‘Ahlâk Nizamı veya Âdil Düzen olmalı’ diyor - 2
Önceki yazı ile birlikte okunmasını tavsiye ederek kaldığımız yerden devam edelim…
“Kapitalizmin oluşturduğu bir dünya sistemi var.” Önceki yazıda hem ülkemiz hem bütün beşeriyet içiç çok önemli olan bu konuda burada kalmış ve demiştik ki…
Evet, bir taraftan bu yazılanların ‘devamı var’, diğer taraftan ‘kapitalizmin oluşturduğu dünya sistemi/nizamı/düzeni’ var ve dünyayı sömüren bu düzen hem ülkemizde hem bütün dünyada -yazımızın en başında hatırlattığımız üzere- takanmış durumda; bu zalim ve ahlaksız düzenin çaresi de Ahlâk Nizamı veya Âdil Düzen...
‘Ahlâk Nizamı veya Âdil Düzen olmalı’ diyen Mustafa Kutlu ile devam edelim…
“Siyaset-iktisat, hukuk (hadi “etik”i de zikredelim) anlayışı var. Bütün bunlarla (binlerce unsurla) vücut bulan, tüm insanlığın benimsediği bir “hayat tarzı” var. İlerleme-gelişme-kalkınma-büyüme-zenginlik-refah ve konfordan oluşan bir paradigma var.
Mutluluk anlayışı, tüketim alışkanlıkları, özgürlük-güvenlik ekseninde bir varlık telakkisi var. Var oğlu, var. Bütün bu şartlar karşısında kuru kuruya ve övünmenin ne de ağlayıp sızlanmanın mânâsı yok.
Varsa bir dişe dokunur “fikrin” söyle. Yani şöyle: Bugün için nasıl bir “devlet” düşünüyorsun? Devlet önemli değil “şirket, mühim diyorsan onu da söyle.
Bu devletin siyaseti nedir, iktisadı nedir, hangi hukuka tabidir vb. vb.
Bütün bunların esasen bir “nizam”a bağlı olması beklenir. O nedir?
Ahlâk Nizamı veya Âdil Düzen mi?
Geçen asırdan beri böyle bir “nizam” fikrini dile getirenler oldu. Lakin tam bir felsefe ve fikriyat olarak kuvveden fiile çıkamadı. Kolay değil.
Kapitalizmin hesabını görecek, yerine teklif ettiği “nizam”ın daha iyi olduğunu kalabalıklara benimsetecek, onları bu yeni “hayat tarzı”na ikna edecek, ardından yeni hayatı teoriden pratiğe aktarmak için harekete geçecek bir irade, bir fikriyat, bir mücadele.
Mevcut sistem kendine muhalif en ufak bir oluşuma müsaade etmez. Ya yasaklar, ya tutuklar, ya yok eder, ya da itibarsız hale getirir.
Sisteme muhalif bir fikir bir eylem vb. lazım ise onu da kendi oluşturur.
Böyle bir yenilmez güç, bir heyula tasvir ederek mevcut hevesleri daha doğmadan öldürmek niyetinde değilim.
Öncelikle akedemya ve ulema arasında bu mesuliyeti duyanlar, heyecanını yaşayanlar, mutlaka birbirleri ile temasa geçmeli, bir sinerji oluşturmalılar.
Umutsuzluk, kötümserlik bize yaraşmaz. Hele hele mevcut sistemin getirisinden nemalanıp “maceraya ne lüzum var, işte ne güzel yaşayıp gidiyoruz” diye gevşeyip, teslim bayrağını çekmek bize hiç yaraşmaz.
Ben kendi nefsime bu yazıları yazarak bir kıvılcım çaktırmak, bir işaret fişeği tutuşturmak derdindeyim.
Bizden öncekilerin, hocalarımızın söylediklerinden, yazdıklarından hareket ederek bir başlangıç yapmak elbette mümkündür. Meselâ rahmetli Mehmet Genç hocamızın bir ömür boyu yaptığı çalışmalar ile yazdıkları ne kadar önemli ne kadar ufuk açıcıdır. Kendisi ile sık görüşürdüm. Sanatın her dalından anlayan, zevk sahibi bir hocamızdı. Benim ütopik fikirlerimi gülerek karşılar, şöyle derdi: “Mustafa sana katılıyorum. İkimiz bir çadır alarak dağa çıkabiliriz, ama hanımlar gelmez.” Bundan böyle rahmetlinin Osmanlı devlet ve iktisadı konusunda yazdıklarından ilke olarak bize bugün için de ışık tutacak bölümleri nakledeceğim.
Unutmayalım. Osmanlı bir “nizam” inşa etti ve altı yüz yıl yaşadı. Orada tarım toplumuna ait içtihatlar var, şimdi sanayi toplumundayız hatta bilgi toplumuna, dijitale geçtik nemize gerek demeyin. O ilkeler Âmentü’ye inananlar için kıyamete kadar geçerlidir.
(Devam edeceğim, ama izne çıkıyorum. Güz aylarında buluşmak üzere, hoşça kalın).”
Not: Yazar böyle diyor ama son bir yazı ile bu önemli konuya devam edebiliriz… 28.7.2023