T.C. Anayasası Madde 11 de; “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.” demektedir.
Mademki anayasa hükümleri temel hukuk kurallarıdır ve temel hukuk kurallarını anayasa hükümleri belirlemektedir; o halde yeni bir anayasa ile hukuku yeniden ve yeni bir anlayışla ortaya koymak, hukuk kabulündeki-anlayışındaki yanlışlıkları bizatihi anayasa hükümleri ile yeniden tanımlayarak değiştirmemiz ve yeni bir hukuk mantalitesi ortaya koymamız gerekmektedir. Zira mevcut hukuk anlayışında hukukun varoluş maksadına aykırı olan pek çok yanlışlıklar ve sakatlıklar bulunmaktadır.
Bugüne kadar kabul edile gelmiş (ancak uygulamada sorunları çözememiş olmasıyla yanlışlığı su götürmez şekilde tescilli olan) bazı hukuk anlayışlarının yeni anayasa ile değiştirilmesi yaklaşımına gelebilecek olan itirazların yine Madde 11 ile kati surette defedilmesi şarttır.
Şahsi tespitlerim olarak çok önemli gördüğüm hususları dile getirmek istiyorum:
-1- Hukukta zaman aşımı olmaz, olmamalıdır. Bir şey bir hak ise, ebedi olarak haktır, zaman geçmekle bu hak zayi olmamalıdır. Bir şey cezayı gerektiren bir suç ise, cezasını mutlaka çekmelidir, zaman geçmekle bu suç düşmemelidir. Zaman aşımı ancak devlete karşı işlenebilecek olan siyasi suçlarda (o da terör değil ise veyahut da kötü bir sonuca ulaşmamış eylemlerden ise) olabilir. Aslında devlete karşı da fitne, terör, topluma ve toplum düzenine zarar veren eylemler dışında siyasi suç olmamalıdır.
-2- Bir insan aklı başında olarak ayırt etme yaşına ulaşmış ise (mümeyyiz ise) hukuken sorumlu olmalıdır. Suç işlerse (nasıl ki hamile bir kadının cezası doğum yapıncaya kadar ertelenebiliyorsa) bu suçun da cezası hukuken reşit olacağı zamana kadar ertelenmelidir. Hukuken reşit olduktan sonra cezası mutlaka çektirilmelidir. Burada ayırt etme yaşının belirlenmesi önem arz etmektedir. Bu yaş 7 veya 10 olarak kabul edilebilir. Bu hususta geçmişte ve günümüzde hukukçuların pek çok görüşleri vardır. Türk Medeni Kanununa baktığımızda ayırt etme yaşının zikredilmediğini, ayırt etme ile birlikte en az 15 yaşının zikredildiğini gördük. 15 yaş çok geçtir ve yanlıştır. Hukuktan amaçlanan maksadın yerine getirilebilmesi açısından bunun mutlaka belirlenmesi gerekmektedir. Bu yeni bir hukuk anlayışı getireceğinden istenirse önce 10 olarak belirlenmeli, zaman içinde ihtiyaçlara bağlı olarak 7 ye kadar düşürülmelidir. Mevcut hukuk anlayışında suç işlerken 18 yaşını doldurmamışsa ceza çektirilmiyor. 18 yaştan 1 gün öncesi ile 1 gün sonrasının insana göre hiçbir açıdan bir farkı olmaz iken, hukuktaki bu çarpık anlayış pek çok mahzurlar getirmektedir. Yapılan suçlar, cinayetler cezasız kalmakta, yaşı genç tetikçiler oluşturulmasına zemin hazırlamaktadır. Gençler suça teşvik edilebilmektedir. Ayrıca, hukuken reşit olma yaşı da 18 den mutlaka 15 yaşa çekilmelidir. 15 yaşını dolduran her tasarruf için kâmilen reşit sayılmalıdır.
-3- Sabıka kayıtları çok önemlidir. İnsanların neler yapıp ettiklerini ve neye eğimli olduklarını belirlerler. Sabıka kayıtlarının hiçbir surette değiştirilmemesi ve silinmemesi gerekmektedir. Yerine, zamanına ve suçlara göre çeşitli aflar olabilir ancak suçları gösteren sabıka kayıtları anayasa maddeleri gibi hatta onlardan da daha kati surette değiştirilemez olmalıdır. Zira toplumsal düzen açısından çok önemlidirler. Bunların değiştirilmesi veya silinmesi düşüncesi bir toplumda cezaların toptan kaldırılması kadar tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Tertemiz ve düzgün olan bireylerle suç işlemiş, cani ve azgın katiller ve teröristler (sicilleri temizlenerek) aynı kefeye nasıl konulabilir. Böyle bir şey olabilir mi?
