Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023
240 Okunma, 0 Yorum

  

Değişim ve Gerçek İslam Söylemi

(D. Cündioğluna Cevap-4)

 

23.11.2023’te Dücane Cündioğlu, Gerçek İslam Söylemi ismiyle 2,5 saatlik bir video yayınladı.  Her zamanki gibi ilk saatini kendini övmekle geçirdi. Fakat bu sefer daha kurnazca davrandı. Kendini yaptıklarıyla övmek yerine, bu videonun asıl konusu olan değişim kavramının önemine değinerek, bunu kendisinin keşfettiğini sezdirerek, övgüsünü, Sokrat, Dekart, Kant ve Freud ile kıyas yaparak işledi. Dedi ki, bunlar ve bunlar gibiler çok büyük filozof olmakla beraber hem kendi mesleklerinde kısır kalmışlar hem de zamanın getirdiği ve getireceği değişimin önemini kavramamışlardır. Hele semavi dinler, bunlara göre çok daha basit ve geridirler. Ne bir gelecek tasavvurları ne evren tasavvurları vardır. Sadece toplum tasavvurları olmuş. O da çoktan değişimin gerisinde kalıp mazi olmuşlardır. Bu dinlerde bilim ve felsefe ise hiç var olmamıştır.

Dinlerin özellikle İslam’ın bu halini gören çağdaş alimler, sözde Gerçek İslam’ı keşfettiklerini söylüyorlarsa da bunlar yenilenmenin, değişimin özünü bilmeyen, dini dahi sağlıklı bir biçimde anlamayan çağdışı kafalardır. Bunlar sadece dil biliyor. Bilimleri ve zamanın getirdiği değişimi hiç anlamıyorlar. Dolayısıyla bu Gerçek İslam Söylemi içi boş bir iddiadır. Bunların hiçbirinin doğru bir öğretisi yok. İşte ben mantık ve felsefeyi tam bilmekle hem tam bir öğreti getiriyorum. Hem de yeni yeni anlaşılan değişim gerçeğini tam biliyorum. Özetle söylemek istediği şu altı maddedir:

1- Evren sürekli değişim halindedir. Değişim ise çoğunlukla bozulmaya doğru gider. Aristo evrensel bir kural olarak bunu 2350 sene önce dile getirdi.  Dolayısıyla dinler kendilerini bu bozulmadan alıkoyamıyorlar. Yeni bir din gelmediğine göre çağımızda dinlerden söz etmek artık absürtlüktür.

2- Başta İslam olmak üzere dinler zamana ayak uyduramadıkları için çağdışıdırlar. Nitekim İslam, yenilenmeyi bid’a (çok büyük günah) sayıyor. İslam’ın ilk prensibi körü körüne itaattir. Çağımız ise, değil dinleri insanlığı bile silecek yenilikler getiriyor. Yapay zekâ yakında, bizim hayvanlara yaptığımızı biz insanlara yapacak. Çünkü yapay zekâ sonsuzdur. İnsan zekâsı ise çok sınırlıdır. Kripto paralar siyaseti de ekonomiyi de değiştirecektir.

3) Çağdaş alim ve düşünür geçinenler, İslam’ın bilimlerle ve çağdaşlıkla çeliştiğini bilmiyorlar. Bilimsel İslam diye söyledikleri, kıytırık iddialardan başka bir şey değildir. Bunlar İslam’ın gelecekte egemen olacağını söylüyorlar. Halbuki değişimin önünde, değil İslam, insanlık dahi duramayacaktır.

4) Ne dinlerde ne ekonomide ne siyasette sabit bir değer yoktur. Her şey değişiyor. Değişim ise genellikle bozulmaya gidiyor. Mesela siyaset ve ekonomi, yerini anarşizme ve kripto paralara bırakacaktır.

5) İslam özünde çağdışıdır. Yenilenmeye tamamen karşı. Körü körüne itaat istiyor. Kadını erkeğin yarısı sayıyor. Hırsızın elini kesiyor. Bazı Müslümanlar hala köle ve cariye düzenini devam ettiriyor. Halbuki çağımız özgürlükler çağıdır, eşitlikler çağıdır, kadın-erkeği eşit tutma çağıdır.

6) Başta İslam olmak üzere dinlerde evren tasavvuru, tabiat tasavvuru, bilimsel kıstaslar yoktur. Halbuki çağımız eski bilimsel verileri dahi bırakıp yeni bir fizik, yeni bir matematik, yeni bir geometri, yeni bir kimya getiriyor. Hele Nörofizyolojinin ise hiç kimse ve hiçbir şey önünde duramayacaktır.

İŞTE CEVAPLARIMIZ: Kısa Kısa olarak yazacağız... Kısa kısa diyorum çünkü siz değerli okuyucularımı reddiyelerle uğraştırmak istemiyorum. Çünkü çok şükür benim 35 kitaplık bir öğretim var. Her yönden hem dini mucizeliğini dile getiriyor. Hem bilimsel olarak Dücane’yi yalanlıyor. İslam’ın çağdaş ve bilimsel veriler ile hiç çelişmeyen bir algısının olabileceğini ispat ediyor.

Hemen hatırlatalım: Dücane fen bilimlerini tam bilmediği için ve dili çok zayıf olduğundan ve düşüncede agnostikliğe demir attığı için, bu videosunu sıksanız yıkıcılık fışkırır. Asla sağlam bir bilgi vermiyor. Kendisi kibirli ve bencil olduğundan Agnostisizm’i kendine yediremiyor. Çaktırmadan, asrın büyük kâşifi olduğunu dillendirmek istiyor. Nitekim bu videoda Sokrat’ın, Dekart’ın, Kant’ın ve Freud’un kaşifliğini çelik-çomak sayıyor.  Ne bileyim. En büyük kâşif; bu evrensel değişimi keşfeden kendisi imiş, ona göre.

A) Evvela bilimsel epistemoloji sahibi olabilmesi için kendisi, diyalektiği hem bilmeli hem hayatında kullanabilmeli. Diyalektik kavram, felsefenin olmazsa olmazı olduğu ve kendisi felsefeyi yuttuğunu iddia ettiği halde bu videosunda (ki diyalektik, videonun ana konusu olan değişimin motor gücü olmasına rağmen) hiç ama hiç bu kavramdan söz etmemiştir. Halbuki bu diyalektik yasa gereği, değişim varsa, sabit yapılar ve yasalar da olmalı. Fizikte Kuantum fiziği varsa, Newton fiziği de yerine göre (kütle çekimde ve mekanikte) geçerlidir. Madde hem dalgadır hem parçacıktır. Bozulma varsa, ilerleme, tam iki katı vardır.  Somut varlıklar varsa, soyut dosyalar da vardır. Evet, evrim, iki ileri bir geri şeklinde gidiyor. Sahiden; değişimden sürekli söz ettiği halde evrimden hiç söz etmedi videosunda.

