına sonuç vermektedir. Böyle tabusal ısrar, parçalanma, bölünme, dağılma, gibi korkuları çağırarak; sürekli gerginlikler oluşturulup, çağrılıp da gelmeyenlerin yerine; çağıranlar, korkutucuya dönüşmektedirler.
Bu feci durum, milletin acısını artırmakta; geleceği için zengin ve güçlü olma olasılığını, geçmiş korku semptomlarıyla engellemektedir. Kurumlar, değişme direnerek ( iyi niyetle baktığımızda) yapageldiklerini; “milletin iyiliği (beka da var!) için” yaptıklarını söylemekteler. Kurumların başlangıçtan buyana, ilk acıyla yaşamaları ve acıda ısrar etmelerinin gerekçesi, olur da unutarak yıkılmış imparatorluğun, ilk kuruluş acılarının tekrar edecek koşullarını savmak; çöküş ve yokluğu yeniden yaşamamak fikrindendir. Yine oysa, bu konuda dikkat edilmeyip, hesaba katılmayan ve koşulları belirleyen asıl etkenin; zaman ve getirdiklerinin, çözümlemesinin yapılmaması; farkların acı koşullanmasıyla görülmemesidir.
Zenginlik arayışları ihanet; özgürlük arayışları bölücülük; küresel paydaşmalar ajanlık; ve benzeri sıfatlar ile durum (statüko) korunması; her alanda siper kazılması çabaları, nasıl giderilecek; nasıl, bu vatandaşlarımız “yok bi şey” diye yatıştırılacak?!?
Barışçıl iknada ısrar,
Böyle uzlaşmacı, sivil, uysal tutumlarımız da ısrar etmeliyiz; onlara(özelde bürokrasiye) korkularının gerçek olmadığını; bunları , geçmişin acılarını tekrar ederek/ettirerek (kalıba dökme) kendilerinin büyüttüğünü kanıtlamalıyız. Tabii izin verirlerse; çünkü bu yüzden ellerindeki bütün kurumsal cihazların, sivri, kesici enstürümanlarını, hışımla kullanmaktan çekinmiyorlar. Soğuk savaş uydurukçuluğunun, kayıt dışı silah envanterlerini kullanım tehlikesi hala mevcut. Yasal kurumlar, nuh deyip nebi dememekte ısrarlı. Her bir işleyişte ihanet buluculuğu, diğerlerinin yumuşaklığını da örseliyor. Canı yanan sert tepki koyup, sivilleşmeyi demokrasiyi öteliyor.
Sivil ve tolere anlayışta kalmak ısrarı; geçmişte hep zıt uygulamalarla karşılık bulup savruldu, acı çekti. Şimdi, “yine mi aynı şeyler olacak?!” korkusu, değişim tarafında diğerlerinin ilk korkusu gibi yer etmiş durumda. Barış içinde gelişim, güvensizlik setlerine dayandı.
Sertlik, sonunda kendine döner. Bu yüzden, sabır ile denenmemiş uyum arayışları yürütülmeli. Sertlik, kim tarafından uygulanmışsa, uzun erimde uygulayanın özüne yılan gibi çöreklenmiş; acıyı/zehiri nesillere taşımıştır.
Elveren dünya,
Yapılması gereken, küresel iyiliğin, iyicil ikna organizasyonlarını etkinleştirilmesidir. İyicil organizasyon, bu gün küresel rüzgar diye bilinen konjonktürdür. Bu durum, dünyamızın geldiği yeni dönem ilkelerinin, yeryüzünde hoyratça yaşayan insanlığa yansımasıdır. Bizler, yağan yağmurdan saçağa sığınsak da toprak yağmur ister.