-4- Devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affetme yetkisine sahip olmalıdır. Topluma karşı veya bireylere karşı işlenen suçların devlet tarafından affedilmesi gibi bir seçenek bulunmamalıdır. Bir suçu işleyen o suçun cezasını mutlaka çekeceğini bilmelidir. Cezalar caydırıcı olmalıdır. Cezanın varoluşunun mantığı budur.
-5- İdam cezası mutlaka olmalıdır. İdam cezası topluma karşı kanserli organ hükmündeki suç makinesi olan bireylerden toplumun temizlenmesi anlamına gelmektedir. Nasıl ki kanserli organ kesilerek vücut kurtarılıyorsa aynı şekilde toplum vücudu da bu ceza ile bunlardan temizlenebilmelidir.
-6- Bugün dünyada mevcut hukuk anlayışlarının en büyük eksiği empatidir. Suçların hep başkasına karşı işlendiği-işleneceği varsayılarak empati eksikliğiyle cezalar konulmaktadır. Başkasının annesini, başkasının karısını ve çocuğunu öldürecek olanlara bu suçlardan canı yanmamış ve yanmayacak olan kişiler tarafından bir takım cezalar öngörülmektedir. Bundan dolayı da hukuk sistemi ve bilhassa cezalar toplumu hiçbir surette tatmin etmemektedir. Toplum vicdanı ve insanların vicdanı tatmin olmayacaksa o zaman cezalar ne için vardır?
-7- Malumdur ki, İsviçre kantonlarında hukuk oluşturulurken insanların örf, adet ve fikirleri dikkate alınmış, bunlara göre ve bunlara uygun kanton hukuku oluşturulmuştur. Zaten bir toplumun hukuku demek o toplumun ortak kabulleri demektir. Bu çerçeveden olarak, Türkiye’de ceza hukuku oluşturulurken ve cezalar konulurken de toplumda anketler ve araştırmalar yapılmalı, toplumun ortak-ağırlıklı kabulleri ve beklentileri doğrultusunda cezalar konulmalıdır. Mesela: İnsan öldüren bir katile ne ceza verilmeli diye sorulurken öldürülen kişinin kendi ana-babası, eşi veya çocuğu olduğunun düşünülerek bir ceza öngörüsünde bulunulması gerektiği de belirtilmelidir. Bu şekil anketlerle toplumun kasten adam öldüren kişiye ortalama-ağırlıklı olarak ne cezayı istediği öğrenilmeli ve buna göre cezalar konulmalıdır. Bu sosyal gerçekliğe tam olarak uygundur. Böyle demokratik cezalara hiçbir kimsenin itiraz imkanı olmayacaktır.
-8- Hukuk kurallarının varoluş gayesi toplumda adaleti ve düzeni sağlamaktır. Hal böyleyken, hukuk ve hak arayışlarının birtakım hukuk usulü muhakemeleri kurallarına feda edilmesi çok yanlış bir yaklaşımdır. Varoluşunun gayesi haklı olanın hakkının haksız olandan devlet gücüyle alınarak gerçek sahibine verilmesini sağlamak olan hukukun birtakım kurallarla bu maksadının dışına çıkmasının ve (adeta devlet gücü marifetiyle) haksızlığa yol açmasının sağlanması mutlak surette önlenmelidir. Kurallar adaletin sağlanması gayesiyle vardır. Nasıl kanunlar anayasaya aykırı olamaz ise, aynı şekilde adaletin yerine gelmesine hizmet etmeyen kurallar da geçerli olamazlar.
-9- Topluma uyum sağlayamayan ve her zaman sorun teşkil eden, huzur bozan, anarşi ve terör estiren kimselere karşı da; ya Amerika’da Kızılderililere karşı (haksız olarak) uygulanan rezervasyon iskan biçimi (haklı olarak) uygulanmalı, ya da sınırlar dışına sürgün edilmeleri sağlanmalıdır. Eylemleriyle başkasının canına kastetmedikçe her insanın dilediği şekilde yaşama hakkı mutlak surette vardır ama dilediği şekilde yaşamakla toplumun huzurunu bozma hakkı da bulunmamalıdır. Hiçbir surette ıslah olmayarak toplumu mağdur edenlerin vatandaşlıktan çıkarılmaları gerekmektedir.