Bir Not: Dücane dedi ki: Fiil tam hareket olduğu için, Allah faaldir denir, ama hareket eder denmez. Çünkü hareket değişimin etkisidir. Bu da Allah için kullanılmaz. Aristo’ya göre, başta Tanrı olmak üzere göksel şeyler hareket etmez. Tanrı, hareket etmeyen hareket ettiricidir.  Gökler tam mükemmel varlıktırlar. Ay altı dünya ise diyalektik dolayısıyla değişim ve bozulma alemidir.: Alem-i kevn u fesat: Oluş ve bozuluş dünyası. Dücane, Aristo ve Platon’un bu gibi çağdışı ve yanlış söylemlerine dayandığından, son dönemde çağdaş fen bilimlerinden koptuğu görünüyor. Halbuki hakikat, tam test edilmiş çağdaş fen ilimlerindedir. Evet, hayret ettim, evrim sürecini ve yapısını hiç bilmiyor. Varlıkların başı sonlarından daha mükemmeldir, diyor.

Aristo, hareketi maddeye ait bir nitelik olarak bildiği için ve ona göre asıl mükemmel, madde değil de maddeyi oluşturan form (logos) olduğudur. Nitekim bu form ve hareket kavramları Yunandan alınıp 2. Asırda İslam literatürüne girmişlerdir. Yoksa Kur’an’da bu literatür hiç geçmiyor.

B) İslam, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanın, diyor. Ve Rahman suresinde Allah’ı, her an yeni bir oluştadır, diye gösteriyor. Allah sırat-ı müstakim üzeredir, diyor. Muhammed Peygamber, iki günü (ilerlemeden) eşit olan kişi zarardadır, diyor.

Her yüz yılda bir alim gelip dinimi yenileyecektir, diye geleceği gösteriyor. Nur suresinde, Müslümanların korkulardan kurtulup dünyaya hâkim olacağını bildiriyor. Maide suresinde, Arapların İslam’ı bırakacağını, Allah onların yerine Allah’ı seven ve Allah’ın da kendilerini sevdiği yeni bir millet getireceğini haber veriyor. Hani Kur’an’ın gelecek tasavvuru yoktu. Demek:

“Her yenilik bid’attır. Ve her bid’at cehennemdedir.” sözü, aklı, felsefeyi, bilimi ve kıyası (muhakemeyi) reddeden muhaddislerin sözüdür. İslam’ın asla değildir. İslam epistemolojisini (bilimsel gücünü ve Muhaddislerin yanlışlarını) şu anekdottan takip edelim:

 

İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot

İslamiyet Arap yarımadasına geldiğinde hiç dinsiz yoktu. Allah’a şirk koşanların da kendine göre bir inancı ve dini pratikleri vardı. Kur’an’ın şu mucizeli ayeti, o günün insanlarının ihtiyacını ve ne durumda olduklarını çok güzel bir şekilde özetliyor:

“Sadece ve sadece o Allah’tır ki (yani son derece olağanüstü bir şekilde), hiç okur-yazar olmayanlar içinden ve onlar gibi okur-yazar olmayan bir peygamber diriltti. O Peygamber, o okur-yazar olmayanlara kendisini gönderen Allah’ın belgelerini okuyor ve uygulatıyor (Tilavet). Onları her nevi pislik ve yanlıştan arındırıyor (Tezkiye). Onlara hukuk ve kanunlar öğretiyor (Kitap). Ve onları belirli bir anlayış ve ahlak içinde eğitiyor (Hikmet). Her ne kadar o okur-yazar olmayanlar (ümmiler) bu işlemlerden önce apaçık bir sapıklık içinde idilerse de...” (Cuma Suresi, 2)

İlk nesil Sahabeler, bu dört işleme hepsi tabi idiler. Fakat insan mideden ibarettir; ilk basamak olarak. Dolayısıyla o Sahabelerin büyük bir çoğunluğu ziraat ve ticaretle de meşgul idi. Çok az bir grup ise kendilerini bu kutsal dört işleme adamıştı. Bunlar Hz. Muhammed’in Mescidinin avlusunda yatarlardı. Geçimlerini Hz. Muhammed sağlıyordu. Bunlara Ashab-ı Suffa denilirdi. Suffa avlu demektir. Ashab-ı Suffa sayıları azdı; ama görevleri çok önemli idi. Peygamber bunu bildirmek için, İlim Öğrenenlerin mertebesi, ziraat ve ticaret için çalışanların mertebesinden yüz kat daha yüksektir, diye buyurdu. (Darimi)

Fakat Peygamberin vefatından sonra bu kutsal kuruma yeteri kadar önem verilmedi (1). Ayrıca savaşlar bütün enerjiyi bitiriyordu (2). Ve Sahabe iç savaşıyla tam bir ölüm yaşandı (3): İlim ve bu dört kutsal görev hemen hemen ortadan kalktı. Muaviye işin başına geçince de İslam ganimet toplamaktan ibaret haline geldi. (4) Yani o dört kutsal görev dört atom bombası yemiş gibi oldu. Allah’tan Hz. Ali ve ona yakın on, on beş sahabe, her birisi birer memlekete gidip o dört kutsal görevin suyunun suyunu insanlara aktardılar. Suyunun suyu diyorum. Çünkü Hicri ellili yıllardan itibaren büyük bir karşı devrim olmuştu.  Hz. Muhammed’in savaştığı cahiliyet geri gelmişti. Evet İslam akıl ve bilim dini olarak, dinsizlikten ziyade cehalete karşı savaşmıştı. O dört kutsal görevle her şey ancak kırk yılda düzelmişti. Ama Emevi karşı-devrimi bu dörtlü dirilişe son vermişti. Bu değişim numunelerini ancak bir cilt kitapta bitirebiliriz. Fakat konumuz İlim Tarihi olunca size şu numunenin nasıl tersine dönüştüğünü anlatmak yeterli olur, kanaatindeyim. Alimin mertebesi, çalışanın mertebesinden yüz derece daha yüksektir.

