İstanbul’un Fethi ve Gelecek… GELECEK…
Fetih haftasında, Fatih ve Fetih haftasında, İstanbul’un Fethi haftasındayız ya… Son yıllarda her yılki fetih haftasında, her neden ve her ne hikmetse, ERBAKAN Hocamın odaklandığı gerçeklere ve gerçekleştirdiklerine odaklanma ihtiyacı duyuyorum… Yine son yıllardaki fetih haftasında, Osmanlı ecdadımın strateji olarak I. Kosova (1389), II. Kosova (1448) savaşlarını, neden İstanbul Fethi’nden (1453) önce gerçekleştirdikleri üzerinde derin düşüncelere dalma ihtiyacı hissediyorum; bir Kosovalı olarak, o ovada doğmuş biri olarak…
Yazının başlığına gelirsek… Ali Haydar Haksal’ın “Fetih coşkusu” başlıklı yazısı (30.05.2016) vesile oldu… Ali Haydar Haksal’ın yazısı şu paragrafla bitiyor: “Hemen bütün konuşmalar manevi ruhlu. Bu önemli ve anlamlı. Ancak bir gelecek duygusu oluşturularak geçmişin başarılarının devamını sağlamak anlam kazanır. Geçmiş geçmiştir. Geçmişin başarıları, fetih ve kahramanları görevlerini yapanlar geride kalmışlardır. GELECEK zaman yeni fetihler ister. Bu manevi fetihlerin ardının ve arkasının kesilmemesi gerekiyor. Cihad ruhu dediğimiz şey de budur. Geleceğe koşuluyorsa fetihler olur. Durduk yerde hiçbir şey olmaz. Geçmişe övgü düzmek de bir yarar sağlamaz. Gelecek… Gelecek… GELECEK…”
Ali Haydar Haksal’ın şu hatırlatması da bence GELECEK açısından çok değerli ve önemli: “Fetih kutlamalarının yapıldığı şu zamanda folklorik bir eğlencenin ötesine taşınmalı. Bir GELECEĞİN kurulması için bu gerekli...”
***
Yusuf Kaplan’ın aynı gün FETİH vesilesiyle köşesinde hatırlattıkları GELECEK MEDENİYETİMİZ açısından önemli: “İstanbul'un fethiyle birlikte, birinci medeniyet buhranı aşıldı; Osmanlı, üç kıtada hakikat'in bayrağını dalgalandıracak bir güce ulaştı; dünyaya farklı dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin barış içinde, Batılılar gibi köklerini kazımadan, herkese hayat hakkı tanıyarak yaşanabileceğini gösteren, tarihte ilk defa küre ölçeğinde hem Darü's-Selam (Barış Yurdu) hem de Dârü'l-İnsan (İnsanlık Yurdu) inşa eden ilk küresel medeniyet tecrübesinin temellerini attı...”
Şu uyarı da, çağımız açısından önemli: “Yazının başında da dikkat çektiğim gibi, İstanbul'un fethi bizim için hayat-memat meselesiydi. İslâm medeniyetinin 13. ve 14. yüzyıllarda yaşadığı birinci büyük medeniyet krizi, nihâî olarak İstanbul'un fethiyle aşılabilmişti. / Eğer İstanbul fethedilememiş olsaydı, İslâm “tarihten çekilebilirdi”.
GELECEK uyarısıyla bitiyor yazı: “O yüzden, büyük tarihçilerin -örneğin Toynbee'nin- de altını çizerek vurguladıkları, benim de zihninize kazımaya çalıştığım gibi, “Osmanlı, insanlığın geleceğidir”. O yüzden, “geleceğine” iyi sahip çık öyleyse, diyorum.”
***
Tevafuk olarak, geçen haftaki İslâm Medeniyeti Vakfı haftalık çalışmamızda “İSLÂM MEDENİYETİ deyince ne anlıyoruz?” başlıklı konu üzerinde durduk…
Çalışmamızın özü şu cümleyle özetlenebilir: “İSLÂM MEDENİYETİ” dediğimiz zaman neyi anlıyoruz, İslâmiyet’in geçmişi mi yoksa İSLÂMİYET’İN GELECEĞİ mi?
Detaylar şöyle: Diğer taraftan bugün yaşayan ve gelecekte kurulacak üçüncü binyıl uygarlığına yön verecek akımlar vardır; kapitalizm, sosyalizm, karma medeniyet akımları vardır. Bir vakıf kurarız, kapitalist uygarlık vakfı deriz, bu vakıf gelecekte kapitalizmin hâkim olması için çalışır. Bu geçmişi incelemek için kurulmuş bir vakıf değildir, geleceğe yönelik bir vakıftır. İslâm Medeniyeti Vakfı’nın hedefi bu olabilir; üçüncü binyıl uygarlığının bir İSLÂM MEDENİYETİ olmasını hedefleyen ve o medeniyetin oluşmasına katkıda bulunan vakıf olabilir. Vakfı kuranların, bugün kurucu olanların gayesi nedir? İslâmiyet’in tarihini mi incelemek, yoksa İslâmiyet’in geleceğini mi incelemek? Önce bunun ortaya konması gerekir.
Şüphesiz İslâmiyet’in geleceğini yönlendirmek için geçmişi bilmek gerekecektir ama geçmişte boğulup geleceğe gözlerini kapamak, hep geriye bakmak, üçüncü binyıl uygarlığındaki İslâmiyet’in yerini belirlemede fazla faydalı olamaz, hattâ zararlı olur...
Fetih, GELECEK İslâm Medeniyeti’ni kurmamızda yol gösterici olmalı…