-10- Düşünce ve ifade hürriyeti tam olarak sağlanmalı, her hususta mutlak manada düşünce ve ifade etme hürriyeti bulunmalıdır. Ne şekilde olursa olsun düşüncenin suçu olamaz. Yine düşünmenin tabii bir sonucu olan ifade de suç olamaz. Zira insan düşünen ve konuşan bir varlıktır. Düşünme ve konuşma insan olmanın en tabii bir sonucudur. Salt düşünce ve salt ifadeye karşı hiçbir suç isnat edilememelidir. Salt düşünce ve salt ifadeden dolayı da hiç kimse hiçbir surette cezalandırılmamalıdır. Bunlara karşı karşı düşünceler öne sürülmeli, fikre karşı fikirle cevap ve mukabelede bulunulmalıdır.
-11- Bunların hepsinden de çok önemlisi, Anayasada haklar ve özgürlükler sayılmamalıdır. Haklar ve özgürlükler varlıkları için ispat ve kural gerektirmezler, doğuştan var olan şeylerdir. Mevcut hukuk anlayışlarında önce haklar sayılmakta, sonra sayılmayan haklar da yok sayılmaktadır. Bu çok büyük bir kandırmaca ve aldatmacadır. Merkezine toplumu ve toplum menfaatlerini koymamış olan bir zihniyetin ortaya koyduğu çarpık hukuk anlayışıdır. Bu şekilde toplumu diledikleri şekilde ve menfaatlerine göre yönetme imkanı bulurlar. Yeni anayasa ile getireceğimiz yeni hukuk anlayışında ise herkesin zaten doğuştan her türlü hakka sahip olduğu kabul edilmeli, bireylerin topluma ve devlete karşı yükümlülükleri sayılmalıdır. Sayılmayan hususlarda ise bireyler sorumlu ve yükümlü tutulmamalıdır. Yine aynı şekilde devlet aygıtının da topluma karşı yükümlülükleri sayılmalıdır. Özetle; haklar sayılmazlar, zaten sınırsız sayıda ve ölçüde herkes için vardırlar. Yalnızca yükümlülükler ve vazifeler sayılırlar. Bir de, hakların sınırı başkalarının hakkını yok etmeyinceye veya tehdit etmeyinceye kadardır. Senin ne hakkın varsa başkasının da aynı hakka sahip olduğunu bilmek ve kabul etmek zorundasın. Yani anayasada hakların sınırları da belirlenmelidir.
-12- Ve nihayetinde Devlet ve Millet olarak en önemli meselemiz ise; fertlerin mutlak surette aile kurmalarını sağlamaya yönelik tedbirler almamızdır. İnsanlar mutlaka aile kurmalıdır, zira aile toplumun temelidir.
İnsanları özellikle gençleri bir an önce evlenmeye teşvik etmenin yanında evlenmeleri hususunda yardımcı olacak Aile Edindirme Merkezleri nin artık toplum-millet için kurulması gereklidir. Doğru, sıhhatli ve uzun ömürlü evliliklerin kurulması için bu şarttır, elzemdir. Yine bunun gerçekleştirilebilmesi yolunda evlilik yaşının da efkârı âmme-toplum nazarında reşit olma yaşına kadar düşürülmesi gerekmektedir. Toplumda bütün kötülüklerin kaynağı bu doğru ve insani anlayışın kaybolmasındandır.
Aile Edindirme Merkezleri hem Devlet ve Yerel Yönetimler tarafından kurulmalı ve desteklenmelidir, hem de Vakıflar, STK lar tarafından kurulmalı, Devlet ve Yerel Yönetimler tarafından desteklenmelidir. Bu merkezlere evlenme kararıyla başvuran, bu merkezler aracılığıyla tanıştırılan, birbirini bulan kimseler yine bu merkezler tarafından eğitilecek, mutlu ve sağlıklı bir yuva kurmak için gerekli insani donanımları edindirileceklerdir. Ancak bu şekilde bir çalışma ve çaba ile dibe vuran aile kurumunu yeniden ihya edebiliriz. Ancak aile kurumunu ihya edersek milletimizin geleceğimize umutla bakabiliriz. Zaten başka da bir çıkış yolumuz ve çaremiz bulunmamaktadır.