İşte yukarıda değindiğimiz o dört atom bombası Sahabeyi felç edince, Ali’nin Talebeleri ve onların talebeleri olan Mutezile İmamları dil, fen ve özgür düşünceyi kullandılar.  Çoğu yolda kaybolduysa da üç yüz yıl gibi O Muhammedî inkılabı yaşattılar. (Muhakemat,) Fakat yeni bir musibet geldi, O Mutezile İmamları Yunan Felsefesi sayesinde Pozitivist oldular. Hadisçiler ve onların baş temsilcisi olan İbn Hanbel onları Irak'tan sürgün ettirdi., onlar da dağılıp İran’a kaçtılar. Sonra zaman içinde özellikle Moğol istilasıyla yok oldular. İbn Hanbel ve Şafii İmamları, ileri derecede muhaddis olmalarına rağmen onları diğer mutaassıp rivayetçilerden ayıran şey, her ikisinin de kıyası, aklı ve içtihadı kabul etmeleridir ve yerine göre hadisleri eleştirmeleridir. Rivayetleri değil de ümmetin pratiklerini esas almalarıdır.

Hadisçiler İslam’ın ta başında vardılar. Hz. Muhammed’in hayatını ezberlemişlerdi. Fakat o dört bela ile o kutsal dört görev ölünce: Yani belge ve bilimi bilmeyen, arınmayan, kanun ve hukuk tanımayan, anlayış ve ahlak kıtlığı içinde kıvranan bir nesil yetişti. Emevilerin zorlaması ve karşı devrimiyle de binlerce uyduruk hadis daha işin içine karıştı. Mesela Ali’ye karşı Aişe’yi yüceltme rivayetleri, bunların binlercesinden sadece ilginç numuneleridir. Ve zoraki kader rivayetleri 2. bir numuneler yumağıdır.

Bu hadisçiler, aklı ve o günün bilimi olan felsefeyi reddettikleri gibi İmam Azam gibi kıyası ve içtihadı esas alan, şekilden ziyade işin ruhuna bakan bir zatı da tekfir ediyorlardı. Kendilerini ehl-i ilim adlandırıp, o Emevi rivayet külliyatını ilim diye kabul ederek başka her şeyi bid’a ve küfür sayıyorlardı. Hz. Muhammed’in ilim tarihine geçecek o sözünü de çarpıtmışlardı: Ehl-i ilim olan bir muhaddisin derecesi, ehl-i içtihat olan Ebu Hanife'den yüz derece üstündür.

Evet, Peygamberin o hadisini böyle anlamışlardı. Çünkü başta anlattığımız o dört Kur’an'î değerin hiçbiri onlarda yoktu. Peki eğer bu rivayet neden ilk muhaddislerde yok diye sorarsanız, cevap şudur: Çünkü ilk muhaddisler Ebu Hanife’nin içtihadını hiç kabul etmiyordu. Onlara göre içtihat yapmak küfürdü. Fakat son nesil muhaddislerden olan Darimi ve İbn Hanbel ile bu yanlış ve cahilane kanaat kırıldı. Ama hadis ve sünnet varsa, onu rivayet eden bir muhaddis yine de bir fıkıh müçtehidinden yüz kat daha yüce idi.

Evet, İslam ümmetini geri bırakan, bu organize hadisçilik cereyanıdır. Bu cereyan o kadar kuvvetli olmuştu ki dört fıkıh mezhebini ve Ehl-i Sünnet kurucuları olan İmam Eş’ari ve İmam Maturidi‘yi bile etkilediler. Çok ilginçtir ki bu Ehl-i Sünnet mezhepleri ve İmamları nerede kendi aklî metotlarını bırakıp hadisçilerin rivayetini kullanmışlarsa daima yanlışa düşmüşlerdir. Çocuk Evliliği ve Recm Meselesi gibi.

Hemen hatırlatalım ki: Hiçbir Müslüman kendini kandırmasın: Bütün hadisçiler cebri (zoraki kaderi) savunuyorlar, insan iradesini reddediyorlar. Halbuki insan özgürlüğü ve iradesi dışlansa din ve imtihan da biter. Başka dinsizlerin gelip propaganda yapmasına gerek kalmaz. Çünkü asrımız bilim ve iletişim asrıdır, IŞID ve El-Kaide gibi zakkumları İslamiyet’in başına bela eden bu hadisçilik anlayışını çabuk selekte eder. Nitekim hadisçilerin zoraki kader anlayışlarını kendilerine delil yapan Emeviler kısa bir zaman içinde tarihten silindiler.

Nitekim bunların Allah algısı da müşrikçedir. Allah, eli kolu olan sınırlı bir bedene sahip olup yedinci göğün üstünde, Tahtında oturuyor. Demek Muhaddislerin dini ve bilimsel yanlışlarını saymak için Kütüb-ü Sitte kadar yani altı cilt kitap yazmak gerekir. Çok acıdır ki bilim tarihinde o dört kutsal görevi eşit ağırlık olarak uygulayan tek din İslam dinidir. Diğer dinler aslında İslam iken, çaresizlikten, tarihin zorlamasından o görevlerin birini veya ikisini yapabilmişlerdir. Artık, dini, siyasetten, zenginlikten ve seksten ibaret bilen yani o dört görevde bi-behre olan İslamcıların kulakları çınlasın.

İslam fen ve teknoloji numunelerini toplayan Fuad Sezgin Hocanın koleksiyonuna baktığımızda, onların çoğu o anlattığımız ilk üç yüz yılda ve bir kısmı da ilk beş yüz yılda gerçekleşmiş. Ondan sonra Miladi bin yılın (Hicri beş yüz) başında Gazali Felsefeyi yasak edince, bütün akli ilimler de beraber gömüldü. Haliyle Selçuklu ve Osmanlı, şanına yakışır bir ilmi birikim yapamadılar. Hulasa, İstanbul’un fethi Avrupa için yeni bir çağ açtı; fakat kesinlikle bizim için açmadı. İslam dünyası bugün bile Skolastik bilgiler bataklığındadır. Evet “İslamiyet üç yüz yıla kadar tam ilerici, beş yüz yıla kadar yarı yarıya ilerici. Geri kalanı mazıdır (gericidir.)” (Muhakemat)

Bu Muhakemat’ı hafife almayın. Çünkü ta 1911’de İslam dünyasının kayıtsız şartsız fen bilimlerini esas almaları gerekir, diyen ve bunun için üç yüz bilimsel kural getiren bir kitaptır. Fakat ne yazık ki, İman elden gidiyor, Batı fen ve felsefesi, Materyalizm ve Natüralizme dönüştü diyerek bizzat kendi müellifi çoğu yerde o ilmi prensipleri çiğniyor. Belki de kendini mecbur sanıyordu. Her hal u karda o çağımızda yeni bir öğreti getirdi. Dücane beğenmese dahi.

