BAŞARI için; önce TEŞHİS, sonra TEDAVİ
Bu yazı bundan önceki “NASIL BAŞARACAĞIZ?” başlıklı yazımın devamı mahiyetindedir, öyle okunmalıdır ama ağırlıklı olarak çöküşün sebeplerini teşhis mahiyetindedir. Dikkatinizi çekerim; teşhisi iyi koyamazsak tedavi ve çözümleri üretemeyiz.
Bu yazı aynı zamanda çalışma arkadaşımız Harun Özdemir’in “ULEMANIN İSLÂM’I TEMSİL SORUNU” başlıklı yazısı vesilesiyle yazıldı ki; Harun’un teşhisleri de, bir önceki yazımda sözünü ettiğim Yusuf Ziya’nın teşhislerine benziyor.
Her ikisinin teşhisleri tamam da, tedavi ve çözüm merhalesi ve çözümler nerde?..
Ne demek istiyorum? Minik bir teşhis kronolojisi denemesi yapalım: ‘İçtihat’ yok, ‘kanun’ var! Ne zaman? ‘Kanuni’ Sultan Süleyman zamanında! Kanuni ve muhteşem yüzyıl!
Ve sonrası… Sonrasının sebepleri… İmparatorluktan Cumhuriyet’e… Sebep-sonuç ilişkisi ve günümüz Türkiye’si… Günümüzdeki sorunlar ve asıl yapılması gerekenler…
Bunların her biri bir araştırma konusu olarak yani sebep-sonuç ilişkisi ortaya konduktan sonra “ASIL YAPILMASI GEREKENLER” için ana başlıklar da olabilir…
Son iki seçim yani 7 Haziran - 1 Kasım seçimleri arasında epey “ASIL YAPILMASI GEREKENLER” yazısı yazmaya gayret ettim; önce “TESBİT VE TEŞHİS”, sonra “TEDAVİ VE ÇÖZÜM” içeren yazılar yani ASIL YAPILMASI GEREKENLER yazıları…
Harun Özdemir’in tespitleri ile devam edelim: ‘Kanuni döneminde Osmanlı Medreselerinde Felsefe, Matematik ve Fen Bilimleri zorunlu ders olmaktan çıkarılmış. 4. Murat dönemine gelindiğinde, dönemin entelektüeli Kâtip Çelebi, Şeyhülislamlık makamına arazi paylaşımı ile ilgili 3 soru yöneltiyor. 2 soru yanıtlanıyor, birine ise yanıt verilemiyor. Kâtip Çelebi’nin yalancısıyım, dediğine göre, verilen iki yanıt da yanlıştı!
Bugün olduğu gibi Osmanlı Devleti döneminde de her türlü ilim, irfan ve unvan, dünyevi beklentiler için yapılıyordu. Bir ilim zorunlu değilse, ne kadar gerekli olursa olsun öğrenilmezdi. Sadece Devletin emrettiğini tahsil eden ulemanın bir tek amacı vardı, o da dünyevi makamları elde etmek için “ilm-i siyaset”in gereğini en acımasız şekilde icra etmekti. Hile, desise, iftira, ihbar, en yakınına maddi ve manevi zarar vermek, halka her şeyi haram sayıp kendisine helal eylemek… vaka-yı adiyedendi... Çürüme o boyutlara varmıştı ki, dünyayı sarsan Matematik ve Fen Bilimleri ile bu bilimlerin yarattığı teknoloji karşısında “Bu bilimler de neyin nesi!” diye merak eden bir medrese çıkmadı. Entrikanın her türlüsüne aklı eren ulemanın, Matematik ve Fen Bilimleri öğrenmeye tenezzül etmemesi, anlaşılır bir durum değildi. Nihayet, 3 Mart 1924’te çıkarılan kanunla İmam Hatip Okulları açılırken, zorunlu dersler arasına Felsefe, Matematik ve Fen Bilimleri de aldı. Fakat Matematik ve Fen Bilimleri Daru’l Fünûn İlahiyat Fakültesi müfredatına alınmadı; Felsefe, Sosyoloji ve Psikoloji dersleri ile yetinildi. Bu okullar 1949 yılında tekrar açılırken de herhangi bir değişiklik yapılmadı.
21.yüzyıldayız… Türkiye’de her konu tartışılmakta ama İlahiyat Fakülteleri’nde Matematik ve Fen Bilimleri neden okutulmaz, bunu kimse tartışmamakta... Üniversite sınavlarında İmam Hatip Liseleri’nin Fen Bilimleri ve Matematik ağırlıklı bölümlerde Türkiye birincileri çıkarması da kimseyi uyandırmamakta! Uyku o kadar derin ki! Dikkatler o kadar ilimden ve İslâm’dan uzaklaşmış ki! Ne yazık ki, İHL’lerde öğrenilen Matematik ve Fen Bilimleri, İlahiyat Fakülteleri’nde bir güzel unutturulmakta ve bu durum kimsenin vicdanını sızlatmamaktadır! Vatikan’la ve Oryantalistlerle, 100 bini aşkın personeliyle rekabete kalkışan Diyanet İşleri Başkanlığı ve sayısı 100’ü aşan binlerce akademisyenli İlahiyat Fakülteleri, hâlâ dünyanın nereye gittiğinin farkında değil!..’ Teşhisler böyle…
Tek çözüm, tek tedavi yolu “ADİL DÜZEN, ADİL EKONOMİK DÜZEN” desem ve yarım yüzyıldır teorik ve pratik olarak yazılıp yapılanları hatırlatsam, bugünlük yeterli midir?