Neden?!.
Ne demek istediğimizin iyi anlaşılması için geçmişten örnek vererek başlayacağız. Bir zamanlar bu ülkede Süleyman Demirel denen bir başbakan vardı. Bilenler biliyor ama bilmeyenler ve özellikle gençler için hatırlatıyoruz. Demirel işleri düzgün yürütürdü, yasaların dediklerini yapardı ama eğer locasından bir buyruk alırsa hiç yüzü kızarmadan “Dün dündür, bugün bugündür!” der, yani hemen ertesi gün tam ters derecede beyanda bulunur ve uygulama yapardı!.. Bizim yaşımızda olanlar o günleri hatırlayacaklardır…
Bu örneği neden verdik? Anlatalım…
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu baştan düzgün siyaset gütmüş, “komşularla sıfır sorun” politikaları yürütmüş, düzgün işler yapmıştı...
Sonra birden değişti, ülke menfaatlerine aykırı işler yapmaya başladı!!!
Daha önce de yazıp hatırlattık, durumu siz de biliyor ve her gün bizim gibi takip ediyorsunuz: Komşularla sıfır sorundan neredeyse bütün komşularla üretilen suni sorunlar, yakın ve uzak ülkelerin iç işlerine karışmalar ve daha neler de neler…
Neden?!. Bu değişimin sebebi nedir?!. Ne oldu da dış politikamız bir anda değişiverdi?!. Demek ki bu işin içinde bir iş var ve bu değişimin “derin” sebepleri var…
Bu tesbit ve teşhisimizden sonra, bize göre yani “Adil Düzen”e göre dış siyasette yapılması gerekenler üzerinde duralım…
Dış siyasetin değişmez kuralları vardır.
1- Dış siyasette hiçbir bağımsız ülke bir üçüncü ülkenin telkinleri ile hareket etmez. Sadece “ortak savunma” yapılabilir. Aksine hareket edip “ortak saldırı” kararı alan ve bunu uygulayan devletler sonra birbirlerini yerler; insanlık tarihi bunun örnekleriyle doludur...
2- Dış siyaset geçmişteki dostluğa ve düşmanlığa dayanmaz, aradaki çıkara dayanır ve barışı hedefler. Bu arada kimi hallerde mecburen olan “savaş” bile gelecekte “barış” olması içindir. Yunanlılar da dâhil olmak üzere diğer bütün komşularımızla bunun için dostuz. Mustafa Kemal Çanakkale’de ölenler için “konuklarımızdır” demiştir...
3- Dış siyasetin barışa dayanan temel ilkesi bir ülkenin başka ülkenin iç işlerine karışmamasıdır. Nitekim Kur’an’da açık bir dille “onlar size hicret etmedikçe sizin onları herhangi bir koruma göreviniz ve yetkiniz yoktur” denmektedir. Ülkemizde ve bölgemizde “savaş” değil de “barış” istiyorsak, Suriye’nin iç işlerine asla karışmamalıyız...
4- Komşu ülkelerden veya başka ülkelerden bize göç eden olursa, onları “mülteci” değil “muhacir” kabul edip derhal iskân etmeliyiz, gelenlerin oradaki varlıkları kadarını devlet burada öder ve o devletten alacaklı olur. Bize hicret edenlerin artık eski yerlerinde hiçbir hakları kalmaz. İleride barış olsa bile kimse gidip herhangi bir hak isteyemez. Hazreti Peygamber, Mekke fethedildiği zaman kendi doğup büyüdüğü evi bile almamıştı; alsaydı onun olmaz ganimet olurdu. Bunları ayrıca Türkiye’ye “hicret” etmiş bir “muhacir” çocuğu olarak, “muhacereti” tam olarak yaşamış biri olarak yazıyorum...
Demek ki Davudoğlu’nun Suriye siyaseti Kur’an’a aykırı olduğu gibi uluslararası tarihi teamüllere de aykırıdır ve ani bir değişiklikle gerçekleşen durum devam etmektedir...
Kürt sorununun temeli de budur. Ülke 3 bin ile 10 bin arası nüfuslu bucaklara ayrılır ve her bucak kendisi kamu hukukunu tamamen kendisi tesis eder, ceza kanunlarını kendisi koyar. Biz onun iç işlerini karışmayız. Bunun gibi iç güvenliği iller kendi oluşturdukları silahlı güçle korurlar. Bunların nüfusu 300 bin ile 1 milyon arasında olacaktır.
Her bucak ilköğrenimini “bucak dili” ile yapar, her il orta öğrenimini “il dili” ile yapar. Ülke, ülke halkının ortak savunma kuruluşudur. Yüksek öğrenim “ülke dili” ile yapılır, özel hukuk bu dil ile tedvin edilir. Dayanışma grupları kendi mezheplerini tedvin ederler. Yargı sözleşmeleri dolayısıyla mezhep hukukunu uygular...
Bunlar Kur’an’ın ve müsbet ilimlerin bize öğrettikleridir... İnsanlar isteseler de istemeseler de bir gün buna uymak v uygulamak zorundadırlar; uyacaklardır... Uyanlar yaşar; uymayanlar tarihte helâk olmuş kavimler gibi helâk olup giderler… Ve’s-selâm…