Bu yazının anahtar cümlesi şudur: İslam dininin asıl düşmanı cehalettir. Kimse dış güçlerde ona düşman aramasın. Dış güçler dedikleri ülkeler, çoktan İslam’ı yani bilimi, hukuku, anlayış ve ahlakı almışlardır. Bir tek arınmaları eksik. Onun da en iyisini Hz. İsa yani İncil yapar.

İşte bu gerçeklere rağmen; Dücane, sürekli olarak Hadisleri ve Emevileri numune gösteriyor. Kur’an’ın derinliğini ve evrenselliğini ise hiç bilmediği gibi inkâr ediyor. Dinde evrensellik iddia edenlerle alay ediyor. Ona göre İslam’da akılcı ve bilimci akım, ancak 9. ve 10. Asırlarda ortaya çıkmıştır. İslam’ın kendisi ise asla bilime ve akla yer vermiyor. Ona göre Allah, varlığı gökte veya meçhul. Ancak kelamcılar onu biraz tanıtmıştır. O da Allah’ın zatı bilinmez, onu sadece eserleriyle tanıyın demişlerdir.

Gerek Allah’ın tam anlaşılması için ve gerek Emevilerin cebir ve zoraki kader anlayışının Kur’an’a yüzde yüz zıt olduğunu görmek için ve dünyada insanların tam özgür olduğunu bilmek için ve Kur’an’ın nasıl bir bilim mucizesi olduğunu görmek için bizim Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü isimli yazıya bakın. 11 sayfadır. İnternette dört sitede ve üç kitapta yayınlanmıştır.

C) Aristo gökleri istisna ettiği halde Dücane, evrende ne varsa her şey değişiyor, dolayısıyla bozuluyor, dedi. Halbuki değişenler ve bozulanlar kadar değişmeyen ve gittikçe mükemmelleşen gerçekler de var. Mesela canlıların beslenmesi asla kalkmıyor. Sürekli olarak miktar da kalite de artıyor; mesela, insanın inanma ihtiyacı gün geçtikçe artıyor. Mesela kütle çekimi, bütün kâinatta asla fire vermiyor. Mesela yanlış yaptı, cezasını buldu genellikle doğru çıkıyor. Kur’an bunlara Allah’ın yasaları diyor. Allah’ın yasaları asla değişmez, diye söylüyor. Özellikle insanın sağlıklı bir imana sahip olması asla değişmez, diye bizi uyarıyor. (30/30)

D)  Dücane, gürültülü bir şekilde diyor ki: Yapay zekâ çağı geliyor; başladı bile. Biz insanları, hayvan seviyesine indirecektir. Çünkü yapay zekâ sonsuzdur, insan zekâsı ise çok sınırlıdır. İşte bunda dört yanlış yapıyor. Yapay zekâ insan tarafından kaydedildiği için sonsuz olamaz. İnsan zekâsı ise, yaptığı sanayiye ve kâinata hâkim olduğundan adeta sonsuzdur. Evet, yapay zekâ insanın iş gücünü azaltacaktır. Ama ürün de çok olacağından insan işsiz kalmayacak. Nitekim tren icat edildiğinde, At Arabası ile mal taşıyanlar çok korkmuşlar, işsiz kalacağız, diye. Sonra anlaşıldı ki: Tren var olduğu için yük taşıma artmış, dolayısıyla bağ ve bahçelerden istasyona mal taşıma işi üç katına çıkmıştır.

E) Yine gürültülü bir şekilde tekrarla, kripto paralar; altın, gümüş, borsa ve malları piyasadan silecektir. Ne güzel bir çağ olacaktır, diyor. Ontoloji ve fizik bilmediği gibi ekonomiden de bi-haberdir. Çünkü kripto paraların hiçbir doğal ve ekonomik yapısı yok. Tamamen dolandırıcılıktır. Çünkü paranın karşılığında somut bir mal olmalıdır. Devletlerin bastığı para ise karşılığında altın ve gümüş olarak merkez bankalarına yatırılmış değerler var. Banknot, bankadaki yatırılmış malın varlığını not eden bir belge demektir. Bank yatırılma yeri. Not da bizim bildiğimiz hatırlatma belgesi. Nitekim karşılığında bir değer ve mal olmayan para basmalar tamamen hırsızlıktır. Enflasyon olarak milletin cebinden çalınır demektir.

Hulasa: Ekonomi şeffaf olmalı, öyle kripto falan olmaz. Hile ve hırsızlık çağına insanlık girmeyecektir. Bazı ahmaklar ve siyasi liderlere kananlar müstesna. Evet, Dücane, Sosyoloji ve Psikoloji de bilmiyor. Çünkü toplumun motor gücü iki şeydir. Açlık ve kimlik. Başka bir tabir ile ekonomi ve din. Evet, kölelik zamanla değişmiştir. Fakat sınıf farkı, çok doğal, ilahi bir yasadır. O asla değişmeyecektir, En’am ve Zuhruf surelerinin bildirdiği gibi. Evet, Komünizm değiştirmeye çalıştı, fakat yüzlerine çarptı. Hem de 700 trilyon dolar kayıpla beraber.

Ayrıca, köleliğin sorumlusu dinler değildir. İnsanlık o eski dönemlerde kendine bakamıyordu. Şimdi nasıl işçi olmak için insanlar aranıyor, o eski çağlarda da insanlar köle olmak için can atıyordu. Çok az savaş esirlerini müstesna edersek. Zaten İsa geldi, tamamen kaldırdı. İslam da hızlı bir terapiye tabi tuttu. Ama Emevi karşı-devrimi, ilerici İslam’ı taş devrine çevirdi. Dolayısıyla Dücane gibiler ötebiliyor.

G) Şimdi gelelim Gerçek İslam Söylemi sahiplerine. İslam, epistemolojik olarak aklı ve bilimi her zaman esas alır. Fakat gerek Orta Çağın bilimler konusundaki karanlığı ve gerek Şura/Hilafet ile olan yönetimin saltanat ve istibdada dönüşmesi sonucu, birçok yanlış algı ve hurafe İslam’a girmiştir. Aydınlanma sonrası çağda, 1840’lardan itibaren İslam dünyasında da bireyler bazında bir aydınlanma oldu. Bireyler bazında diyorum. Çünkü alimlerin çoğu ve halk, bugün dahi Orta Çağ karanlığındadır. Bunlar orta çağın anlayışını ve zaman içinde oluşan yanlış algıları silip, İslam’ı Kur’an anlayışına yaklaştırdılar. Bunlardan Hoca Tahsin, Namık Kemal, Filibeli Ahmed Hilmi, Musa Carullah Bigiyev, Said Nursi’yi sayabiliriz. Ve yeterli olmasa dahi bunların hepsinin de çağdaş bir öğretisi vardır.

