İslâmcılık; İslâmiyet ve Şeriat
İslâmcılık tartışmasına bugünkü yazımızda farklı bir boyut, farklı bir katkı katalım…
İslâmiyet’i bilmeyenler, daha doğrusu İslâmiyet’in sadece “din” değil de aynı zamanda “düzen” de olduğunu bilmeyenler veya bilip de bilmezlikten gelenler, şeriatın 1400 yıl önceki hükümleri içerdiğini ileri sürerek günümüzde şeriat ile dünya işlerinin düzenlenemeyeceğini söylemektedirler. Diğer taraftan İslâmiyet’i yanlış bilenler, şeriatın ancak İslâm devletinde uygulanabileceği, diğer şartlarda ise uygulanamayacağı görüşündedirler…
“Onlar, Kur’an eskilerin masallarıdır derler.” (Kalem[68];15) “Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler.” (En'âm[6];91)
1400 yıl önceki içtihatlarla oluşan ve o dönemde uygulanan şeriatın bugün uygulanamayacağı görüşü doğrudur. Bu içtihatlara göre uygulama yapmak, bugün o içtihatları uygulayacak olan İslâm devleti de olsa imkânsızdır. Çünkü o zamana göre bugünün şartları değişmiştir. Allah’ın sözü olan Kur’an ise her devirde ve her düzen içerisinde, inanmış bir kimsenin nasıl davranması gerektiğini belirtmiştir. Bunların neler olduğu ancak “içtihat” ile bilinebilir. Her dönemde, her çağda oluşan bütün yeni şartlarda, dört delile göre (Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas) içtihat yapılır ve ortaya çıkan hükümlerle sorunlar çözülür. Böylece İslâmiyet’e göre şeriat, içtihat sayesinde sürekli olarak yenilenmiş ve güncelleştirilmiş olur. Şeriat budur. İnanmış olan kimsenin buna göre hareket etmesi gerekir.
“Kur’ân’ı toplamak ve onu okutmak bize (Allah’a) aittir. Biz sonra onu açıklayacağız.” (Kıyamet[75];17,18) “Her kavmin ayrı bir hâdisi vardır.” (Ra’d[13];7)
Günümüzde inanmış olan kimselerin büyük bir çoğunluğu içtihat usûlünü bilmedikleri için kendi akıllarına göre keyfî olarak hareket etmektedirler. Aslında şeriatta akla aykırı hiçbir şey yoktur. Şeriat insanı aklı ile varabileceği yerlere kolayca götürür. Vardığı sonuçlar da son derece makul ve mantığa uygun olur. Şeriat olmasaydı bu makul olan şeyler çok zor bulunabilirdi. Günümüzde mevcut topluluklardan biri sözleri ve davranışları, programı ve uygulamaları ile şeriatı ortaya koysa; ortaya çıkan sonuçlar son derece makul olacağından dolayı, diğer topluluklar da zamanla ister istemez bunları benimseyeceklerdir. Ne yazık ki, bugünkü toplumda şeriatı ortaya koyan bir topluluk yoktur. Mevcut şartlarda sadece bir kısım Müslümanlar şeriat yanlısıdırlar, ancak maalesef onlar da şeriatı bilmemektedirler.
“Onların içinde ümmîler vardır, gelenek dışında Kitabı bilmezler, onlar zanlara uyarlar.” (Bakara[2];78)
Bazı aklı başında Müslümanlar bu gerçekleri bilmektedirler. Bununla birlikte “muhafazakârlaşıp” başarıyı Batı dünyasının bâtıl sistemi içinde aramaktadırlar. Oysa Kur’an böyle düşünenlerin serap peşinde koştuklarını açıkça beyan etmektedir.
“Tam vardık, suyu bulduk derken, hiç bir şey bulamaz, karşılarında Allah’ı bulurlar ve hesapları görülür.” (Nur[24];39)
Bu yazıyı şeriata göre yaşamayı düşünen kimselere yazıyoruz. Umudumuz, dileğimiz ve duamız odur ki; şeriatı gerçekten anlamak ve anlatmak, yaşamak ve yaşatmak isteyenler istifade ederler. Yoksa burada amacımız ne herhangi bir kişiyi veya grubu yermek ne de onurlandırmaktır. Bizim hiç kimseden şahsi bir beklentimiz de yoktur. Bu böyle bilinmelidir.
“Bize düşen, sadece açık tebliğdir.” (Yâsin[36];17)
Biz bu gibi uyarılarımızı yeri geldikçe kırk yıldan beri hep yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz; elbette bizden sonra da kıyamete kadar uyarıcılar olacaktır…
Evet, uyarılarımızı yaptık/yapıyoruz ama gayyadan (dipsiz kuyu) bir ses gelmiyor...
Onlar “muhafazakârlaşıp” AB gibi seraplarlar peşinde koşarken, kimi saf Müslümanlar ümitlenmeye ve onların peşlerinden gitmeye başladılar… Heyhat, yine yanılmadık... Hep beraber serap içinde olduk…
Gelişmelerden ve “İslâmcılık” tartışmalarından anlaşıldığı üzere, serap devam ediyor…
Bütün bu yazdıklarımızı, muhatapları okur veya okumaz, gerekli etkili ve yetkililere ulaştırır veya ulaştırmazlar; bu “bizim” değil “onların” sorunudur.
“Kitabın bazısına inanıyor da bazısını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu kim yaparsa, onun cezası dünyada rezil olmaktır. Âhirette de ebedî azaba uğrayacaklardır. (Bakara[2];85)