Devlet ve Millet (millet adına hareket eden STK lar) olarak en büyük vizyonumuz aileler kurulmasını sağlamak olmalıdır. Bu uğurda gereken bütün tedbirlerin alınması her bir kurum ve fert için boynunun borcudur.
T.C. Anayasası Madde 41 de Ailenin korunması başlığı altında; “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.” demektedir. Demek ki, ailelerin kurulmasını sağlamak meselesi de yine devletin temel yükümlülükleri arasında yer almaktadır.
Bunu sağlayacak bir tedbir olarak, aile kurmanın fertlere yüklenmiş Anayasal bir vazife haline getirilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Nasıl ki toplumu dış tehditlere karşı korumak için askerlik zorunluluğu vardır, aynen bunun gibi yine toplumun geleceği adına aileler kurulması zorunluluğu bulunmalıdır. Anayasa “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.” demekle aslında bunu ifade etmiş olmaktadır.
Aileler kurulması meselesi bugün için toplumun-milletin en büyük sorunudur. Toplumdaki hemen hemen bütün sorunların temel kaynağı bu olduğu için, bugün için bundan daha büyük bir derdimiz yoktur, zira aile kurumu her zaman ve herkes için en önemli meseledir. Eğer aile varsa toplum vardır, eğer aile sıhhatli ise toplum sıhhatlidir. Aile yoksa ne yapsak boştur. Aileler kurulmasını sağlayamadığımız zaman -istisnasız- her hususta boşa kürek çekmiş oluruz. Hem toplumumuzun, hem milletimizin, hem de devletimizin istikbâli ve bekâsı tamamıyla buna bağlıdır.
Toplumda aileler kurulmasını sağlamak yolunda şu şekilde tedbirlerin ivedilikle ele alınması gerekmektedir:
-I- Devlet işe yerleştireceği insanlarda aile kuranlara öncelik vermelidir, hatta yalnızca onlara iş vermelidir. Devlet memuru olabilmenin ilk şartı aile kurmak-evli olmak olmalıdır. Aile kurmayanların memuriyete alınmaması gerekir. Türk Medeni Kanunu Madde 11 de; "Evlenme kişiyi ergin kılar." demektedir. Yani, aile kurmak kişiyi sorumluluk sahibi kılar. Sorumluluk yüklenen kişiler ise akıllanır, olgunlaşır. Aile kurmamış olan fertlerin sorumsuzca davrandıkları herkesin malumudur. Sorumsuz kimselerden ne vatana ne de millete bir fayda gelmeyecektir. Ayrıca, ellerine para geçtiğinde ise bunu hangi yollarda harcadıkları hepimizin malumudur. Bu sebeple, aile kurmayanlara Devlet asla iş (para) vermemelidir.
-II- Devlet aile kuranlara ev vermelidir. TOKİ ancak aile olanlara, aile kuranlara çok uygun şartlarla ev satmalıdır. Bu kıstas özel sektörde bile uygulanmaktadır. Okuduğumuz bir habere göre, Zorlu Holding Zincirlikuyu’da yaptığı lüks rezidanslarda aile olmayanlara ev satmıyormuş, çok takdir ettik, ne kadar doğru bir yaklaşım. Aynı yaklaşımın bizzat Devlet ve Belediyeler tarafından esas alınması gerekmektedir. Kamu kurumları ürettikleri konutları peşinatsız veya düşük peşinat ve uzun vadeli taksitlerle aile kuran gençlere tahsis etmelidir. Emekliye ev vermek değil, emeklinin evlenen çocuğuna ev vermek doğru olandır. Emekli olan anne baba gerekirse çocuğunun yanında yaşayabilir. Toplumun geleceği açısından, evlenip aile kuran fertlerin desteklenmesi doğru ve gerekli olandır. Ayrıca, tapuları da borç bitince taraflara devredileceğinden, bu evler aile konutu şeklinde tanımlanarak, tapu devri zamanında ailenin sürmekte olması şartı da getirilebilir. Böylece evliliklerin uzun sürmesi ve boşanmaların önüne geçilmesi de sağlanmış olacaktır.
Zikrettiğimiz bu hususlarda ihtiyaç duyulması halinde açıklayabileceğimiz çok detaylar mahfuzdur.
Yüce Türk Milleti’nin Büyük Millet Meclisi’ne Saygılarımla Arz Ederim!
İletişim için : karardanismani@mail.com