Yeterli olmazsa dahi diyorum, çünkü onların zamanında bilimler tam gelişmemişti. Ayrıca ayıklamak gereken çok tortu vardı. Hepsine güçleri yetmedi. Ve bütün Kur’an’ı tefsir edemediler. Fazlurrahman, Hasan Hanefi, Cabirî, Hüseyin Atay gibiler ise daha çok, lokal bazı konularda kaldılar. Kendi öğretilerini oluşturamasalar da pek çok hurafe ayıkladılar. Onlara teşekkür etmek gerekir, Dücane’nin gürültülü hakaretlerine karşı. Ayrıca onlar çağımıza tam hitap edebilmek için iyi derecede dil bilgisi, iyi derecede fen bilgisi ve özgür düşünceye sahip olamadılar. Özgür düşüncede belki iyi idiler. Ama dilde ve fenlerde zayıf idiler. Kitapları meydanda.

F) Efendim, insanlık, kripto paralarla, yapay zekâ ile postmodernizmi yakalayacağı gibi, başta Tüp Bebek ve DNA olmak üzere bir sürü yeni şeyler de yaratabilecektir., diye boş övünmelerde bulundu. Evet, Dücane, diğer ilimleri bilmediği gibi Biyolojiyi de bilmiyor. Çünkü bir DNA yaratmak için geçmiş ve geleceği ile bütün kâinata hâkim olmak lazımdır. Tüp Bebek ise Allah’ın DNA içine yerleştirdiği sonsuz bilgi-işlemi, ana karnında pratize etmektir. Yeni bir yaratma asla değildir. Evet, Dücane, Biyoloji bilseydi sonsuz zekanın ne demek olduğunu da bilirdi. Ve evren gittikçe bozuluyor, demezdi. Çünkü bir nevi bozulma olan entropiye karşı evrensel Hayat; özellikle Biyosfer, sürekli olarak enerji topluyor. Filibeli Ahmed Hilmi’nin deyimiyle evreni sonsuz güzelliğe götürüyor.

G) Konu Gerçek İslam Söylemi olunca ve değil Gerçek Çağdaş İslam, İslam’ın aslı (orijini) bile zaman ve değişime dayanamadı, şeklindeki tezini ispat için beş maddede İslam’ı eleştirdi.

1) İslam kadını yarım sayıyor, dedi. Halbuki İslam, din olarak, hukuk olarak, saygı ve hürmet olarak kadın erkek ayrımını yapmaz. Bazı pratiklerde ve mirasta yükünü hafifletmek için, bir derece erkeğin arkasına atıyor. Mesela, çok eleştirdiği, Evin Reisi erkektir ayetinin devamını okusa cevabını alacaktır. Ayet şöyle diyor: İki şeyden dolayı evin reisi erkektir. Fizik olarak yani biyolojik fark var. İkinci olarak evin geçimi erkeğe aittir. Demek eğer kadın fizik olarak ve ekonomik olarak güçlü ise iş erkeğin riyasetinden çıkar, istişareye bırakılır. Dört evlilik ise İslam getirmemiştir. 12’den ancak dörde indirebilmiştir.

Mirastaki yarım hisse ise yine, geçim erkeğe ait olduğundandır. Nitekim Ziya Gökalp da bunu diline dolandırmıştı. Muhammed İkbal ona şu cevabı verdi: Bu yeni Türk alimimiz, aile yapısını ve insan psikolojisini bilmiyor. Onun için öyle söylüyor, dedi.

2) İslam’da el kesme var, bu ise hiçbir mantığa ve hiçbir hukuka sığmaz dedi Dücane. Halbuki bu basit hırsızlıklar için değildir. Büyük dolandırıcılar ve yolsuzluklar içindir. Nitekim Türkiye devleti bunlara hâkim olmadığı için ve enflasyonu durduramadığından, yılda 500 milyar dolar çalınıyor.  Halkın yüzde yetmişi ise, açlık sınırı altında besleniyor. Halbuki iki kişinin eli kesilse milyonları ilgilendiren bu bela bitecektir.

3) İslam’da recm (taşlama) cezası var, diyor. Halbuki İslam’da yok. Hz. Ömer insanlarla baş edemeyince uyguladığı bir şeydir taşlama. Maalesef Hz. Ömer’in başka birçok icraatı din olarak benimsenmiştir.

4) Hz. Muhammed’in eşleriyle evlenmeyi Kur’an yasaklamıştır. Bunun bir anlamı ve evrenselliği yoktur, diyor. İşte bu meselede ayetin anlamı şudur. Onun eşleri dini bir misyon ile görevli idiler. İslam pratiklerinin yarısını onlar aktardı; dolayısıyla bir misyonu olanların evlenmemesi gerekir demek istiyor. Zaten Hristiyanlıkta da Papazların önemli bir misyonu olduğundan çoğu bekar kalıyor. Demek bu da evrenseldir.

5) İslam, kuru itaati esas alıyor, diyor. Halbuki bu manada kullandığı Semi’na ve ata’na kalıbı, işittik, anladık ve kabul ettik demektir. Asla kuru bir itaat emredilmiyor. Çünkü anlamaları için Kur’an tam kırk yerde işi akla havale ediyor. Galiba kendisi, Kur’an’ın bu emrini kabul etmediği için mutlak özgürlüğü ve dolayısıyla anarşizmi savunuyor. Nasılsa yapay zekâ devleti ortadan kaldıracak, kripto paralar da ekonomiyi. İşte size çatallı bir anarşizm. Din yok, ekonomi yok, din yok… (bu cümlede tekrar var)

Çok Acı Bir Sonuç: Maalesef, gençliğimiz, iyi derecede dil, fen ve özgür düşünceyi kendilerine alt yapı yaparak, İslam’ı Kur'an'dan ve pozitif fenlerden öğreneceğine, Dücane gibileri dinliyor. Boş vakit geçiyor. Yanlış yerlere ajite oluyorlar. Dücane, 200 bin gence hitap ediyor. Yine her ne ise, bu da iyi, hiç olmazsa bazı ilimlerin isimlerini öğreniyorlar. Ama tamamen dinsizlik, Agnostisizm ve absürtlük (Nihilizm) felsefesini işleyen kanallar milyon izleyici buluyor. Galiba insanlığın bozulması için yapay zekaya ve kripto paralara ihtiyaç kalmayacaktır. Evet belki bir sosyal kıyamet kopacaktır. Ama:

Gerçek Bilimsel Bir Müjde: Ama İslam ve Hristiyanlık dinleri, evrensellikleri ile ve dayandıkları soyut değerler ile ebede kadar kalacaklardır.

İslam kalacaktır. Beş gerçekten dolayı:

1) Çünkü İslam’ın özü sırat-ı müstakimdir. Zıtların dengede barıştırılıp hayatı bir bahar yapmaktır. Evet, İslam dünya ile ahireti, fakir ile zengini, erkek ile kadını, beden ile ruhu, soyut ile somutu ve en önemlisi de iman ile bilimleri dengelediği için; yani kâinatın motor gücü olan diyalektiğe sahip olduğundan, ebedi bir ömre sahiptir. Ne kadar uç iş varsa ve ne kadar özünü kaybetmiş ahkam varsa hepsi onda mülgadır.

2) İslam, bütün ilimleri Allah’ın birer ismi sayıp, şeriattan çok daha fazla onların yerine getirilmesini emrediyor.

3) İslam, hayat bitecek demiyor. Her şey sonsuz olduğu gibi hayat da sonsuzdur, diyor.

4) İslam, Kur’an demektir. Kur’an ise vahiy yani logostur. Bu ise kâinatın ve varlığının mantığı ve ruhudur. Dolayısıyla ölümsüzdür.  

5) İslam, başta Allah olmak üzere bütün varlığı ikili yapı olarak ele alır. Allah celal ve ikram sahibidir, kâinatta ne varsa bu ikili yapının dengesinden ibarettir. Dolayısıyla Biyoloji de Sağlık da Ekonomi de Siyaset de ancak denge ile var oluyorlar. Bunun da ismi adalettir, sırat-ı müstakimdir.

Hristiyanlıkta bu diyalektik yapı yok ve onlar dengelemekle mükellef değiller. Ama onlar, ruhu, ahireti, kadını, soyutu, fakiri ve imanı seçtikleri için yine ölümsüzdürler. Roma devleti üç yüz yıl onları hep yaktı, idam etti, ama yine bitmediler. Evet soyut, ruh ve iman ölümsüzdür. Hiçbir maddi kuvvet onları imha edemez. Evet tabiat denilen Natür kelimesi bükülmez şey demektir. Evet tabiata savaş açılmaz. Kim savaş açarsa o muhakkak mağlup olur.

Dücane, Nörofizyolojiyi o kadar çok önemsedi ki nerede ise onu Tanrı yerine koyacak idi. Halbuki bundan bir şey anladığı yok. Çünkü gerçek Nörofizyolojinin alanı bilinçdışıdır. Bu da kainatla beraber sonsuz bir bilgi-işlem hacmine sahiptir. İşte gerçek Peygamberlik, bu sonsuz bilgi-işlemi işletmek demektir.

Dücane, bir ara muhayyile diye bu gerçeğin ucunu yakalamıştı. Ama galiba son durağı Agnostisizm oldu. Kendisi tam kırk yıl Gerçek İslam Söylemi sahiplerine öğrencilik yaptı. Galiba inanmadığı için hepsini birden silebiliyor.

Son Dört Bilimsel Gerçek:

1) Dücane, bu videoda İslam’ın meleklerle ve cinlerle ilgili bilgisiyle çok alay etti. Halbuki son yetmiş yılda anlaşıldı ki her şey bir bilinçli dosyadır. Aristo, bu dosya yönüne logos demişti. İşte din bu bilinçli dosyaların iyisine melek diyor. Kötüsüne de cin diyor.

2) İslam’ın ve Kur’an’ın bir evren tasavvuru yokmuş, diyor sürekli olarak. Halbuki Kur'an fizik ve metafiziğe değiniyor. Baştan sona kadar ikili diyalektik yapıyı anlatıyor. Varlığın evet bütün varlığın ilim, kudret ve iradeden oluştuğunu birçok özet cümlesiyle perçinliyor.

Nitekim bilimlerin çok geliştiği çağımızda dahi Ontoloji, varlığın üç sacayağı vardır, diyor: Enerji, yazılım ve evrim. Dini tabir ile kudret, ilim ve irade. Sıra üçlü sisteme gelince besmeleyi hatırlamamak elde değildir. Şöyle ki:

3) Besmelenin Tefsiri Olarak On Nükte:

1) Evrensel vahiy dışında insanın metafizik duyularına dayalı oluşan bütün yol ve metotlar, sınırlı ve lokal olarak düşündüklerinden, lokal olmaya mahkumdurlar. Lokal oldukları için, sonsuz olan gerçeği görmek uğruna dünya ve ahireti, ruh ve bedeni, bilim ve inancı ve Allah’ın iki eli sayılan diğer zıtları birbirinden ayırmak zorunda kalırlar. Dolayısıyla bu yollarda giden insanların hayatı ve düşüncesi, varlığın tümünü kuşatamaz; kuşatıcı ve canlı olamaz. 2) Kur’an ve Peygamber yolu ise bütüncül olduğundan ve zıtları barıştırdığından, o yolda sonsuzluğu ve realiteyi görmek çok kolay ve herkese nasip olabilir. Ayrıca tasavvuf, olağanüstü bir eğitim gerektirdiğinden çok az insana nasip olabilir. Bu yolda yetişenler dahi Sahabeler kadar gerçekleri göremiyorlar. Onun için en küçük (fakat gerçekten sahabeden olan) sahabî, en büyük veliden daha büyüktür diye Ümmet kabul etmiştir. (27. Söz ve Eki)

3) Kur’an bu somut âlemdeki madde ve hayat içindeki ruhu ve bilinci gösteriyor. Dolayısıyla ruhun varlığını ve ölümsüzlüğünü ispatlamaya gerek kalmıyor. Ve bu yolda bütünlük ve gerçeklik olduğundan, insanın geçim için yaptığı kavgalar bile camide yaptığı itikâftan daha sevaplı olur.

4) İslam dininde ilim kaynağı, 5 duyu verileri ve icma’dır; yani bilimsel gerçeklik, ihtisas ehlinin genel kanaati ve beş duyunun tespit ettiği yasal veri ve mucizelerdir. Fen bilimleri ise, insan nev’inin beş duyusu gibidirler. Tür ve tarih çapında oldukları için birey olarak insanın duyuları yanılsa da o fenlerin yanılma payı çok azdır. Demek metafizik keşif ve kerametlerin ölçüsü tutturulamadığından, onlar epistemolojik kaynak olarak kabul edilmiyorlar. Onun için Sahabe yolunda keramet az olur. Ayrıca Kur’an’da binlerce mucize denilebilecek bilimsel veriler var. Demek keramet, bilimsel veri ve mucize seviyesinde olamayacağı gibi sofiler de Sahabe seviyesinde olamıyorlar.

5) Hayatımızın maddi-manevî bütün ihtiyaçları Kur’an’da mevcuttur. Dolayısıyla dışarıda çare aramak yanlıştır. Kur’an Fatiha’dadır. Fatiha besmelededir. Besmele de şu demektir:

a) Bi ile demektir. Yani Müslüman kişi, her şeyi Allah’tan bilmekle beraber, her şeyin bir sebebi olduğunu ve kendisinin bu sebebe başvurması gerektiğini bilir. 

b) İsim, belirlenen, adı konulan, sınırı çizilen varlık ve hakikat demektir. Bu manada somut-soyut her şey Allah’ın bir ismidir. Dolayısıyla varlığın bazı kısımlarından uzaklaşmak ve onları mutlak kötü görmek yanlış olur. Kur’an, kötü kabul edilen şeyleri tevhid ve sonsuzluk dairesi içinde çalıştırmamızı ve onları birleştirip barıştırmamızı yani Müslüman olmamızı emrediyor. Demek Müslüman şu üç hakikati her zaman hatırlamalı:

Hayatlarının şiarı olan besmeledeki be nedenselliği, isim bilimselliği bildirdiği gibi; hayatlarının tüzüğü olan İslam kavramının sözlük ve ıstılahî manası da farklı zıtları ve farklı boyutları; mesela ulûhiyet ve rahmaniyeti birleştirmek ve barıştırmak yani ikisini bir görmek demektir. 

c)  Allah. Yani soyut bütün değer ve maneviyat; bizim öz varlığımız ve dayanağımız. Bu varlık boyutu, ölümsüz ve sonsuz olduğu için bu noktaya dayanan kişi hayatında ne korkar ne de üzülür. (Bakara, 62)

d) Rahman... Yani Allah ile ifade edilen bütün değerlerin sonsuz örneklerle somutlaşması; yani kâinat, yani somut olan her şey. Onun için Kur’an, çoğu yerde insanı Rahmana yönlendiriyor. Evet, kâinat ve varoluş diyalektik yapıya dayanır. Kâinattaki bütün yasalar ve kurallar Rahmaniyetin iki eli gibidir. Bunlar asla kötü değildir. Sadece, gelişmek ve üretmek için bir miktar sıcak ortam oluşturur. Bu fırına dayanmak için ise, sabır tavsiye edilir. Ki dinde sabır, imanın yarısı kabul edilir.  Rahman kelimesi 298 eder. Sabur kelimesi de 298 eder. Çok ilginçtir ki, esma-i hüsna hadisinde Sabur, Allah’ın en son ismi olarak rivayet edilmiştir.

e) Rahim. Yani ilahî ekstra rahmet, inayet ve şefkat… Yani insan bu maddi hayat ve düşünce serüveninde yani Rahmaniyet fırınında çok pişerse veya zor durumda kalırsa, bu sefer Rahimiyetin ekstra tecellilerine ve esintilerine mazhar olmak için yalvarır, yakarır, dua eder, keşif ve keramet arar. Yasalar üstü bir tecelli bekler ve görür. Demek tasavvuf hakikati bu beş realiteden sadece Rahimiyet tecellisinin bir kısmıdır. Ki Kur’an’da bu boyut dahi vardır. Yani Kur’an Allah’ın yasalarına dayanır. Allah’ın yasalarının yaşanmasını tavsiye eder ve insanın kendi akıl ve yetenekleriyle bunu bilmesinin gerekliliğini bildirir. Fakat vahiy ve özel inayetlerle, insanlığa ekstra bir destek olduğunu söyler. Konusu vahiy olan Meryem suresi, Rahmaniyet çerçevesi içinde vahiyler tarzında gelen İlahî ekstra şefkat ve inayetleri anlatıyor.  Rahmaniyet ile beraber Rahimiyetin de işlediğini bildiriyor. 19. sure oluşuyla, 19 harflik Besmelenin bir tefsiri oluyor. Hulasa: İslam, Kur’an ve Hz. Muhammed’in yaşam biçimi, bu dokuz madde gibi binlerce realiteye dayanır; onun için son din olmuştur. Ve İslam âlemi, bu dokuz maddeyi ihmal ettiği için geriliyor ve bazen de çamura düşüyor.

4) Gerek Tevrat’ın ve gerek Kur’an’ın anlattığı kıssalar tarih değiller ki: Dücane, dinlerin öğretisi sadece geçmiş zamandandır desin. Çünkü gerek Tevrat üzere ve gerek Kur’an üzere yazdığım beş cilt kitapta gösterdim ki: Bu kıssalar tarih değiller. Arketiptirler. Başta evrim süreci ve Arkeoloji olmak üzere onlarca bilim dalı, o kıssaların tarih ve geçmiş zaman olmadığını belgeliyor. Zaman üstüdürler yani evrenseldirler. Her çağda ve her bölgede bir numuneleri var oluyor. Zaten, Allah’ın sözü olan kitaplara da bu yakışır. İşte size iki numune:

A) Bugün, başta Biyoloji, Paleontoloji, Arkeoloji ve Antropoloji gösteriyor ki. Yahudilerin soy kütüğü diye gösterilen Tevrat’taki soy ağacı yani Âdem, Nuh, İbrahim, İshak, Yakub, Yusuf ve Yehuda tarih değildir, Yahudilerin ataları değildir. Her birisi, arketip denilen birer kavram ve birer dönemin ismidirler. Demek istediğim, sanıldığı kadar Yahudi tarihi o kadar eskiye gitmiyor. Yahudi Milleti, Akad Medeniyetinin dört kolundan biridir. Diğer kolları Araplar, Süryaniler, Aramîlerdir. Bu milletlerin dilleri ve alfabeleri birbirine çok yakındır. Yahudiliğin kurucusu, ikinci Musa denilen Ezra Peygamberdir. Ezra, Akad arşivinde ne bulduysa ezberlemiş ve vahiy alarak onları kaleme almıştır. Bu da M.Ö. 560’lı yıllara denk geliyor. Bu son bilgiler Tarih ilminde sabittir.

B) Medeniyet tarihi olan son on iki bin yıl boyunca Mitolojik dil, insanlığın sekiz bin yıllık din, bilim, felsefe, edebiyat ve halk hikayelerini kaydetmiştir. Nihayet M.Ö. 700’li yıllarda Felsefe ve Bilim, Mitolojiden ayrılmış, dini birikim ise Ezra Peygamber tarafından yazıya geçirilmiştir. Bu dinî mitolojik dilden şu pasaja bir bakın:

Tevrat Tekvin Kitabından Bir Analiz: İshak (gülen ve mutlu insanlık), ikiz çocuk sahibi oldu: Esav (üzüntü verici, siyah ve evrimleşmemiş insan modeli), diğer ismi Edom (deri rengi kırmızıya kaçan). İkinci çocuğun ismi Yakup (belli bir hedefi takip eden beyaz insan). Yakup, Allah ile güreşip onu yeniyor. Yani beyaz insan, Allah’ın koyduğu açlık ve hastalık gibi yasaları yeniyor. Bunun üzerine İsrail (Allah ile güreşen) ismini alıyor. (Tekvin, bap 25-32) Yakub’un (çilekeş insanlığın) 12 oğlu oluyor. (İnsanlığın 12 ana milleti) Biri Yehuda (dindar, medeni Yahudi milleti) diğeri Yusuf (Araplar… Yusuf kelimesi vasıflı güzel demektir, Arap kelimesi de güzel demektir). Bünyamin (Kurt Oğlu) Yusuf’un kardeşidir. Türkler manasındadır. Hulasa: Tevrat’ta Babil Sürgünü öncesi kısımlarında, hiçbir tarihî bilgi yoktur. Tevrat, arketipal kavramlar ve kollektif şahsiyetlerdir. Tevrat da Mucizedir kitabının içinde bu gibi çok analizleri göreceksiniz. Özellikle Yusuf Suresi tefsirinde…

 

28.11.2023

Bahaeddin Sağlam

 

 

 






Çok Okunan Makaleler
Bahaeddin Sağlam
İSLAMİYETİN TEMELLERİ NASIL ATILDI!?
23.03.2023 945 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hz. Ayşe Sendromu
20.12.2022 562 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Saff Suresi Meal-Tefsiri
20.12.2022 560 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah'ın Nefsi
13.01.2023 513 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Mürselat Suresi Meal-Tefsiri
30.12.2022 503 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve İsa Mukayesesi
24.12.2022 495 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık ve Allah’a Dair
13.01.2023 492 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Hadid Suresi: 57. Sure 29 Ayettir
30.12.2022 488 Okunma
Bahaeddin Sağlam
ÂDEM VE EVRİM
24.12.2022 470 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu’na Cevap-2 veya Allah’ı Tam Tanımak
23.09.2023 462 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Risale-i Nur’un Beş Temel Amacı
22.04.2023 461 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Âdem ve Havva Hakikati
24.12.2022 461 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sanat ve Kültür Mahiyetleri ve Etimolojileri
6.01.2023 456 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deizme Cevap Olarak Şehit ve Şahit Farkı
6.01.2023 446 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Bilinç ve Sorumluluk
7.10.2023 443 Okunma
Bahaeddin Sağlam
To Join or Not to Join the EU
7.10.2023 436 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Sıdk ve Kizb, Mesih ve Deccal Kavramları
23.09.2023 432 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Bediüzzaman’da Nedensellik Problemi
22.09.2023 422 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah’ın Sonsuz Varlığı ve İnsan Özgürlüğü
23.01.2023 405 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Arketip Ne Demektir?
8.03.2023 395 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Winning or Losing the Spiritual Test
23.09.2023 392 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
22.09.2023 391 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsanlığın Şerefini Kurtarmak İçin
9.04.2023 381 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kur’an’ın Kolaylığı Derin İlmi Bir Gerçekliktir
8.03.2023 370 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İnsan Nedir?
22.09.2023 367 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 1
1.02.2023 364 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ne Kadar Allah’ı Tanıyoruz?
22.04.2023 357 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İslam Bilim Tarihinden Bir Anekdot
23.03.2023 349 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Deprem, Kıyamet ve Diriliş
8.03.2023 349 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ahlak Kelimesinin Reel Anlamı ve Etimolojisi
22.04.2023 344 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Karşılaştırmalı Eski Ontoloji ile Çağımızdaki Ontoloji
22.09.2023 343 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kitab-ı Mukaddes’te Hikmet Kavramı 2
1.02.2023 340 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Varlık, Diyalektik, İmtihan ve Savaşlar
23.09.2023 334 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Türk Kardeşlerimle Bir Hasbihal (Durum Değerlendirmesi)
23.09.2023 327 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Netanyahu Amalek Deyince Neyi Kastetti?
5.11.2023 325 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Dücane Cündioğlu ve Akıl
23.09.2023 309 Okunma
Bahaeddin Sağlam
İmtihanı Kazanma veya Kaybetme
23.09.2023 308 Okunma
Bahaeddin Sağlam
AB’ye Üye Olmak veya Olmamak (Türk Kardeşlerime Çağrı)
23.09.2023 297 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Allah, Ruh ve Bilinçdışı
23.09.2023 293 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Oruç ile İlgili Beş Kavram
17.03.2024 244 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Değişim ve Gerçek İslam Söylemi
14.12.2023 240 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Erken Doğmuş Fakat İnsanlık İçin Gerekli Bir Proje
3.02.2024 221 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Filistin İçin Üç Reçete
29.12.2023 213 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Çağımızda Şiddet ve Şiddet Felsefesi
14.12.2023 210 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Kibir ve Gurur
29.12.2023 198 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Prof. Dr. Celal Şengör’den Beş Tespit
29.12.2023 192 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Din Kaygısı mı, Siyasi Çıkar Kavgası mı?
5.02.2024 178 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Three Prescriptions for Palestine
29.12.2023 175 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Ateist Kardeşlerime Bir Çağrı
10.01.2024 172 Okunma
Bahaeddin Sağlam
Yahudilerin Özgeçmişi ve İsrail Devleti
26.01.2024 171 Okunma
Bahaeddin Sağlam
A Call to My Atheist Brothers and Sisters
14.01.2024 128 Okunma


© 2024 - Akevler